Archive for Haziran, 2012

Muharrem Ertaş

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1913 yılında Yağmurlubüyükoba köyünde başlayan yoksul ve çileli hayatı, Kırşehir’in Bağbaşı mahallesindeki yoksul gecekondulardan birinde noktalandığında 71 yaşındaydı. Ömrünün neredeyse tümünü çalıp çağırarak geçiren Muharrem Usata’nın bütün bir hayatı bir bakıma bu iki kelimede saklı: “Çaldı ve söyledi.” Musiki kültürümüzün en orijinal ve sanatkarane örneklerini içeren hususi repertuarı ve icra uslubu üzerine değil akademik çalışmalar yapılması, ciddi bir makalenin bile yayınlanmadığı göz önüne alınırsa, ülkemizde Muharrem Ertaş’ı derli toplu değerlendiren elinizdeki yayın olduğu söylenebilir. Ülkemizde diyoruz, zira çeşitli zamanlarda A.B.D. ve Japonya’dan gelen müzikolog ve etnomüzikologların Muharrem Ertaş üzerinde çalıştıklarını biliyoruz. Kimdir Muharrem Ertaş ? O’nu farklı ve orijinal kılan nedir? Temsil ettiği o güçlü geleneğin neresindedir?

Muharrem Ertaş zurnacı Kara Ahmet ile Ayşe Hanım’ın 5 çocuğundan biri dedelerinin deveci kabilesi mensup olduğu ve Horasan’dan gelip Kırşehir’in Yağmurlubüyükoba köyüne yerleştiğini daha sonra bir tek kişi (Yusuf Usta) hariç, bu köyün tamamını 1940 lı yılların başında Kırşehir’in Bağbaşı Mahallesine göç ettiğini biliyoruz. Henüz 7-8 yaşında iken ilk bağlama derslerini aldığı dayısı Bulduk Ustadan sonra, Muharrem Ertaş’ın asıl ustası bu Yusuf Ustadır. Yusuf Usta yöresinin anonim ezgilerinin yanı sıra, daha çok Toklumen’li Aşık Sait’in (1835-1910) şiirlerini ustaca çalıp söyleyen ve bütün bunları Muharrem Ertaş’a da öğreten yörenin en ünlü saz ustalarından biridir. Muharrem Ertaş o günleri şöyle anlatıyor :

“Çalıp söyleme merakım küçük yaşlarda başladı. Bulduk adındaki dayımın çok güzel sesi vardı. Bir köyde türkü söyledi mi diğer köyde dinlenirdi. Hatta seferberlikte asker kaçaklarını yakalamak için subaylar dayımı yanlarına alıp köy köy dolaşırlarmış. Dayıma türkü söylettirip kendileri de pusuya yatarlar ve dayımın sesine dağlardan köye inen kaçakları yakalarlarmış. Derken Yusuf Usta beni çok severdi, merakımı görünce beni yanına aldı her gittiği yere götürdü. Düğünler de, bayramlarda, eğlencelerde yanından ayırmayarak ustalarından öğrendiğini bana da öğretirdi. Yedi yıl O’nun la çalıştıktan sonra artık tek başıma çalıp söylemeye başladım.”

İlk karısı Hatice Hanım’ın kısa bir süre sonra vefatı üzerine evlendiği ikinci karısı Döne Hanım’dan Necati, Neşet, Ayşe ve Nadiye adında dört çocuğu olur. Daha sonra Döne Hanım’da vefat eder ve bir düğün için geldiği Yozgat’ın Kırıksoku köyünde kader karşısına Arzu Hanım’ı çıkarır.

Bu son evliliğinden Ekrem, Ali, Muharrem ve Cemal adlarında dört çocuğu daha olur ve ömrü, yöresel tabirle sekiz baş horantaya ekmek parası kazanmak uğruna son derece zor ve kötü şartlarda çalışıp çırpınmakla geçer.

Muharrem Ertaş’ın adı bir TV programında okuduğu sözleri Dadaloğlu’na ait ünlü ‘Avşar Bozlağı’ ile yurt genelinde duyulur. Bu öyle bir okuyuştur ki şimdiye kadar saz çalıp okuyanların hiç birine benzememektedir. Tok ve davul gibi gümbürdeyen, ama alabildiğine duygulu bir divan sazı eşliğinde ; tiz, gür, parlak ve bir o kadar da içli ve yanık bir sesin okuduğu, bir buçuk oktavı aşan ses genişliğine sahip bir Dadaloğlu gürlemesi :

Kalktı göç eyledi avşar elleri

Ağır ağır giden eller bizimdir

Arap atlar yakın eyler ırağı

Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

Repertuarındaki diğer eserler de kimsenin bilmediği, söylemediği, bilenlerin ise asla bu derece güzel ve etkileyici okuyamayacaklarını itiraf ettikleri türküler, bozlaklar, ağıtlar ve halay havaları…. Her biri tümünün en güçlü ve orijinal örnekleri…

Muharrem Ertaş, 1970’li yıllardan itibaren, o yıllarda büyük bir şöhrete sahip olan ‘Neşet Ertaş’ın babası Muharrem Ertaş’ olarak ismi daha çok duyulur olmuş fakat hiçbir zaman layık olduğu gerçek şöhrete erişememiştir. O şan şöhret için, büyük paralar kazanmak için sanat yapan biri olmadığı hiçbir zaman, olamazdı da. Çünkü çalıp söylemek, O’nun için doğal yaşam biçimiydi.

Bu dünyada 71 yıl yoksul kendi halinde ve sessizce yaşayan Muharrem Ertaş , 1984 yılının 3 Aralık günü yine yoksul ve sessizce öldü.

İrfan Özbakır

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1926 yılında Amasya’da dünyaya gelen İrfan Özbakır, ilköğrenimini burada tamamladı. Küçük yaşta fark edilen musiki yeteneği nedeniyle Amasya’da Ali Şener, Mustafa Türköver ve Rasim İstanbul’dan ders aldı. İstanbul’da vatanî görevini yaparken, ünlü isimleri tanıma olanağı bularak, İstanbul Belediye Konservatuarı’na girdi. Şefik Hürmeriç, Cavit Ongun, Kemal Gürses gibi hocalardan aldığı derslerle usul, makam, nazariye, edebiyat, solfej ve repertuar bilgilerini güçlendirdi.

İstanbul Radyosu’nda 7 yıl süreyle fasıl heyetinde çalışan Özbakır, uzun yıllar solistlere uduyla eşlik etti. 1960 yılında Yüksel hanımla evlenen Özbakır’ın Ümit ve Bilgehan isimli iki çocuğu vardı.

