Cuma namazının farzı iki rekattır. Dördü önce ve dördü de sonra olmak üzere toplam sekiz rekat sünneti vardır. Dileyenler zuhr-i ahir ve vaktin sünneti diye bilinen namazları da kılabilirler. Bu namazları kılmak isteyenleri engellemek de doğru değildir.
Cuma Namazı Kaç Rekattır? Diyanet İşleri Başkanlığı,
Cuma Namazı Kaç Rekattır?
Cuma namazının farzı iki rekattır. Dördü önce ve dördü de sonra olmak üzere toplam sekiz rekat sünneti vardır. Dileyenler zuhr-i ahir ve vaktin sünneti diye bilinen namazları da kılabilirler. Bu namazları kılmak isteyenleri engellemek de doğru değildir.
Pascal, çok genç yaşlarda çok önemli çalışmaları tamamlamış ve matematiğin gelişimine çok önemli katkılar yapmıştır. Pascal, 25 yaşına geldiğinde kendisini felsefe ve dine adamış, 39 yaşında ölmüştür.
Türkçe’ye Düşünceler ismiyle çevrilen notlarında Pascal’ın dünya görüşünü yansıtan ünlü bahis şu şekildedir:
‘Allah ya vardır, ya yoktur.’ Acaba hangi görüşe meyledeceğiz? Akıl bu bu hususta karar mercii olamaz. Sonsuz kaos bizi Allah’tan ayırmaktadır. Bu sonsuz mesafenin sonunda bir talih oyunu oynanıyor, neticesi ya yazı, ya tura olacak. Siz hangi taraf için bahse gireceksiniz? Aklın aracılığına başvurunca ne bir tarafı, ne de Ötekini tercih edemiyorsunuz. Akıl ne tercihte bulunmayı sağlıyor, ne de hangi şıkkın yanlış olduğunu isbata güç yetiriyor. O halde iki şıktan birini seçmiş kimseleri hata işlemiş olmakla suçlamayın; çünkü bu seçim hakkında siz de hiçbir şey bilmiyorsunuz. ‘—Hayır, fakat ben onları bu şıkkı seçtiklerinden dolayı değil, bir seçim yaptıklarından dolayı suçluyorum; zira biri yazıyı, biri turayı seçmiş olsa da, ikisi aynı derecede hataya düşmüştür. En iyisi hiç bahse girmemektir.’ Doğru, fakat bahse girmek zorundasınız. Bu hal bizim irademize bırakılmış değil. Bahse girip girmeme gibi bir şık yok önünüzde. Bir kere yola çıkmışsınız; yaşıyorsunuz. Acaba hangi tarafı seçeceksiniz? Beraberce görelim: Madem ki, bir şıkkı seçme zorunluluğu var, öncelikle menfaatimize en uygun olan şıkkı arayalım. Sizin için kaybedilecek iki şey var: hakikat ve hayır, iki şey ortaya koyuyorsunuz: aklınız ve iradeniz, bilginiz ve mutluluğunuz. Ve fıtratınız gereği iki şeyden de kaçınıyorsunuz: hata ve acziyet. Bir kere, madem ki seçme zorunluluğu var, iki taraftan birini tercih etmiş olmak insanı küçük düşûrmez. Bu apaçık ortada olan bir mesele. Peki mutluluğunuz ne olacak? Allah’ın varlığı şıkkını seçtiğiniz takdirde ne kazanıp ne kaybedeceğinizi tartalım. Bu şıkkı seçerek bahsi kazanmış olursanız, herşeyi kazanmış olacaksınız. Kaybetmiş olursanız, hiçbir şey kaybetmiş olmayacaksınız. O halde hiç tereddüt etmeyin; Allah’ın varlığı lehine bahse girin. ‘Bu muhakemeniz harika. Evet bahse girmeliyim, fakat belki de kazancım bana haddinden fazla pahalıya mal oluyor.’ Görelim: Kazanma ve kaybetme şansı eşit olduğundan, yalnızca bire iki hayat kazanmaya talip olduğunuzda, hâlâ bahse girebilirsiniz. Peki ya bire üç kazanmaya talip olduğunuz takdirde? isler istemez bahse girmek zorundasınız. Ve, bir kere oynamaya yükümlü olduktan sonra, içinde eşit kaybetme ve kazanma şansı olan bir oyunda bir hayata karşılık üç hayat kazanmak için riske girmemek sizin için hikmetsiz bir tercih olacaktır. Üstelik karşınızda sonsuz bir hayat ve sonsuz bir mutluluk var. Öyle olunca, yalnızca biri sizin lehinize olan sonsuz sayıda şans var olsaydı bile, iki kazanmak için bir bahse girmek hâlâ doğru olacaktı; ve, eğer kazanılacak olan şey sonsuz derecede mutlu bir hayatın sonsuzluğu idiyse, oynamaya mecbur olduğunuz ve sonsuz sayıdaki ihtimalden yalnızca bir ihtimalin sizin lehinize olduğu bir oyunda üçe karşı bir hayatı bahse koymayı reddederek yanlış bir şekilde davranıyor olacaktınız. Fakat burada sonsuz derecede mutlu bir hayatın sonsuzluğu var; sonlu sayıda bir kaybetme şansına karşı bir sonsuzu kazanma şansı, ve bahse koyduğunuz şey de sonlu. Bu durum bir tercihe mahal bırakmıyor; ortada bir sonsuzluk var olduğundan, ve kazanma şansına karşı kaybetme şansı sonsuz olmadığından, şüpheye hiç gerek yok, herşeyi vermelisiniz, işte bu bakımdan, oynamaya yükümlü olduğunuz bu hayat oyununda, şu sonlu hayatınızı sonsuz bir hayatı kazanmak için riske atmak yerine so¬nu hiçliğe varan diğer şıkkı tercih ediyorsanız, akıldan istifa etmeniz gerekir. Buna karşılık, kazancın şüpheli olduğunu, herşeyin talih ve tesadüfe bırakıldığını söylemenin; göze alınan sefaletlerin belirli oluşuyla kazancın belirsizliği arasındaki sonsuz mesafeyi mütalaa edince, kesin olarak tehlikeye attığımız şu sonlu hayatın şüpheli olan bir sonsuzlukla aynı tutulmuş olduğunu ileri sürmenin iler tutar bir tarafı yoktur. Durum bu değildir. Bir talih oyununa giren herkes ortaya kesin bîrşey koyarak talihini denediği halde, kazanacağı her zaman için şüphelidir. Onun, böyle yapmakla, aklı rencide etmeksizin sınırlı ve cüzi birşeyi tehlikeye koyduğu aşikârdır.
