Archive for Haziran, 2012

Semih Kaplan

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1976 yılında İstanbul’ da  doğdu.

1998 yılında Anadolu  Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nden mezun oldu. 2003 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik Yüksek Lisans Programını tamamladı.

Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Resim Sanatta Yeterlilik Programına devam eden Semih Kaplan halen Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde Öğretim Görevlisi olarak görevini sürdürmektedir.

ÖDÜLLERİ:

1997  Çanakkale Seramik Tasarım yarışması, Birincilik Ödülü
1998  59. Devlet Resim Heykel Sergisi Seramik Yarışması, Başarı Ödülü
1998  İzmir Rotary 5. Altın Testi Seramik Yarışması.Mansiyon
2003  Muammer Çakı Seramik Yarışması Çini Dalı Başarı Ödülü
2003 Talens Resim Yarışması Suluboya Kategorisi,Üçüncülük Ödülü
2004 65. Devlet Resim Heykel Sergisi Özgünbaskı Yarışması,Başarı Ödülü

Savaş Camgöz

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1971 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nü bitiren Camgöz, 1977 yılında, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nde ressam olarak çalışmaya başladı. Başressam olarak görevini sürdürürken, 1982 yılında Ankara Devlet Opera ve Balesi’nden ayrılarak Almanya’nın Bonn Tiyatrosu’nda ressam olarak çalışmaya başladı. 1985 yılına kadar Avrupa’nın pek çok ülkesinde araştırmalar yaptı ve aynı yıl Devlet Opera ve Balesi’ne döndü.

1987 yılında Sanat Teknik Müdürlüğü yapan Camgöz, 1985 yılından bu yana ‘Giselle’, ‘La Traviata’, ‘Maskeli Balo’,’La Boheme’, ‘Korsan’, ‘Yarasa’, ‘Windsor’un Şen Kadınları’, ‘Prens Igor’, ‘Don Giovanni’, ‘Lohengrin’, ‘Carmina Burana’, ‘Othello’ gibi pek çok opera va balenin dekor ve kostüm tasarımlarının yanı sıra ‘Ağrı Dağı Efsanesi’, ‘Ali Baba ve Kırk Haramiler’ ve ‘Dudaktan Kalbe’ gibi Türk operalarının da tasarımlarını gerçekleştirdi.

Antalya Aspendos Opera ve Bale Festivali’nin ilk yılından bu yana sahne tasarımını gerçekleştiren sanatçı, resim çalışmalarını sekiz kişisel sergide topladı.

Camgöz, 1994 yılında ‘Prens Igor’ ve ‘Lohengrin’ operalarındaki sahne tasarımıyla TOBAV tarafından verilen ‘En Başarılı Dekoratör Ödülü’nü aldı.

1995 yılında, Kültür Bakanlığı tarafından düzenlenen Kültür ve Sanat Ödülleri’nde ‘En Başarılı Dekor Tasarım Ödülü’ne layık görüldü.

1998 yılında, yine TOBAV tarafından verilen ‘En Başarılı Dekor Ödülü’nü alan Savaş Camgöz, 1996 yılından bu yana Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nde Başdekoratör olarak görev yapmaktadır.

Sevan Bıçakçı

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

   Samatya’da doğdu.Mücevher işinde çıraklığa 1982 yılında, 12 yaşındayken kuyumcuların ve imalathanelerin bulunduğu Çuhacıhan’da başladı. Ustası Hausep Çatak idi. Kendini “hayallerini yapan sadekar”olarak tanımlayan Bıçakçı, bir kuyumcu dükkanında bulunmayan kol düğmesi, saç tokası, halhal, pazıbent, şal pini, ceket pini gibi ilginç ürünler tasarlıyor. Bıçakcı’nın mücevherleri Amerika’dan İngiltere’ye, Fransa’dan Maldiv Adaları’na kadar dünyanın pek çok ülkesinde önemli butik kuyumcularda satılıyor.
   Bıçakçı’nın bugüne kadar üzerinde çalıştığı sekiz koleksiyonu bulunuyor. Bu koleksiyonlar altın ve gümüşten oluşuyor. Çalışmalarını gümüş ve altının aşkla birbirini tamamlaması olarak tanımayan Bıçakçı’nın her koleksiyonu kendi içerisinde evrim geçiriyor ve her tasarımın yalnızca bir örneği bulunuyor. Tasarımlarının iç ve dış yüzeylerine güzel sözler de ekleyen, Padişah portreli yüzüklerle hayallerini gerçeğe dönüştüren Bıçakçı’nın koleksiyonları arasında “Dinlerin Kardeşliği”, “Büyülü Taşlar”, “Sadabat Koleksiyonu”, “Theodorius ve Justinianus”,”Nur-u Osmaniye” bulunuyor.  
   Vogue, Elle, Sunday Times gibi birçok yabancı dergide tasarımlarından bahsediliyor.
   Las Vegas’ta düzenlenen Couture Mücevher Konferansı’na katılan tasarımcı Sevan Bıçakçı, “Sultanahmet’te Yağmur” isimli yüzüğüyle Türkiye’ye birincilikle döndü.

Özden Pektaş Turgut

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1978 yılında Giresun – Espiye’de doğdu. 1996’da Ankara Milli Piyango Anadolu Lisesi’nden, 2001’de Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü‘nden mezun oldu. 2003 yılına kadar çeşitli ajans ve kurumlarda grafik tasarımcı olarak çalıştı. 2003 – 2005 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı.

2004 yılında “Banner Reklamların Grafik Tasarım Açısından İncelenmesi” konulu tezi ile H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. 2005 yılından bu yana H. Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde Sanatta Yeterlik öğrencisidir. Halen Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okutman olarak görev yapmaktadır.

Ankara Exlibris Derneği üyesidir.

Fatih Mika

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Fatih Mika 1956 yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Daha sonra İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ndeki eğitimini yarıda bırakarak Yugoslavya’ya gitti, Sarayevo Güzel Sanatlar Akademisi Grafik (Gravür) Bölümü’nden mezun oldu. İhtisasını da aynı Akademi’de Dževad Hozo Atölyesi’nde tamamladı. Fatih Mika çalışmalarını 1989 yılından bu yana Roma’da sürdürmektedir.

KİŞİSEL SERGİLERİ

1989: Belgrad Üniversitesi Kültür Merkezi Sanat Galerisi, Belgrad, Yugoslavya
1989: Rizah Štetić Sanat Galerisi, Brćko, Yugoslavya
1989: Leonardo Sanat Galerisi, Sarayevo, Yugoslavya
1990: Dom Mladih Sanat Galerisi, Sarayevo, Yugoslavya
1991: Café Notegen, Roma, İtalya
1992: Trifalco Sanat Galerisi, Roma, İtalya
1993: Alkent Actuel Art , İstanbul
1994: Ekol Sanat Galerisi, İstanbul
1996: Vakko Sanat Galerisi, Ankara
1996: Vakko Sanat Galerisi, İstanbul
1997:  Sait Faik’i Anma Günü, Kalpazankaya, İstanbul
1997: MEB Sanat Galerisi, İstanbul
1998: Upter House, Roma, İtalya
1999:  Avezzano Belediyesi Sanat Galerisi, Avezzano, İtalya
2000:  Galleria Dei Soldati, Roma, İtalya
2000:  Galerija Mak, Sarayevo, Bosna Hersek
2001:  Aksanat Cep Galerisi, İstanbul
2001:  Ielasi Sanat Galerisi, Ischia, Napoli, İtalya
2002: Tolga Eti Sanat Evi, İstanbul
2002: 12. İstanbul  Sanat Fuarı, İstanbul
2003: Nemi Belediyesi, Nemi, Roma, İtalya
2003: 13. İstanbul  Sanat Fuarı, İstanbul
2003: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Sanat Galerisi, İstanbul
2004: 17. Hotel & Restaurant Equipments Fair, İstanbul
2004: “Lale Adına, Osmanlı Dünyası”, Chiostro di San Giovanni, Orvieto, İtalya
2004: Palazzo Gamberini – T.C. Roma Büyükelçiliği – Roma, İtalya
2004: Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Çeşme Altın Yunus Sanat Galerisi, İzmir
2004: Neo Art Gallery, Roma, İtalya
2005: “Carlo Goldoni” İtalyan Kültür Merkezi, İzmir
2005: Rose e Tulipani……..Santa Lucia, Fonte Nuova, Roma, İtalya
2006 Guttenberg Müzesi (Gravürleri müze koleksiyonunda)