Ayşe Tunalı, Sinan Özen, Emel Sayın, Muazzez Ersoy gibi ünlülere ders veren, Türk Sanat Müziği’ne sayısız eser kazandıran, 500’ün üzerinde bestesi bulunan İrfan Özbakır, Marmaris’in Armutalan Beldesi’ndeki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu 14 Aralık 2003 günü hayatını kaybetti.

İrfan Özbakır’ın en bilinen eserleri arasında “Sensiz Kalan Gönlümde”, “Ömrümce Hep Adım Adım, Her Yerde Hep Seni Aradım”, “Gülünce Gözlerinin İçi Gülüyor”, “Pişman Olur da Bir Gün”, “Şarkımı Senin İçin Yazdığımı Bilseydin”, “Kim Demiş ki Sevgiler Ayrılıkla Biter” yer alıyor.

Fikret Kızılok

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1946 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Öğrenim hayatına Galatasaray Lisesi’nin ilkokul kısmında başlar. Müzikle de ilk tanışması burada gerçekleşir. İlk enstrümanı kendisini yaş gününde armağan edilen kırmızı bir akordeondur. İlk müzik derslerini sınıf arkadaşlarından birinin klarnetçi olan babasından alır; ilk konserini de bir 23 Nisan’da Taksim Belediye Gazinosu’nda düzenlenen okul müsameresinde verir. Fikret Kızılok ve orkestrası adlı küçük grubun elemanları Kızılok’un sınıf arkadaşlarıdır ve çaldıkları halk türküleri ile alkış alırlar.

Ortaokul ve lise yıllarında bu konserler sürer. Lise yıllarında akordiyonu bırakan Kızılok, eline gitarı alır. Fikret’in o dönemdeki en büyük destekçileri ise alt sınıflarda okuyan Barış Manço ile Timur Selçuk’tur. İşte bu dönemde grubun ismi değişir ve Veliahtlar adını alır. Lise yıllarından sonra da bu grupla çalışmayı sürdürür.

Kadıköyde oturan Fikret Kızılok, aynı dönemde arkadaşı olan Cahit Oben ile birlikte yeni bir atılım içine girerler (1964). Yeni bir grup kurarak profesyonel hayata geçmeye karar verirler. Yanlarına bas gitarcı Koray Oktay ve davulcu Erol Ulaştır’ı alırlar; böylece Cahit Oben 4 doğar. Kendilerini “daha ziyade Beatles tipi müzik yapan bir grup” olarak tanımlayan Cahit Oben 4, İlham Gencer’in işlettiği Çatı gece kulübünde programlar yapmaya başlar, bir yandan da mahalle konserlerini sürdürür. Bu arada kendi paralarıyla iki 45’lik plak doldururlar. Bunlardan ilkinde iki yabancı şarkıyı yorumlarlar: “I Wanna Be Your Man” ve “36 24 36”. İkinci plaklarında daha “kendilerine” dönerler. Plağın ilk yüzünde “Silifke’nin Yoğurdu” vardır; diğer yüzü ise bir bestedir: “Hereke”, aynı zamanda Kızılok’un plak olarak yayınlanan ilk bestesidir.

Fikret Kızılok Cahit Oben 4’le çalışmalarını sürdürürken girdiği dişçilik yüksekokulundaki eğitimini sürdürür. Bir süre sadece okuluyla ilgilenir. Müzikten kopamayacağını anladığında ilk solo plağını doldurur. Dört şarkılık bir EP’dir bu: “Ay Osman – Colours / Sevgilim-Baby”. Bu plak o yıllarda fazla ses getirmez. Bunun üzerine Kızılok okulunu bitirmeye karar verir. Yine de zaman zaman arkadaşlarının kurduğu ‘Kaygısızlar’la birlikte çalışır, Barış Manço’ya eşlik eder.

Dişçilik Yüksekokulu’nun son sınıfında okurken mahalleden arkadaşı Arda Uskan ile bir yolculuğa çıkar; müzik hayatını tümüyle etkileyecek bir yolculuktur bu. Bu düşünceyle gitarını eline alan Kızılok stüdyoya girer ve Aşık Veysel’in “Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsünü yeni bir düzenlemeyle kayda alır. Bunu bir 45’lik olarak yayınlar. İkinci solo 45’liğidir bu; Fikret Kızılok’un hayatında da önemli bir dönüm noktası… Arka yüzünde sözlerini kendi yazdığı bir halk şarkısı, “Benim Aşkım Beni Geçti” yer alır. O güne dek sürdürdüğü suskunluğu ve bunu bozmasının nedenini de plak kapağında şöyle açıklar: “Piyasa, öylesine Türk benliğinden uzak melodilere kucak açmıştı ki, beni dinlemeyeceklerdi bile. Bugün ise durum büyük bir hızla değişiyor. Bu öz benliğimize dönüşte ben de üzerime düşen görevi yapmaya karar verdim…”

“Yumma Gözün Kör Gibi ! Yağmur Olsam”, Kızılok’un asıl çıkışını yaptığı plak olur. Her iki beste de Fikret Kızılok’undur. Plakta, gitar, tumba ve sazın yanında değişiklik olsun diye enstrüman olarak tahta ve taş kullanır Kızılok. Şarkılar çok beğenilir, plak çok satar ve sanatçı ilk altın plağını alır.

Bu başarının ardından fazla ara vermeden bir 45’lik daha yapar Kızılok. Ancak bu kez kendisine ait bir şarkıyla ortaya çıkar: “Söyle Sazım”. Plak kapağında, “Türk geleneklerine uygun 17 perdeli ‘Hüseyni’ düzende üç değişik sazın batı anlayışında ve çoksesli olarak kullanıldığı” bir şarkı olarak tanımlanır bu.

Plağın arka yüzünde Kızılok’un Karacaoğlan’dan bestelediği “Güzel Ne Güzel Olmuşsun” vardır. Her iki şarkıda da kendisine Nedim Demirelli eşlik eder. Plak, listelerde de kendisini gösterir ve haftalarca 1 numarada kalmış olan Barış Manço’nun “Dağlar Dağlar”ını devirerek liste başı olur.

1970 yılını bu iki plakla kapatır Fikret Kızılok. Bu plaklar yıl sonunda Hey dergisi tarafından düzenlenen ‘Yılın Müzik Oskarları’ anketinde görülmemiş bir başarıya imza atar: “Söyle Sazım”, Yumma Gözün Kör Gibi” ve “Güzel Ne Güzel Olmuşsun”, Barış Manço’nun “Dağlar Dağlar”ının ardından sırasıyla ikinci, üçüncü ve dördüncü olur. Fikret Kızılok da aynı ankette ‘Yılın Erkek Şarkıcısı’ seçilir.

