Serseriyim sokaklar evim, serseriyim adam gibi severim, bana bir adım gelene ben on adım giderim.Dinle cici kız dinle zannedersinki serseri ağlamaz,
TopLumdâ Hép îtîLîrîz SanmaKî ßunâ îSteKLiyiz, ßîz SadeCe SêvdiKLêrimizin éSériyiz..!!
serseri bi kayboldumu onu kimse bulamaz, şimdi anlıyorsunya, şehirlerin asi kızı hiç kimse serseri gibi sevipte aşık olamaz
Madem ayrılığa hüküm giymiş bu yürek ; O zaman ölmek için yaşamak gerek !!!
Dünya kadar derdim olsun senin gibi yarim olsun. kavuşmaya zaman yoksa öbür dünya bizim olsun.para şöhret elin olsun
Tek tesellim kadehler başka birşey istemez ssahoş etsin yeter ki rakı şarap fark etmez…
tatlı dilin benim olsun.sensiz geçen yüzyıl değil.seninle gecen bir gün benim olsun aşkım.
Hayatta hiç kimse için ağLamaya değmez,ağLamaya değenLer zaten ağLatmaz
Biz kimleriz diye sorma, biz hayata bosvermislerdeniz. Bize hayat nedir diye sorma, biz hayat deryasinda yüzenlerdeniz.
Eğer bir gün ağLaman gerekirse başını dik tut ki:GözyaşLarın seni ağLatan kişi kadar aLçaLmasın
Bizi arama lüks meyhanelerde ,biz dost sarabı icenlerdeniz.Bize dost, arkadas nedir diye sorma, biz onlar için ölüme gidenlerdeniz.
Bu masaLar bo$ kaLmaz gidenin yeri doLar. Bu vazoLara bir$ey oLmaz yaLniz cicekLer soLar.
SEVGİME İHANET EDEN SEVGİLİYİ KURŞUNA DİZERKEN TİTRERSE ELİM O TİTREYEN ELLERİMİ KESMESSEM NAMERDİM!!!
Kader deyip çekip gittin.Sen suçlu değilsinde,kader mi suçlu ey zalim.
Bir gün sen de beni ararsın.Bir hasret seni yakar, deli bir özlem sarar ağlarsın: Geri dönmek istersin, eski bir şarkı yakar birden, gözlerin dolar ağlarsın elimde değil unutmak seni, kaçsamda kovalar anılar beni boş hayallere sarılır gibi kolaymı unutmak biranda seni.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü Mesajları,Kadınlar günü Hazır Sms Sözleri,Kadınlar günü Kısa Mesajlar,Hazır Kadınlar Günü Mesajları Kadınlar günü mesajları Peygamberimizin (Cennet annelerin ayakları altındadır) sözünün muhatabı olan tüm dünya kadınlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutlarım.
Cumhuriyetimizin odak noktasında yer alan kadınlarımız, modern ve çağdaş günlere gelmemizde önemli görevler başarmışlardır. Kadınlar gününüz kutlu olsun.
8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, saygıdeğer Türk ve Dünya kadınlarına sağlık ve mutluluk dolu bir gelecek diliyorum.
Bütün kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, eşitlik, özgürlük ve mutluluk dolu bir yaşam sürmelerini diliyorum.
Cumhuriyet ile kazanılmış çağdaş haklar ve özgürlüklerle birlikte, yaşamın her alanında başarıyla yer almış kadınlarımızın kadınlar gününü kutluyorum.
8 Mart, dünyada kadınların eşitlik, kalkınma ve daha huzurlu yaşam özlemleri dile getirdikleri gündür. Kadınlarımızın bu anlamlı gününü yürekten kutluyorum
Doğumdan ölüme kadar her hayatın her anında varlıklarını hissettiğimiz, bizi biz yapan değerli kadınlarımızın bu özel gününü yürekten kutlarım.
Bütün dünya kadınlarına sağlık, mutluluk ve esenlik dolu günler diliyor, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum. Tüm dünya, ülkemiz ve üyelerimiz arasında görev yapan kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Analarımız, bacılarımız, hayatımızın yarısı hatta çok daha fazla değerlerimizi ifade eden kadınlarımızın Kadınlar Günü’nü kutluyorum.