ÖNEMLİ  KARMA  SERGİLERİ

1986:  – 3. Öğrenci Gravürleri Bienali, Belgrad, Yugoslavya
1988:  – 4. Öğrenci Gravürleri Bienali, Belgrad, Yugoslavya
-Sarayevo Güzel Sanatlar Akademisi İhtisas Öğrencileri sergisi, Sarayevo, Bosna Hersek            
1989:  – 5. Uluslararası Baskı Bienali, Varna, Bulgaristan
– 18. Uluslararası Grafik Sanatları Bienali, Ljubljiana, Slovenya
– 1. Yugoslavya Minyatür Sanatlar Bienali, Gornji Milonovac, Yugoslavya
– Petit Format de Papier ´89, Couvin, Belçika
1990:  – Intergrafik ´90, Internationale Triennale Engagierter Grafik in der DDR, Berlin, Almanya
– “Il Segno nel Labirinto”, Iraklion, Girit, Yunanistan
– 2° Salon International De La Gravure, Nantes, Fransa
1991:  – Uluslararası Grafik Sanatlar Trienali, Krakov, Polonya
– “Intergrafia ´91”, Uluslararasi Gravür Sergisi, Katovize, Polonya
– 6. Uluslararası Baskı Bienali, Varna, Bulgaristan
– “Il Segno nel Labirinto”, Selanik, Yunanistan
– 6. Uluslararası Küçük Boyutlu Baskı Sergisi, Frederikstad, Norveç
– “Presenze- Artisti Stranieri Oggi in Italia”, Perugia, İtalya
1992:  – 10. Uluslararası Grafik Trienali, Frederikstad, Norveç
– Dotze Mini Print International De Cadaqués, İspanya
– 17. International Independante Exhibition of Prints , Kanagawa, Japonya
– “La Morte Di un Ipocondriaco”, Trifalco Sanat Galerisi, Roma, İtalya
1993: – 12. Premio Internazionale Biella Per La Incisione , Biella, İtalya
– 20. Uluslararası Grafik Sanatları Bienali, Ljubljiana, Slovenya
– “Dall Arte Il Domani Del Mondo”, Banca D´Italia Kültür Merkezi Sergi Salonu, Roma,   İtalya
– Birinci Uluslararası Baskı Bienali, Maastricht, Hollanda
– The 1. Mini Print Slovenia, Maribor, Slovenya
           – 1. Mısır Uluslararası Baskı Trienali , Giza,  Mısır
– 7. Uluslararası Baskı Bienali, Varna, Bulgaristan
1994:  – 4. İstanbul Sanat Fuarı, Galeri Ekol, İstanbul
           – 13. Biennal D´Eivissa, Ibiza, İspanya
1995:  – 11. Uluslararası Grafik Trienali, Fredrikstad, Norveç
           – 21. Uluslararası Grafik Sanatları Bienali, Ljubljiana, Slovenya
– 1. Uluslararası Grafik Sanatları Bienali, Sofya, Bulgaristan
– 18. International Independante Exhibition of Prints , Kanagawa, Japonya
– “Eco e Narciso”, Galleria Trifalco, Roma, İtalya
– “Dall Arte Il Domani Del Mondo”, Banca D´Italia Kültür Merkezi Sergi Salonu, Roma, İtalya
– 5. İstanbul Sanat Fuarı, Galleria Carolina Monti, İstanbul
1996:  – 13. Premio Internazionale Biella Per La Incisione , Biella, İtalya
– 14. Biennal D´Eivissa, Ibiza, İspanya
– 8. Uluslararası Küçük Boyutlu Baskı Sergisi, Frederikstad, Norveç
– 6. İstanbul Sanat Fuarı, Minyatür Sanat Galerisi, İstanbul
1997:  – 2. Uluslararası Grafik Sanatları Bienali, Bitola, Makedonya
– 19. International Independante Exhibition of Prints , Kanagawa, Japonya
– International Exibition of Graphics and Posters “4th  Block”, Harku, Ukrayna
1999:  – 3. Mısır Uluslararası Baskı Trienali , Giza,  Mısır
           – “Cieli e Cupole”, Galleria Lazzari, Roma, İtalya
2000:  – Lilla Europa 2000, 1. Küçük  Boyutlu Resim ve Baskı Bienali, Hallsberg & Örebro,   
            İsveç
           – 30 x 30 x 30: “l’anomalia dell’impossibile”, Il Quadrato di Omega, Roma, İtalya
           – 10ème exposition internationale <Petit format de papier>, Viroinval, Belçika
– 27. Premio Sulmona, Rassegna Internazionale d’Arte Contemporanea,   
Sulmona, İtalya
2001:  – 2a Rassegna internazionale dell’incisione di piccolo formato, Cremona, İtalya
– III Festival De Gravura, Élvora, Élvora, Portekiz
– International Festival of Graphic Art 2001, Hallsberg & Örebro, İsveç
2002:  – Lilla Europa 2002, 2° Biennale of smallscale painting and printmaking,
              Hallsberg & Örebro, İsveç
– DYO 30. Resim Yarışması, İstanbul-İzmir-Bursa-Ankara-Antalya
– 11ème exposition internationale <Petit format de papier>, Viroinval, Belçika
2003:  – 4. Mısır Uluslararası Baskı Trienali , Giza,  Mısır
2004:   – The International Print Triennial Dalarnas Museum, Falun, İsveç
– “Obiettivo Pax”  Museo Storico della Fanteria, Roma, İtalya
–  Kleopatra – Da Michelangelo all´Arte Contemporanea, Baku, Azerbeycan
 – 12ème exposition internationale <Petit format de papier>, Nismes, Belçika
             – IV. Festival De Gravura Évora, Évora, Portekiz
             – 14. İstanbul  Sanat Fuarı, ARGAM ile birlikte, İstanbul
             – 3° Biennal Internacional D´Art Grafic 2004 “Aqua”, Francavilla Al Mare, İtalya
             – 3° Biennal Internacional D´Art Grafic 2004 “Aqua”, Sant Carles De La Ràpita, İspanya
– Lilla Europa 2004, 3. Küçük  Ölçek Resim ve Baskı Bienali, Hallsberg & Örebro, İsveç
2005:    –  Primaverile Romana 2005, Con Il Gianicolo Centro D´Arte Galleria D´Arte 

Mika´nın İtalya´daki son sergisinden sonra Arianna di Genova tarafından yazılmış eleştiri:

Fatih Mika, Istanbul´da şekerli baliklar

Masal yaratıları, cennet kusları ya da Boğazicinden siçrayan baliklar, dekoratif bir oyun icinde Hokusai´in ahsap baskilarini animsatiyorlar.

Istanbul´lu gravur sanatçisi Fatih Mika´nin bu gravurleri ( Istanbul Menkul Kiymetler Borsasi Sanat Galerisi´ndeki sergisi) iki defa bakilmayi hakkediyorlar. Biri kullanilan malzeme araciligi ile içine aydinlik bir sekilde girerek.(Kumlamanin lekeci etkisi, seker-baski teknigi ile islenerek daha da hareketlendiren yuzeyler). Digeri ise fantastik oykuler arasinda gezen, hayal kuran, antik mitleri çagristiran buyuleyici kisileri ve gerçekustu renkleri.

Turkiye dogumlu Fatih Mika´nin çok yonlu biçimlenisi onu Sarajevo´ya unlu grafik ve gravur okuluna ogrenim gormeye goturdu, daha sonra da Italya´ya ailesi ile yasamaya, Mika sonucu kestirmeden once teknik ile mudahaleyi seciyor. Boylece asitler formlari degistiriyorlar, sivilar alani “kemiriyorlar”, kirmizilar, toprak renkleri, maviler yeni sinirlar yaratiyorlar.Anlatimci tablo kalibini kaziyarak yerine siirsel bir ormani çiòeklendirmeye birakiyorlar. Daha onceki donemlerin otçulari (Otlar I, 2003 fotgrafta), Hizli simsek gibi kelime (kemik)ayiklayan Eugenio Montale´nin anisina “Murekkep Baligi Kemikleri” (……………………) Boylece onun martilari Haliç´e dogru havalanabilirler yada sadece bir iz olmak için kus olan ile iliskilerini kaybederek konumlarini degistirerek, ic dinamizmleri olan gravur goruntuleri ve yasam.

(Arianna di Genova)

Yıldız Cıbıroğlu´nun Art Life dergisinde yayınlanan FATİH MİKA’DAN GRAVÜR SERGİSİ: AYRINTILAR isimli yazısından…