1970 yılının getirdiği başarıların ardından bir süre plak yapmayan sanatçı bu dönemde bir Anadolu turnesine çıkar. Turne sırasında Siverek yolunda donma tehlikesi geçirir; bir kamyon şoförü tarafından kurtarılır. Bu olayın ardından bir plak yapar ve “Emmo” adlı bestesini bu kamyon şoförüne ithaf eder. Plağın arka yüzünde Ahmed Arif in şiiri üzerine bestelediği “Vurulmuşum” adlı şarkı vardır. Kızılok, 1972’de bu şarkıyla Bulgaristan’da yapılan Altın Orfe festivaline katılır.

1973 yılında Grafson şirketiyle anlaşarak yeni bir dizi plak yayınlar. Bu plaklarda yer alan şarkılar, Kızılok’un yazdığı “Bir Ali Var” adlı oyunun bölümleridir: “Gün Ola Devran Döne”, “Anadolu’yum”, “Leylim Leylim (Kara Tren)”, “Köroğlu Dağları”, “Tutamadım Ellerini” ve “Gözlerinden Bellidir”. Yazılan, ancak bugüne dek sahnelenmeyen bu oyunun şarkıları başka sanatçılar tarafından da seslendirilir: “Kime Sormalı”yı Dönüşüm eşliğinde Tansu, “Duyar mısın”ı ise o dönemde ününün doruğunda olan Timur Selçuk yorumlar. Bu arada “Köroğlu Dağları” şarkısının başında kullandığı gitar, Kızılok müziğinde bir yeniliktir.

Aşık Veysel’in ölümü üzerine kendini tümüyle diş hekimliğine veren Kızılok 1975’te Tehlikeli Madde adını taşıyan yeni grubuyla uzunca bir Anadolu turnesine çıkana kadar ortalıkta gözükmez. Turnenin ardından İstanbul’da seri konserler verir. Tehlikeli Madde ile folk motiflerinin rock ile harmanlandığı şarkılar yapar. Giderek folk motiflerinin yerini daha alaturka sesler alır. “Haberin Var mı / Kör Pencere – Ay Battı”, bu dönemin en önemli plağı olarak dikkat çeker. “Kör Pencere”ye bağlı olarak plağa alınan “Ay Battı” ise, popüler müziğimizin enstrümantal şarkıları arasında özel bir yere sahiptir. Bu plaktan sonra yapılan “Anadolu’yum 75”, daha önce yayınlanan aynı adlı şarkıya bir göndermedir.

Son 45’liği ise Mart 1976’da yayınlanır. Mahzuni Şerif’ten “Biz Yanarız” ve vazgeçemediği Veysel’den “Sen Bir Ceylan Olsan” adlı türküleri yorumlar sanatçı bu plağında. Plak eleştirilir. “Fikret Kızılok’un kendini yenileyeceği günleri bekliyoruz” gibi ifadeler kullanılır bu eleştirilerde. Kızılok, bütün bunlar üzerine ortadan kaybolur. Bir yıl sonra, 1977 ortalarında, 1971-’72 yıllarında yaptığı ancak o güne dek yayınlamadığı kimi kayıtları bir albüm olarak piyasaya sürer. “Not Defterimden” adını taşıyan bu albümde Kızılok’un deneysel çalışmaları vardır: Atonal bir altyapı üzerine Nazım Hikmet şiirini koyar ve kendi deyimiyle “şarkıcılığı değil, müzisyenliği” dener.

Ancak dönemin ‘nazik’ siyasi ortamında bu çalışma fazla ortalarda gözükemez. Plak çıktıktan kısa bir süre sonra toplatılır. (Yeniden yayınlanması ise 1993’ü bulur.) Bu arada Varşova’da bu albümüyle iki ödül alır. Ancak, plağın toplatılması onu etkiler ve Fikret Kızılok, müziği bıraktığını açıklar. O güne dek 13 altın plak ve çeşitli ödüller alan sanatçı, bundan sonra derin bir sessizliğe gömülür. Buna gerekçe olarak da “hazırladığı yapıtların ticari olmadığı gerekçesiyle plakevleri tarafından geri çevrilmesini” gösterir ve bir daha profesyonel olarak müzik hayatına dönmeyeceğini bildirir.

1980’lerde farklı bir türle döner müziğe Fikret Kızılok. Bülent Ortaçgil, Erkan Oğur, Mutlu Torun gibi farklı yönelimlerde, arayışlardaki isimlerle deneyselliğin ön planda olduğu bir tür ‘atölye çalışması’ yürütülür Çekirdek’te. Kızılok-Ortaçgil ikilisinin ‘Pencere Önü Çiçeği’ bu dönemin ürünüdür. Kızılok’un yerli folk-lirik tarzından Batılı müzikal-vodvil tavrına geçişinin de göstergesi.

Sonra yine 10 yıllık kesinti. Kızılok’un geniş kitlelerle-piyasayla buluşması ise sözünü ettiğim vodvil tavrının da doruğu, 1995’te yayımlanan ‘Demirbaş’ albümü. Kültürel, entelektüel, siyasal yergi, dönemin aşınmış ‘pop’una karşı alternatif gibidir.

Veda albümü ‘Mustafa Kemal-Devrimcinin Güncesi’nde (1998) destansı, lirik bir müzik yaptı. Ama söyleyiş, resitatif-düzdü.

Kızılok 22 Eylül 2001 günü uzun süre çektiği rahatsızlığın neticesi olarak kaldırıldığı hastanede öldü.

Prof. Dr.Paul Hindemith

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Alman besteci Paul Hindemith 1895 yılında doğdu. 1927 yılında Berlin Ulusal yüksek okuluna öğretmen oldu. Çeşitli besteleri yanında öğretici yanı ağır basan Paul Hindemith Türkiye’ye gelerek bir süre Ankara’da kaldı ve Devlet Konservatuarı’nın kuruluşuna büyük katkısı oldu.

Daha sonra Amerika’ya giderek Yale Üniversitesi’nde bestecilik kürsüsüne profesör oldu. Besteciliğiyle birlikte viyola çalışmalarını, orkestra şefliğini sürdürdü. Alman müziği teorisi üzerinde çalışmalar yaptı.

Hasan Ferit Alnar

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Besteci. 1906’da İstanbul’da doğdu. Annesinin teşvikiyle müziğe daha çocuk yaştayken kanun çalarak başlayan Alnar, 12 yaşındayken “Kanuni” oldu. 16 yaşındayken ilk bestesini yaptı. O yıllar İstanbul Sultanisi’nde okuyan Alnar geceleri, Darüt Talimi Musikisi topluluğuyla sahneye çıkıyordu. Yine o sıralar aynı toplulukla Berlin’e giderek Alman Polydor firması için birkaç plak doldurdu. Bu yolculuklarının birinde Berlin Yüksek Okul müdürü ve besteci Franz Schreker ile tanışan Alnar çok sesli bestelerinin Schreker’in ilgisini çektiğini görünce, bitirmek üzere olduğu İstanbul Mimari Akademisinden ayrıldı ve 1927’de Viyana’ya yerleşti. Viyana Devlet Müzik Akademisinin bestecilik bölümünde Joseph Marx’ın öğrencisi oldu. 1929’da diploma alınca Oswald Kabasla orkestra şefliğinde çalıştı.