Bu bahsimizde ise belirli bir risk ile belirsiz bir kazanç arasında sonsuz bir uzaklık yoktur: bu doğru değildir. Gerçekte, kazanmanın kesinliği ile kaybetmenin kesinliği arasında sonsuz bir uzaklık vardır, fakat kazanmanın belirsizliği ile riske atılan şeyin belirliliği arasındaki oran, kazanma veya kaybetme şanslanyla uyum içindedir. Ve bu yüzden, eğer bir tarafta diğeri kadar çok şans varsa, siz teke karşı çift oynuyorsunuz. Ve bu durumdaf riske attığınız şeyin belirliliği, kazanabileceğiniz şeyin belirsizliğine eşittir; o hiçbir surette ondan sonsuz derecede uzak değildir. Bu yüzden argümanımız, kazanma ve kaybetme şansının eşit olduğu ve kazanılacak olan sonsuz bir ödülün var olduğu bir oyunda bahisler sonlu olduğunda, sonsuz bir ağırlık taşır, Bu kesin ve inandırıcı bir isbat yoludur ve eğer insanlar Allah’ın varlığını kabul edip ona göre yaşama gereğini, ancak bu şekilde anlayabilirler.
AK Parti İstanbul Milletvekili Hakan Şükür, Fethullah Gülen hakkında konuştu. İSTANBUL millet vekili Hakan şükür AK Parti İstanbul Milletvekili Hakan Şükür, Fethullah Gülen’in hizmetlerinin takdirle karşılanması gerektiğini belirterek, “Hizmetleri takdirle karşılanması gereken bir insanın yaşadıkları, ona bakış açımı daha da saygın ve sevgi dolu bir hale getiriyor” dedi.
Şükür, “Değerlerim ve inancım noktasında kendisini değerli buluyorum, bunu söylemekten de hiçbir zaman sakınmadım” dedi.
“Dünün futbolcusu, bugünün siyasetçisi” Şükür, Fethullah Gülen’e yakınlığına yönelik yapılan yorumlara açıklık getirdi.
Şükür’e yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
Soru: Spor camiasından gelerek siyasete atıldınız. Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyim?
Cevap: İlkemiz, yaptığımız her işte hizmet etmek, topluma örnek insan olabilmek. Bu anlamda doğru bir model olabilmişim ki AK Parti’nin, Sayın Başbakanımızın teklifi ve teveccühüyle Meclis bünyesinde bulunmaya başladım. İnşallah olumlu hizmetler yapmaya çalışacağım. Sporcu Hamza Yerlikaya’dan sonra buralara gelmek gurur verici.
Soru: Milletvekili olmadan önce düşündüğünüz siyaset ile milletvekili olduktan sonra siyaset arasında fark var mı?
Cevap: Aslında beklentilerimin karşılığını da alıyorum, hiç beklemediğim şeyler de oluyor. Türkiye’nin güçlendiği ama bu güçlülüğünün aşağı çekilmek için çok farklı çabaların da olduğu bir dönemdeyiz. Ülkedeki büyük değişimi görebiliyorum. Geçmişle bugün arasında bir kıyaslama yaparsak, zaten partimizin aldığı oy oranı ile de doğru orantılı yükselen bir grafik var. Sayın Başbakanımızla bir hukukumuz var. AK Parti Milletvekili gibi değil de daha çok duyarlı, toplumda bir çok farklı görüşe yer veren ve hepsini kapsayacak şekilde milletvekilliği yapmak istiyorum.
Soru: Milletvekili seçilince çevrenizden, spor camiasından “öncelikle şunu gündeme getirmelisin” denilen bir konu oldu mu?
Cevap: Ben bütün sorunlarını biliyorum. Futbol Federasyonu ve kulüplerimiz özerk. Bu bünye içerisinde bazı şeylere çözüm bulmak hakikaten çok zor. Şikayet etmek, sorunu çözmek demek değil.
“Öyle bir tercih yapmak doğru olmaz”
Soru: Futbol mu siyaset mi dersek hangisini tercih edersiniz?
Cevap: Öyle bir tercih yapmak doğru olmaz. Futbolu doya doya, büyük keyifler alarak ve başarılar elde ederek yaşadım. Takım başarısı olarak da bireysel başarı olarak da çok şeyler yaşadım. Burayı da bir takım olarak görürsek, başarılı bir takımdayım, AK Parti bünyesinde olmaktan mutluyum. Bu başarıyı daha da yukarılara çıkarmak için buradayım, elimden geleni yapacağım. Futbol ile burası arasında inanılmaz derecede paralellik gösteren şeyler var. Siyaseti de iyi anlayabileceğimi düşünüyorum.
Soru: Meclisin Futbol takımında da oynuyorsunuz. Takım arkadaşlarınıza taktik veriyor musunuz?
Cevap: Taktik değil de futbolun gerekli sistemlerini zaman zaman anlatmaya çalışıyorum. Ama hepsi futbolu bilen tecrübeli arkadaşlar.
“Başbakan çok iyi bir futbolcu”
Soru: Sayın Başbakan da gençlik yıllarında futbol oynamış. Başbakanın futbolculuğunu nasıl buluyorsunuz, onunla maç yapmak ister misiniz?
Cevap: Çok iyi bir futbolcu. Devlet Başkanlarıyla yaptığı maçta da o yeteneklerini gösterdi. Saha görüşü, yani Türkiye’yi, dünyayı bir saha olarak görürseniz, futbolun ona bugünkü başarısında çok şey kattığını düşünüyorum. Oradan yola çıkarak kendimin de verimli olacağını düşünüyorum. İstanbul Belediye başkanlığı döneminde Sayın Başbakanla çok maç yaptım. Sosyal etkinliklerde beni yanında görmek istiyordu.
“Genel Başkanıma büyük bir hayranlık duyuyorum”
Soru: Örnek aldığınız, saygı duyduğunuz bir kanaat önderi var mı?
Cevap: Genel Başkanıma hem insani hem siyasi olarak büyük bir hayranlık duyuyorum. Çok değerli bir büyüğüm, çok duygusal ama lider özellikleri taşıyan, bazı şeyleri yarasına tuz basıp içine atan birisi.