Fatih Mika’nın 2000 yılında asitoyma, kumlama ve darbeleme tekniğiyle yaptığı Arabesk adlı gravür cesur bir düzenleme ve dikkat çekici bir yapıt. İki öküz, iki tekerlek ve çerçeveli iki kadın imgesiyle önde silik bir erkek imgesi. Arabanın kendisi yok. Onun yerine tablonun karesi var. Picasso’nun bu tablosu (Avignon’lu genç kızlar) çerçevesiyle birlikte arabanın kasasının yerine geçmiş. Arabanın kasası nasıl yük taşıyorsa bu tablonun dörtgeni de iki kadının imgesini taşıyor. Picasso “Barcelona’nın Avignon sokağındaki bir genelevde satılan –belki Kuzey Afrikalı- kadınlarla”  ilgili anılarından ortaya çıkardığı Avignonlu genç kızlar’ı 1907’de bitirmiş. Picasso’nun ölümsüz kıldığı o beş kızdan ikisi  tam doksan üç yıl sonra bir geziye gider gibi, Fatih Mika’nın gravüründe iki öküzün çektiği tuhaf bir arabada yer alıyorlar. Picasso’nun resminde olduklarından daha farklı biçimde etkileyiciler. Kübizmden uzaklaşmışlar, ama o resme çağrışımları (sanatçı bunu bilinçle istemiş) sürüyor. Sanatın dönüştürücü gücü burada çok hoş bir biçimde karşımıza çıkarken, bir sanat yapıtından sonrakine akışkanlık sağlanmış.
Resmin gölgeli ve gizemli havası içinde belirgin ve gerçekçi olanlar bu iki fahişe. Işık kollarının ve göğüslerinin üstünde. Bedenleri kasap vitrininde asılı et gibi. Yabancılaşmış, büyümüş gözler etin içinden dışarıya dimdik ve sert bakıyor. Gövdeleri kurbanın gövdesi, ama bakışları celladın. Göğüslerini daha çok göstermek, ortaya çıkarmak için, kollarını satışa koşullanmış bir ruhla kaldırmışlar. Yine de cinsellik yok. Bu resim artık Picasso’nun Avignonlu Genç Kızlar’ından başka bir şey; Fatih Mika Picasso’yu da içine almış, özümsemiş ve yeniden yaratmış onu. Bu gravürü yaparken bir minyatürden de yararlanan Fatih Mika’nın etkileyici bir eseri.
Onu anlamaya çalışmayı sürdürelim: Bu kadınlar nereye götürülüyorlar? Fatih Mika onların köylerine dönmelerini istediği için mi onları Avignon sokağından alıp buraya taşıdı? Avignonlu iki fahişenin resmini öküzleri yeden adam hangi köy odasına asacak? Bu onun düşü mü? Kentte bir genelevde yattığı kadınların düşünü köyüne mi taşıyor? Yaşamı zenginleşecek mi o düşlerle? Yoksa birden köyüne dönüş yolunda gerçekle yüz yüze geldi de yüreği mi sızladı bu kadınlara? Eli neden soru sorar gibi, içi neden karışık, şaşkın, huzursuz?
Bir çift öküz ve araba ilkelliği mi imliyor, yoksa uygarlığın ilk adımında fahişeliğin olduğunu mu? Bu kadınların bir zamanlar saf köy kızları olduğunu hatırlayan var mı? Kadınlarla birlikte öküzler de yükü çeken ve aşağılanan sınıfları mı temsil ediyorlar?
Sanatın da, insanın da satılan bir nesne olduğunu mu ifade ediyor Fatih Mika? Onların satılmasından rahatsız mı, ihanet ettiğini mi düşünüyor? Bir çerçinin öküz arabasına yükleyip satış için köy köy gezdirdiği nesneler gibi mi fahişelerin ya da tabloların piyasaya, talebe bağlı kaderi? Sanat eserlerinin satılmaya yazgılı olması, onları bilinmeyen bir kadere teslim etmek ve saflıklarının –daha yaratmaya başlarken- bozulmasına  sebep olmak mı?
Fatih Mika’nın gravürlerinde zeminin genellikle gölgeli, serpiştirilmiş lekelerle kaplı olması ve dış dünyaya ait hiçbir ögeyi barındırmaması, barındırsa bile artık değişime uğramış olması, sanatçının içsel bir durumu ifade ettiği, dış dünyayla arasına mesafe koyduğu düşüncesini güçlendirmektedir. 
Sanatçılar onun yapıtlarında akmaya devam ederler. 2005’te eski gravür ustasını betimler F. Mika: Aliye Berger’in anısına. Bu betiminde ipiltilerin içinden yaratıcı bir ruhla dolu güçlü bakışlarını gravüre bakanın yüreğine saplamaktadır Aliye Berger.
Şair ve şiiri –İlhan Berk adlı gravürde (1996) ise şairin iki dizesi okunuyor: “Adlandırmak Ölümdür.” “Adlandırınca her şey sıkıcı olur.” Mika’nın gravürlerindeki yukarda kısaca değindiğim psikolojik etkili gölgeler, zemini tanımlamak yerine onu ipil ipil beneklerle, alacalarla bulandırıp parçalamalar; karalamalar, silik gölgeler, bazen silüetle yetinmeler İlhan Berk’in şiirindeki bu dizeyle açıklanabilir. “Adlandırma ölümdür.” Fatih Mika da tanımlamaz, yoruma bırakır imgelerini.
Ağın ortasına düşmüş balığın bakışlarında da aynı şaşkınlık ve korku var. Bir kadının  göğüsleri arasındaki ‘erkek ilkeyi’ de temsil ediyor olabilir balık. Pedro Almodovar’ın yönettiği Konuş Onunla filmindeki erkek kahramanın kadın gövdesini korkuyla karışık duygular içinde keşfe çıktığı rüya sahnesini ve Joseph Campbell’in Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı kitabını hatırlayalım. Ağ ortak imgelemde kadınlarla ilişkilendirildi. Çünkü ilk ağı onlar ördü ve ilk ağları büyü/ tuzak  amacıyla kullandılar. En eski Anadolu tanrıçalarının  betimlerinde ağ onların gövdelerinin bir parçasıdır. Fatih Mika’nın resminde balık ağa düşmüş ve ağın ortasını çukurlaştırarak ‘V’ biçimiyla birlikte balığın aşamayacağı iki tepe formunu da oluşturmuş. Çok çağrışımlı bir resim. Erkeğin karşı cinsten korkusunu da, dağ gibi sorunlar arasında sıkışmış bunalan insanı da getiriyor akla.
Çağımız bilgi çağı mı, yoksa korku çağı mı? Bilgiyi kimler kullanıyor? Kullanmayanlar yalnızca hayvanlar mı? Gereksiz bilgiler çöplüğünü bilgi sananlar da yok mu? Mika’nın gravürlerinde korku ve ürkü duygularını içerenler daha çok hayvanlar, cansız varlıklar. Onlar yeryüzündeki sessiz kalan, sesini duyuramayan, duyulmak istenmeyen yığınları mı ifade ediyorlar? Fatih Mika suyun içindeki sessiz dünyada yaşayan balıklar, kuşlar üzerinden onları mı yansıtıyor gravürüne? Sait Faik’e Saygı dizisinden İskorpit, Kırlangıç balığı, Sinarit Baba, Son Kuşlar adlı resimlerde  –korku, kuşku, kaygı, ürkü başta olmak üzere- yoğun duygulanımları okuyabiliyoruz. Neden bu balıklar zırhları, kabukları andıran ve batıcı okları çağrıştıran sert parçalar taşıyorlar gövdeleri  üzerinde? Tehdit ve tehlike mi var? Ürkmüş gözlerle bakıyor onlar da Avignonlu Genç Kızlar gibi. Son Kuşlar adlı gravürdeki kuş neden yerin üstünde olacağına yerin altında? Sanki bir savaşta yeraltı sığınağına gizlenmiş, yakınlarını yitirip yapyalnız kalmış insanlar gibi hüzünlü ve yaslı. Üstündeki toprak yığınından uzanan dikenler yardım isteyen, “Kurtarın kurtarın” diyen kurumuş eller mi? Doğa ve insan birbirine sızmış, acıyı birlikte duyuyorlar.
Kedi Minoo’nun, Kız Kulesi önündeki martının yoğun duygulu bakışları hayvanseverler için ayrı anlamlar da taşıyabilir. Martı I adlı gravürde (2003) sisler içindeki Kız Kulesi bile penceresiz duvardan korunakla çevrilmiş, (belki çevre kirlenmesine ilişkin) tehlikelere karşı dış dünyaya kapanmış, artık o bir deniz fenerinden öte, siren düdüğünün ne zaman çalacağını tetikte bekleyen canlı bir varlığın imgesine dönüşmüştür.
Castello Aragonese (1995) adlı gravür aynı adlı kaleyi gösteriyor. Ada ve kale kaçmak, korunmak için mi? Kasvetli görünüyor ve “hayaletlerin dolaştığı tekin olmayan” bir yere benziyorlar. Önde geçmişten insan eliyle yapılmış nakışlı işaretler taşıyan kayalıklar, artık hayatın bittiğini imliyor gibi. Adanın üstünde pamuk gibi beyaz, uçucu ve dağınık bulut yığını, granit sertliğinde dokunmuş adaya, kaleye, kayalara tezat oluşturuyor. Sanki eski günlere ağlayan, anne biçimli koruyucu ruhu adanın, rahatlatıcı bir etki yapıyor. Çekici ve gizemli bir yanı var gravürün. Bu ada için Fatih Mika’dan şu bilgiyi aldım:  “Castello Aragonose, İschia Adası’nda bir kale. Osmanlılara karşı kendilerini savunmak için yapılmış. Karımın baba tarafından ataları üç yüz elli yıl öncesinde bu adada yaşamışlar.”  Fatih Mika Roma’da çalıştığı için İtalya’dan görüntüler giriyor yapıtlarına. San Pietro’nun kara silüeti üzerinde Ay kuruntulu kıskanç bir âşık gibi mektuplar yazıyor parça parça bulutlara, San Pietro’ya gönderiyor.  Dua I ve Manolya II adlı gravürlerde konular farklı ama hareket ve devinim birbiriyle  tamamlanıyor. Manolya II (2003) adlı gravürde iki manolya bir iç ışığıyla aydınlanıyor ve  ışıkla pervane gibi birbiriyle ilişkililer. Dervişlere benzeyen bir kendinden geçiş içinde dönüyorlar sanki. Dua I (2005) adlı gravürde dervişler ve Arap harfli yazılar da aynı raksı sürdürüyorlar.
Yengeç (2001): İlk kez korkmuş, ürkmüş değil de; korkutucu, ürkütücü bir hayvan imgesiyle karşı karşıyayız. iki yana açtığı peleriniyle dehşet saçan bir heyula gibi; silahlanmış, zırhlanmış, üstümüze geliyor. Savaş makinasının yengeç biçimine girmiş görüntüsü bu. Kendine güvenli ve tehdit eden ağır ağır yürüyüşüyle çerçevenin dışına çıkacağa ve ne pahasına olursa olsun üzerimize gelmeye devam edeceğe benziyor. Arkası dalgalı bir kan deniziyle mi kaplı, ateş ve duman mı? Bulanık, kirli ve kötü amaçlar için bütün yeryüzünü kaplayan tek gücün kâbuslarla dolu bir rüyadaki izdüşümü bu yengeç. Dünyayı mahveden güç. Tek güç “Benim” diyor dünya sahnesinde, kanla ateşle boyadığı kızıl renkli fonun önünde “Yalnız Ben” diyor. (Gerçekten böyle mi? Yengeç neyi temsil ediyor?)
Fakat bu ürkütücü, ciddi duruşunun altında gülünç yanını da çağrıştırıyor duruşuyla. Yengeç gösteriyi, komiklik yapmayı seven, oyuncu ve sıradışı bir hayvandır. Adı aslında ‘yangeç’tir Eski Türkçede. Seyircisi olsun ister, herkes dümdüz giderken o çapraz yürür. Fatih Mika onun bu özelliğini küçücük bir ayrıntıyla duruşuna yansıtmış: sağ yandaki bacakları soldakilerden daha yukarda. Gravürdeki yengeci bu nedenle dünyayı mahvetmeye soyunan “çılgın süperleri oynayan bir oyuncu” olarak da görebiliriz. Sahnede, menevişli kadife perdenin önünde kendisi gülmeyen ama güldüren tüm gerçek oyuncular adına (Charlie Chaplin’in Diktatör’deki oyunculuğunu çağrıştırıcasına) bulunuyor Yengeç. 1956’da İstanbul’da doğan Fatih Mika gravürlerinde içteki derin anlamı sezdirirken insan ve hayvanda korkunun estetiğini de gerçekleştiriyor. Eğretilemeyi, şiiri katıyor yapıtına. İlgi çekmek için yapılan içi boş garipliklerden uzak; sağlam ve sade bir biçimde, zorlamadan, dengeyi bozmadan yapıyor bunları. Onun gravür tekniğine getirdiği yenilikler ise bir başka yazı konusudur.

