1732 yılının bir nisan günü dünyaya gelen Franz Joseph, o güne kadar hiç duyulmamış olan Haydn ismini bütün dünyaya tanıtarak insanlığı şaşırttı. Neşeli, şakacı, yaramazlıktan hoşlanan sevimli bir çocuktu. Haydnların fakir yuvalarında da neşeye gerçekten büyük ihtiyaç vardı. Avusturyanın Rohrau kasabasındaki bu tek katlı köy kulübesinde keder ve ölüm devamlı misafirdi. Haydnın babasının ilk eşinden olan oniki çocuğundan altısı daha bebekken ölmüşlerdi. Baba Haydnın ikinci evliliğinden olan beş çocuktan da biri olsun yaşamadı. Tabiat, o bitmek tükenmek bilmeyen denemelerinde bir şahaser meydana getirmek için pak çok yarım eseri bozup mahvetmeyi daima göze almıştır.
Annesiyle babasının Sepperl adını verdikleri Franz Joseph daha küçük yaşta olağanüstü müzik kabiliyetiyle dikkati çekmişti. Müzik öğretmenliği yapan bir akrabasının sayesinde Haydn Rohraunun oniki mil kadar ilerisindeki Hainburg Katolik Kilisesinin korosuna girdi.
Altı yaşındaki yaramaz koro üyesi için büyük şehir müzik, yaramazlık ve açlık karışımı bir yerdi. Çeşitli ilahiler öğrenerek müzik bilgisini ilerletmeye bakıyordu ama koro çalışmaları sırasında önünde duran çocukların perukalarını çekerek onları kızdırmak da en belli başlı eğlencesiydi. Suçüstü yakalandığı zamanlar bir güzel dayak yiyordu. Haydn kısa bir zaman içinde birbirleriyle geçinmelerine hiç imkan olmayan iki komşuyu bir çatı altında birleştirmeyi başardı. Bu geçimsiz komşular boş mide ile neşeli, kaygısız bir gönül dü.
Bir gün Hainburg caddelerinde yapılacak bir törene hazırlanırken şehir bandosunun davulcusu hastalandı. Tören günü davulcunun yerini Haydn almıştı. Fakat Haydn öyle ufak tefekti ki davulun altında kayboluyordu. Sonra bu çalgının nasıl çalındığını da hiç bilmiyordu. Fakat bütün bunlar Haydnın davulu çalmasını önleyemedi. Davul fazla ağır ve büyük geldiği için Haydndan daha iri ve güçlü kuvvetli bir çocuk davulu taşıyordu. Haydn da elinde tokmaklarıyla yanında yürüyüp davulu çalıyordu.
Kısa bir süre sonra Haydnın müziğe olan kabiliyeti Viyanada St. Stephen Katedralinin Koro şefi Johann Georg Ruetterin de dikkatini çekti. Hainburga kabiliyetli çocuklar aramak için gelmiş ve bu davul hikayesini duymuştu. Bu arada Haydnın bir de şarkı söyleme kabiliyetini ölçtü. Aldığı sonuç onu şaşırtmıştı. Yalnız sesini titreterek şarkı söyleyememesini garipsemişti. Çocuğa bunun sebebini sordu. Haydn da :
– Benim öğretmenimin yapamadığı işi ben nasıl yapabilirim cevabını verdi.
