Çetin Tekindor, Türk tiyatro, sinema, dizi oyuncusu ve seslendirme sanatçısı.
1970 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’ndan mezun oldu. Tiyatro sahnelerine IV. Murat oyunu ile giriş yaptı. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda “Sahne ve Diksiyon” dersleri veren Tekindor, daha sonra aynı görevini 1998 yılına dek Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde sürdürdü. Onun daha büyük kitlelerce tanınması, TRT televizyonunda 1976-1977 yıllarında yayınlanan ‘Mc Millan ve Karısı’ dizisindeki, Rock Hudson’ın oynadığı Emniyet Müdürü Stewart McMillan karakterini seslendirmesiyle oldu. Daha sonra Yücel Çakmaklı`nın yönettiği 1983 yapımı Küçük Ağa dizisiyle çok tanınan bir sima oldu.
Beyazperde ile ilk tanışması ise Başar Sabuncu’nun yönettiği ve Müjde Ar ile başrollerini paylaştığı Kaçamak (1987) filmi ile oldu. Bir taraftan tiyatro oyunlarında rol alıp, TRT’de yayınlanan yabancı film ve dizi filmleri için seslendirme yaparken, diğer taraftan Dönemeç (1988), Önce Canan (1988) gibi dizilerde ve Son Türbedar (1996), Kerem (1999) gibi TV filmlerinde rol aldı. Ardından oldukça büyük izlenme oranlarına ulaşma başarısı yakalayan Yılan Hikayesi (1999) dizisinde Sinan adında Kral lakaplı önemli bir rol üstlendi.
Bunu Tutku Çemberi (2000), Üzgünüm Leyla (2002) ve Çaylak (2003) dizileri takip etti. Aynı yıl, kariyerinin ikinci sinema filmi Karşılaşma ‘da oynadığı rol ile 2003 Ankara Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı. Yine 2003 yılında rol aldığı Bir İstanbul Masalı dizisi, televizyon ekranlarında oldukça önemli başarılar elde etti. 2004 yılında, Ahmet Ümit’in aynı adlı polisiye romanından uyarlanan Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı dizide rol aldı. Aynı yıl iki sinema filminde birden rol aldı.
Bunlardan ilki 5 farklı Türk yönetmeninin 5 farklı öyküye imza attığı Anlat İstanbul, diğeri ise Türkiye’de çok büyük bir gişe başarısı elde eden, Çağan Irmak’ın yönettiği Babam ve Oğlum ‘du. İzmirli köy ağası Hüseyin Efendi’yi canlandırdığı bu film, Tekindor’a 27. SİYAD Türk Sineması Ödülleri’nde ve 13. ÇASOD Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülleri kazandırdı. Çetin Tekindor, sinema ve dizi oyunculuğuna halen devam etmektedir.
Aykut Çınaroğlu ; 11 Kasım 1941 tarihinde doğdu. 1964 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı’ndan mezun oldu.Üniversite ikinci yılında o zamanki adı Ankara Arkeoloji Müzesi olan bugünkü Anadolu Medeniyetleri Müzesinde açılan memuriyet sınavına kazanarak, çalışma ortamına girdi. 1964 yılında üniversite diplomasını aldıktan kısa bir süre sonra çalışmakta olduğu müzeden ayrılarak asistan ünvanıyla üniversitede göreve başladı.
Üniversite öğrenciliği ve müzedeki çalışma süreci içerisinde Anadolu’da yürütülen çok sayıda arkeolojik kazılara katılma fırsatını buldu. Bunlardan bazıları; Kültepe (Kayseri) ; Acem Höyük (Niğde) ; Patnos (Ağrı) ; Gordion ; Yalıncak (Ankara) ve Altıntepe (Erzincan ) gibi belli başlı araştırma merkezleridir.
Hazırladığı, ” Orta Anadolu’da M.Ö.III.Binin İkinci Yarısına Ait Madeni Eserler” konulu tez ile doktor, “Gri ve Siyah Frig Seramiği” içerikli doçentlik tezi ile doçent ve 1989 yılında da sırasıyla “Profesör” ünvanını aldı.
Üniversitedeki görevi süresince Kültepe (Kayseri) , Kululu (Kayseri) , Acem Höyük (Niğde), Tepebağları (Niğde), Gordion (Ankara) , Samsat (Adıyaman) kazılarında heyet üyesi olarak görev aldı.
1980-1984 yılları arasında Niğde’nin Bor ilçesi Kemerhisar Nahiyesi’ne bağlı Keşlik Yaylası’nda ( Melendiz Dağları üzeri ), M.Ö.I.Bine ait, açık araziye yapılı, heykeltraşlık türünde cok sayıda eser bularak arkeoloji alemine kazandırdı ve buluntuları yayınladı.
1986-1988 yılları arasında Niğde’nin Bor İlçesi Kemerhisar Nahiyesi’nin altında yatan antik Tyana ya da Hitit Çağlarının Tuvanuva adlı şehrinin arkeolojik kazısının başkanlığını yürüttü.
1983-1984 öğretim yılında iki yarı yıl süre ile Konya Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümünde ders verdi.