1932’de bu bölümü bitirince İstanbul’a dönerek Şehir Tiyatrosunda orkestra şefliği yaptı. 1937’de Ankara Devlet konservetuarında bestecilik dersleri verdi. Konservetuarın Tatbikat Sahnesinde ilk opera gösterisini düzenledi. 1946’da Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrasının şefliğine getirildi. 1952 yılına kadar bu görevde kaldı. 1955’te Viyana’ya yerleşti. 1964 yılında tekrar Ankara’ya döndü. Türk beşlerinin içinde ayrı bir yere sahip olan Alnar teksesli Türk Müziğinden yetişmiş tek bestecisidir.

Osman Zeki Üngör

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Besteci, Orkestra şefi, keman virtüozu Osman Zeki Üngör 1880 yılında İstanbul’da doğdu. Muzıka-i Hümayun’da Fasl’ı Cedid’i tertib eden Santuri Hilmi Bey’in torunu; Hacı Bekirzade Hüseyin Bey’in oğlu, Ekrem Zeki Ün‘ün babasıdır.

Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’nde okudu. 1891’de girdiği Mızıkai Hümayün’da yeteneğiyle II.Abdülhamid’in dikkatini çekti. Batı müziği öğrenimi görerek konser kemancısı oldu. Büyükbabası Santuri Hilmi Bey’in kurduğu Mızıkai Hümayun faslı Cedidi’nde ve Saffet Atabinen’in ilk defa düzenlediği senfoni orkestrasında başkemancı olarak çalıştı. Binbaşı rütbesiyle de Saray Orkestrası Şefi oldu.

Mızıkai Hümayun’da öğretim görevinde bulundu. İstanbul Erkek Muallim Mektebi’nde öğretmenlik yaptı. Bağımsız kadrosu olan ilk Türk senfoni orkestrasıyla Union Française’de haftalık halk konserleri verdi. Musiki Muallim Mektebi’nin müdürlüğünü yaptı.

Avrupa şehirlerinde de orkestralar idare ederek konserler veren Üngör; asıl ününü Mehmed Akif Ersoy’un İstiklal Marşını 1922 senesinde besueleyerek elde etti. Cumhuriyet’in İlanı’ndan sonra vazifesini Ankara’ya naklederek Ankara Riyaset-I Cumhur Musıki Hey’eti Şefi oldu.

Musıki Muallim Mektebi’nin kurulmasında önemli rol oynayan Üngör; 1924-1934 seneleri arasında bu okulun müdürlüğü vazifesinde bulundu.

1934 senesinde emekliye ayrılan Üngör; bir müddet de Teşvikiye Caddesi’nde Maçka Palas’ta oturmuş, 1958 senesinde de İstanbul’da vefat etmiştir. Cenaze töreninde özel izinle İstiklal Marşı çalındı.

İstiklal Marşı dışında başlıca eserleri: İlim Marşı, Azmü Ümit Marşı, Töre Marşı, Türk çocukları, Cumhuriyet Marşı.

Giriftzen Asım Bey

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Besteci ve giriftzen Asım Bey, Yunanistan’ın Tesalya bölgesindeki Yenişehir Mevlevihanesi’nde ney çalmayı öğrendi. 18 yaşında İstanbul’a yerleşerek İstanbul itfaiyesinde çalışmaya başladı. Aynı zamanda ney ve girift dersleri aldı. Kısa sürede girift ustası olarak adını duyurdu. Asım Bey’in 30 kadar bestesi günümüze ulaşmıştır.

Serhat Ersöz

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1972’de Eskişehir’de doğan Ersöz, 1991’de üniversite imtihanını kazanıp Kocaeli’den İstanbul’a taşındığı zaman, arkadaşlarıyla Midas isimli bir grup kurdu. Sonraları bu grupla Engin Yörükoğlu’nun jazzstop isimli klübünde çalmaya başladığı sıralar yeniden bir araya gelmeyi düşünen Moğolların dikkatini çekti. Bir prova yaptılar ve o zamandan bu yana Serhat, Moğolların 4 renginden biri olarak müzik yaşamını sürdürüyor.

Serhat Ersöz, Moğolların son iki albümünde enstrümental besteleri ve düzenlemeleriyle grubun sound’una getirdiği yeni nefesle dikkati çekiyor.

Ulvi Cemal Erkin

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

1906 yılında İstanbul’da doğan besteci ilk müzik eğitimini çok küçük yaşta annesinden aldı. Ulvi Cemal yedi yaşındayken Adinolfi’nin yanında piyano derslerine başladı.

Galatasaray Lisesini bitirince burs kazanarak devlet hesabına Paris’te müzik öğrenimine gönderildi. Paris konservatuarında ve ecole Normale de musique’te Gallon Baulanger gibi hocalardan kompozisyon dersleri aldı. 1930’da yurda dönünce Ankara Musiki ve muallim mektebinde armoni ve piyano öğretmeni olarak atandı. 1936’da Devlet Konservatuarı kuruluncaya kadar bu görevini sürdüren Erkin o tarihte yine piyano öğretmeni olarak Konservatuar’da çalışmaya başladı ama piyano ve konser çalışmalarını yavaş yavaş ikinci plâna çıkarmış artık iyiden iyiye besteciliğe yönelmişti.

1942’de Cumhuriyet Halk Partisi büyük ödülünü aldı. Ulvi Cemal Erkin kendi bestelerinden oluşan ilk konserini 1946 yılında verdi. 1949’dan 1951’e kadar devlet konservatuarının müdür olarak yöneten besteci, ölümüne kadar piyano bölümü şefi ve piyano öğretmeni olarak aynı yerde görevini sürdürdü.

Eserlerindeki ortak nokta ustalıklı bir orkestralama sezgi ve kullanışı, titiz bir istif kuşkusu özden ve içten gelen bir esindir.

Ulvi Cemal Erkin 1973’te Ankara’da öldü.