Reutter, bu zeki bakışlı, sevimli çocuğu Viyanaya götürdü, ona ülkenin en büyük kilisesinin korosunda ilahi söyletmek için gerekli çalışmaları yaptırttı. Bu kilisenin korosunda çalışan çocukların her türlü ihtiyacını kilisede karşılıyordu. Onlar da matematik, din, müzik, yazmak ve okumaktan başka hiç bir şeyle ilgilenmiyorlardı. Ara sıra çocuklar Viyanalı zenginlerin evlerine konser vermeye gönderiyorlar, burada ev sahibinin cömertliği tutarsa çocuklara mutfakta sofradan arta kalmış yiyecekler veriliyordu. Kilisede ise çocukların ancak açlıktan ölmelerini sağlayacak miktarda yiyecek veriliyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse Avusturyanın en büyük kilisesinin korosunda çalışan çocuklar burada sefil ve perişan bir hayat sürmekteydiler. Haydn, onyedi yaşındayken Reutter ile arasında çıkan bir anlaşmazlık yüzünden koroyu terketti. Kimsesi yoktu, cebinde beş kuruşu da kalmamıştı. Üstelik kış da yaklaşıyordu. Haydna başını sokacak bir yer lazımdı. Rohrauya dönmeyi düşünmedi değil. Fakat orada da babası günden güne kalabalıklaşan ailesinin ağır yükü altında ezilmekteydi. Haydn Viyanada kalıp, açlıktan ölmeyi tercih etti. Fakat iyi tesadüfler onu ölümden korudu . Eski arkadaşlarından tenor Spanglere rastlamıştı. Bu genç adam da çok fakir olmasına rağmen Haydna evinde yatacak yer gösterdi ve biraz para kazanıncaya kadar yiyecek verdi.
Haydnın kendini kurtarması zor olmadı. O devirde Viyana bir müzik şehriydi. İş saatleri sona erince halk sokaklarda şarkı söylüyor, geç saatlere kadar dansediyordu. Genç, yaşlı herkes eline bir çalgı alıp sokak sokak dolaşmayı adet edinmişti. Haydn da eline bir keman alıp caddelerde dolaşmaya başladı. Kalabalık grupların yanına sokulup onlara keman çalıyor, böylece cebine birkaç kuruş giriyordu. Genç kızlar onun çevik hareketlerine, keman çalışına hayrandılar. Kış aylarında da keman çalarak, zenginlerin baloları için dans parçaları besteleyerek para kazanıyordu.
Galiba Haydnın doğduğu gece uğur getiren yıldızlardan biri gökte parlamış olmalıydı. Bu yıldız, genç adamı daima doğru yola götürüyordu. Altı yaşındayken onun kabiliyetini keşfeden öğretmenle, karşılaşmıştı, sekiz yaşında Reutterin himayesine girmişti, onun sayesinde müzik bilgisini artırmıştı. Onyedi yaşında Spanglerle karşılaşmış onun yardımıyla ölümden kurtulmuştu. Yirmi iki yaşında da Viyananın ünlü öğretmenlerinden Nicolo Porpora ile tanışmıştı. O güne kadar Haydn ciddi bir müzik eğitimi görmemişti. Öğretmenlerinin köklü bilgileri olmadığı için Haydnı gelişigüzel yetiştirmişlerdi. Ama şimdi durum tamamen değişiyordu. Nicolo Porpora ona müzik hakkında bilmediklerinin hepsini öğretebilirdi. Haydnın bu ciddi öğretmene ders ücretini ödemesine imkan yoktu, onun için yanına uşak olarak girmek zorunda kaldı. Haydn, öğretmeninin elbiselerini fırçalıyor, perukasını tarıyor, öfkeli zamanlarında onu yumuşatmaya çalışıyor küfürlerini duymamazlıktan gelip onun müzik bilgisini kapmaya bakıyordu.
Porporanın yardımıyla Haydn kendisine çok faydalı olacak başka bir dost edindi. Avusturyalı asilzade, Baron Karl Joseph von Fürnberg, oda müziğine meraklıydı. Genç Haydnı da besteci ve kemancı olarak yanına aldı. Haydn Baronun emrinde çalışırken yaylı sazlar için onsekiz kuartet bestelemişti. Bu müzik çeşidini Haydn yeni keşfetmişti. Daha sonra da kuartetler onun ünlü senfonilerine temel olacaktı.
Haydn gene uğur yıldızının yardımıyla Baron von Fürbergden Kont Maximilian Morzinden sonra da Prens Esterhazynin yanında çalışmaya başladı. Bu son görev genç bestecinin meslek hayatını sağlam temeller üzerine kurmasını sağlamıştı.