Dünya Kadınlar günü Hazır Sms Sözleri, Dünya Kadınlar günü Kısa Mesajlar,Hazır Dünya Kadınlar Günü Mesajları, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Mesajları
Dünya Kadınlar günü mesajları 2012 Tüm dünya, ülkemiz ve üyelerimiz arasında görev yapan kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Cumhuriyetimizin odak noktasında yer alan kadınlarımız, modern ve çağdaş günlere gelmemizde önemli görevler başarmışlardır. Kadınlar gününüz kutlu olsun.
8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, saygıdeğer Türk ve Dünya kadınlarına sağlık ve mutluluk dolu bir gelecek diliyorum.
Cumhuriyet ile kazanılmış çağdaş haklar ve özgürlüklerle birlikte, yaşamın her alanında başarıyla yer almış kadınlarımızın kadınlar gününü kutluyorum.
8 Mart, dünyada kadınların eşitlik, kalkınma ve daha huzurlu yaşam özlemleri dile getirdikleri gündür. Kadınlarımızın bu anlamlı gününü yürekten kutluyorum
Bütün kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, eşitlik, özgürlük ve mutluluk dolu bir yaşam sürmelerini diliyorum.
Peygamberimizin (Cennet annelerin ayakları altındadır) sözünün muhatabı olan tüm dünya kadınlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutlarım.
Doğumdan ölüme kadar her hayatın her anında varlıklarını hissettiğimiz, bizi biz yapan değerli kadınlarımızın bu özel gününü yürekten kutlarım.
Bütün dünya kadınlarına sağlık, mutluluk ve esenlik dolu günler diliyor, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum.
Analarımız, bacılarımız, hayatımızın yarısı hatta çok daha fazla değerlerimizi ifade eden kadınlarımızın Kadınlar Günü’nü kutluyorum.
Voleybol Amerikalı William Morgan tarafından 1895’te A.B.D’de bulundu.Morgan YMCA adlı bir dernek üyesi olarak gençlerin spor yapması için bu oyunu geliştirmiştir.Morgan ,bu oyunu Basketboldan daha az fiziksel temas gerektiren bir oyun oluşturmak üzere basketbol,beyzbol,tenis ve hentbolun bazı özelliklerini biraraya getirmiş ve bu oyuna MINTONETTE adını vermiştir. Morgan fileyi tenisten ödünç almış ve onu yerden yaklaşık 183 cm. yükselterek ortalama insan boyunun biraz üzerine çıkarmıştır.1896 yılında Springfield kolejinde Y.M.C.A kongresi toplandığında Dr. Mintonette adını VOLLEYBALL olarak değiştirmiştir. Çünkü önemli olan topu öne-geriye getirmektir ve bu ingilizce volley anlamına gelmektedir. Bir oyun olarak voleybol önceleri A.B.D. iş adamları tarafından oyun sahalarında görülmüştür.1900 yılında Kanada bu sporu benimseyen ilk ülke olmuş ve uluslararası bir kuruluş olan Y.M.C.A. voleybolun bütün dünyaya yayılmasına öncülük etmiştir ve ayrıca aynı yılda voleybol için özel top tasarlanmıştır. İlk uluslararası turnuva 1913 yılında Asya kıtasında düzenlenmiş ve turnuvaya Çin ,Japonya ve Filipinler katılmıştır. 1916’da Filipinler’de topu belli bir açıyla yükselterek başka oyuncu tarafından vurulması şeklinde hücüma yönelik bir stil geliştirilmiştir. Birinci Dünya savaşında Avrupa’ya gelen A.B.D. askerleri voleybolu tanıtmaya başlamışlar ve 1917 yılında Y.M.C.A. üyesi A.B.D. askerleri bu sporu Fransa’ya götürmüşlerdir.1917 yılında Çekoslavakya’da oynanmaya başlamıştır.Aynı yılda oyun puanı 21’den 15’e düşürülmüştür.2.13 metre olan file yüksekliği 2.43 metreye yükseltilmiştir.1918 yılında sahadaki oyuncu sayısı 6 oyuncuyla sınırlı tutulmuştur. Voleybol 1920’de Polonya’da oynanmaya başlanmış ancak her ülke oyun kurallarını değişik olarak belirlemiştir.Örneğin Asya kıtasında voleybol 9 kişiyle ve alçak filede oynanmıştır.1922’de her takım için üç vuruştan sonra topu karşıya atma kararı alınmıştır. 1922’de ilk defa Y.M.C.A. ulusal şampiyonası Brooklyn Newyorkta 11 eyaletten 27 takımın katılımıyla gerçekleşmiştir. 