Adli Ayter

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1938’de Sarıkamış’ta doğdu. İlk-orta tahsilini orada tamamlayıp İstanbul’da Vefa Lisesi ve Gazetecilik Yüksek Okulu’nu bitirdi. Ardından Paris’e giderek iki yıl Alliance Francaise’de lisan eğitimi gördü.

Onun en büyük özelliği Türk Halk Oyunları, Kafkas Halk Dansları ve Azeri Musikisi sahasında ülkemizin itibarlı ve sayılı uzmanlarından biri olmasıdır.

AYTER, yurt dışında bir çok ülkede oynadığı halk oyunları ve sunduğu sanat toplulukları ile ülkemizi temsil etmiş, Fransa – Dijon Uluslararası Halk Dansları Olimpiyatından 1975 – 1977 – 1982 yıllarında 3 kez Dünya Birinciliğini (Altın Madalya) ülkemize kazandırmıştır.

Kendi yetiştirdiği Kars-Kafkas Halk Dansları Folklor Sanat Topluluğu ile 1989’da devlet görevi ile ülkemizi Dijon Olimpiyatında temsil ederek Dünya İkinciliğini (Gümüş Madalya) Türkiye’mize getirmiştir.

ADLİ AYTER yaptığı müspet çalışmalarıyla Türk Halk Sanatının, çağdaş Dünya Sanatı düzeyine ulaşmasındaki büyük katkılarından dolayı 1985’te T.B.M.M. Başkanlığınca Altın Şild ile ödüllendirildi.

Türk Halk Bilimi üzerine yaptığı çalışmalar, ülkemize getirdiği birincilikler, ve  sanatının 40. yılını onurlandırmak amacıyla Kültür Bakanlığı tarafından 1999 yılında adına bir jübile gecesi düzenlendi.

1952 yılından beri Kars-Kafkas Halk Danslareı ve Halk müzikleri üzerine yoğun çalışmalar yapan AYTER, “Folklor ve Turizm” adında aylık bir dergi yayınlayarak (1974) Kafkas Tarihi, Azeri Musikisi, Azerbaycan Halk Edebiyatı, Kafkas Halk Danslarının Koreografisi, Türk Halk Bilimi, Etnografik El Sanatları gibi pek çok konuda makaleler ve eleştiriler yazdı.

Devlet Opera ve Balesinin kurucusu Miss Ninette de Valois tarafından Devlet Balesi’ne misafir sanatçı olarak davet edilen AYTER, Uyuyan Güzel balesinnde iki sezon boyunca başarı ile oynadı. Dirijör Niyazi Tagizade’nin takdirlerine mazhar oldu.

1955 yılından itibaren günümüze kadar muhtelif kurum ve kuruluşlarda halk bilimi öğretmenliği yaparak yüzlerce öğrenci yetiştirmenin gururunu taşımaktadır. Hava Harp Okulu’nda on yıl (1972-1982) amatörce ders verdi.

T.M.T.F. (Türk Milli Talebe Federasyonu), Şimali Kafkas Kültür Derneği, Azerbaycan Gençlik Derneği, Türk Folklor Kurumu, Türk Turizm Folklor Derneği, Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı, İ.T.Ü. Devlet Konservatuarı gibi kuruluşlarda halk bilimi çalışmalarını sürdürerek kültürümüzün yaygınlaşmasında büyük çaba gösterdi.

Kültür Bakanı Sn. Mesut Yılmaz’a sunduğu raporlarla Devlet Halk Dansları’nın İstanbul’da da kurulmasına karar aldırdı. 1987.

Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği sempozyumlarda bildirileri neşredildi. 1967-1968 “Arşın Mal Alan” Azeri Operetinde bir yıl oynayarak “Sultan Bey” rolüyle İstanbul seyircisini adeta büyüledi. Taksim Marmara Oteli salonlarınd atertiplediği Kafkas Balosu hafızalardan silinmedi.

Topkapı Sarayı Müzesine kayıtlı takı koleksiyonunu sergileyip tv’de yaptığı sanat röportajları ile ilgi topladı.

17. Uluslararası İstanbul Festivali’ne davet edilen AYTER, Kars-Kaflas Halk Dansları Topluluğu ile Atatürk Kültür Merkezi’nde dört konser verdi. Azerbaycan Devlet Filarmonia Orkestrası eşliğinde 45 dansçıdan oluşan dev sanatçı kadrosunu İstanbullulara takdim etti. 1989.

AYTER, Goes – Marboug – Bary – Venezia – Trieste – Strassbourg – Politiers – Confolens – Nanterre – La Rochelle – Bordeaux – Felletin – Montoire – Har’ı Bülbül / Bakü – altı kez Dijon ve 17. İstanbul Festivallerinde halk danslarımızı büyük bir ustalıkla sergilemiştir.

Azerbaycan – Bakü Koreografi Mektebinde 45 gün kurs yapan AYTER, Kültür Naziri Polat Bülbüloğlu tarafından bröve ile taltif edilmiştir.

Folklor dünyamızın tartışmasız en büyük ustalarından olan ve enerjisini en estetik biçimde sergileyen AYTER, büyük usta Haşim Sotay tarafından yetiştirilmiştir. Daha sonra Ali Malik Nahabaş, Mehmet Atalık, Musa Ramazan, Elburus Gaytaoğlu, Tahxo İzrailof, Nino Ramişvili, Fridon Sulaberidze, İosif Mataev gibi büyük ustalardan ders almıştır. 1989 – 1994 yılları arasında İ.T.Ü. Devlet Konservatuarında öğretim görevlisi olarak hizmet vermiştir.

40 yıldan uzun süre Kapalıçarşı’da sadekar ustası olarak da kuyumculuk sektörüne hizmet etmiştir. 1996 yılında Kuyumculuk Meslek Bilgisi ve Mücevherat Sanatı adlı sektörde yayımlanmış ilk eseri kaleme almıştır. Kitabı halen ders kitabı olarak Kuyumculuk Meslek Okullarında ve özel takı tasarımı kurslarında okutulmaktadır.
 
AYTER doğuştan olağanüstü bir yeteneği, hayal ve sezgi gücü olan ve bunu eğitim, bilgi, görgü birikimi ile bütünleştiren, Türk Halk Danslarına boyut kazandıran bir ekoldür.

Bitmek bilmeyen enerjisi, atılımcılığıyla, sevgi hoşgörüsüyle toleranslı bir insandır. Azimli ve kararlı tavrı ile ömrünü Türk Halkbilimi’ne hasretmiştir. Halk Sanatı onun yaşama tarzıdır. Onun 24 saat sanatla yaşayan bir kişiliği vardır.

Özlem İnay Erten

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Özlem İnay Erten 1980 yılında İsviçre’de doğdu. 1999 yılında başladığı Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nü 2003 yılında bitirdi. Lisans öğreniminin son yıllarında Türk İslâm Sanatı üzerine yoğunlaştı ve Minyatür sanatıyla ilgili bir tez çalışması hazırladı.

2002 yılında Balıkesir Ören’deki (Adrymytion) kazı çalışmalarına katıldı. Aynı üniversitede Türk-İslâm sanatları üzerine yaptığı yüksek lisansını 2006 yılında “Türk İslâm Kitap Sanatında Lâke Cilt Tasarımları” konulu tez çalışması ile bitirdi.

Öğrenciliği döneminde İstanbul’un kültürel ve tarihi mekânları ile ilgili çok sayıda araştırma yaptı, gezilere katıldı ve bilimsel makaleler hazırladı. Yüksek lisans öğrenimi sırasında ve daha sonrasında çeşitli dergilerin yazı işlerinde çalıştı.

Eyüp semtindeki tarihi ve turistik yerleri tanıtan bir gezi rehberinde redaksiyon ve sanat danışmanlığı yaptı.

Ocak 2007’den beri lebriz.com’da sürdürdüğü görevinde, Lebriz Sanal Dergi için sanat dünyasının önemli isimleriyle söyleşiler yapmakta ve sanat yazıları yazarak çalışmalarını sürdürmektedir.

Necla Çullu

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Necla Çullu 1997 yılında Porselen Sanatçısı Lerzan Ayata’dan El Dekoru Porselen dersleri alarak porselen sanatçısı olma yolundaki ilk adımını attı. Kendine özgü çizgi ve tasarımları ile donattığı ilk kişisel sergisini 2000 yılında açtı ve porselen dersleri vermeye başladı. 2000 yılında El Art Sanat Merkezinde çalışmalarını çeşitlendirdi. El Dekoru Porselen Sanatının yoğun bir şekilde yaşatıldığı Elma Sanat Merkezi’nde periyodik olarak düzenlenen seminerlere katılarak porselenlerine renk kattı. Amerikan El Dekoru Porselen konusunda Sanatçı Gülden Tanyer ile çalışmış olan sanatçı Fransız ve Amerikan tekniklerini ağırlıklı olarak kullanarak porselenlerini dile getirmektedir.

Sanatçı, Almanya’da porselen sanatçısı olan Susanne Reisser’den “Porselen Boyama-Modern Teknikler” konusunda eğitim almıştır.

Dünya’nın ortak dili sanat aracılığıyla “Dünya Porselen Sanatçıları ve Eğitmenleri Derneği’nde” aktif olarak fikir paylaşımında bulunmaktadır. Sanatçı, uluslararası dernekleri, yeni yayınları ve dünyaca ünlü sanatçıların çalışmalarını takip etmekte, yeni teknikler uygulamaktadır.

Oğuz Erten

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Oğuz Erten 1980 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. 1998 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde Lisans eğitimine başladı. 2000 yılında Lisans eğitimine bir yıl ara vererek İngiltere’de dil eğitimi aldı.

Yurda döndükten sonra lisans eğitimine kaldığı yerden devam ederek 2003 yılında “Zeynep Sultan Camii ve Haziresi” adlı tez çalışmasıyla 150’ye yakın Osmanlı mezar taşının okunması ve Türk süsleme sanatlarındaki yeri bakımından incelemelerde bulunarak okulunu tamamladı. Aynı yıl Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Türk-İslam Sanatları programında yüksek lisans eğitimine başladı.