Niğde, Bor-Altınhisar Keşlik Yaylası’nda yaptığı keşifler ve ortaya çıkarttığı eserler dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri’ndeki The Metropolitan Museum of Art (New York) tarafından burs verilerek davet edildiği bu ülkede bir yıl kaldı. Bu süre içerisinde hem keşiflerini yayına hazırladı, hem de New York, New Jarsey, Bryn Newr ve Philadelphia’da Anadolu Arkeolojisi ile ilgili çeşitli konferanslar verdi. Bu arada Metropolitan Museum of Art Müzesinde muhafaza edilmekte olan Anadolu kökenli bazı eserler üzerinde de ( Karum Hazinesi v.b.) çalışmaları oldu.
Aykut Çınaroğlu, 1994 senesinde başlayan Kastamonu İli, Devrekani İlçesi Kınık Köyündeki arkeolojik kazının bilimsel başkanlığını yürütmektedir. Bu kazıda, çok sayıda, Hitit Çağına ait çeşitli türde madeni eserler ve maden atölyesi açığa çıkartılmıştır. Kazı, önümüzdeki yıllarda da devam edecek olup eserler yayına kazırlanmaktadır.
08.04.1993-10.021995 tarihleri arasında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yönetim Kurulu üyeliği görevini yürüttü.
Halen Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü, Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalında Profesör olarak yürüttüğü akademik faaliyetin yanında, Fakültenin Dekan Yardımcılığı görevini sürdürmektedir.
Son devir tarihçilerinden. 1924’te Elazığ’da doğdu. Türklerin Müslüman olmadan önceki dönemlerdeki tarih ve kültürleri üzerine yaptığı araştırmaları ile tanındı. 1945’te Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi. Erzurum Lisesinde ve Hasanoğlan Köy Enstitüsünde tarih öğretmenliği yaptı.
Şemseddin Günaltay ve Afet İnan’ın okuttukları Orta Asya Türk Tarihini esas alarak bölümüne devam etmiş; Arkeoloji, Sinoloji ve Rusça derslerini de yardımcı branş alarak, 1944-45 yılında fakülteden mezun olmuştur. Mezuniyetinden sonra MEB’e başvurmuş, 30.06.1945’te Erzurum Lisesi Tarih-Coğrafya öğretmenliğine tayin edilmiş ve 31.10.1947 yılına kadar bu görevi sürdürmüştür. 1947 yılında çıkan bir kanundan faydalanarak Prof.Dr. Wolfram Eberhard’ın yanında doktora çalışmasına başlamış; “Uygur Devletinin Kuruluşu” isimli tezini hazırlayarak 1948 yılında doktor ünvanı almış, 1949 yılında G.T.T. kürsüsüne asistan olarak atanmıştır. Bahaeddin Ögel, çıkan bir yasa sonucu bilgi ve görgüsünü arttırmak üzere dört aylığına İran’a gönderilmiş, aynı yıl Alman Hükümeti’nin bursundan faydalanarak Almanya’ya gönderilmiştir.Almanya ve Türkiye’deki çalışmaları sonucu “Liao Devrinden Önceki Kitanlar” isimli doçentlik tezini hazırlamış ve 1957 yılında Eylemli Doçentliğe atanmıştır. “Alexandre Von Humbold Vakfı” bursundan faydalanarak 1959 yılında tekrar Almanya’ya gitmiştir. 1961 yılında Taiwan Hükümeti’nden Tai-pei’de ki “National Cheng-chi Üniversitesi”nde misafir öğretim üyeliği daveti almış, 1962-64 yılları arasında Taiwan’da görev yapmıştır. Sino-Turcica adlı eserini tez olarak sunmuş ve 1964 yılında Profesör ünvanı almıştır.
42 yıllık akademik hayatını Ankara Üniversitesi’nde geçirmiş, bölüm başkanlığı yapmış; MEB, MGK, TRT, DPT, TİB, TTK gibi pekçok kuruluşta danışman, raportör, üye veya idareci olarak görev almış; pekçok araştırma enstitüsünde çeşitli ünvanlarla faaliyet göstermiştir. Bahaeddin Ögel, Orta Asya Türk Tarihi ile ilgili Çin arşivlerine inerek araştırmalar yapan sayılı tarihçilerdendir. Özellikle Türk Kültür Tarihi alanında önemli çalışmalar hazırlamıştır. Alman ekol ve metotlarını Türk araştırmacılara tanıtmış ve Türk metotları ile kaynaştırarak özgün bir metot geliştirmiştir. Türk tarihinin bütünlüğü, Türklerin göçebeliği, Türk-Moğol meselesi gibi pekçok tarihsel mesele hakkında tezler ortaya atmıştır. Alanıyla ilgili 20 cilt kitap ve 120’den fazla makale yazmıştır. Almanya, İngiltere, İtalya, Danimarka, Macaristan, Avusturya, İran, Milliyetçi Çin(Taiwan), Moğolistan, SSCB(Türkmenistan,Tacikistan ve Azerbaycan) gibi ülkelerde ilmi çalışmalar yürütmüştür.
Almanca, İngilizce, Çince, Farsça, Rusça, Moğolca bilmektedir ve Çağdaş Türk Lehçeleri’ne vâkıftır. 7 mart 1989 günü akciğer kanseri sebebiyle hayatını kaybetmiştir.