Soru: Nikah şahidiniz de olan Fethullah Gülen ile olan yakınlığınız hep tartışıldı. Buna ilişkin bir şey söylemek ister misiniz?
Cevap: Hizmetleri takdirle karşılanması gereken bir insanın yaşadıkları, ona bakış açımı daha da saygın ve sevgi dolu bir hale getiriyor. Çünkü, dünya üzerinde Türkçeyi, Türkiye’yi iyi bir şekilde temsil ediyor. Hele böylesine dönemlerde, en ihtiyaç duyduğumuz anlarda böyle bir avantajımız var. Cumhuriyet tarihi boyunca çok önemli değerler vardı ama istenilen gibi değildi. Ülkemizin her platformda, yanlış anlatılma çabası içerisinde olduğu süreçlerde bununla ilgili çabalarını hep takdirle karşılamışımdır. Değerlerim ve inancım noktasında kendisini değerli buluyorum, bunu söylemekten de hiç bir zaman sakınmadım.
Konya’da bir dersanenin Yönetim Kurulu Başkanı Naci Atalay, bugün yapılan Seviye Belirleme Sınavı’nda (SBS) A kitapçığında yer alan Fen Bilimleri Bölümü’ndeki 9’uncu kimya sorusunun hatalı olduğunu iddia etti.
Sistem Dershanesi Yönetim Kurulu Başkanı Naci Atalay, SBS’de yer alan soruların Milli Eğitimin müfredatında yer alan konulardan oluştuğunu hatırlatırken, soruların bir çoğunda anlaşılmasının kolaylaştırılması için şekiller çizildiğini söyledi.
İŞTE O SORU Atalay, Fen Bilimleri Bölümü’ndeki A kitapçığının 9’uncu sorusunda “Kırılgandır. Yüzeyi Mattır. Oda sıcaklığında katıdır. Elektron almaya yatkındır’ özellikleri verilen element, aşağıdaki hangi periyodik tabloda koyu renkle belirtilen bölgede yer alır ?” denildiğini belirterek şöyle dedi:
“Soru ve cevapları incelediğimizde hem B seçeneğinin, hem C seçeneğinin taralı bölgesinde bulunan bazı elementlerin yukarıdaki özellikleri taşıdığını gördük. B seçeneğindeki taralı bölgede 8A grubu (soygazlar) ve 7A grubunun ilk iki üyesi oda koşullarında gazdır. Bu nedenle B seçeneğindeki çoğu elementin temsil edildiği taralı bölge yukarıda verilen özellikleri taşımamaktadır. Doğru şık olduğu açıklanan B seçeneği hatalıdır. En yakın cevap ‘C’ gözüküyor. 8A (soygazlar) oda koşullarında katı değildir, yüzeyi mat olmaz, elektron almaya veya vermeye yatkın değildir.”
Öğrenci ve soruları inceleyen öğretmenlerin B ve C seçeneği arasında hangisinin doğru cevap olduğu konusunda çıkmaza düştüklerini ifade eden Atalay,”Umuyorum bu soru tekrar gözden geçirilir. Çünkü Türkiye çapında böyle düşünen çok sayıda öğrenci olduğunu düşünüyorum. Biz de onun için bu sorunun yeniden gözden geçirilmesinde yarar var diyoruz” diye konuştu.
Açıortay, geometride bir açıyı iki eşit açı şeklinde bölen doğru parçasıdır. Bir açıya teğet tüm çemberler çizilerek merkezleri birleştirilirse, o açının açıortayı elde edilir. Bu nedenle açıortaylardan açının kollarına indirilen dikmeler, o çemberlerden birinin merkezinden teğetlere inilen yarıçap dikmeleri olacağından, dikmeler birbirine eşit olur. Her iki kolda oluşan üçgenler de birbirine eşit olacağından, dikmelerin açıortay kollarını kestiği noktalar ile açının bulunduğu köşeye olan uzaklıklar eşit olur.
Üçgende İç Açıortay
Bir üçgende iç açıortaylar bir noktada kesişir. Bu nokta üçgenin iç teğet çemberinin merkezidir. Bu noktanın iç teğet çemberi olmasının sebebi ise,iç açıortayların kesişim noktasından kenarlara inilen dikmelerin birbirine eşit olmasıdır.
Çemberde merkezden teğetlere çizilen doğru parçaları teğete diktir ve hepsi yarıçaptır.
Bir üçgende açıortayla ilgili iki önemli bağıntı vardır. Bunlardan birisi açıortay teoremidir. Bu teorem bir tür orandır. Bu teoreme göre üçgenin bir kenar uzunluğu ve o kenar tarafındaki köşe ile açıortayın kenarı kestiği nokta arasındaki uzaklığın oranı, diğer kenarın uzunluğu ve o kenar tarafındaki köşe ile açıortayın kenarı kestiği nokta arasındaki uzaklığın oranına eşittir.