1928’de turnuvalara ve kurallara ihtiyaç duyulduğu görülmüş ve USVBA(Birleşik Devletler Voleybol Federasyonu) kurulmuştur.Voleybol sahasının YMCA takımı dışındakilere açılımı ile ilk defa ABD açık hava oyunu gerçekleşmiştir. 1930’da ilk defa ikili plaj voleybolu gerçekleşmiştir. 1934’te ulusal voleybol hakemleri onaylanmış ve aynı yıl Stocholm’de IAHF (Uluslararası Hentbol Federasyonu ) kongresinde Polonya başkanı bir teknik komite kurulmasını teklif etmiş ve kurulmuştur. 1936’da Berlin’de Olimpiyatlar sırasında II. Kongre yapılmış ve uluslararası bir komitenin kurulmasına karar verilmiştir.Ancak 2. Dünya savaşının çıkması bu girişimi etkilemiştir. 1937’de Boston’daki Amatör Sporlar Birliği toplantısında A.B.D. voleybol federasyonunu ulusal,resmi ,idari örgüt olarak kabul etmiştir. 1938 yılında Amerika’da uygulanan kurallar küçük değişiklerle uluslararası kurallar olarak kabul edilmiştir. 1947’de Pariste yapılan uluslararası kongrede Uluslararası Voleybol Federasyonu belirlenmiştir. Bu federasyona ilk üye olan ülkeler ; A.B.D., Brezilya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya, Macaristan, Mısır, Portekiz, Polonya, Uruguay ve Yugoslavya’ dır.
• 1948’de ilk ikili plaj voleybolu turnuvası yapılmıştır. • 1949’da ilk dünya şampiyonası Prag Çekoslavakya’da yapılmıştır. • 1961 yılında Marsilya’da Olimpik branş olarak kabul edilmiştir. • 1964 yılında Tokya’da yapılan Olimpiyatlarda erkekler ve bayanlar voleybol müsabakaları Olimpiyat programına konulmuştur. • 1964 yılında Tokya’da bayanların bir defaya mahsus müsabakaya katılabilecekleri kararı alınmıştır. • 1966 yılında Prag’da bayanların Olimpiyatlara katılmaması kararı kaldırılmıştır. • 1974’de Meksika’daki Dünya şampiyonası Japonya’da Televizyondan yayınlanmıştır. • 1987’de uluslararası voleybol federasyonu Dünya plaj voleybolu serisini programa almıştır. • 1989’da uluslararası voleybol federasyonu voleybol sporuna yardım programı oluşturmuştur. • 1990’da Dünya Ligi kurulmuştur. • 1992’de Amerika’da 4 kişilik profesyonel plaj ligi başlamıştır. • 1995’te voleybol sporu 100 yaşındaydı. • 1996’da ikili plaj voleybolu olimpiyat programına alınmıştır.
TÜRKİYE’DE VOLEYBOL
Voleybol Türkiye’ye 1919 yılında Amerikalılar tarafından getirilmiştir.Bu sporu Türkiye’ye tanıtan kişi Dr.DEAVER isimli bir Y.M.C.A.üyesidir.Dr.Deaver 1919-1925 yılları arasında Y.M.C.A. müdürlüğünü yapmış ve adı geçen derneğin Çarşıkapı’daki spor salonunda başlayan voleybol müsabakaları İstanbul’luların ilgisini çekmiş ve rahbet görmüştür.Aynı zamanda Cağaloğlu’nda bulunan Erkek Muallim Mektebinde beden eğitimi öğretmeni Selim Sırrı Tarcan, Y.M.C.A. derneğinde oynanan voleybolla ilgilenmiş ve öğrencilerine bu sporu öğretmiştir.1920-1924 yılları arasında Selim Sırrı Tarcan’ın yetiştirdiği öğretmenler, voleybol öğretmeni olarak görev aldıkları yerlere bu sporu götürmüşler ,yayılmasına neden olmuşlardır. İstanbul’daki bütün okullarda(Kabataş,Galatasaray,Vefa,İstanbul L.) voleybol futboldan daha öncelikli hale gelmiştir.Bu liselerden mezun olup eski mühendis mektebine geçenler voleybolu 1924-1944 yıllarında buranın sembolü haline getirmiş ,İstanbul şampiyonaları ilgi görmüştür. 1949’da Türkiye voleybol şampiyonası yapıldı.Bu şampiyonaya Beyoğlu, G.S, Altınordu, Moda, Kurtuluş, Vefa, Kadıköy kulüpleri katıldı. 1952’de Ayhan Demir üniversite takımını Mısır’a götürmüş ve modern voleybol ile karşılaşılmıştır. 1953’de ülkemizde Yugoslavya’da oynanan maçlarla oyun sistemimiz değiştirilmeye başlanmış ve 1956’da ilk defa Dünya şampiyonasına katılarak Dünya voleybolu hakkında ,kurallar konusunda bilgi sahibi olunmuştur. Bu arada ülkemize getirilen Yugoslav antrenör gençlerimize modern voleybolu öğretmeye başlamıştır.