Çelik Erişçi

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

5 Mayıs 1966 yılında İstanbul’da doğan Erişçi, başarılı bir öğrenim hayatının ardından İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu. Müzik yaşamına İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikîsi Devlet Konservatuar’ında başladı. 1991 yılında Ercan Saatçi ve İzel Çeliköz’le biraraya gelerek “İzel, Çelik, Ercan” adını verdikleri toplulukla “Özledim” adlı başarılı bir albüme imza attılar. Kariyerine tek başına devam etmeye karar veren Çelik, gruptan ayrılarak solo albümünün çalışmalarına başladı. İki yıllık uzun ve bir çalışmanın ardından 1994 yılında “Ateşteyim” isimli ilk albümünü çıkardı. 11 parçanın yer aldığı albüm, tüm müzikseverler tarafından büyük ilgi gördü ve başta “Ateşteyim”, “Güle Güle”, “Meyhaneci” olmak üzere hemen her parçası hit haline geldi. Albümün ulaştığı yüksek satış rakamları Çelik’in solo kariyeri tercih etmesindeki haklılığı ortaya koyuyordu. Sanatçı, kısa bir aranın ardından 1995’te ikinci albümü “Benimle Kal” ile başarısını sürdürdü. Bir önceki albümünde olduğu gibi “Benimle Kal”daki tüm şarkıların da söz ve müziğini yazarak, düzenlemeler yaparak müziğin tüm aşamalarında yetenekli olduğunu gösterdi. Nitekim artık bir “klasik” haline gelen ve sanatçıyla bütünleşen “Hercai” adlı şarkısı, 1995 Kral TV Video Müzik Ödülleri’nde ‘En İyi Beste’ ödülüne layık görüldü. “Sevemem” adlı parçasıyla Makedonya’da aldığı ödülü başka birçok ödül izledi. Erişçi, bu albümde yer verdiği “Atam” adlı şarkısıyla başlayarak Mustafa Kemal Atatürk’e ithaf ettiği şarkılar bir gelenek halini aldı. 1996 yılında piyasaya sürülen “Yaman Sevda” albümünde, alışılagelen Çelik sound’undan farklı olarak rock etkileri göze çarptı. Supervizör’lüğünü yine Ahmet Özden’in yaptığı albümde Şebnem Ferah, Gür Akad gibi kalburüstü sanatçıların eşlik ettiği birbirinden güzel on parça yer aldı. “Yaman Sevda”, “Bu Şehirde” başta olmak üzere üçüncü albümüyle hayranlarının gönüllerindeki yeri sağlamlaştırdı. 1997 yılında, özverili bir çalışmanın ardından “Sevdan Gözümün Bebeği” albümünü yayınladı. Akdeniz ezgilerinin olduğu “Ayrılık Deme Bana”, “Sevdan Gözümün Bebeği” gibi parçalarla aşk, özlem, ayrılık gibi duyguları dile getirdi. Dört yılda çıkardığı dört albümden seçtiği hit parçaları “Sevgilerimle” adını verdiği bir ‘Best of’ albümle 1998 yılında müzikseverlere sundu. 1998 yılı Çelik için bir “yenilenme yılı” olurken, hem görüntüsü hem de “O’nu Düşünürken” adlı yeni çalışmasındaki müzikal yaklaşımıyla daha olgun bir görünüm sergiledi. “Veda Etmem” adlı slow parçayla listelere giren albüm, sanatçının en olgun çalışması olarak değerlendirildi. “Benimle Evlenir Misin” adlı parçasının güzel görüntülerle bezenmiş klibiyle profesyonel bir çalışma ortaya koyan Erişçi, “O’nu Düşünürken” adlı parçasına yaptığı ‘caz versiyonu’yla da müzik vizyonunun çeşitliliğini gözler önüne serdi. 2000 yılında çıkardığı “Unutamam” adlı albümünde Erkin Koray’ın “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” şarkısını yeniden düzenleyerek hayranlarına sundu. Ayrıca bu albümünde kendi adına bir ilki de gerçekleştiren Erişçi, ilk kez, cover bir parçaya albümünde yer verdi. “Nothing Hill” filminin müziği, “Aint No Sunshine”, Çelik’in yazdığı sözler ve yorumuyla albümde yer aldı. Bu albümünden sonra 2001 yılında “Sekizinci” adlı albümünü çıkaran sanatçı, bu albümünde de Fikret Kızılok’un Türk pop müziğinin klasikleri arasında yerini alan “Bu Kalp Seni Unutur mu?” isimli şarkısını hayranlarına sundu.

Çelik Erişçi Resimlerini Görmek İçin Tıklayınız 

Sadeddin Arel

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Hüseyin Sadeddin Arel, 1880 yılında İstanbul’da doğdu. Anadolu kazaskeri Dardahanzade Mehmed Emin Efendi’nin oğlu ve Adliye nazırı kazasker Ali Haydar Arsebük’ün kardeşi olan Hüseyin Sadeddin Arel, hukuk mektebini bitirdi. Sırasıyla Adliye nezareti mütercimi, mektubi müdürü, deniz ticaret mahkemesi hakimi, Makedonya vilayetleri adliye müfettişi, ceza işleri müdürü, adliye müsteşarı, şurayı devlet üyesi, defter-i hakani emini, şurayı devleti tanzimat dairesi reisi oldu.

Sadeddin Arel, şurayı devlet kaldırılınca devlet görevinden çekildi. Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Almancayı bilir, diğer birkaç dili de okuyup anlardı. Musikiye on yaşında başladı. Hemen bütün sazları çalmayı öğrendi. 1907-1909’da Edgar Manas’tan batı musikisine ait bilgiler öğrendi. Devrinin bütün musiki ustalarını tanıdı. Türk musikisi ilmi üzerine çalıştı. 500 yıldan beri adeta unutulmuş olan Türk musikisi nazariyatı ortaya çıktı. Türk musikisinin çok sesli çağdaş bir sanat olarak gelişmesi için büyük gayret gösterdi.

Sadeddin Arel, şarkı formunda büyük şarkı bestecileri derecesine erişememiş, beste-semai formlarında da pek eser vermemiştir fakat gerek dini eserlerde, gerekse saz eserlerinde, Türk musikisinin çok önemli bir bestecisi olarak kalmıştır. 1955 yılında İstanbul’da vefat eden Hüseyin Sadeddin Arel’in kütüphanesi, ölümünden sonra İstanbul Üniversitesine verilmiştir.

Franz LISZT

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Macaristan’da Raiding şehrinde aslen Alman olan bir aileden doğan piyanist, besteci. Müzik öğretimine çok küçük yaşta başlamıştır. Ayrıca Czerny, Salieri, Paer ve A.Reicha yanında çalışmıştır. Birçok Avrupa şehrinde piano virtüözü olarak konserler vermiştir. Bu arada İstanbul’a da gelmiş ve Dolmabahçe sarayında konser vermiş, Padişah tarafından bir nişan almıştır. Yine bu seyahatlerin birinde Kontes Marie d’Agoult ile evlenmiş, bu birleşmeden sonradan Richard Wagner’in karısı olacak Cosima doğmuştur. 1848’den sonra Weimar’a gelen Liszt oraya yerleşmiştir. Bu arada Richard Wagner ile tanışmış ve genç besteciyi her bakımdan desteklemiştir.Liszt 1850 yılında Wagner’in ünlü operası “Logengrin”in ilk temsilinde orkestrayı idare etmiştir.1858`de idare etiği Peter Cornelius’un “Barbier von Bagdad” adlı operasının başarısızlığa uğraması üzerine Roma’ya gitmiş uzun süre dini bir çevre içinde yaşadıktan sonra 1869 yılında Weimar’a dönmüştür. Bundan sonra tekrar öğretmenliğe devam etmiştir. Liszt Bayreuth’daki Wagner festivali sırasında ölmüştür.