Eğitim İle İlgili yazılar Eğitim İle İlgili kompozisyonlar
İlkokul Birinci Sınıfta Okuma Öğretiminde Amaçlar Meselesi 1920’li yıllardan itibaren Gestalt Psikolojisinin etkisi altında okuma olayı algı ile ilişkilendirilerek açıklanmaya çalışılmıştır.Bu etkinin sonucu olarak ülkemizde de gerek 1948 ilkokul müfredatı, gerek 1963 ilkokul program taslağı, gerekse 1986 ve 1989 ilkokul programı ile basılı okuma kitaplarında metot meselesi ikinci plâna itilmiş, okuma öğretiminde amaçlar meselesi bu konudaki tartışmaların odak noktasını oluşturmuştur. Bu tartışmalardaki temel düşünce şöyle ifade edilebilir:Birinci sınıf öğrencisi ilkokuma-yazma öğrenmede hangi öğrenme amaçlarına ulaşmalıdır?Bu öğrenci ana dilini yazı aracılığıyla doğru ve başarılı olarak nasıl anlayabilir?Böylece ilkokuma-yazma öğretiminde en iyi metotları bulmak için yapılacak olan araştırma ve tartışmalar ikinci plâna itilmiş olmaktadır. Bu sebeple ilkokuma-yazma öğretimi programında yapılacak değişikliklerde gelecekteki problemleri çözebilmek için insanın öğrenmesinde gerekli nitelikler meselesi tartışılmaya başlanmış ve taksonomiler sınıflandırmalar) yapılmıştır. Bu nitelikleri Benjamın S.Bloom üç grupta (bilişsel, duygusal, psikomotor) toplamıştır. İlkokuma-yazmadaki amaçlar da halen bu sınıflandırmalara göre yapılmaya çalışılmaktadır. “Okuma öğretiminde karşılaşılan güçlükler 1960 sonrası yapılan araştırmalarla başka bir yöne kaymıştır. Bu dönemde okuma alanında zihnî faktörlerin rolü araştırılmaya başlanmış, küçük çocukların okuması konusundaki araştırmalar artmış, ancak bu araştırmaların sonuçları henüz okullarda uygulanmaya konulamamıştır. Bu alanda bir başka yönelim de yukarıda söylediğimiz gibi okumada amaçlar konusunu gündeme getirmiştir.”(1) Bu bakımdan okuma psikolojisinde yapılan araştırma bulgularıyla ilkokumanın tekrar araştırma konusu yapılmasına gerek duyulmaktadır. Okuma alanında 1948’den önce okumanın ne olduğu değil de öğretimin nasıl olması gerektiği konusundaki metot görüşleri daha sonra ikinci plânda kaldığından araştırmalarda bu dönemde çok sınırlı kalmıştır. Talim ve Terbiye Kurulu’nun 26.4.1985 tarih ve 66 sayılı; Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu’nun 10.7.1985 tarih ve 8 sayılı kararıyla kabul edilen ve 6 yaş grubu programında “Türkçe dersinin genel amaçları” bölümünde amaçlar; ilkokuma-yazma mekanizmasını kavrayabilme; ilkokuma-yazma mekanizmasını uygulama gücü; duygu, düşünce ve isteklerini doğru ve anlamlı bir şekilde sözle ifade edebilme; başkalarını dinleme ve dinlediklerini anlatabilme; doğru ve anlamlı olarak okuyup yazabilme olarak gruplanmıştır. Aynı program içinde Türkçe dersinin sınıf amaçları 19 maddede toplanmış, ünitelere göre Türkçe dersi içinde bu okuma amaçları yayılmıştır. Ünite konularına göre bu 19 amaç alt bölümlere ayrılmıştır. Ancak, amaçların mastar eki ile yazılması gerekirken fiilimsilerle yazılmışlardır. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 22.9.1981 tarih ve 172 sayılı kararı ile kabul edilen 26.10.1981 tarih 2098 sayılı Tebliğler Dergisi’nde yayınlanan“İlköğretim okulları Türkçe Eğitim Programı”nda genel amaçlar 8 amaç olarak belirlenmiş, ancak açıklamalar bölümünde ilkokuma-yazma dönemine ait okumanın ilk öğrenilme dönemlerindeki okuma ile ilgili amaçları çok dağınık bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Aynı programda plânlar bölümünde verilen örnek ünite plânlarında ilkokuma-yazma dersleri ifade ve beceri dersleri başlığı altında Türkçe dersi olarak yer almakta, ilkokuma-yazma ile ilgili olarak birinci sınıflarda anlama, anlatım, dil bilgisi alanlarına ait özel amaçlar belirlenmiş, her alanda öğrencilerin kazanacakları davranışlar(hedef davranışlar) belirlenmiştir. Ancak, bu defa hem özel amaçlar, hem hedef davranışlar mastar ekleriyle yazıldığından amaçlarla hedef davranışların ayrılması mümkün değildir. Genellikle genel amaçlar nitelik, özel amaçlar nicelikle ilgilidir. Nitelik meselesi söz konusu olduğunda ilkokuma-yazma öğretiminde iletişim becerilerinin öğrenilmesi en gerçek nitelik olarak karşımıza çıkar ki, bu sayede yazılı dili anlayabilmek en önemli öğrenme amacı olur. İletişim becerisinin öğrenilmesi çok genel-geçer bir amaçtır. Ancak bundan daha zor olan ilkokul birinci sınıf öğrencileri için okuma öğretmenin bir çok ikinci ve üçüncü vb. derecelerden amaçlar çıkarabilmesidir. Bütün genel ve soyut amaçlardan okuma-yazma öğretiminin soyut amaçlarını ortaya koymak program geliştirme uzmanlarını bu konuda daha fazla çaba harcamaya yöneltmiştir. Gestalt Psikolojisinden sonra davranışçı psikoloji de bu yolla ilkokuma-yazma öğretiminde etkili olmaya başlamıştır. Davranışçı öğrenme görüşlerinin etkisi altında öğrenme ve öğretme amaçlarının işleme dönüştürebilecek hale getirilmesi problemi karşımıza çıkar. Kısaca kontrol edilebilir. Son bir davranış biçiminde öğrenilecek beceriler son davranış şeklinde mümkün olduğu kadar somut bir şekilde nasıl yazılabilir? konusu ortaya çıkar. Amaçlar bir mertebelenme göstermelidir, yani basitten daha karmaşık düşünce işlemlerine doğru yükselen hiyerarşik bir yapılanma olmalıdır. Bu görüş öğrenme ve öğretme olaylarının daha da rasyonelleşmesi eğilimiyle 1980’li yıllardan itibaren bilimsel çevrelerde ve öğrenme materyali hazırlayan kuruluşlardaki çalışmalarda açıkça görülebilir. Hatta ilkokuma-yazma öğretimi konusunda bazı üniversitelerde yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerinde de aynı görüşün yansımalarını görmek mümkündür. Meselâ; ilkokuma-yazma öğretiminde harf-ses bilgisi, harf ve sesleri ayırabilme, farklılaştırma, genelleştirme vb. gibi nicelik olarak da kabul edilebilecek nitelikler öğretmenlerin yaptıkları öğretim plânlarında öğrenme amaçlarını yazarken daha çok yer kaplamaya ve yazılmaya başlandıklarını görebiliriz. Böylece ilkokuma-yazma öğretiminin amaçlarını sadece yazılı iletişim sağlamak şeklinde yazılmaktan vazgeçildiğini de görmek mümkündür. Öğrenme-öğretme amaçlarının işleme dönüştürülmesinde nitelik ve nicelik yönleri de vurgulanmalıdır. Meselâ; ilkokul birinci sınıf öğrencilerinden ilkokuma-yazma öğretimi döneminde şu tür nitelikleri kazanmaları istenebilir: 1)Değişik puntolarda yazılsalarda benzer kelimeleri ayırt etme ve tanıma 2)Farklı