TÜRKİYE VOLEYBOL FEDERASYONU İstanbul şampiyonası 1928’den beri düzenli olarak yapılmaktayken, Türkiye voleybol şampiyonası da 1949’dan itibaren düzenlenmeye başlanmıştır.Türkiye 1948’de Uluslararası Voleybol Federasyonuna üye olmuştur. Bu duruma rağmen ülkemiz de ayrı bir federasyon kurulmamış, Voleybol,Basketbol ve El topu spor oyunları federasyonu olarak idare edilmiştir.Kulüplerde çoğu zaman basketbol takımları biraraya gelerek voleybol takımı kurmuşlardır. 1958’de yetkililer,federasyonları ayırmış ‘Voleybol ve El Topu’ federasyonu kurmuşlardır.Bu büyük bir aşama olmuştur. 1958’de ilk defa erkeklerde Avrupa şampiyonasına katılan takımımız diğer yıllardaki tüm şampiyonalarda yer almıştır.Kız takımımız 1963’de oynanan Avrupa şampiyonasına katılmıştır.1967’de 35 takımın katılımıyla Avrupa şampiyonasını ülkemizde organize ederek modern voleybolun ülkemize yayılmasını sağlamıştır. Türkiye ,1998 yılında ilk defa elemelerden geçerek Japonya’da yapılan Dünya voleybol şampiyonasına katılmıştır.
İlk aşka yazılmış duygusal bir mektup Maziye zincirlenmişti birzamanlar kaderim. Kalbime de zincir vurulmuştu sanki. Fırtınalar hep içimde dolmayan bir boşluk ise benimleydi hep. Büşra ın gözyaşları durmadan akıyordu. Oturmuştu bir banka gelene geçene aldırmıyordu hiç. Biraz evvel bir holding binasından çıkmıştı. İlk aşkı ilk sevdiği birzamanlar komşusunun oğlu olan Kaanı ziyarete gelmişti. Senelerdir görmemişti onu. Öyle bunalımdaydı ki Yeni eşinden ayrılmış sanki bir iki laf edecek birini aramış ve Kaanı görmeye gelmişti. Sevinçle girdiği yerden ağlayarak çıkmıştı. Kaanın bir sene önce öldüğünü öğrenmişti. Oysa lisede birlikte okurken üniversiteyi bitirip evleneceklerini söylüyorlardı birbirlerine. Hemen kalemini çıkarıp ağaca bir kalp çizmiş ve içine isimlerini yazmıştı Kaan. Düşüncelere dalmıştı Büşra. Apartopar banktan kalktı. Edinekapı Mezarlığına gitti. Kaanı görememişti ama mezarına gidecekti. Bulacağına inanıyordu. Arkadaşları tarif etmişti. Mezarlığın kapısında ki çiçekçiden ençok sevdiği birzamanlar sevdiğinin verdiği kırmızı gülleri aldı. Kapıda ki görevliye sordu. Birlikte aramaya başladılar. . İçinden durmadan Sonunda buldu mezarı Gözyaşları durmuyordu. Şimdi ben senin için aldım. Nişan yüzüklerimizi bile almıştın. Gençlik işte mantıklı düşünemiyor ki insan. Hem ağlıyor hem konuşuyordu Büşra. Evliliğinde çok acılar çektirmişti eşi. Devamlı aldatıyor ve manevi işkenceler yapıyordu. Sonunda dayanamayıp kızını da alıp annesinin yanına gitmişti. Aslında . Kaandan bir beklentisi yoktu. Çünki Kaanda evli ve iki kızı vardı. Yalnızca arkadaş olarak görmeye gitmişti. Trafik kazasında öldüğünü öğrenmesi onu geçmişe götürmüştü. Ve bizi ayırdı. Belki sen de mutlu olamadın eşinle. Bense hiç olmadım. Bazen seni düşünürdüm. Seninle evli olsaydım mutlu olurdum. Sen beni anlıyan sevgi dolu biriydin. Yine gözlerinde ki yaşlar sicim gibi iniyordu Büşra ın. . Keşke bugün hiç uğramasaydım. İçimde ki aşk kırıntıları kalsaydı yerinde. Ama mazimin saf ve temiz aşkı köz gibi yanacak bundan sonra içimde. Elinde ki gülleri mezarın toprağına tek tek bıraktı. Birzamanlar aşık olduğu deliler gibi sevdiği arkadaşını gözü yaşlı olarak bıraktı. Hayat herzaman süprizlerle doluydu. Bazen böyle acı süprizler de insanın karşısına çıkabiliyordu.