Deniz Gezmiş 27 Şubat 1947 tarihinde Ankara’da doğdu. Liseyi İstanbul’da okuyan Deniz Gezmiş İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Henüz lise öğrencisiyken sol düşünceyle tanıştı ve kendini dönemin eylemleri içinde buldu. 1968′de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.
Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin işgaline öncülük etti. Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipleyen Deniz Gezmiş 1969 yılında Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü. THKO örgütünü kuran Deniz Gezmiş bu örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı. Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalı’nın kaçırılması eylemine katıldı.Deniz Gezmiş Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı. Ardından Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.
Hiç sevmedim kimseyi senin kadar Yüreğim yanmadı hiç bu kadar Çok yanlızım seninle bir yarım Yok söylemeden olmaz Ben sana aşığım ahhh ah ben sana aşığım
Eğer elindeyse ne olur çal kapımı Eğer yüregindeysem ne olur sil göz yaşımı
Sen bilmezsin alırım haberini Yollara küsmüşsün hissettin mi gittiğimi Ahhh hissettin mi gittiğimi.. Buralar cehennem oldu inan bana Yanıp kavrulsamda seninle güzel ankara Ahhhh seninle güzel ankara Güneşimiz bu aşk yakar yüreğimizi Her dolmuş gözlerimizle göremeyiz hiçbirşeyi
Eğer elindeyse ne olur çal kapımı Eğer yüreğindeysem ne olur sil gözyaşımı..
Benim kara haberim senindir Eğer Leylan ölmüş derseler gelme sakın İstanbul’a Bulamazsın ki beni buralarda Bir bulut olup git Ankara’ya Yağ istediğin kadar toprağıma Ben bizim bahçede olacağım Tam siyah kordonlu saatin yanında O zaman bensiz dünyaya istediğin kadar bağırabilirsin Sensiz bu dünyayı sevmiyorum sevmiyorum sevmiyorum diye Ama şimdi ne olursun gel Leylan hayatta ve İstanbul’da Nefes almakta zor gelecek mi bir gün bana? Tek hayalim hissettiğim son nefesleri seninle alıp vermek Hissettiğim son nefesleri seninle alıp vermek nefeslerimi seninle alıp vermek Ahhhhhh ben sana aşığım…
MONNA ROSA Mona roza siyah güler ak güller Geyve’nin gülleri beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona roza siyah güller ak güller Ulur aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa Mona roza bu gün bende bir hal …var Yağmur iğri iğri düşer toprağa Ulur aya karşı kirli çakallar Açma pencereni perdelerini çek Mona roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla mona roza benbir deliyim Açma pencereni perdelerini çek Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığına Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi Seni hatırlatır her zaman bana Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur Bir mumun ardında bekleyen rüzgar Işıksız ruhumu sallarda durur Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ellerin ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi Ellerinden belli olur bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin ve parmakların Zaman nede çabuk geçiyor mona Saat on ikidir söndü lambalar Uyuda turnalar gelsin rüyana Bakma göğe tuhaf tuhaf bu kadar Zaman nede çabuk geçiyor mona Akşamları gelir incir kuşları Konarlar bahçemin incirlerine Kiminin rengi ak kiminin sarı Ah beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları Ki ben mona roza bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar su kenarında Kırgın kırgın bakma yüzüme roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım uymaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söyler Kırgın kırgın bakma yüzüme roza Artık inan bana muhacir kızı Dinle ve kabul et itirafımı Bir garip bir soğuk bir mavi sızı Alev alev sardı her yanımı Artık inan bana muhacir kızı Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Meyveler sabırla olgunlaşırmış Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Altın bilezikler o kokulu ten Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne Bir tüy ki can verir bir gülümsesen Bir tüy ki kapalı geceye güne Altın bilezikler o kokulu ten Mona roza siyah güler ak güller Geyve’nin gülleri beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona roza siyah güller ak güller MONNA ROSA niçin yazıldı? Belki de mahşeri kalabalığa okunan bu şiirin hangi hislerle yazıldığını tahmin bile edemezsiniz? Bilinen gerçekleri arda, arda sıralamak sizleri aydınlatabilir. Dilenirse şairimiz hakkında kısaca bilgi vererek konuya girmek istiyorum. Şöyle ki; şiirimizin yazarı Sezai Karakoç ilk, ortaokulu ve liseyi Diyarbakır, Gaziantep, K.Maraş’ta tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal bilimler fakültesini kazanır. Ve gider, gider ama başına geleceklerden veya başına getireceği olaylardan habersizdir. Neden sonra başlar okula dersler devam ederken şairimim gönlünü kaptırır bir muhacir kızına ve işte bütün mesele başlar, başlar ki ne başlar. Sonu olmayan bir başlangıçtır. Kısa bir süreden sonra dayanamaz ve kendini o kıza açmaya karar verir. Uzun bir tasavvurdan sonra İstediği gibi yapar ve gönlünde biriktirdiği aşkı artık kaldıramaz olmuştur.teklifine ret cevabı alma riski yüksek olduğu halde bırakır kendini uçsuz bir ummana.istediği cevabı alamamıştır,bu samimi Anadolu çocuğu kırılmıştır işte o an. Lakin bu kırgınlık uzun sürmez (çünkü uzunu daha başlamamıştır.) azimle tekrar deneyecektir.lakin istediği gibi hiç olmayacaktır.Ve bu hep böyle sürer gider. Ta ki gelir ,gelir ve bir