1760 yılı, Haydnın müzik ve his hayatında bir dönüm noktası oldu. O yıl genç adam hem iyi bir patron, hem de bir iş bulmuştu. Bir süreden beri Viyananın ünlü perukacılarından Johann Peter Kellerin genç ve güzel kızıyla ilgileniyordu. Fakat Haydn ona evlenme teklifinde bulununca genç kız manastıra girmeyi kararlaştırdığını söyleyerek bu teklifi geri çevirmişti. Keller, besteciye büyük kızının onunla evlenmeyi kabul edebileceğini söylemiş, böylece Haydn, sevdiği kızın ablasıyla evlenmek üzere hazırlıklara başlamıştı. Fakat maalesef Kellerin kızı, Haydın ince ruhunu anlayacak, onun dehasını takdir edecek özelliklere sahip değildir. Bu bakımdan Haydnın evlilik hayatı hiç de mutlu olmadı. Besteci, yıllar yılı anlayışsız bir kadınla hayatını paylaşmak zorunda kaldı.
Şimdi Haydnın evindeki huzursuzluğu bir kenara bırakıp Esterhazynin sarayına dönelim. Haydn buraya geldiği zaman kendini tamamen Prensin emirlerine adamayı kabul etmişti. Sarayda oturacak, Prensin istediği eserleri besteleyecek, o ne zaman emrederse konser verecek, yemeklerini de diğer uşak ve hizmetçilerin yanında yiyecekti. Bütün bu fedakarlıklara karşılık olarak da Haydn sessiz, sakin bir çalışma odasına kavuşmuştu.
Besteci, Esterhazy ailesinin yanında tam otuz yıl kaldı, hayatının en parlak, en verimli devresini burada geçirdi. Hayd, Esterhazylerin sarayına yerleştikten bir yıl sonra Prens ölmüş, yerine kardeşi Şahane Nicolas geçmişti. Genç Prens, Haydnı kendi sarayına aldı, ücretini artırdı, orkestrasını geliştirmesini sağladı. Orkestra üyeleri daima yanında bulunduğu için Haydn yeni bestelediği eserlerin denemesini hemen yapabiliyordu. Hangi sazların hangi notaları çalmasının uygun olacağını bulması da kolay oluyordu. Bu şekilde çalışmak, Haydnın pek hoşuna gitmişti. Kısa zamanda her bakımdan kusursuz eserler meydana getirebilmesini de orkestra üyelerinin hep beraber olmasına borçluydu. Sosyal durumunun kötülüğünü ise evliliği gibi boyun bükerek kabullenmiş kaderin bir cilvesi olarak benimsemişti. Bir başkasının kölesi olmak gerçekten çok acı ama diyordu, Tanrının isteğine de karşı gelemem. Zaten Esterhazy ailesinin fertleri müzikle uğraşan kölelerine daima çok iyi davranımlarıyla şöhret yapmışlardı. Nicolas Esterhazy, Haydna durmadan eser bestelemesini emrediyordu. Zamanın bacaklarını kırmalısın diye de nasihatte bulunuyordu. Prens Nicholas da bariton adı verilen bir telli sazı çalmakta ustaydı. Bu saz madeni ve bağırsak tellerin birbirleriyle titreşim yapmalarından meydana gelen tatlı sesler çıkaran bir sazdı. Haydn bu saz için iki yüze yakın eser bestelemişti.
Estarhazy, Haydnın ücretini artırdıktan başka onun sarayında özel dersler vermesine de ses çıkarmıyordu. (Öğrencilerinden bir de genç Beethovendi.)
Haydn, müziği seviyordu, durumundan memnundu, hepsinden önemlisi o bütün insanları seviyordu. Orkestrasında çalışanlara bir baba gibi davranıyordu. Onlar da besteciye Baba Haydn demeyi adet edinmişlerdi. Hayd, basit bir hayat sürüyordu. Boş zamanlarında balık tutuyor, yürüyüş yapıyor, ara sıra da ava çıkıyordu. Akrabalarına, dostlarına sık sık para gönderiyor, karısının kaprislerine gülümseyerek boyun eğiyordu. Bu arada eser bestelemekten geri kalmıyordu.