Johannes Brahms

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Kuzey Almanya’lı Johannes Brahms’ın babası Hamburg’ta kontrbasçıydı. Brahms’da küçüklüğünde dans yerlerinde çalmıştı. Oradan, büyük kemancı Joseph Joachim vasıtasıyla Robert Schumann’ın muhitine girdi.

Brahms’ta müziğe yeni imkanlar açacak bir kudret sezen Schumann, bu başlık altında yazdığı bir makale ile onu dünyaya tanıttı. Detmold’de huzur içinde geçirdiği senelerden sonra Hamburg’ta kendisini deneyen Brahms, Göttingen ve Bonn şehirlerine gidip oralarda bir müddet kaldı. Mürzzuschlag ve Tutzing gibi küçük kasabalarda geçirdiği günler eserleri için önemli tesirler yarattı. Nihayet Viyana’ya yerleşti. Bu, Brahms’ın talihini tayin eden, hayatının son durağı oldu. Bruckner gibi Brahms’da bekar kalmıştır. Fakat sayısı pek fazla olan dostları –ki başta Clara Schumann, joseph Joachim, Hans von Bülow, Theodor Billroth geliyordu- geçimsiz olarak tanınan ihtiyarı hayata bağladı.

Fakat her zaman, resimlerde ve kitaplarda gördüğümüz beyaz sakallı ihtiyar değildi. Genç Brahms hülyalar ve romantik heyecanlarla dolu coşkun bir delikanlıydı. Hoffmann vari (1776-1822 şair besteci ve ressam) bir şekilde kendini genç bir Johannes Kreisler olarak görüyordu. Yukarıda söylediğimiz gibi, istemiyerel fikir ihtilaflarına karıştı. Fakat zaman onu destekledi ve başarıya ulaştırdı.

Coşkun delikanlı Brahms olgunlaşarak formlara bağlı bir klasikçi oldu. Haydn ve Handel’den daha gerilere giderek Bach ve onun manevi atalarıyla ilgilendi, böylece bu seviyeye yükseldi. Devrin görüşü dahilinde halk türküleri ile uğraştı ve bu yolda, yeniden uyanan tarihi düşünüşün neticesi olarak canlanan eski stillere karşı sevgi ve ilgi gösterdi. Böylece senfoniler, sonatlar, Schubert ve Schumann ruhundan mülhem olan oda müziği eserleri, konçertolar, liedler ve lirik piyano ğarçaları yanında moteler, org eserleri ve dini mahiyette olan eserler yarattı (Alman Requiem’i).

Viyana’da yerleşmesi, hiç değişmeyen ve ayrı tabiatta bir kuzey Almanyalı olmasına rağmen Viyana’yı sevmesi dikkate değer bir özellik taşımaktadır. Schumann’ın yapamadığı şeye, yani klasiklerden sonraki Viyana’da hayal kırıklığına uğramamaya muvaffak oldu. Bach’ın ve Bach’tan önceki zamanların şekillendirme ve ifade tarzını klasiklerin zihniyeti ile kaynaştırarak kendi stilini yarattı. Brahms’ın ifadesinde bir güz havası melankoli kabilinden acı bir havanın esmekte olduğu söylendi. Brahms’ın neşelenmek isteyince (mezar benim sevincimdir) koralini söylediği nükte olarak anlatılırdı. Bu söz kötü niyetle söylenmiştir. Fakat birazda gerçeğin ifadesidir. (Onun stili bir gelişmenin, mazinin derinliklerine yönelen bir bakıştır).

Bu bakış Brahms’ıa ve kendisinden sonra gelenlere birçok malümat kazandırmıştır. Bach külliyatı yayınlarının en ciddi mesai ortaklarından biri olan Brahms, bugün mevcudiyeti tabii görünen definelerin meydana çıkarılmasına yardım etmiştir. Bunu hiç unutmamak gerekir.

Şunu da unutmamalıdır ki, Max Reger Brahms’tan ilham almıştır. Wagner’i takip edenler yanında, müziği hakimiyetleri altına alan, kütleler halinde ortaya çıkan Brahmin’ler (Brahms taraftarları ve taklitçileri) ile ne Reger ne de bizzat Brahms’ın hiç bir ilgisi yoktur.

Tatyos Efendi

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Asıl adı Tateos Enkserciyan olan Tatyos Efendi, 1858 yılında İstanbul’da doğdu. Ermeni asıllı Osmanlı bestecilerin en büyüklerinden biri olan babası, Kilise Mugannisiydi. Tatyos Efendi müziğe dayısından kanun öğrenerek başladı. Daha sonra Sebuhtan Keman Civan ve Askit ağalardan da sözlü ve sözsüz yapıtlar öğrendi. Yaşamını çeşitli gazinolarda keman yada kanun çalarak kazandı.

Çok verimli bir melodi yaratıcısı olan Tatyos Efendi daha çok şarkı bestelemiştir. Günümüze ulaşabilen Peşrev yada saz semailerinin çoğu Türk çalgı müziğinin en değerli parçaları arasında yer alır. Başlıca şarkıları arasında ” Gel ela gözlüm efendim, yanıma” ( Suzinak ), ” Çeşmi Celladın ne kanlar döktü kağıthanede” ( Rast ), ” Bir gönlüme, bir hali perişanıma baktım ( Rast ) ” Mey-i Lalinle dil mestane olsun” ( Rast ) ” Çektim elimi gayr bu dünya hefesinden” ( Hüseyni ) ” ” Bu akşam gün batarken gel” ( Uşşak ), ” Ehl-i aşkın neşvegahı kuşe-i meyhanedir.” ( Kürdili Hicazkar ), ” Gözüm hasretle giryandır. ( Hüssam ), “Gamzedeyim deva bulmam” ( Uşşak ) sayılabilir.

Çalgı yapıtlarının en önemlileri ise Karcığar peşrev, Rast peşrev, Suzinak peşrev Kürdili Hicazkar, Saz semaisi, Hüseyni saz semaisi ve Süzinak saz semaisidir. Yaşamı boyunca piyasada çalıştığı halde, “ağır eserleri icra etmeyi sevdiği, köçekce oyun havası gibi eserler çalınması yönünde ısrar edilirse sazını toplayıp meclisi terk ettiği” söylenir. Tatyos Efendi 16 Mart 1913 öldü ve Kadıköy Uzunçayır Ermeni Mezarlığına gömüldü.