2003-2004 yıllarında iki dönem Balıkesir’de yapılan Adramytteion kazılarına katıldı. 2004 yılından buyana TURSAB, Endüstri Enformasyon, Mercan Ada, Gençsanat, Türkiye’de Sanat, Artist Modern, Milliyet Sanat, dergilerine ve Radikal gazetesinde yazarı yayınlanan Erten, 2005 Mart ayından Nisan 2009’a kadar Gençsanat ve Türkiye’de Sanat dergilerinin editöryal kadrosunda çalışmalarını sürdürdü.

200’ün üzerinde Popüler Kültür ve Sanat Tarihi makalesi bulunan Erten, 2004 yılında yapılan VIII. Eyüp Sultan Sempozyumu’nda sunduğu “Eyüp’te Bir Yeniçeri Mezar Taşı ve Yeniçeri Mezar Taşları” adlı bildirisiyle İstanbul’da bulunan ender yeniçeri mezar taşlarından birini daha sanat tarihine kazandırdı.

2006 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı.

Ayrıca sergi yazıları ve sanatçı katalogu yazıları da bulunan Oğuz Erten’in 2005 yılında Genel Yayın Yönetmenliğini ve yazarlığını yaptığı Eyüp Gezi Rehberi yayınlanmıştır.

Çeşitli sanat kitaplarının yayına hazırlanmasında çalışmalarını devam ettiren Erten, Ağustos 2007’den buyana Lebriz Sanal Dergi’nin editörlüğünü de sürdürmektedir.

Mukadder Mustafa Erol

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1973  yılında İstanbul’da doğdu.ilk orta ve lise eğitimini İstanbul ’da tamamladı. 1987 yılında Kapalıçarşı iç bedestende geleneksel sanatlar üreten bir atölyede çalışmaya başladı. İlk olarak zamanın hatrı sayılır ustalarından  2 yıl kadar süren bir fırça eğitiminin ardından yazı san’atı  ile tanıştı. 1993 yılına kadar farklı alanlarda yazı ve suluboya ile meşgul oldu.Askerlik görevi dahi yazı yazmakla geçti. Bu görevin ardından tekrar Kapalıçarşıya döndü ve 1999 yılına kadar çeşitli el sanatları ile tanıştı. Bunların en başında taş oyma ve mühür kazıma sanatı olan hakkaklık sanatına da ilgi duydu ve hala duyuyor.

1999 yılında merkezi  Kapalıçarşıda  bulunan ilk geleneksel sanatlar atölyesini açtı. 2004 yılına kadar buradaki faaliyetleri devam etti.Burada ilk olarak merkezi Fransa’da bulunan Chambre Européenne des Experts Conseil en Oeuvres d’Arts mensupları ile çalışmaları oldu ve bu çalışmalar hala devam etmektedir. Kaligrafi sanatının yanı sıra, sanatçının klasik Osmanlı hattı ve restorasyon çalışmalarıda bulunmaktadır. Eserlerinden bir kısmı Fransa, ABD, Umman, Malezya  ve Lübnan’da bulunan müzelerde halen sergilenmektedir.

European Union seminerleri protokol yazılarını yazan sanatçı yine Avrupa Parlementosu’na,kendisine tanınan 40 günlük bir süre zarfında 1000 adet suluboya ve kaligrafi siparişini başarıyla teslim etmiştir. Şu anda Kapalıçarşıda,kızkardeşi tezhip sanatçısı Hande EROL ile kendi studio shop’unda çalışmalarına devam etmektedir. Halen İstanbul Büyük Şehir Belediyesiyle Yurtdışı kültür tanıtım organizasyonlarına katılan sanatçı, İyi derecede İngilizce ve az İspanyolca biliyor, evli ve 2 erkek çocuk babasıdır.

SANATÇI’NIN KATILDIĞI SERGİLER VE ORGANİZASYONLAR

           Y u r t d ı ş ı   S e r g i l e r i

MITT MOSKOVA TURİZM FUARI     RUSYA   FEDERASYONU. 
ARABIAN TRAVEL MAR.DUBAİ        B.A.E.      (Dubai)                 
UKRAİN TURKISH WEEK                    UKRAYNA            (Donetsk)
STUTTGART TURKISH DAYS              ALMANYA            (Stuttgart)
FRANKFURT BOOK FAIR                    ALMANYA            (Frankfurt)
JAKARTA 2007 TOURİSM SUMMİT      ENDONEZYA          (Jakarta)
UTHRECT TOURİSM EXPO                 HOLLANDA           (Uthrect)
2008 WORLD ECONOMI FORUM          İSVİÇRE            (Davos)
FITUR TOURISM EXPO                     İSPANYA            (Madrid)
Kişisel Sergi                                   FRANSA             (Paris)
MITT 2008 MOSKOVA TURİZM FUARI  RUSYA FEDERASYONU  (Moskova)
İntertraffic Fair                              HOLLANDA           (Amsterdam)
Hi-Seoul İnternational Fair               GÜNEY KORE         (Seul)
Novon Art Festival                         GÜNEY KORE         (Novon)

                              Y u r t i ç i   S e r g i l e r

İ.B.B Mimar Sinan’ı Anma                           İstanbul.
Kilimli Sanat Festivali                                Kilimli /Zonguldak
Başbakanlık 700.yıl anma kutlamaları            İstanbul
Adapazarı kaynarca Kült ve sanat Fest.       Kaynarca/Adapazarı
19. Şile Festivali                                      Şile / İstanbul 
K.Ereğli festivali                                       K.Ereğli /Zonguldak
Isparta valiliği  sanat festivali                     Isparta
Kültür bakanlığı Turizm festivali                   Kapadokya/Nevşehir
Kültür Üniv.Bahar Festivali                         İstanbul
Bayrampaşa Bel.Gençtival                          İstanbul

Eda Şahan

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Eda Şahan 1975 yılında İstanbul’da doğdu. 1993 yılında Özel Doğan Anadolu Lisesinden mezun oldu. 1997 İtalya, Floransa Palazzo Spinelli’de Kağıt Restorasyonu ve Kitap Konservasyonu alanında eğitim aldı.

1998 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tezhip Ana Sanat Dalı ve Cilt Yardımcı Sanat Dalından mezun oldu.

1999 yılında USA, San Francisco, San Francisco Üniversitesinde, “Art of Selling Art” eğitim programına katıldı. 2003 yılında Yeditepe Üniversitesi “Art Management” konusunda Master yaptı.

Kişisel Sergilerden Seçmeler
2004 Büyük Kulüp, Cercle D Orient, İstanbul
 
2003 Cemal Reşit Rey, İstanbul
 
2001 Bait El Qur’an Müzesi, Bahreyn
 
2000 Oba Accents Sergisi, İstanbul
 
2000 Kemer Country Fuarı, İstanbul
 
2000 KÜSAV “Dekor-ist”, İstanbul
 
1999 Milli Piyango Sanat Galerisi, Ankara
 
1999 Emlak Bankası Sanat Galerisi, İstanbul
 
1999 KÜSAV “Dekor-ist”, İstanbul
 
1999 KÜSAV Antika Fuarı, İstanbul
 
1998 Kemer Country Fuarı, İstanbul
 
1998 Alaturka Cafe, Ortaköy, İstanbul
 
1998 Art Cafe, Selamiçeşme, İstanbul
 
1997 Kemer Country Fuarı, İstanbul
 
1997 Floransa Cafe Sergisi, İtalya
 
Karma Sergilerden Seçmeler  
2009 Real Collection, Sea Garden Art Gallery, Bodrum
 
2008 Fermanlar Sergisi, Alpman Sanat Galerisi, Ankara
 
2007 Ataya Saygı Sergisi, Alpman Sanat Galerisi, Ankara
 
2003 Harbiye Askeri Müzesi, İstanbul
 
2000 Çırağan Sarayı, İstanbul
 
1999 Rotarak Bapar Etkinlikleri, Selamiçeşme, İstanbul
 
1997 Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi

Alpay Ekler

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Alpay Ekler 1964 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yabancı Diller Bölümü mezunudur. 1989’da Ümraniye’de “Tiyatro Merdiven”i kurdu. “Virüsün Adı Yok”, “Bayır Turbunun Türküsü”, “Oyunlar ve Yaşayanlar”, “Sorgu”, “Kanrevanmaraş” oyunlarını yönetti ve müziklerini yaptı. “Işığın Ağıtı” ve “Şavaş Oyunu” adlı oyunları yazdı.

Daha sonra Çocuk Tiyatrosu ve kuklayla ilgilendi. “Maymunun Hediyesi”, “İlaçlar Mikroplara Karşı” adlı kukla oyunlarını yazdı müziklerini besteledi.

Dedesi Münir efendinin çırağı Kuklacı, Ortaoyuncu ve Karagöz ustası Hayali İhsan Dizdar’a çırak oldu. 1996 yılında profesyonel olarak “Karagöz” oynatmaya başladı. Çocuk Vakfı Karagöz Okulu’nda Aşıklar oyununu güncelleyerek birinci oldu. Yurtdışında ve yurtiçinde çeşitli festivallere katıldı. Devlet Tiyatrosundan sonra ilk kez BITEF 2000 uluslararası tiyatro festivaline davet edildi ve Türkiye’yi temsil etti. Karagöz tasvirlerinin yapımında doğal boyaların kullanılmasını tekrar gündeme getirip bu konuda keşifler yaparak, makaleler yayınladı. Doğal boyaların Karagöz derisine uygulanması ile ilgili İsrail’de, İstanbul Paint 2001 fuarında ve Bursa Karagöz Evi’nde atölyeler yaparak diğer sanatçılarla bilgilerini paylaştı.