Canlılığına, oynaklığına rağmen Haydnın bestelediği eserlerde insanın kalbini acıyla burkan kederli bir hava vardı. Altın kafeste şarkı söyleyen bir bülbülün yalvarışlarını andırıyordu onun besteleri… Haydn, seyahat etmeyi pek sevdiği halde patronu onun Viyanaya kadar gitmesine bile izin vermiyordu. Bir keresinde Haydn, Prensten Viyanaya gitmek için izin istemiş, patronu isteğini geri çevirmişti. Haydn bu üzüntüyle eline kağıdı kalemi alıp ünlü veda senfonisi ni besteledi.
Kış mevsimi gelmek üzereydi. Orkestra üyelerinin hepsi evlerini ailelerini özlemişlerdi. Fakat prens inadından vazgeçmiyor, onları sayfiye sarayında bir süre daha hapsetmeye kararlı görünüyordu. Bir akşam da dostlarını konsere davet etti. Konserin son parçası, Haydnın yeni bestelediği Veda Senfonisi ydi. Dinleyiciler, senfoninin o güne kadar dinledikleri eserlere hiç benzemediğini farkederek şaşırmışlardı. Ama onları eserin sonunda daha büyük bir sürpriz bekliyordu. Eserin birinci bölümü kederli bir hava için sürüp gitti. Nefesli sazlardan çıkan sesler dertli bir insanın acı iç çekişlerini andırıyordu. Üçüncü bölümde ise sazlar birden coşup öfkeli bir kimsenin çevresindekilere isyan edişini hatırlatan ilgi çekici bir melodiyi çalmaya başlamışlardı. Sonra birden ire sazların hepsi susuverdi ve yine ağır bir parçaya başladılar.
Bu son parçada işleri biten müzikçiler, sazlarının başındaki mumu söndürüp yavaşça salondan çıkıyorlardı. Sonunda salonda iki kemancıyla Haydn kaldı. Kemancılar da gidince Haydn başını nota sehpasına dayanıp sessizce oturdu, beklemeye koyuldu. Prensin bu jesti nasıl karşılayacağını pek merak ediyordu. Biraz sonra da Prens, senfoninin manasını anladığını, ertesi gün tatile başlayabileceklerini söyledi.
Haydnın Viyanaya yaptığı ziyaretler, cenneti ziyaret etmekten farksız oluyordu. Güzel yiyecekler, güzel müzik ve iyi dostlar arasında geçen günler ona bir rüya gibi geliyordu. Bazen sarayda yalnızlıktan, kimsesizlikten de bunaldığı olmuyor değildi. Viyana dönüşlerinde sarayın havasını yadırgıyor, bu hayata daha fazla dayanamayacağını sanıyordu, fakat bu da geçiciydi tabii…
Kısa bir süre içinde Haydn, sarayın sessizliğine de kendini alıştırmaktan güçlük çekmedi. Yeni eserler bestelemek Haydnın sıkıntılarını unutmasına yetiyordu. Şakalarını bile müziğin yardımıyla yapmaya kendini alıştırmıştı. İşte mesela konserlerinde dinleyicilerin çoğu zaman uyukladıklarını farketmiş, onları uykudan uyandırabilmek amacıyla sürpriz senfonisi ni bestelemişti. Başından sonuna kadar ağır, uyku verici bir tempoda devam eden senfoninin son kısmında sazlar müthiş bir gümbürtüyle yeni bir bölüme geçiyorlardı. Bu kısımda en derin uykuya dalmış bir kimsenin bile yerinden sıçramaması imkansızdı.