yerde tıkanır işte bu tıkandığı yer 4. sınıf olur.ama o samimi delikanlı hiç pes etmemiştir.tam dört yıl hep istemiştir onu ,kendinden. Ama istediği hiç olmamıştır.belkide bir gün olacaktır.! Artık okul bitmek üzeredir.tam dört yıl geçmiştir .Geçmiştir ,ya delmişte geçmiştir kimi sineleri. Mezuniyet merasimi düzenlenmektedir Ankara üniversitesinde öğrenciler 4 yılın yorgunluğunu ,bitirmenin sevinciyle bu merasimde birleştirecektir.lakin birleştiremeyenlerde vardır o mahşeri kalabalıkta onlar gerçekle yapışmış yüreklerini koyacaklardır ortaya. İşte burada Sezai Karakoç onların hepsine tercüman olacaktır o mükemmel ve emsalsiz sevgisiyle . Bu program da Sezai Karakoç yazdığı şiiriyle yerini almıştır.ve de işte o beklenen an gelir çatar. O yılların gerçekleri bir şamar gibi patlar ortada ve sesi yankılanır Ankara sokaklarında. Sezai Karakoç anons edilir. Yazdığı şiiri okumak üzere. Ankara siyasalın önü ana baba günü gibidir herkes ordadır bütün hocalar öğrenciler ve hatta misafirler lebalep dolup taşmıştır.merasim alanı.Sezai Karakoç şöyle bir kalabalığa bakar o buğulu gözlerle ,gönlünde yer alamadığı insanı aramaktadır mahşeri kalabalık içinde ve şiirini okumaya başlar. Mona roza siyah güler ak güller Geyve’nin gülleri beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona roza siyah güller ak güller … Şiir bitene kadar kalabalıktan hiç ses gelmez olur, ta ki son kıtayı okuyana dek ve kalabalıkta müthiş bir uğultu patlar. Herkes bir birine bir şeyler sormaktadır ama sadece bilinen bir gerçek var ki herkes bu şiirden çok etkilenmiştir hele biri var ki gönlünde fırtınalar kopmuştur tam dört yıl sonra geçte olsa anlamıştır ve işte o uğultunun arasından bir kız öğrenci sıyrılır kürsüye yaklaşır dört yılı harabeden ve sonrasını da edecek olan kişidir O,O MUAZZEZ AKKAYA’ dır.Ağlayarak ve yalvarmalı bir sesiyle -ben seni kabul ediyorum der. Ama çok geçtir artık çünkü bu samimi genciz bu ağır aşka dayanacak takati kalmamıştır kürsüye dönerek -şimdi de ben kabul etmiyorum der ne derece yürekten gelerek söylediği tartışılır ama beklide bir intikamdır ,beklide ilk defa gururu aşkının önüne geçmiştir delikanlının Ve bir daha Muazzez Akaya’yı hiç kimse görmemiştir çünkü o ret cevabının ardında intihar etmiştir. ve karakoç da bu şiirin ikincisini yazar (YAZAR HALA HAYATTA VE BEKARDIR…) Ve Monna Rosa Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi. Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara: Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi. Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara, Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara… Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun. Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü; Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun. Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti: Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun, Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü… Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa; Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar. Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa, İçine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar. Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar. Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa. Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır Ve kediler her gece sürünür yastıklara. Denizleri bahtiyar eden günler kısalır; Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara, Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır. Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır. Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık! Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi. Sana da Monna Rosa, taş bebeği bıraktık. Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi. Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık; Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi… Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık! Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim; Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura. Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim, İtimat edeceğim şu belalı yağmura. Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim Asılmış bir adamın iki eli yağmura. Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim. Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye. Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni Katıvermek sessizce söylenen bir türküye. Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya, Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni. Sana tavuskuşunun içime girdiğini Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu, Bana da bir çift ak kanat kaldığını Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi. Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara: Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi. Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara, Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara… (1952, Kış, Yılbaşı Gecesi) Sezai Karakoç
Yılmaz Erdoğan Ankara Şiiri Ankara İle İlgili Şiir Yılmaz Erdoğan Ankara
Ankara