2002 yılında tekrar “Tiyatro Merdiven”e döndü. “Soyunun Savaşa” adlı oyunu yazdı, Aşk Grevi adlı oyunu yönetti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki Gösteri Sanatları Merkezi’nde 8-12 yaş grubunda “Aşkın Gözü Kördür”, “Bizim aklımız Ermez”, “Bu da Bizim Hamlet”, “İletişim Parodileri” adlı oyunları yazdı ve yönetti. Yine Gösteri Sanatları Merkezi’nde “Sürgün” ve “Bir Gül Koşusu” adlı oyunları yönetti. Özel talep üzerine Üstün İnanç’ın İbrahim Müteferrika adlı oyununu yönetti, dekor ve kostümlerini yaptı. Hem oynatım hem yapım anlamında ahşap Türk kuklası geleneğini tekrar canlandırdı. Kurduğu atölyede hem ürünler verdi hem de yeni sanatçıların yetişmesi yolunda olanak sağladı. Çocuklar için “Karagöz Ay’a gidiyor”, “Karagöz Plaj Bekçisi”, “Karagöz Kitap Kurdu”, “Karagöz ağaç dikiyor”, “Ava giden avlanır” adlı modern karagöz oyunlarını yazdı ve müziklerini besteledi. Genç Karagöz ve Geleneksel Kukla Sanatçısı Bülent Aksu’yu ve Ruşen Gülen’i ve İbiş Kukla Sanatçıları Enis Ergün ve Deniz Karalar’ı yetiştirdi.

2000 yılından bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki Gösteri Sanatları Merkezi’nde “Kukla- Karagöz yapım ve oynatım” dersleri de vermektedir. 2005 yılında Uluslararası Kukla Birliği UNIMA Milli Merkezi tarafından “En Başarılı Kukla ve Karagöz Sanatçısı” seçilmiştir. Sanatçı ayrıca 2001-2003 yılları arasında İstanbul Şehir Tiyatroları Repertuar Kurulu üyeliği de yapmıştır.

Ayşe Raziye ÖZALP

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1977 yılında Kahramanmaraş’ın Elbistan İlçesinde doğdu. 2000 yılında Tezhib ve Minyatür kursları almaya başladı. Bu kurslara 8 ay devam etti.

2000 yılının sonunda Minyatür ustası Gürsoy Uğurlu’dan des almaya başladı ve daha sonraki aşamalarda sadece Minyatür üzerine yoğunlaşarak çalışmalarına devam etti.

Yurtiçinde kişisel ve karma sergilere devam etmektedir. 2003 yılından itibaren ADNarts’ın düzenlemiş olduğu Geleneksel Türk-İslam Sanatları sergilerinde eserleri yer almaktadır.

Gülçin Anmaç

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Gülçin Anmaç Almanya’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sağlık Koleji’ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji bölümünü bitirdi. Sağlık sektöründe faaliyet gösteren bir danışmanlık firmasında çalışmaktadır. 

Tezhip çalışmalarına 1996 yılında tezhip ve minyatür sanatcısı Cahide Keskiner ile başladı. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, Kadıköy Aziz Berker İlçe Halk Kütüphanesi’nde düzenlediği Geleneksel Türk  Süsleme Sanatları Tezhip Kursu’nu 2002 yılında başarıyla bitirdi. Minyatür çalışmalarına 2002 yılından itibaren, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı bünyesinde faaliyet gösteren Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver Nakışhanesi’nde mimar ve minyatür sanatcısı Nusret Çolpan ile devam etti.

Hocasının kendi atölyesi, nakışhane, farklı mekanlarda ki sanat aktiviteleri ile eğitimlerinde asistanlığını yaptı ve 2008 yılında icazetini aldı.

TRT’nin hazırladığı Mevlana’nın hayatını anlatan “Mevlana Celaleddin Rumi” belgesel filmi ve DoğaBel’in “Kayseri Tuzla Gölün’de Doğa Dostu Tuz Çıkarımı” projesi kapsamında hazırladığı ‘Göldeki Bereket’ filmi için minyatür çalışmaları yapmıştır. Çalışmalarına, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı’nda devam etmektedir.

Katıldığı Sergiler
– 4.11.2003 Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi’nde,  Aziz Berker Kütüphanesi tezhip kursu mezunları sergisi 
– 16.6.2004 VIII Türk Tıp Tarihi Kongresi, Sivas Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi Taş Bezemeleri sergisi
– 15.9.2004 İzmir Tarihi Mezar Taşları sergisi,
–  4.3.2005  IRCICA  Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi Taş Bezemeleri sergisi
– 24.5.2006 IX Türk Tıp Tarihi Kongresi, Kayseri ve Anadolu Selçuklu Tezyinatından Örnekler sergisi
– 9.4.2006  Estergon Kalesi Türk Kültür Sarayı, Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi Taş Bezemeleri sergisi
– 25.5.2007 I. Amasya Araştırmaları Sempozyumu, Amasya’nın Mimari Bezemeleri ve Minyatürleri sergisi
– 1.9.2007 İstanbul Taksim Sanat Galerisi, Mevlana ve İstanbul Nusret Çolpan Minyatür sergisi
– 3.9.2007 Vakıfbank İstanbul Bölge Fuayesi, Amasya Selçuklu Osmanlı Mimarisi ve Bezemeleri sergisi
– 20.9.2007 Ankara Alpman Sanat Galerisi, Minyatürde Mevlana ve İstanbul  sergisi
– 9.5.2008 Tarihi Kentler Birliği Bursa Buluşması, Nusret Çolpan Minyatürlerle Tarihi Kentler sergisi
– 24.5.2008 1. Uluslararası ve 10. Ulusal Türk Tıp Tarihi Kongresi, Konya Selçuklu Tezyinatından Örnekler sergisi
–  30.6.2008 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Minyatürk Bahar Etkinlikleri Sergisi

Eserlerinin Bulunduğu Yayınlar
– Divriği Ulucamii ve Şifahanesi Taş Bezemeleri, İstanbul, 2004
– Kayseri  Selçuklu ve Osmanlı Mimarisi ve Bezemeleri, Kayseri, 2006
– Amasya Selçuklu ve Osmanlı Mimarisi ve Bezemeleri, İstanbul, 2007
– Minyatür’de Mevlana ve İstanbul, İstanbul, 2007
– Aşk-ı Mevlana, Istanbul, 2007


Gülçin Anmaç

Gözde TABAK KIYICI

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1976 Ankara doğumludur. İlk orta derece öğretimlerini İstanbul’da tamamladı. Lise öğrenimini Haydar Akçelik İç Mimari Ve Restorasyon Anadolu Meslek Lisesinde tamamladıktan sonra Üniversite Eğitimini Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk El sanatları Bölümünü 1998 yılında Birincilik derecesiyle bitirdi.

Çalışmalarında Klasik Tezhip anlayışını benimseyip, Minyatürde ise Klasik anlayışın dışında günümüz konularını beziyip Modern Minyatür anlayışını benimsedi. Tarz olarak 16 yy. Tezhip anlayışından feyz alarak çalışmalarına kendi yorumlarını kattı. Prof. Dr. Çiçek Derman, Prof. M. Uğur Derman, Doç. Dr. İnci Birol, Doç. Dr. Gülnur Duran, Salih Balabakbabalar gibi değerli hocalardan dersler aldı.

Sanatçı bir aileden gelmekte olup Büyük Dedesi Osmanlı Cilt,Tezhip ve kağıt restorasyonluğuyla uğraşmıştır.

Eğitimi sona erdikten sonra serbest olarak çalışmalarına devam etmektedir.


TEZHİP NEDİR?
Eski bir süsleme sanatıdır. Sözcük Arapça’da “altınlama, yaldızlama” anlamına gelir. Ama tezhip yalnız altınla değil boya ile de yapılır. Daha çok yazma kitapların sayfalarını, hat levhalarının kenarlarını süslemede kullanılmıştır.

Tezhip doğuda olduğu kadar batıda da uygulama alanı bulmuş bir sanattır. Özellikle ortaçağda Hıristiyanlık’ın kutsal metinlerini, dua kitaplarını süslemede yoğun biçimde kullanılmıştır. Ama zaman içerisinde kitaplarda da resim öne çıkmış, tezhip yalnızca başlıklardaki büyük harfleri süslemekle sınırlı kalmıştır.

Türkler’de tezhibin geçmişi Uygurlar’a kadar uzanır. Mani dininin Uygurlar arasında yayıldığı 9. yüzyılda tezhip sanatı da görülmeye başlanmıştır. Bu dönemde İslam ülkelerinde de tezhip yaygın bir sanattı. Anadolu’ya Selçuklular’ın getirdiği tezhip en gelişkin dönemini Osmanlılar zamanında yaşamıştır. 15. yüzyılda Mısır’da Memlûk sanatçıları ayrı bir üslup geliştirmişler, aynı dönemde İran’da ve ardından Timurlular’ın egemen olduğu Herat, Hive, Buhara, Semerkant gibi merkezlerde tezhip sanatı büyük gelişme göstermiştir. Herat’ta geliştirilen üslup daha sonra da İran tezhip sanatını büyük ölçüde etkilemiştir. Osmanlı sanatçıları da 15.-16. yüzyıllarda İran’la artan ilişkiler sonucunda Herat Okulu’nun birçok özelliğini yapıtlarında kullanmış, yeni bireşimler yaratmışlardır. 18. yüzyılda Osmanlı tezhip sanatı gerilemeye yüz tutmuş, klasik motiflerin yerini kaba süslemeler almaya başlamıştır. 19. yüzyılda ise sanatın hemen her alanını saran batı etkisi tezhibe de yansımış, örneğin Klasik dönemde tek olarak kullanılan çiçek motifleri vazolar, saksılar içinde buketler halinde görülür olmuştur.

Tezhipte temel malzeme altın ya da boyadır. Altın, dövülerek ince bir tabaka haline getirilmiş varak olarak kullanılır. Altın varak su içinde ezilip jelatinle karıştırılarak belli bir kıvama getirilir. Boya ise genellikle toprak boyalardan seçilirdi. Sonraları sentetik boyalar da kullanılmıştır. Tezhip sanatçısı (müzehhip) bir kâğıdın üstüne çizdiği motifi önce sert bir şimşir ya da çinko altlığın üstüne koyarak çizgileri noktalar halinde iğneyle deler. Sonra bu delikli kâğıdı uygulanacağı zeminin üstüne koyarak delikleri yapışkan bir siyah tozla doldurur. Delikli kâğıt kaldırıldığında motifin uygulanacak zemine çıktığı görülür. Bu motif iyice belirginleştirilip altınla ya da boyayla doldurularak tezhip meydana getirilir.