kelime çeşitlerinden 150-200 kelimeyi öğrenme ve tekrar tanıma 3)Yazılı kelimelerle konuşulan kelimeler arasında ilişki kurabilme 4)Kelimeler ve metinleri şekillerle ilişkilendirebilme 5)Kelimelerin anlamını tanıma ve farklı anlam ilişkilerinde okuyabilme 6)Farklı kelimelerdeki benzer harf ve harf gruplarını okuyarak ilgili sesleri çıkarabilme 7)Büyük veya küçük puntolarla yazılsalar da harfleri tanıma ve seslerini çıkarabilme 8)Öğrenilen kelimelerin harf sıralarını doğru olarak öğrenme Bu amaçla ilkokuma-yazma öğretiminin en genel öğrenme-öğretme amaçlarıdır. Dolayısıyla bu amaçlara ulaşılıp ulaşılmadığını belirlemek çok zordur. İlkokuma-yazma öğretiminde program geliştirme uzmanları okuma alanına ait benzeri amaçlar ortaya koyabilirler. Ancak öğrencilerin okuma öğrenmede ilerlemeleri aşağıdaki kriterlere göre niceliksel olarak da araştırılabilir. Böylece öğretmenlerin öğrencilerinin okuma alanına ait davranışlarını gözlemeleri de daha kolay olur. Bir fikir vermek amacıyla bu kriterler aşağıya çıkarılmıştır. 1)“Doğru okuma. Öğrencilere okuma alıştırmaları yaptırılarak kolayca kontrol edilebilir. 2)Akıcı okuma. Çocukların metni okurken metinde anlamlı olarak okuduğu kelimelerin yüzdesi bulunarak belirlenebilir. 3)Okuma hızı. Öğrencilerin bir dakikada okuyabildiği kelime veya hecelerin miktarı veya bir saatte okuduğu sayfalar bulunarak belirlenebilir. 4)Anlayarak okuma. Verilen bir okuma parçası veya metinle ilgili olarak sorulan sorularda doğru cevaplandırılan soruların yüzdesi bulunarak hesaplanabilir. 5)Okumaya ilgi. Çocuğun her hafta serbest olarak okuduğu kitap veya sayfa miktarı sayısı. 6)Son olarak anlamlı okumada aşamalı olarak karşılaşılabilecek zorluklar da şunlar olabilir: (1)Metindeki kelimeleri anlama (2)Metni tekrar oluşturabilme (yapılaştırma) (3)Metinden sonuçlar çıkarabilme (4)Metni çözümleyebilme (5)Farklı metinleri birleştirebilme (6)Metin veya metin gruplarını değerlendirebilme”(2) SONUÇ Okuma amaçlarının genel ve özel amaçlar şeklinde nitelik ve nicelik olarak da ayrılabilmesi okuma alanında program geliştirme çalışmalarında daima göz önüne alınması gereken bir problemdir. Amaçların bireysel plânda bilişsel, duyuşsal, psiko-motor şeklinde gruplandırılmasının ortaya çıkardığı problemlerin bir kısmı da böylece ortadan kaldırılabilir.Çünkü bilişsel, duyuşsal ve psiko-motor şeklinde gruplandırılarak yapılan amaç belirlemesi psikolojik bir belirlemedir. Okumanın sadece psikolojik yönüne ağırlık vermek yanlış bir tavırdır. İlkokuma-yazma müfredatındaki amaçlar sadece psikolojik amaçlarla sınırlı kalamaz. Bu takdirde okuma alanındaki araştırmalar bu tavırdan zarar görebilir. Okumanın sosyolojik, antropolojik, felsefî, dil bilimsel ve siyasî otorite bakımından da amaçları olduğu gözardı edilemez. Yine okumada amaçlar meselesi okuma öğretiminin metot yönünü de inkâr etmeden okuma öğretiminde metot araştırmalarına da yol göstermeye çalışılmalıdır. Bunun sonucunda bir çok birinci sınıf öğrencisi okuma alanında olumsuz tecrübe yapmaktan kurtulmuş olacaktır. İlkokul birinci sınıf öğretmenlerinin uygulamalarında da amaçlarla metotları birbirine karıştırmamaları gerekmektedir. Birinci sınıf öğretmenleri çocukların özelliklerine göre bir metot uygulayabilmelidir. Yani ilkokuma-yazma öğretim metotları şeklindeki zıtlaşmalardan kurtarılmalıdır. Okuma olayının Gestalt Psikolojisi ve Davranışçı Öğrenme Görüşlerinin etrafında yapılan tartışmalardan tamamen uzak daha bilimsel bir tarzda açıklanması, bu konuda tarafgir olunmaması, konunun objektif olarak değerlendirilmesi konuyla ilgili gelecekteki araştırmaların daha doğru yapılmasını sağlayacaktır. Bu konuda İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nin İngilizce bilmeyenlere İngilizce okuma-yazmayı öğretme çabalarındaki örnekler yol gösterici olabilir. Bu ülkeler okuma-yazma öğretecek elemanlara uygulayabilecekleri metotları öğretmekte, uygulamada onları serbest bırakmaktalar. Sonuç olarak öğretmen plân yaparken ilkokuma-yazma döneminde okuma dersi ile ilgili amaçları ve hedef davranışları programın çok farklı bölümlerinde bulup çıkarmak zorunda kalacaktır. Dolayısıyla ilkokuma-yazma öğretimi için böyle bir durum öğretmen için zaman ve emek kaybıdır. Bu sebeple birbiriyle ilgili ve aynı etkinlikler için amaçların Türkçe öğretimi başlığı altında toplanması ne 6 yaş grubu ne ifade ve beceri dersleri gibi başlıklar altında olmaması, program bütünlüğü açısından da önem taşımaktadır. Ayrıca hedef davranışlarında aynı bölüm içinde yer alması öğretmenlerimize kolaylıklar sağlayacaktır. 1960’larda başlayan program geliştirme çabalarının sonucu 1980’li yıllarda Türkçe öğretimini etkilemiş, fakat bazı yerde genel, bazı yerlerde özel, bazı yerlerde ise öğrencilere kazandırılacak davranış amaçları olarak bir amaç kargaşasına yol açılmış gibidir. 1986 yılında basılan“Türkçe Eğitimi ve Öğretimi Kılavuzu”nda da ilkokuma-yazma dersinin amaçları 14 maddede toplanmış, plân yaparken hedef davranış yerine sadece hedefler belirlenmiş, dersin işlenişi “işlem basamakları” olarak belirlendiğinden bir kavram kargaşası ortaya çıkmıştır. Ancak, işlem basamaklarındaki davranış sıralarının nasıl belirlendiği belirtilmemiştir. Öğretmene göre, işlem basamakları farklılık gösterebilir. Türkçe Eğitimi ve Öğretimi Kılavuzunun 100 sayfası ilkokuma-yazmaya ayrılmıştır ki, bu kılavuzda plân örneği yoktur.(3) “Türkçe Programı ve Öğretimi” adlı eserde de örnek günlük ders plânı örneklerinde hedef davranışlar bölümü, plânın yarısından çoğunu kapsamaktadır. (4)Böyle bir durum ise, öğretmen için çok zaman kaybı olacağından plânın uygulanabilirliğini ve öğretmenin yaratıcılığını sınırlandırıcı olabilir.“Türkçe Öğretimi” adlı eserde de amaçlar temel amaçlar başlığı altında toplanmıştır. Burada da amaçlar fiilimsilerle yazılmıştır. (5)“Okuma ve Dinleme Öğretimi” bölümünde ise okuma çalışmalarının amacı yine mastar eki yerine fiilimsilerle yazılmıştır. Görüldüğü gibi birinci sınıfta ilkokuma-yazma öğretimi yapacak olan bir öğretmenin karşısına birçok problem çıkmakta, takip edeceği ve taklit edeceği örnekler ne programlarda ne de Türkçe Eğitimi ile ilgili kitaplarda bir bütünlük göstermektedir. Hatta bazıları öğretmenin zihnini karıştırıcı bir özellik taşımaktadır.