Ankara’ya öyle yakışırdı ki kar.. asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar… kimse keman çalmaz belki ama çok keman çalınsın balolarında diye yapılmış gri sisli binalar… alnının ortasında ciddi bir devlet asabiyeti. çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar, bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş! (biz bir şeyi delicesine severiz ama tanrım neyi?) kahve önü çatlak mozaik bel kemiğine tehdit kürsüler üstünde çok sigara içen öğrenciler bir daha asla yaşayamayacağı aşkları teğet geçerken hep onu sevmeyenleri severek hep onu sevenin gözlerinden kalabalıklara kaçarak karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara, yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını bir izmirli güzele dayatmak varken (hep kardeş olacak değiliz ya, yaşasın halkların sevgililiği!) soyut bir sevdaya beşik kertilmiş olan dağda çoban, şehirde şark çıbanı sayılan, fırat’ın büyük elleri ararat’ın kız yelleri cilo’nun derin nefesleri hülasa kente hukuk mukuk okun mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş anadolu çocukları, ankara’ ya öyle yakışırdı ki kar asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar (belki balkona kar seyretmeye çıkar diye sevdiğimiz kızlar çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman bu kar mevzuu kızlara yeterince ilginç gelmemiştir hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar hüzünlü gelmez insana ankara’da, yoksa bugün bir hayat yaşanmayacakmı duygusu çöker bütün bozkıra. Kimse keman çalmaz belki Belki bu fiim hiçbir zaman o kadar fiyakalı olmayacak ama Hiçbir lahmacunda o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin tadını vermeyecek bir daha Çok daha iyilerini yedim sonra bizzat Urfa’da hatta Ama hiçbirinde o kadar aç oturrnadım sofraya ankara’ya öyle yakışırdı ki kar çok yabancı bir soluk duyulur bazı bilinmez bir dilin ıslığından anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar öyle deme Ankara’yı sevmeyene bir zulümdür bu kadar insanın neden ankara’yı sevdiğini anlamadan ankara’da yaşamak yollarına hep sevdiğimiz insanların adlarını vermediler ama biz her duvara bilvesile onların adını yazarak yaşadık kül ve betondan mürekkep yaşadıkça yaşanılası gelen o tuhaf bozkır kokusunda. ankara’ya öyle yakışırdı ki kar. asfaltlar ışıldar… bir günden bir sürü gün yapan mesai saatlerinde hiçbir şey yapan hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan rakıyı bol sulu içen dokunmasın için deği! çabuk bitmesin diye devletimin tekel rakısı, hep kağıtlara bakarak, hep kağıtlardan bakarak hem neşet ertaş’ ı hem bülent ersoy’ u aynı anda sevmeyi başararak, karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı çok beğenmeyerek ama yine de bu tasarrufunu takdir ederek boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi yürüyen… memurlar……. ankara’ya öyle yakışırdı ki kar.. asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar… biz, şimdi kapalı birr kuruyemişçi dükkanının -ki bütün plan kar altında tuzsuz ay çekirdeği çitileyip yanı sıra bafra içmektir- kötü ışıklandırılmış vitrininden umutsuzca içeri bakan, kimliği gereğinden fazla sorgulanmış, merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş, -yani sistem kendi verdiği kimliği zırt pırt geri istemektedir- doğduğu yer yüzünden doğuştan kavgacı zannedilen ama pek çoğu kavgadan nefret eden kavgacı esmer cesur korkak çoğu kürt çoğu türk çocuklardık… ankara’ya öyle yakışırdı ki kar…. ha sonra belki ahmed arifin aklına hiçbir şairin aklına gelmeyecek -çünkü hiçkimse bir daha ankara’ yı O’nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir: kar altındadır varoşlar hasretim,nazlıdır ankara….. ustam yine sen bilirsin ama hangi aralıkta bir şair ölmüşse işte o,en netameli aydır bence. ankara’ya öyle yakışırdı ki kar… asfaltlar ışıldar… yalanlar… şimdi ve sonra ne zaman ankara’ya kar yağsa elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.
Başkent Ankara şiirleri, Ankara şiiri, Ankarayla ilgili şiir, Ankara için yazılmış şiir
Ankara
Ne istersen var şu Van’da Kürtlerin kurutulmuş gölü Siyasetin projesine düştü, ömür.. Yeşillenir küçük bir kır
İstendi mi göz boyamak Baş üstüne teşkilatım Terörle sokak, ocak, bucak Giremem ki konuya ve edemem seyahat
Ankara’nın başında belalı İstanbul Radyosunu geçmiş tiril tiril televizyon. Gözümde kilo metrelerce uzakta kalmış Varılmayan nasibim, dağlar ardında koca semt.
Ankara’nın Üsküdar’ında dert başta Hayal kurmak istiyorum güzeliyle Bir apel beklerim koca kentten Dünden sorumsuz yarına bir sitem
Birinde ezgisi var Anadolu’nun Çobanların gözdesi denizler Zengin olmak için müstakiller yaraşır ( ) Yetmeyen memlekete ithal et karışır ( )
Birinde ezgisi var Anadolu’nun Birinde müzik var, ötekinde zılgıt Birinde mektup var, diğerinde resim Bir araya gelinse bu düşler anlaşılmaz
Birinde var bir bildiğim O beni takmayan aklı başında Unutmuş, geçmiş ve bitmişle sona eren Ve yalnız başlayan bir sonun hikayesi
Benden bir selam alırsın Ardından her bitimin ucunda özlemler Seni anarım yağan karla Sen olsan şimdi başımda
ANKARA’M
Yolların ırağından sana geldim bak! Yine bir kasım akşamında Ankara’m Savrulan ruhum ile dans ettiler Sarı yaprak, kızıl çam, mavi duman Nedir bu heyecan telâş? Gelişime sürur sesimi yoksa? Mahir zaman eşiğinden seyrettim seni Hatırımı soran akşamda…
Tutunacak dal buldum, dize derman olacak Yorgun yol ortasında azıcık nefeslendim Ilıman nefesinle okşanınca narin ruhum İhrama girer gibi, bir his ile beslendim
Gecenin gizeminde hüznün rengi Yorgun gözlerime aksetti sandım Puslu aynalar bana gülümserken Geçen bahar mevsimine uyandım.