Haluk Levent

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

26 Kasım 1968’de Adana’da doğan Haluk Levent, ilk ve ortaokulu bu ildeki Sabancı İlk Öğretim Okulu’nda, liseyi de Adana Atatürk Lisesi’nde tamamladı. Liseden sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Mühendisliği’ni kazandı, bir yıl okudu fakat devam etmedi. Sonra Ankara Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı’nı kazandı ancak yine bir yıl devam etti. İkinci yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü’nü kazandı yine devam etmedi. Bu kez Ankara Üniversitesi Muhasebe Bölümü’nü kazandı ancak ısrarla yine devam etmedi ve son olarak Bilkent Üniversitesi Dil Öğretim’e kaydını yaptırdı.

Bu arada ticaretle de uğraşan Haluk Levent, işlerinin iyi gitmemesi üzerine İstanbul’a geldi. Özellikle Ortaköy’de barlarda çalışarak geçimini sağlamaya çalışan Haluk Levent, 1992 yılının sonlarına doğru ilk albümü “Yollarda Bulurum Seni” yi Nokta Müzik”e yaptı ve o albüm 600,000 adet sattı. Bu albümle birlikte tanınan Haluk Levent, sayısız hayır konserine çıktı. Buradan elde edilen gelirlerle yüzlerce insana dializ ve solunum makinesi aldı.

İlk albümünden sonra 1996’da “Bir Gece Vakti” ve “Arkadaş” albümlerini çıkardı. 1989 yılında çekte tahrifat suçu işlediği gerekçesiyle 9 ay 15 gün Adana E tipi cezaevinde yattı. Cezaevindeyken “Mektup” adlı albümünü çıkaran Haluk Levent, cezaevinden çıkar çıkmaz askere alındı. Aynı sıralarda “Yine Ayrılık” adlı albümü yayınlandı. Bu arada Haluk Levent’in “Mektup” adını verdiği şarkısının sözlerinin kendisine ait olduğunu savunan Sezen Cumhur Önal, Haluk Levent aleyhine tam 49 milyarlık dava açtı.

Bu arada çevreci özellikleri ile de bilinen sanatçı, destek amacıyla 11 saat sahnede şarkı söyleyerek kırılması güç bir rekor denemesinde de bulundu. Haluk Levent, askerden döndükten sonra çıkardığı “www.leyla.com” albümüne eskisinden farklı olarak türkü veya eski bir parça koymadı. Sadece kendi şarkılarını söylemeyi tercih etti. Sanatçının diğer albümü “Kral Çıplak” ise 2001’in Haziran ayında yayınlandı. Bu albümden bir yıl sonra da “Bir Erkeğin Günlüğü” adlı albümünü piyasaya sürdü. Albümün ilk çıkış parçası da Ahmet Kaya’nın “Acılara Tutunmak” adlı parçasıydı.

Shakira Isabel Mebarak Ripoll

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Lübnan asıllı bir baba ile Kolombiya’lı bir annenin kızı olan Shakira Isabel Mebarak Ripoll 2 Şubat 1977’de Kolombiya’da doğdu. Sahne kariyeri çok küçük yaşta başlayan Shakira ilk bestesini 8 yaşında yaptı. 1991 yılında henüz 14 yaşındayken Magia (Sihir) adlı ilk albümünü Sony firmasından çıkardı. Magia albümü Shakira’ya uluslararası bir şöhret getirmedi ama ülkesi Kolombiya’da bir isim yapmaya başlamasını sağladı. 1993 yılında ikinci albümü Peligro (Tehlike)’yu çıkardı. Şarkıların sözleri ve müzikleri kendisine ait olan bu ilk iki albüm genç Shakira’nın yeteneklerini gösteriyordu ama ticari anlamda çok başarı kazanamadı.

1993’den 1995’e kadar okulunu bitirmek için müziğe ara verdi. Bu süreç içinde sonuçlarını daha sonra alacağı rock’n roll ritimleri ve Arap tınılarıyla ilgilendi. 1995’de Pies Descalzos (Çıplak Ayaklar) adlı albümünü çıkardı ve albüm 8 ülkede bir numara oldu. 1998’de çıkardığı Dónde Están Los Ladrones? (Hırsızlar nerede?) albümü Shakira’nın önceki albümünden de büyük bir uluslararası başarı kazanmasını sağladı. Albüme damgasını vuran Ojos Así adlı parça Shakira’nın babasından edindiği Arap müziğinin açık etkisini taşıyordu.

2000 yılında MTV’deki unplugged konseri albüm olarak yayınlandı ve albüm “En İyi Latin Pop Albümü” dalında Grammy ödülü aldı.

Beraber çalıştığı Gloria ve Emilio Estefan Shakira’nın İngilizce şarkı söylemesinde öncü oldular. Gloria Estafan “Ojos Asi”yi İngilizce’ye çevirmeyi teklif etti. Shakira kendi şarkılarının üzerindeki kontrolü koruyabilmenin en iyi yolunun İngilizce’yi öğrenmek ve İngilizce’sini kendisinin yazmasının olduğuna karar verdi.

2001 yılında ilk İngilizce albümü Laundry Service (Servicio De Lavanderia / Çamaşır Servisi) yayınlandı. İngilizce şarkıları ve yeni sarışın imajıyla Shakira tüm dünyada zirveye çıktı ve bu albümle gerçek bir star oldu.

Shakira Resimlerini Görmek İçin Tıklayınız

Zülfü Livaneli

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Gerçek adı Ömer Zülfü Livaneli’dir. 20 Haziran 1946 yılında Konya-Ilgın’da doğan Livaneli, müziği ile birçok ulusal ve uluslararası ödül aldı ve eserleri John Baez, Maria Farandouri gibi sanatçılar tarafından yorumlandı. Kültür, sanat ve politika alanında Türkiye’nin önemli isimlerinden birisi olan sanatçı, sanat yaşamı boyunca 300’e yakın besteye ve 30 film müziğine imzasını attı.

Bugüne kadar üç uzun metrajlı film yönetti; “Yer Demir Gök Bakır”, “Sis” ve “Şahmeran”. Valencia Film Festivali’nde “Altın Palmiye” ve 1989’da Montpelier Film Festivali’nde “Altın Antigone” ödülüne layık görüldü. “Sis”, “En iyi Avrupa Film Ödülü”ne aday gösterildi. Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre, ve Japonya’da gösterime girdi ve BBC, WDR, İspanya, Kanada ve Japon televizyonları gibi bir çok televizyon şirketine satıldı.