Ömer Seyfettin Yeni Lisan Makalesi Ömer Seyfettin’in Yeni Lisan Makalesi
Ömer Seyfeddin, Yeni Lisan makalesinin, “Eski Lisan” başlığı altındaki ilk kısmında; Asya’dan garbe, Anadolu’ya hicret ettiğimizi, din ve edebiyatın bize Arabî, Fârisî öğrettiğini söyler. Yazara göre, hicretin ilk asırlarında Arabî’den ve Fârisî’den lisânımıza birçok kelimeler girmiştir. Edebiyat, sanat ve süsleme fikri Arabî ve Fârisî kaideler de getirmiştir. Türkçe böylelikle sun’î bir hal almış, fakat aslını, esâsı olan fiilleri ve sigaları da istiklâlini muhafaza etmiştir. Bu istiklâl Ömer Seyfeddin’e ve milli edebiyatçılara Türkçe’yi tekrar eski sâfiyet ve tabiiliğine ircâ etmek ümidini vermiştir.
Edebiyatımız iki devre ayrılır:
I- Şarka doğru: İran’a,
II- Garbe doğru: Fransa’ya.
Eski edebiyatın son mümessili Muallim Naci’dir. Ondan sonra, Akif Paşa’dan beri teşkiline başlanan Avrupa mektebi meydana çıkar.
Servet-i Fünuncular’dan Tevfik Fikret ve Cenab Şehabeddin, milliyetimize, hissimize, zevkimize muhâlif, fakat güzel şiirler, Fransız tarzı şiirler vücûda getirmişlerdir. Servet-i Fünuncular’dan hiçbirisi esaslı ve mühim bir yenilik göstermiş sayılamazlar. Onlarda öyle mısralara rastlanır ki, içinde hiç Türkçe kelime yoktur. Eski nazım şekillerini değiştirip, sonnet’leri almış ve bir salon edebiyatı vücûda getirmişlerdir.
Fecr-i Aticiler de Servet-i Fünûncuları tekrar etmişlerdir. Servet-i Fünuncular’dan tek ayrıldıkları nokta, onların en kullanılmayan kelimeleri kamuslardan bulmalarına mukabil, Fecr-i Ati mensuplarının bunu yapmamasıdır.
Fecr-i Aticiler gençtirler, zekidirler, vatanın ümidi onlardadır. Onlar çalışacak, okuyacak, tekamül edeceklerdir. Bizi milli bir edebiyattan mahrum bırakan eski ve sun’i lisanı terk edeceklerdir. Dünküleri taklid etmekten vazgeçtikleri gün hakiki bir fecir olacak, onların sayesinde yeni bir lisanla terennüm olunan milli bir edebiyat doğacaktır.
Ömer Seyfeddin’e göre, şimdi yeni bir hayata, bir intibak devresine giren Türkler’e tabii bir lisan, kendi lisanları lazımdır. Milli bir edebiyat vücûda getirmek için, önce milli dil gerekir. Eski lisan hastadır. Hastalıkları bilhassa içindeki yabancı kaidelerdedir.
Artık hareket zamanı gelmiş, hatta geçmiştir. Bize geniş, muntazam ve mazbut bir dil lazımdır. Türkçe dünyanın en mükemmel, sade ve tabii gramerine sahiptir. Onun içinden ecnebi kaideleri; Arabi ve Farisi terkipleri, edatları çıkarır ve şimdilik edebi ve fenni ıstılahlara dokunmazsak dilimiz, ileride bunları da Türkçeleştirmek şartıyla, milli ve mükemmel bir dil olabilir.
Yazıldığı tarihten bu yana Türk dili ve edebiyatı tarihi üzerinde yapılan araştırmalar dolayısıyla birçok noktaları tenkid edilebilir
durumda bulunan Yeni Lisan makalesinin bugün halâ doğru sayılabilecek diğer bölümleri de şunlardır:
“I. Arabi ve Farisi kaideleriyle yapılan bütün terkipler terk olunacak. Tekrar edelim: Fevkalâde, hıfzıssıhha, darbımesel, sevkitabii gibi klişe olmuş şeyler müstesnâ…
II. Türkçe cem edatından başka kat’iyyen ecnebi cem edatları kullanılmayacak: İhtimâlât, mekâtip, memurin, hastegân yazacak yerde ihtimaller, mektepler, memurlar, hastalar yazacaksınız. Tabii kâinat, inşaat, ahlâk, Müslüman gibi klişe hâline gelmişler müstesna…
III. Diğer Arabi ve Farisi edatları da atacaksınız! Eyâ, ecil, ez, men, an, ender, ba, beray, bi, na, ter, çi, çent, zi, âlâ, fi, gâh, gin, âza, veş, ver, nâk… gibi edatlar terkolunacak; ancak tekellüme girmiş tamamıyle Türkçeleşmiş olan, ama, şayet, şey, keşki, lâkin, nâşi, hemen, hem, henüz, yâni… gibileri kullanılacak. Unutmayalım ki, terkolunmasını arzu ettiğimiz bu edatlar kullanılsa bile terkip kâideleri gibi lisanın tekellümüne giren, “san’atkâr gibi kelimeleri serbestçe söyler ve yazabiliriz.