Bir sanat eserini ziyaretmiş bu geliş Dünden vefa beklemek en büyük gaflet imiş
Bir zamanlar, Bırakmıştım sana bir manada Epeyce içi dolu hatıra… İyi bakmışsın emanetim güvende hala İki günlük sürenin keyfini süreyim bırak Yetmez mi ezdirdiğim kendimi onca zamana Minnet borcumu elbet bir gün, Elbet bir gün ödeyeceğim sana…! Asuman Soydan Atasayar
ANKARA’DA İKİ MEVSİM
Önce sert rüzgarlar esti. Yapraklar çınarlara, Kestaneler atlarına küstü. İndiler aşağı,birer ikişer. Kiminin kabuğu dikenli, kiminin patlak. Baktılar! Öbür yapraklar da atladılar. Ağaçlar kaldı çırılçıplak… Geçti yaz.
Sonbahar nazlandı, Kaldırımdan kaldırıma, Sürüklendi biraz, Çöpçüler çok kızdılar. Sonbaharı süpürüp bidonlara koydular. Kimse görmesin diye. Gece Mamak’a götürdüler, Ben gördüm,bilirim. Orda birileri sağa sola bakar, Kibrit çakıp sonbaharı yakar. Kesin yaktılar… Hem kel hem fodul kaldı Kumrular.
Ve bugün Ankara Bensiz seninle yaşadığı günlerden birini, Sensiz benimle yaşadı. Lapa,lapa kar yağdı. Çatılar duvak,yerler gelinlik giydi. Kartopu oynadık,kardan adam yaptık. Akşam,Bartın kestanesi soyduk…
Sabah sığırcıklar serçeler Daldan dala uçtular ama nafile, Karlar altında kaldı bütün nevale… Penceremizdeki karı oyduk İçine bayat pilav koyduk…
Gözükmüyor sisli dağları Ankara’nın. Mektuplarında yazdığın güzelliği kalmadı, İlkbaharın,yazın… Ve ben o ilkbaharı, O yazı hiç görmedim… Ve şimdi soğuk… Çok üşüyorum canım…
Ankara dediler yavrum götürdüm Haftalarca hastanede yatırdım Bırakmadım başucunda oturdum Çaresiz diyerek attın Ankara
Ankara’da hiç hastane koymadım Kaçını gezdimse bilmem saymadım On beş günde hiç elbise soymadım Gözümde bir hiçsin bittin Ankara
Yirmi yıl getirdim Ankara sana Hiç umut vermedin çareden bana Hep zorluk çıkarttın yavrumdan yana Beni ciğerimden ettin Ankara
Bu kalbin yarası seni bitirir Gün geçtikçe kalp ritmini yitirir Gücü kalmaz tehlikeye götürür Sonsuz karanlığa ittin Ankara
Başkentte dediler ciğer çalışmaz Ankara tıp dedi dermanı kalmaz Hacettepe dedi fazla yaşamaz Ver artık yavrumu yettin Ankara
Yoğun bakımdayken dardı odası Bir kural koymuşlar girmez babası Kapısında ağlar garip anası İster Ali’sini nettin Ankara
Bu acıyı gözyaşında aradım Her köşede gizli gizili ağladım Akan yaşla mendilleri suladım Geri ver Ali’mi çattın Ankara
Ben bu derdi Ankara da azdırdım Param yoktu beş de altın bozdurdum Bilet aldım veresiye yazdırdım Refiki Ali’den ettin Ankara
Refik Kutlu
Ankara Şiiri
Ankara’da doğdu gün; Öğün Türk oğlu öğün. Tan yeridir Türklüğün, Bahtı ak, taşı kara Adı büyük Ankara.
Ordu kuruldu, Düşman orda vuruldu. Türk’e bir kale oldu. Bahtı ak, taşı kara Yurdun kalbi Ankara.
Harp meydanı orası Başkomutan ovası Bahtı ak, taşı kara Can evimiz Ankara.
H.Ali YÜCEL
Ankara Marşı
Ankara, Ankara, güzel Ankara, Seni görmek ister her bahtı kara. Senden yardım ister her düşen dara, Yetersin onlara güzel Ankara.
Burcuna göz diken, dik başlar insin, Türk gücü orada her zoru yensin, Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin, Varolsun toprağın, taşın Ankara.
Halil Bedii YÖNETKEN
27 Aralık
Yirmi yedi Aralık’ta, Atam geldi, Ankara’ya. Ülkem kalmış, karanlıkta, Merhem oldu, her yaraya.
Atam, Ankara’da durdu, Meclisi, buraya kurdu. Kurtuluşa, karar verdi, Hep toplandık, bir araya.
Düşmanları, yurttan attı, Türklüğüme çok şan kattı. Ankara’yı, başkent yaptı, Hemşeri oldu, buraya.
Atatürk’ü, çok severiz, Onun yolundan gideriz. Uygar ülke, hedefimiz, Örnek olalım, dünyaya.
Hüseyin Celep
Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi
Dokuzyüz ondokuz aralık ayı Dikmen sırtlarına vardı Atatürk Tüm seğmenler karşıladı Ata’yı Milleti bağrına sardı Atatürk
Vatan aşkı ile düş olduk nara Zafer türkün oldu sarıldı yara Bir yüce ses dedi Başkent Ankara Millet meclisini kurdu Atatürk
Koca dünya şaştı eyledi hayret Tükenmedi azim ihtikat gayret Artık hiç kimseye eylemem minnet Bana lisanımı verdi Atatürk
Sefil ERÖKSÜZ’üm vatan can bağım Cumhuriyetliktir tarihim çağım Göklere taht kurdu şanlı bayrağım İstiklal gülünü derdi Atatürk
Mehmet Ali Eröksüz
ANKARA
Ey insan arşı yayla! Ey bozkır! Ey Ankara! Seslen bana: Ben senden nasıl uzak yaşarım; Bahtım, senin bağrından ayrıldığım an kara, Ben sendeki gözlerden feyz alarak yaşarım.