Bazı çevrelerde Haydn için senfoninin babasıdır derler. Bu pek de doğru sayılmaz. 1744 yılında, Haydn daha oniki yaşında bir çocukken Parisde senfoni besteleyen müzikçiler vardı. Ertesi yıl da Alman bestecileri bu yeni müzik çeşidini benimseyivermişlerdi. O devirde senfoni üç bölümden meydana geliyordu. Birkaç yıl sonra ise senfoniye dördüncü bir bölümün eklenmesi uygun görüldü. Haydn olgunluk çağına eriştiği zaman Avrupanın büyük şehirlerindeki besteciler yüzlerce senfoni bestelemişlerdi. Haydn ise bu yeni müzik çeşidini geliştirmek, daha sevilir bir şekle sokmak için çalışmış ve bunu başarmıştır. Ama Haydnın binbir itinayla bestelediği senfoniler bile Mozart, Beethoven gibi bestecilerin senfonilerinin yanında sönük kalır.
Belki Haydn, senfoninin babası değildi ama Mozartın müziğinin isim babası sayılırdı. Mozart da çocukluk yıllarında Baba Haydn ın müziğine hayran olmuş, onun izinden yürümek istemişti. Daha sonra Estarhazynin sarayındaki konserlerde o da piyano çalmış, ilk bestelerinden bir kısmını Haydna ithaf etmiştir. Haydna gelince, o da bu genç hayranını bir evlat gibi seviyor, onu desteklemek istiyordu. Mozartın genç yaşta ve en verimli çağında hayata gözlerini kapayıp fakirler mezarlığına gömülmesine de pek üzülmüştü. Başlangıçta Mozart, Haydnın bestelerinin etkisi altında kaldığı halde sonradan Haydn Mozartın eserlerinden ilham alarak yeni eserler meydana getirmiştir.
Haydn, her sabah, işe başlamadan önce Tanrıya o gün kendisine kabiliyet bağışlaması için dua ederdi. Çalışmaları iyi giderse Tanrının o günkü duayı kabul ettiğine, kötü giderse, Tanrının o günkü duayı kabul etmediğine inanırdı. Tanrının onu işlemiş olduğu günahlardan ötürü cezalandırdığını düşünürdü. Ömrünü Tanrıya ve Prens Estarhazyye hizmet ederek geçirmeyi çok istiyordu. Fakat 28 Eylül 1790 tarihinde Prens Estarhazynin ölümü üzerine Haydn da saraydaki görevini kaybetti. Bereket ki, prens ona yılda beş yüz dolar tutarında bir para ödenmesini vaziyet etmişti. Haydn, iki kere Londraya gitti. Oxford Üniversitesinden fahri doktorluk ünvanını aldı.
Gençlik yıllarında olsa bu başarı onu herhalde çok sevindirirdi ama Haydnın artık böyle şeylerden zevk alacağı yaşı geçmişti. Besteci, altmış altı yaşındayken ünlü ingiliz şaiiri Miltonun Kaybolan Cennet isimli şiirinden ilham alarak Yaratılış oratoryosunu besteledi. Dünyanın, güneşin, yıldızların oluşunu anlatan bu dev eser Haydnın son oratoryosuydu.
Haydın yetmiş altıncı yaş gününde dostları besteciye güzel bir kutlama töreni hazırlamışlardı. Artık yürüyemeyecek halde olan besteciyi tekerlekli sandalyesine oturtup Yaratılış oratoryosunun özel temsiline götürdüler. Dinleyiciler arasında Haydnın öğrencilerinden Beethoven de vardı. Haydn salona girerken dinleyicilerin hepsi birden ayağa kalktılar, besteciyi çılgınca alkışladılar. Konserin sonunda gene tekerlekli sandalyesiyle dışarı çıkarken Beethoven Haydnın elini öptü.
Bestecinin uzun, sükün dolu hayatı artık sona ermek üzereydi. Fakat kader, onu sessiz sedasız ölmesine imkan bırakmayacaktı. Sürpriz Senfonisi nin bestecisine sürprizli bir ölüm yakışacaktı mutlaka.
10 Mayıs 1809da Napolyonun orduları Viyana kapılarına gelmişti. Şehir bombalanırken biri Haydnın evinin yakınına düştü. Bombardımandan sonra Haydn da yatağa düştü. Üç hafta sonra her şey bitmişti. Besteci, ölüm döşeğinde : Şu berbat savaş benim de sonumu getirdi diyerek söyleniyordu…