Sağım sensin , solum sen . Her adımımı sana doğru atar , Sana doğru koşarım her marş marşta . Her selam verişimde karşımdadır hayalin . Gözlerim gözlerinde , Dudağından çıkacak emri bekler kulağım . İsterim ki gel diyesin ; Kaç gel , her ne cezası varsa . Zaten , cezanın en ağırını çekiyorum , Senden ayrı kalmakla .
Bir boru sesi yoklar yüreğimi . Bir perde iner gözlerime , bulut bulut ; Sana yollarım , Benim için ağlasın diye .
Bir kalem alır , hançerlerim yüreğimi . Bir kurşunda beynim param parça , Bir dalışta gözlerim kör , Kulaklarım sağır olur ; Sen can verirsin bana .
İstemem omuzlarım dolusu yıldızı . İstemem , saman yolu bile benim olsa . Güneşe hükmetsem , istemem . Denizleri kara , karaları deniz yapsam , Geceyi gündüz , gündüzü gece kılsam , Irmakların akışını değiştirsem , Tüm dağları düzlesem , istemem . Yeter ki sen gelip kon omuzlarıma Ve Şarkılar fısılda kulaklarıma . Güzelliğini yalnız ben göreyim . Yeter ki Sen ver tüm komutlarımı ; Ö l de Ö l e y i m .
Sen benimle gökyüzünde koşmayı Sen benimle ölürken buluşmayı Paylaşabilir misin Güneşi koklayınca çatlayan bir tohumu Irmağın yüreğinde çiçeklenen yangını Her akşam yanlızlığı uyandıran toprağı Her sabah bir gölgeyi sevindiren yaprağı Paylaşabilir misin Sen benimle gökleri paylaşabilir misin Hani salkım saçaktır bulutlarda sevgiler Hani bir turna gibi üryan olunca yürek Bahçesinde umuda kanatlanır serviler Sen benimle yağmurun nefesini Sen benimle tomurcuğun sesini Bir hülyanın dalgın avuçlarında Gölgesini arayan bir kuşun kafesini Paylaşabilir misin Her limanda bekleyen benim yanlızlığımdır Her geminin demir attığı yerde Parçalanan kalbin çığlıklarıyla Dağılan kırmızı benim yanlızlığımdır Gemilerin güvertesinden sızan Tayfaların masum bakışlarında Kelepçeler vurulan benim yanlızlığımdır Denizin kollarında uyurken kadırgalar Zıpkınlanan balığın gözlerinde kıvranan Benim yanlızlığımdır Sen benimle karanlık gecelerde Alabilirmisin avuçlarında Denizin dibindeki bir ateş çiçeğini Sen benimle kumlara gömülmeyi Sen benimle ölürken de gülmeyi Paylaşabilir misin Yosunlarda ağlayan yitik bir defineyi Dalgalara tırmanan kalbin çüzgilerini Yıldızlara gül kokusu taşıyan Kaptanları ağlatan aşkın ezgilerini Paylaşa bilirmisin Rıhtımları kıskanan benim ayrılığımdır Karaya çıktığında vurulan her askerin Kanıyla ıslanan benim ayrılığımdır Kursunlanan deniz fenerlerinin Kapanan gözkapakları ardında Acıların heykelini yontan el Benim ayrılığımdır Sen benimle rüzgarı tutuşturan alevi Kasırgayı,tayfunu,suları yutan devi Paylaşabilir misin Benim ruhum kuşların öldüğü anda biter Senin ruhun kuşları öldürürken dirilir Benim ufuklara baktığım yerde Yorgun savaşçılar seferden döner Senin her umudu yıktığın yerde İçimizde yanan kandiller söner Şimşekler susunca tükenir sesin Bulutlar tutunmuyor kanlı kirpiklerine Sen bir yanardağı sevecek kadar Mavi değilsin Martılardan,mürekkep balığından Suları sevmeyi öğrenmelisin Adımların öylesine karanlık Bana doğru yürüdüğün her sabah Ansızın akşam olur Senin o kızıl dudaklarında Unuturum çiçeklerin adını Artık duymalısın uykuda bile Kervanları gördüğün mesafeden Çöllerin feryadını Benim intizarımdır çölde kum fırtınası Bedevi bir infilaktır susuzluk Her serabın ortasında bunalan Her mecnun yüreğinin beyaz kıvrımlarında Leylayı arayan benim intizarımdır Hani bir ahunun can damarından Kelebekler uçar sılaya doğru Hani arslanları avlayan bir yiğidin Bir vahşinin pençelerinde solan Karanfili güvencindir ansızın Kelebeğin kanadında büyüyen Güvercinin renklerinde uyuyan Benim intizarımdır Sen benimle bir yılan derisini Bir akrebin gözlerinde ölümü Bir zakkum türküsünü Bir kaktüsün süsünü Paylaşa bilir misin Sen benimle kumlara gömülmeyi Sen benimle ölürken de gülmeyi Hani mum ışığında gölgeler de gariptir Evlerin duvarında gezinir çaresizlik Ağıtlar parçalanır içimizde köz gibi Bir yudum suya bile karışır da hüznümüz İncecik bir perdedir mutluluk,yanar gider Bilmez misin ki,umut bir kuştur konar gider Çoğalır kuşkuları tuzağa düşenlerin Hani bir ısırgandır güzel yüzlü han kızı Örümcek yuvasına bırakır ellerini Gergefinde laleye benzetir ahımızı Sen benimle mevsimlerin ardında Kımıldayan bir ihtilal gülünü Paylaşabilir misin Samerre’da hu çeken dervişin sızısını Hakan sarayında bir alınyazısını İstanbulda uyuyan devlerin rüyasını Erzurumda hüma kuşunun yuvasını Tanrı dağlarında çiğdemin sevdasını Paylaşabilir misin Sen benimle gökyüzünde koşmayı Sen benimle ölürken buluşmayı
2012 Sevgilime Güzel Şiirler kısa 2012 Sevgilime Güzel Şiirler facebook
Can yücel
Özledim seni
özledim seni… ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir. beynimi uyuşturuyor özlemin… çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca zamandır içimi ısıttığını yeni yeni anlıyorum Yokluğun, Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp mütemadiyen bir boşluğa Sabahları seni okşayarak başlamaları aksamları her isi bir kenara koyup seninle baş başa konuşmaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü… Nasılda serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne kadar yumuşak bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken Gitmeni asla istemediğim halde buna mecbur olduğunu görmek ve sana bunları söylemeden ‘git artık’ demek ‘beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa’ demek sana nede zor seni görmemek ve belki yıllar sonra karsılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden… yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek….