“Halep ordaysa arşın burda.” dersen ne çıkar? Sende al atım için meydan da cirit de var. Başka yerin sahrası hız almaya bile dar! Ben sende heyecanım şahlanarak yaşarım!
Koşarım bozkırlarda gem bilmeyen bu tayla, Hislerim sürü sürü benim, bağrım da yayla. Ana gibi, yar gibi kaynaştım Ankara’yla, Alnım gökten yukarı, mermerden ak yaşarım.
Fatih’in gemileri nasıl kaydı karada? Nasıl bir sızı vardır şerefli bir yarada? Ben böyle imkânsızlık içinde Ankara’da, Hayatımı sürerim, hislerimi yaşarım.
Gönlümü atsalar da dünyanın bir ucuna, Düşer bir gülle gibi Ankara’nın burcuna, Bilmem şahin sığar mı avuçların ucuna, Ankara’da ben böyle çırpınarak yaşarım.
1. GÜN::Sabah saat 07.30 da Emekli Sandığı (Güven park üstü)önünden hareket.Otobüste verilecek 8 çeşit mönü tabağı şeklinde kahvaltımızı aldıktan ve keyifli yolculuğumuzun ardından Tuz Gölüne varış. Burada fotoğraf çekimi için verilen serbest zaman akabinde gerekli molaların ardından Kapadokya bölgesinin vazgeçilmez duraklarından biri olan Melendiz çayının 14 km aşındırmasıyla oluşan Ihlara Vadisi’ne varış. Dere kenarındaki Öğle yemeğimizin ardından vadi içerisinde yürüyüş… ve kiliselerinin gezilmesinin ardından Nevşehirin ilçesi Derinkuyu’ ya hareket. Burada; Türkiye’nin en büyük Atatürk heykelinin görülmesi ve fotoğraf çekimi. Akabinde Hristiyanlığın yayılma döneminde savunma ve saklanma amacıyla yer altındaki yumuşak kayalar oyularak VI. – X yüzyılları arasında yapıldığı tahmin edilen Derinkuyu Yeraltı Şehrinin gezilmesinin ardından Otele hareket . Odalara yerleşme, dinlenme ve akşam yemeğimizin ardından Kapadokya nın olmazsa olmazlarından Türk Gecesine hareket. Eğlencemizin ardından Konaklama otelimizde. TURİST HOTEL GÖREME >> 2. GÜN: Sabah kahvaltı sının ardından Ürgüp Turasan Şarap Fabrikası’nda şarap mahsenlerinin gezilmesi ve şarap ın nasıl yapıldığı hakkında bilgilendirme nin ardından dileyen konuklarımız için şarap ikramı ve alış veriş, Asmalı Konak gezilerimizin ardından Bölgenin en yüksek tepesi olan Uçhisar Kalesi ne çıkış, Kaya mezarlarının görülmesi ve fotoğraf çekimi akabinde. Bölgeye has özellikte olan Onyx Taşı’nın görülmesi ve atolyesinin gezilmesi akabinde alışveriş için serbest zaman. Öğle yemeği(Taşhan Restaurant). Yemekten sonra Güvercinlik Vadisi’nde fotoğraf çekimimizin ardından Göreme Açıkhava Müzesi ne hareket burada; Rahibeler ve Rahipler Manastırı, Aziz Basil Şapheli, Yılanlı Kilise(Aziz Onuphrius), Çarıklı Kilise, Aziz Barbara Şapheli, Elmalı Kilise, Tokalı Kilise, Mutfaklar, kilerler in gezilmesinden sonra Paşabağ Vadisi ne hareket burada Aziz Simon kilisesinin gezilmesi akabinde çanak ve çömlekleriyle ünlü Avanos un gezilmesi ve alışveriş için serbest zamanın ardından Hacı Bektas-ı Veli dergâhına hareket. Dergâh misafir haneleri ve türbenin gezilmesinden sonra Ankara’ya hareket. Gerekli molaların ardından akşam saatlerinde Ankara’ya varış.