MİNYATÜR NEDİR?
Çok ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen addır. Ortaçağda Avrupa’da elyazması kitaplarda baş harfler kırmızı bir renkle boyanarak süslenirdi. Bu iş için, çok güzel kırmızı bir renk veren ve Latince adı “minium” olan kurşun oksit kullanılırdı. Minyatür sözcüğü buradan türemiştir. Bizde ise eskiden resme “nakış” ya da “tasvir” denirdi. Minyatür için daha çok nakış sözcüğü kullanılırdı. Minyatür sanatçısı için de “resim yapan, ressam” anlamına gelen nakkaş ya da musavvir denirdi. Minyatür daha çok kâğıt, fildişi ve benzeri maddeler üzerine yapılırdı.

Minyatür, doğu ve batı dünyasında çok eskiden beri bilinen bir resim tarzıdır. Ama minyatürün bir doğu sanatı olduğunu, batıya doğudan geldiğini ileri sürenler vardır. Doğu ve batı minyatürleri resim sanatı yönünden hemen hemen birbirinin aynı olmakla birlikte renk ve biçimlerde, konularda ayrılıklar görülür. Minyatür, kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutları küçük tutulmuştur. Bu ortak bir özelliktir. Doğu ve Türk minyatürlerinin bazı başka özellikleri de vardır. Bu minyatürlerin çevresi çoğu kez “tezhip“ denen bezemeyle süslenirdi. Minyatürde suluboyaya benzer bir boya kullanılırdı. Yalnız bu boyaların karışımında bir tür yapışkan olan arapzamkı biraz daha fazlaydı. Çizgileri çizmek ve ince ayrıntıları işlemek için yavru kedilerin tüylerinden yapılan ve “tüykalem“ denen çok ince fırçalar kullanılırdı. Boyama işi için de çeşitli fırçalar vardı. Resim yapılacak kâğıdın üzerine arapzamkı katılmış üstübeç sürülürdü. Renklere saydamlık kazandırmak için de bu yüzeyin üzerine bir kat da altın tozu sürüldüğü olurdu.

Bilinen en eski minyatürler Mısır’da rastlanan ve İÖ 2. yüzyılda papirüs üzerine yapılan minyatürlerdir. Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma, Bizans ve Süryani elyazmaları’nın da minyatürlerle süslendiği görülür. Hıristiyanlık yayılınca minyatür özellikle elyazması İncil’leri süslemeye başladı. Avrupa’da minyatürün gelişmesi 8. yüzyılın sonlarına rastlar. 12. yüzyılda ise minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve yalnızca dinsel konulu minyatürler değil dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı. Baskı makinesinin bulunuşuna kadar Avrupa’da çok güzel ve görkemli minyatürler yapıldı. Bundan sonra minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yapmak için kullanıldı. 17. yüzyıldan sonra fildişi üzerine yapılan minyatürler yaygınlaştı. Daha sonra minyatür sanatına karşı ilgi azalmakla birlikte dar bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak sürdürüldü. Selçuklular döneminde de minyatüre önem verildi. Selçuklular’ın İran ile ilişkileri nedeniyle minyatür sanatı İran etkisinde kaldı. Mevlana’nın resmini yapan Abdüddevle ve başka ünlü minyatür sanatçıları yetişti. Osmanlı Devleti döneminde ise 18. yüzyıla kadar İran ve Selçuklu etkisi sürdü. Fatih döneminde, padişahın resmini de yapmış olan Sinan bey adlı bir nakkaş, II. Bayezid döneminde de Baba Nakkaş diye tanınan bir sanatçı yetişti. 16. yüzyılda Reis Haydar diye tanınan Nigarî, Nakşî ve Şah Kulu ün yaptılar. Gene aynı dönemde, Bihzad’ın öğrencisi olan Horasanlı Aka Mirek de İstanbul’a çağrılarak saraya başnakkaş (başressam) yapılmıştı. Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî 18. yüzyılın ünlü nakkaşlarıdır. Bunlardan Levnî, Türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır. Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıktı ve kendine özgü bir biçim geliştirdi. 19. yüzyıl başlarında yenileşme hareketleriyle birlikte minyatürde de batı resim sanatının etkileri görüldü. Minyatür yavaş yavaş yerini bildiğimiz anlamda çağdaş resme bırakmaya başladı. Ama batıda olduğu gibi ülkemizde de geleneksel bir sanat olarak varlığını sürdürmektedir.

Salvador Dali

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Salvador Dalí 11 Mayıs 1904’de Figueras’ın (İspanya’nın Kuzeyinde Pirienelere yakın bir kasaba) bir köyünde doğdu. 6 yaşındayken menenjitten ölen erkek kardeşinden 3 sene sonra dünyaya gelmişti. 1973 de şöyle yazacaktı: ‘Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu.. Babamın sevgisinin bu sınırları yaşamımın ilk günlerinde itibaren çok büyük bir yara oldu benim için.’ Ona koydukları isim; ölmüş kardeşinin ismiyle aynıydı: Salvador. Ressam bu kardeşine ikiz kadar benziyordu. Anne babasının yatak odasında Velazquez’in Çarmıhta İsa resmiyle birlikte asılı olan kardeşinin resminin yaşayan bir aynasıydı. Böylece Salvador Dalí bir küçük despota dönüştü. Ailesinin dikkatini çekmek için yaptığı histeri krizleri, teatral hareketler alışılagelmiş şeylerdi. Uzun süre, onu fetheden kızkardeşi Ana Maria’nın doğumu bile onu düzeltmeye yetmedi. Aksine zaman geçtikçe farklılığını ifade etme isteği daha dayanılmaz hale geliyordu. Hasta çocuk; 10 yaşında yaptığı ilk self-portresinin ismiydi. Bir süre sonra ilk resim kursuna başladı. Öğretmeni Juan Núñez iyi bir ressamdı; ondan karakalem çalışmayı öğrendi. Daha sonra Catalan (İspanyanın Kuzey doğusunda yaşayan Catalanca adında farklı bir dil konuşan insanlara verilen isim) empresyonist ve realistlerini tanıdı. Daha sonra Kübizm ve Juan Gris‘i keşfetti. 20’li yılların başında Madrid San Fernando Akademisine başladı. Ancak anarşist hareketleri nedeniyle okuldan atıldı ve bir süre Girona’da tutuklu kaldı. (1923) Daha sonra tekrar okula kabul edilse bile 1926’da tamamen atıldı. Bunu takip eden yıl Paris’te Picasso‘yla tanıştı. 10 yıl sonra Londra’da Stefan Zweig onu Sigmund Freud‘a tanıttı. 1923’te Madrid’de Luis Buñuel ve García Lorca ile tanıştı. Dalí böylece değişti. Görünümüyle de. Başlangıçta ki uzun saçları; ağzından hiç düşmeyen piposu daha sonra kısacık biryantinli saçlı spor kıyafetli asık suratlı birine dönüştü. Günlük yaşamı; entelektüel bir söylemin ve lüks bir yaşamın çevresinde dönüyordu. Buñuel’le ‘Bir Endülüs Köpeği’ filmini sahneye konmasına yardımcı oldu. Ama. Buñuel.’i dinsizlikle suçlayarak ikinci bir filmden uzak durdu. Buna karşın García Lorca’yla çok yakın bir arkadaşlığı oldu. 1925-36 yılları arasında uyumlu bir dostlukları oldu. Kadınlar pek ilgisini çekmiyordu. Onlar “sadece erotik fantezileri için gerekli”ydiler. Dali’nin fikrini değiştiren olay 1926’da Gala’yla tanışmasıyla gerçekleşti. Gala; bir Rus avukatın kızı ve sürrealist şair Paul Eduard’ın eşiydi. Onu ilk defa Cadaquez’de Akdeniz’in Catalan kıyısında Hotel Miramar’ın karşı terasında gördüğünde eşiyle beraberdi. Ertesi gün saat 11’de plajda buluşmak üzere sözleştiler. Dali bu olayı tamamen sembolik bir biçimde hazırlamaya karar verdi. Soyundu. Elbiselerini, göğüs uçlarını, kıllarını, göbek deliğini ve esmerleşen tenini gösterecek şekilde kesti, katladı. Boynuna inci bir kolye, kulağına bir kırmızı bir sardunya taktı. Traş olurken yaralanmasından esinlenerek kendi kanını süründü. Bunu balık kuyruğu, keçi gübresi ve yağla karıştırdı. Ama pencereden Gala’yı, özellikle de çıplak bronzlaşmış sırtını görünce, bu ölümcül ritüele son vererek üzerindeki partallığı ve bu vebalı tutkuyu soyunmaya karar verdi. Birkaç ay sonra tamamen aşık olarak birlikte yaşamaya başlayacaklardı. Ve o andan itibaren Gala; Dali için bir aşık, bir arkadaş, esin perisi ve model (ilk defa profilden Gran Mastrubador’da gözükür), danışman ve herşeyin ilersinde varlığının yöneticisi olacaktır. Port Lligat’de hayatlarının evlerini kurdular. İlk önce İspanya İç Savaşı’ndan daha sonra Dünya Savaşından kaçmak için tüm dünyayı gezdiler. Dali şöyle açıklar düşüncesini: ‘Her zaman anarşist ve aynı zamanda da monarşisttim. Her zaman burjuvaziye karşıydım ve hala da öyleyim. Gerçek kültürel devrim monarşist prensiplerin restoresiyle mümkündür.’ Ama 1934’te beş yıllık aktif bir işbirliğinden sonra artık eski sürrealist arkadaşlarından ayrılmış ve küçük burjuvaya dönüşmekle suçlanır olmuştu. Çünkü politikadan kaçıyordu: ‘Beni ne marksizm bir parça bile ilgilendirmiyordu. Politika bir kansere benziyordu.’ Newyork’a yerleşti, ama arada sırada geri dönüyordu. Örneğin faşistler arkadaşı Garcia Lorca’yı öldürdükten ya da Nazilerin istilasından sonra. Mamafi, Kuzey Amerikalılar tarafından aranılan, sevilen, iyi ücret ödenen biriydi. 1966’da Newyork modern sanatlar müzesinde 1966’de ona bir retrospektif adadılar. Beuborg’daki bir diğer sergi için 1979’a kadar beklemesi gerekti. 3 sene sonra 1982’de Gala öldü. O zamandan sonra nerdeyse resim yapmayı bıraktı. Dali , Gala’nın mezarının olduğu Pubol’e yerleşti ve son eserlerini verdi. Bütün akımları tanıyıp; olası bütün etkilerden geçtikten; tüm çılgınlığıyla o devasa eseri ‘Babil Kulesi’ni oluşturduktan sonra; Salvador Dali sanatı boyunca uzayıp giden bir ipi farketti. Bu ip görünmez bir şekilde daha Breton’la bile değilken gerçekleştirdiği ilk sürrealist eseriyle, gerçek anlamdaki sürrealist eserlerini birbirine bağlıyordu. Freud’un içten ve ve fanatik olarak tanımladığı, Dali’nin gözleri; hep büyüleyici bir dünyayı keşfediyordu. Dali hiçbir zaman taptığı esin perisi Gala’dan ayrılmadı, eve kendine duyduğu ihtiyaçtan daha fazla bir ihtiyaçla ona bağlıydı. Pubol Şatosundaki yangından kurtulduktan sonra; 23 Şubat 1989’da Figueras hastanesinde, 84 yaşında öldü. Cesedi ilaçlandı; ve Figueras’daki müzesine hakim olan dev kubbenin altına gömüldü.