Ekim 1986’da Cengiz Aytmatov‘un daveti üzerine Federico Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer ünlü sanatçı ve düşünürlerin katıldığı Kırgızistan ve daha sonra Wengen, Granada ve Mexico City’de toplanan Issyk – Kul Forumu’nda yer aldı.

Livaneli, Elia Kazan, Jack Lang, Vanessa Redgrave, Arthur Miller, Mikhail Gorbaçov gibi ünlü kişilerle birlikte dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulundu.

1996 yılında Paris’te merkezi bulunan UNESCO (Birleşmiş Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu) tarafından büyükelçilik verilen sanatçı Livaneli, orjinali ilk kez 1978’de çıkan “Nazım Türküsü”adlı albümde Nazım Hikmet‘in şiirlerinden bestelediği şarkıları bir araya getirdi.

Arafta Bir Çocuk”, “Engereğin Gözündeki Kamaşma” ve “Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm” kitaplarının yazarı olan Livaneli, halen Sabah Gazetesi’nde köşe yazarlığına devam etmektedir.

Arif Mehmet Ağa

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

SULTAN III. Selim ve Sultan II. Mahmud devirlerinin ünlü tanburî ve bestekarıdır. Kendisine (Şîrin) de denilen Arif Ağa, asıl (Keçi) lakabiyle anılmaktadır. Buna da sebep şöyle bir söylentiyle anlatılmaktadır: Boyunun kısa olması sebebiyle, tanbur çalarken pest perdelere erişememesi ve ancak sıçrayarak bu perdeleri kullanabilmesi Arif Ağa’ya (Keçi) lakabmm takılmasına sebep olmuştur.

Kat’î olmamakla beraber 1794 ? yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Enderun’da yetişmiş, iyi bir tanburî olmuş ve bestelediği eserlerle de ün yapmıştır. Dilküşa ve Şevkaver makamlarım icad etmiş olan bu değerli tanburî-bestekarın zamanımıza ancak birkaç eseri kalmıştır. O da Zavil makmaındaki saz semaîsi ile dilküşa makamındaki peşrev ve sazsemaileridir.

Yüzü çiçek bozuğu olduğu için mabeyn fasıllarına katılmamakla beraber sarayda çok bulunmuştur. Büyük bestekar Dede Efendi’nin büyük kızı Hadice Hanım (1806-1863?) ile evlenmiş ve bu evlilikten de doğan erkek evlada Rif’at adı verilmiştir. Bu Rif’at Bey, sonradan Türk musikisinde büyük şöhret sahibi ve değerli bir musikişinas olarak göreceğimiz Sermüezzin Mîralay Rif’at Bey’dir.

Arif Mehmed Ağa, 1843 yılında ölmüştür.

Kemani Ali Ağa

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

Türk musikisi bestekarı ve keman sanatkarıdır. 1765-1770 yılları arasında İstanbul’da doğmuştur. Enderun’da yetişen Ali Ağa, Hazîne II. çavuşu ve 1813′ de Hazîne Başçavuşu olmuştur. 29 Temmuz 1817 günü (H. 1232 yılı Ramazan’ın 15. günü) eski adet üzre Hırka-i Şerîf ziyaretinden sonra Tophane tarafında (oruç haliyle serseriyane) gezerken, kıyafet değiştirmiş olan padişah tarafından görülmüş ve bu vaziyette gezmesinden dolayı da derhal görevinden uzaklaştırılıp saraydan çıkarılmıştır. 8 ay sonra Silahtar Ağa’nın yalvarmasıyla huzura kabul edilmiş ve padişah tarafmdan bağışlanarak musahiblik ve ayrıca (Soğancıbaşılık) verilmiştir.

Y. Öztuna şöyle yazıyor:

“Sermüezzin oldu ve Ali Efendi denmiye başlandı. 60 yaşlarında öldü. tıknaz ve bir ayağı aksaktı.”

6 Haziran 1830’da ölmüştür. Kemanî Ali Ağa, hem saz ve hem de söz eserleri bestelemiştir. Klasik üsluba bağlı olmakla beraber, orijinal nağmelerle süslediği eserlerinde mükemmel bir estetik ve duygu ifadesi hakimdir. Ruşen Ferit Kam, Ali Ağa’nın şarkıları için:

“… Hacı Arif Bey’den önceki bestekarların eserlerine göre oldukça orijinaldir.” demiştir.

Ali Nutki Dede

Cumartesi, Haziran 30th, 2012

YENÎKAPI Mevlevîhanesi şeyhlerinden Kütahyalı Ebu Bekir Dede Efen-di’nin büyük oğlu olan Ali Nutkî Dede, 27 Temmuz 1762 (Hicrî: 1176 yıl Muharreminim 5. günü) tarihinde istanbul’da mevlevîhane civarındaki evlerinde doğmuştur. Dedesi Halveti şeyhlerinden Ahmed Efendi’dir, Ali Nutkî Dede’nin diğer kardeşleri Nasır Dede ve Künhî Dede’dir. Annesi Saîde Hanım, Kutb-ı Nayî Şeyh Osman Dede’nin kızıdır.

On dört yaşında iken babası ölünce Mevlevihane’nin şeyhliğine tayin olunmuştur. (Miladi: 1775 – Hicrî 1189) Dinî musikimize ait bilgilerinin tam ve kuvvetli olduğunda şüphe bulunmayan Ali Nutkî Dede’nin kendi el yazması ile meydana getirdiği ve (Defter-i Dervîşan) adım taşıyan mecmuada şeyhliği sırasında kendisine ve dergaha kapılanan (can) lara ait kayıtlar bulunmaktadır. Buradaki isimler arasında Türk mu-sikisinin en kudretli bestekarlanndan Hammamîzade İsmail Dede Efendi’nin ve Türk Dîvan edebiyatının büyük şairi Şeyh Galib’in isimlerine rastlanılmaktadır.

Nutkî mahlasıyla bazı şiirler yazmış olan Ali Nutkî Dede’ye babası tarafın-dan (Memiş) mahlasının verilmiş olduğu ve bu mahlas ile de bazı şiirler yazdığı Mehmed Ziya’nın Yenikapı Mevlevîhanesi adlı eserinde kayıtlıdır.

Dinî Türk musikisinin Mevlevî musikisine ait bölümünün en güzel örnek-lerinden olan Şevkııtarab Ayîn-i Şerîf için çeşitli söylentiler vardır, şöyle ki: Bu eseri Ali Nutkî Dede’nin bestelediği ve dervişi ve öğrencisi olan îsmail Dede Efendi’ye hediye ettiği söylenir.

Ali Nutkî Dede’nin iyi bir hattat olduğu, kopya ettiği bir Dîvan-ı Neşa-ti’den anlaşılmaktadır. Bu eser Süleymaniye Kütüphanesi Nafiz Paşa yazmaları 942’de bulunmaktadır.