————————————————————-
Nazım hikmet
Seni düşünmek
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey, Dünyanın en güzel sesinden En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey… Fakat artık ümit yetmiyor bana, Ben artık şarkı dinlemek değil, Şarkı söylemek istiyorum.
———————————————————- Özdemir asaf
Aşk
Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin, Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür; Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.
———————————————————-
Nazım hikmet
Ne güzel şey hatırlamak seni
Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken…
Ne güzel şey hatırlamak seni: bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının… İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti… Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının, güneşli bir rahatlık ve etin daveti: kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık…
Ne güzel şey hatırlamak seni, yazamak sana dair, hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek: filanca gün, falanca yerde söylediğin söz, kendisi değil edasındaki dünya…
Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine: bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım…
Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinde, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken…
—————————————–
Atilla ilhan
Yalnızlık şiiri
Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım Bu gece dağ başları kadar yalnızım
Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından Dudaklarımda eski bir mektep türküsü Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim Gözlerim gözlerini arıyor durmadan Nerdesin?
———————————————-
Can yücel
Buluşmak üzere
Diyelim yağmura tutuldun bir gün Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek Öbür yanda güneş kendi keyfinde Ne de olsa yaz yağmuru Pırıl pırıl düşüyor damlalar Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın Dar attın kendini karşı evin sundurmasına İşte o evin kapısında bulacaksın beni Diyelim için çekti bir sabah vakti Erkenceden denize gireyim dedin Kulaç attıkça sen Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan Ege denizi bu efendi deniz Seslenmiyor Derken bi de dibe dalayım diyorsun İçine doğdu belki de İşte çil çil koşuşan balıklar Lapinalar gümüşler var ya Eylim eylim salınan yosunlar Onların arasında bulacaksın beni Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı Herkes orda sen de ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim Özgürlüğe mutluluğa doğru Her işin başında sevgi diyor Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili Bi de başını çeviriyorsun ki Yanında ben varım
fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına bir güvercin uçurup kıtalar arasından çağırdın beni geçerek birer birer sürgün kanyonlarını derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı yetim çığlıklarımı duyurmak üzere sana koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına
adını söylemek istemiyorum her hecesi amansız bir kor dudaklarımda her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım adını söylemek istemiyorum Rüveyda dediğim zaman anla ki, senin için yürüyor kelimeler çığlığımın atardamarlarından
hangi yıldızdır bilmem, gözlerin kayar da üzerime Rüveyda önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime sonra açılır önümde ıstırab vadileri silik renkleriyle adımlarıma çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir hayalin bittiği menfeze doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru
uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda oysa Rüveyda baştan başa ben kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim
kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden bir anlatsam nasıl utandığımı bir doğrulsam eğrildiğim yerden ağarır tanyeri nilüferlerin alaca bir at koşar içimde ezer toynaklarıyla anılarımı
sular köpürmemeliydi Rüveyda kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin ben zehire alışkınım, şerbete değil rüyalar nefret eder avare duruşumdan kabuslar çekerek ancak derdimi yeryüzünde sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber ben her gece bir mehdi türküsüyle çilekeş yargılamak için zeval kayıtlarını inkilap bekliyorum
hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin uzanır da gönlüme Rüveyda derinden bir ok saplanır bağrıma beynimi çağıran bir sese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru
artık eskisi gibi bakamıyorsun göklerinde bir belkıs otururdu Rüveyda binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin güneş bir ane gibi dururdu başucunda artık dokunamıyor kakülün bulutlara karalara bürünmüş saçlarında dolunay BEN BU KADAR ZULME LAYIK MIYIM RÜVEYDA
hangi ressamı vurur bilmem, endamın sarar da benliğimi ben beni tanımam kaldırımlarda kafesleri yutan kafese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru
kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına duydun mu orkideye dua eden birini bu ısmarlama yüzler yok mu Rüveyda bu yapmacık bebekler gözyaşı akıtırken gülenler yok mu beni kahrediyor geceler boyu
hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün soluk bir dünyanın mezarlarına gömerek gurbetimi kapadı karanlığa Yesrib, kapılarını meydan okuyuşun çağın ordularına bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır doruklarından öte hevese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru
yasını tutuyorum kararttığım düşlerin yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda amansız bir ütopya üfleyen pencereler lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi önümde, haksızlığın hesaba çekildiği hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer arkamda, kare kare ömrümü belirleyen hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler
söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını yeniden bir Nil olup taşar mıyım çölllere kim giydirir başıma tacını nihayetin kim takar bileğime hürriyet künyesini karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle Rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı asırlardır köhne barınaklarda küflenen, çürüyen çığlıklarımı
at vuruldu içim paramparça Rüveyda gölgelerin ardına sakladım kusurumu sen orada kayıtsızca gülümsüyor gibisin ben burda damla damla eriyip akıyorum yine de, çiğnetmem kimseye gururumu istenmediğim yeri sessizce terk ederim hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim
Bilim ve Teknoloji Konulu Şiirler – Bilim Konulu şiirler – Teknoloji Konulu Şiirler Bilim ve Teknoloji İle İlgili Şiirler- 8 – 14 Mart Bilim ve teknoloji haftası Şiirleri
Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya… En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!
İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra.
Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte.
Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli… Ve kadın ağlar; hem de çok!
Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü.
Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler.
İçlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.
Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.
Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı…
Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden. Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan…
İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar. Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar.
Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. E.. o zaman niye sarılsınlar ki!
Niye sarılalım ki!
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.
Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.
Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.
Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır. O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!