Attila Alpay

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1955 Yılında Çorum da doğdu. 1975 yılında İstanbul Devlet Güzel Akademisine İçmimari ve Endüstri Tasarımı bölümüne girdi. 1981 yılında iş hayatına atıldı.

Çeşitli atölyelerde dâhili dekorasyon projeleri ve İçmimari işleriyle meşgul oldu. Ramada, Hilton ve MNG Holding’in inşaat firmalarında ince yapı şantiye şeflikleri, tasarım, içmimarlık, proje ve uygulama hizmetlerini yürüttü.

Tarihi Çevreye duyarlı ve bir Çorum Sevdalısı olarak şehrimizin bütün Tarihi evleri ve yapıları ile doğal çevresinin dia filmlerini çekti. Aynı yıl Safranbolu Evleriyle alakalı 22  dakikalık bir belgesel film yaptı..

Eti Folklor ve Turizm Derneğinin katkılarıyla ve maddi yardımlarıyla 1981 ve 1984 yıllarında “Eski Çorum Evleri” konulu fotoğraf sergilerini açtı. Ertesi yıl Tarihi Evler Derneği’nin İstanbul Alarko Holding sanat galerisinde açtığı karma sergiye katıldı ve ödül aldı.

Belgesel film ve drama senaryoları yazdı. Film seslendirdi.

Şehrimizde radyolarda Programcılık, Hâkimiyet Gazetesinde Köşe Yazarlığı, Lider, Yenigün ve Çorum’un Sesi gazetelerinde de Yazı İşleri Müdürlüğü yaptı.

Üç yıl Çorum İlahiyat Fakültesinde Türk ve İslam Sanatı Tarihi dersleri verdi.

1997 yılında Türkiye Diyanet Vakfı ve Çorum İlahiyat Fakültesince tertiplenen  “Tarihte İz Bırakan İskilipli Âlimler” Sempozyumuna katılarak , “İskilip Tarihi Çevresinin Önemi ve Korunması’na dair” hazırladığı tebliği sundu. Ertesi yıl bu tebliğ, sempozyuma katılan diğer tebliğlerle birlikte Türkiye Diyanet Vakfınca basılarak kitap haline getirildi.

Çorum Tarihi Çevresi konulu ve “Eski Çorumdan Kalanlar” isimli fotoğraf sergisini 2000 yılında Devlet Güzel Sanatlar galerisinde açtı ve dia gösterisi yaptı. Bu sergiyi 2002 yılında geliştirerek tekrarladı

Hayatında en büyük yeri işgal eden “Tarihi Çevre Korumacılığı, Türk ve İslam Sanatı ile Osmanlı Kültürü” adına İstanbul’da, Çorum’da ve yurdumuzun muhtelif yerlerinde yaptığı fotoğraf çalışmalarıyla hem ülkemizin hem de Çorum’un en büyük dia-film Koleksiyonlarından birisini vücuda getirdi. Çorum Tarihi Çevresi, Çorum Kültürü ve Folkloru ile ilgili çalışmalarını da bir CD’de topladı. Şehrimizde birçok okulda Osmanlı Sanatı konferansları verdi ve film gösterileri yaptı. Çorum Belediyesi’nin tertiplediği Hitit Festivallerinde de etkinliklere katılarak fotoğraf sergileri açtı ve plaketlerle ve çeşitli dernekler tarafından da ödüllerle taltif edildi.

Bütün bu çalışmalarının yanı sıra aynı zamanda Alkol, sigara, uyuşturucu ve AİDS ile mücadeleye de kendini adayan Alpay; iki yıl önce de İstanbul’daki Türkiye Yeşilay Genel Merkezi tarafından Çorum Yeşilay Temsilcisi olarak görevlendirildi.

Attila Alpay’ın ilmi, siyasi, edebi, aktüel ve sanat tarihi ve Çorum kültürü konularında dergi ve gazetelerde yayınlanmış bine yakında makalesi bulunmakta.

Bir tarihi çevre araştırmacısı, fotoğraf sanatçısı, gazeteci, yazar ve musikişinas olan gençlerin ve halkın eğitimine, bilinçlenmesine ve aydınlanmasına kendini adayan bir insan olan Attila Alpay, evli ve üç çocuk babasıdır.

Yousuf Karsh

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

‎1908’de Mardin’de doğan Yousuf Karsh, 1924’te fotoğrafçılık yapan amcasıyla Kanada’ya gitmiştir. Boston’da tanınmış portre fotoğrafçısı John Garo’nun yanında çıraklık yapmış ve 1932’de Ottowa’ya yerleşerek kendi stüdyosunu kurmuştur.

Ün kazanmasını sağlayan fotoğrafı, Winston Churchill portresidir. Dünya fotoğraf tarihinin en çok çoğaltılan fotoğraflarından biri olan Karsh’ın Churchill portresi, fotoğrafçının dünyaca tanınmasına yol açar. Portrelerinde güç, iktidar, yaratıcılık, zeka ve güzelliği vurgulamaya özen göstermiştir.

2002’de Boston’da yaşama veda etmiştir.

Kitapları
Faces of Destiny (1946; Kaderin Yüzleri)
Portraits of Greatness (1959, Büyüklerin Portreleri)
In Search of Greatness (1962; Büyüklerin Peşinde)
Karsh Portfolio (1967; Karsh Albümü)
Faces of Our Time (1971; Çağımızın Yüzleri)
Karsh Portraits (1976; Karsh’ın Portreleri)
Karsh Canadians (1978; Karsh’ın Kanadalıları)
Karsh: A Fifty-Year Retrospective (1983; Karsh: Elli Yılın Öyküsü)
Karsh: American legends (1992; Karsh: Amerikan Efsaneleri)
Portrait in Light and Shadow: the Life of Yousuf Karsh (2007; Işıkta ve Gölgede Portre: Yousuf Karsh’ın Hayatı)

Angelo Antolino

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1979 da halen yaşadığı ve çalıştığı Napoli’de doğdu. 1998’ de bir yandan  fotoğraf tutkusunu da geliştirirken, Napoli Üniversitesinde Sanat Tarihi eğitimine başladı.

2004 yılında Fotoğrafın Tarihi ve Tekniği konulu tezini başarıyla tamamladıktan sonra tamamen fotoğrafa yöneldi ve sonradan ilerlettiği röportaj fotoğrafları Uluslararası Roma FotoGrafia Festivalinde sergilendi.

2005 yılından itibaren önemli İtalyan gazetelerinde yayımlanmaya başlayacak gazete fotoğrafçılığı işini de yaptıklarına ekledi. Halen önde  gelen ulusal ve uluslararası gazetelerle işbirliğini sürdürmektedir.

Onur Aykutlu

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1981 istanbul doğumlu. ilk ve orta öğrenimini bitirdikten sonra çeşitli firmalarda, çeşitli görevlerde bulundu. 5 yıl boyunca mercedes spor kulübünde lisanslı maraton koşarak bir çok derece elde etti. aynı zamanda kurduğu bir çok müzik grubunda bateri çalarak çeşitli mekanlarda çeşitli performanslar gerçekleştirdi.

2005 yılında gittiği Hatay/Antakya’da Arkeoloji Müzesi’nde gördüğü bir lahit sonrasında Heykel okumaya karar verdi. Aynı şehirde bulunan Mustafa Kemal Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nü kazanarak Heykel eğitimi almaya başladı.

içerisinde bulunduğu farklı kültürü tanımaya ve hayatına yönelik anlamlarını sorgulamaya çalıştı. bu süreç içerisinde uzun zamandır ilgilendiği fotoğraf sanatı üzerine de deneysel çalışmalarda bulundu ve karanlık oda, ışık teknikleri üzerine bilgilerini sağlamlaştırdı.

2006 yılında yaptığı başvurusunun kabulü üzerine Mimar Sinan Üniversitesi’ne geçiş yaptı. Halen Mimar Sinan Üniversitesi’nde Heykel eğitimi almaya devam etmekte.

2007 yılından bu yana Pastel Film tarafından yayınlanan dizilerin set ve basın fotoğraflarını çekmekte.

Freelance olarak bir çok firmanın moda, katalog, reklam çekimlerini gerçekleştirmekte, kurumsal kimlik ve görsel danışmanlık konularında da hizmet vermeye devam etmektedir.