Hava şartları uygun olmadığı taktirde ıhlara vadisine inilmeyecek dışardan görlecektir… TURİST HOTEL GÖREME >> ÜCRETE DÂHİL HİZMETLER
· Klimalı TV li Lüks otobüs ile ulaşım · 1 gece YP konaklama · 2 Sabah kahvaltısı (Birincisi Otobüste 8 çeşit menü tabağı) · 1 Akşam yemeği · Programda belirtilen geziler · Rehberlik ve VES TURİZM refakat hizmetleri · Seyahat esnasında sıcak soğuk ikramlar · Seyahat Güvence Poliçesi
EKSTRA HİZMETLER
· Müze ve ören yeri giriş ücretleri · Yemeklerde alınacak içecekler · Öğle yemekleri · Ekstra harcamalar · Bahşişler · Türk Gecesi (30TL)
TUR ÜCRETİ : İKİ KİŞİLİK ODADA KİŞİ BAŞI 175 TL
KAMPANYALAR TUR TARİHİNDEN 15 GÜN ÖNCESİNE KADAR YAPILAN KESİN KAYITLARDA ODABAŞINA 30 TL İNDİRİM UYGULANIR FORUMDAS.NET UYELERINE %10 INDIRIM UYGULANIR
BU GEZİMİZ İÇİN GEREKLİ MALZEMELER: Hava şartlarına uygun yürüyüş giysisi ve yürüyüş ayakkabısı, koruyucu krem, yedek çorap, yedek çamaşır ve giysi, Kazak, Eldiven, küçük sırt çantası, su kabı, gözlük, fotoğraf makinesi,filmi, kamera TUR KALKIŞ PLANI: Emekli Sandığı önü (Güven Park Üstü) 07.30 Milli Kütüphane – Bahçelievler 07.40 Ufuk Hastanesi (Eski Trafik Hastanesi) 07.45
Ankara çıkışlı turlar, Ankaradan 14 şubat sevgililer günü kapadokya gezisi kapadokya turu ankara hareketli 14 şubat REZERVASYON:VES TURİZM TURSAB NO: 4005 0312 430 44 30–0545 212 19 15–0539 314 29 48 VES TURÄ°ZM 0 312 430 44 30 Ankara çıkışlı Ankaradan hareketli Turlar Geziler ILGAZ KARTALKAYA SOMESTRE ANKARADAN SEVGILILER GUNU TURLARI GEZILERI Atürk Bulvarı 81/2 Kızlay Ankara 14 Şubat sevgililer günü kapadokya gezisi kapadokya turu gezileri ankara deparlı 14 şubat sevgililer günü kapadokya gezisi kapadokya turu ankara kalkışlı 14 şubat sevgililer günü kapadokya turu turları turlar tur gezileri gezisi geziler gezi kapadokya turu, nevşehir turu 14 şubat sevgililer günü kapadokya gezisi 14 şubat kapadokya nevşehir gezisi , ürgüp turu, göreme turu, ıhlara vadisi, göreme açıkhava müzesi, k ankaradan sevgililer günü turları ankaradan kapadokya ankara çıkışlı kapadokya gezisi gezileri ankara hareketli kapadokya derinkuyu yeraltı şehri, kaymaklı yeraltı şehri, türk gecesi, uç hisar, onyx, güvercinlik vadisi, karanlık kilise, elmalı kilise, tokalı kilise, ankara çıkışlı kapadokya turu, hacı bektaş turu, hacıbektaş veli dergahı, ıhlara treking turu, doğa turları, treking, balon turları, ankaradan balon turu, günübirlik turlar, hafta sonu
13 Ekim Ankara’nın Başkent Oluşu 13 Ekim Ankara’nın Başkent Oluşu etkinlikleri Ankara’nın başkent oluşu 13 Ekim
Her yıl 13 Ekim günü Ankara’nın başkent oluşu, düzenlenen büyük törenlerle kutlanır. Ankara Kalesi’nde başlayan bu törene özel giysileri içinde seymenler, öğrenciler, çeşitli dernek temsilcileri katılırlar. Törende yapılan konuşmalarda Ankara’nın başkent oluşunun anlam ve önemi belirtilir.
Ankara’nın başkent olması Mustafa Kemal, Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandıktan sonra, Padişah VI. Mehmet tarafından 30 Nisan 1919’da 9. Ordu Müfettişliğine atandı.[46] 19 Mayıs 1919’da Refet Bey (Bele), Kâzım Bey (Dirik), ‘Ayıcı’ Mehmet Arif Bey ve Hüsrev Bey (Gerede) ile birlikte Samsun’a çıktı. Anadolu’da Havza ve Amasya Genelgesi’ni yayınlayan ve Sivas ile Erzurum Kongresi’ni düzenleyen Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti ile Amasya Protokolü’nü imzaladı. Bu protokol üzerine Meclis-i Mebusan açılmıştır. Mustafa Kemal, meclis çalışmalarını daha yakından izleyebilmek için 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelmiştir. Ankara’ya gelmesinin nedenleri arasında buranın demiryolu ağına sahip olması, İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmemiş olması, merkezi bir konumda bulunması ve Batı Cephesi’ne yakınlık gibi nedenler de etkili olmuştur. Meclis, 28 Ocak 1920’de oybirliği ile Misakımillî’yi kabul etmiştir. Bunun üzerine İstanbul işgal edilmiş ve meclis kapatılmıştır. Mustafa Kemal, 19 Mart 1920’de illere ve kolordu komutanlıklarına bir genelge göndermiş ve Ankara’da olağanüstü bir meclisin açılacağını duyurmuştur. Seçimlerin ardından 23 Nisan 1920’de TBMM açılmış ve hükümet kurulmuştur. Türk Kurtuluş Savaşı bu meclisten yönetilmiş, savaşın kazanılmasının ardından Lozan Antlaşması imzalanmış ve I. TBMM seçim kararı almış ve yerini II. TBMM’ye bırakmıştır. İnkılap Meclisi olarak da anılan bu meclis 13 Ekim 1923’te Ankara’yı başkent ilan etmiştir