Karşılıksız platonik aşk mektubu Seni ne çok sevdim ben. Ne çok gözyaşı döktüm senin için. Geceleri sen yatağında meleklerin kanatlarıyla uçarken ben penceremin önünde senin rüyana girmek için dua ederdim. Bir bakışına, bir dudak kıvrımında titreşen gülüşüne ulaşmak için dünyanın bütün çiçeklerini önüne sererdim.
Şiirler, şarkılar, sevgiler içimde tutuşan bir ateş, onun yangınında senin için kül kesildim. Ağır hastalar geceyi zor geçirir. Sabahı bekler kırgın yürekler, hasta umutlar, yalnız ruhlar. Yalnızdı gecelerim. Hastaydı gecelerim. Kan kaybından giden bir yaralı gibi umarsızdı gecelerim. Bir uçurumun kenarına beni taşıyan karabasandı gecelerim. Adına yalnızlık dedim. Sensizlik dedim.. Sen beni bilmedin, beni tanımadın, beni sevmedin.. Bu bir ölümdü, bu bir fermandı .. Bıçak kesmez artık beni, ip asmaz, çeküller yüreğimi taşımaz. Yaşamak mümkün değil, yalnızlık karanlık kapılarıyla üstüme kapandı. Amansız acılar içindeyim.
Ey Sevdiğim.. Ben seni ne çok sevdim. Dünya bildi, bir sen bilmedin. Yalnızlığın diğer adı aşka karşılık almamaktır. Kaçılamayacak kadar yakın, tutulamayacak kadar uzak bir yerdesin.. Benim aşkıma yalnızlık kucak açtı. Senin yokluğuna dokundum, içim yandı. Odamın çıldırtan sessizliğinde sana seslendim. Yankısı döndü dolaştı, senin kapıların bana kapalı. Kendi sesim yine bana ulaştı. Anladım ki beni hiç duymayacaksın.
Sana sitem edemem. Sana kırılamam. Bir tek dileğim var senden, son bir tek isteğim. O da MUTLU OLMAN.
MUTLU OL SEVDİĞİM.. BİRİCİĞİM.. AŞKIM. NEREYE, KİME GİDERSEN GİT YETER Kİ SEN MUTLU OL.
Özlem Mektubu; Sevgilim!.. Sen gideli kaç saat oldu ? Kaç gün geçti, kaç hafta..? Saymadım.. Bana yüzyıllar geçmiş gibi geliyor. Son anda sen giderken gözlerinin buğusunu bıraktın.. Şimdi sis içinde bütün dünya. Çiçekler gözyaşlarımı içti, sen onları kırağı sanırsın, çiy sanırsın.. oysa hepsi benim gözyaşlarımla ıslak..
Sevgilim özlüyorum seni.. Bir balta indirildi, içimden bir ağaç köküyle devrildi. Gözlerimden akan yaştan belli değil mi, içim kanıyor. Özlem bir bulut gibi sarıyor beni, kuşatıyor . Seni sevmek bir sonsuzluk gibi büyüyor içimde. Haftanın her gününe, geçen her saate senin adını verdim. Senin adınla başlıyor mevsimler, yıllar sen varsan içinde, geçerli…
Özlem bir yağmur gibi yağıyor üstüme. Damlalar yüreğime vuruyor. Gecenin karanlığında bir başınayım.Uykularım bölük pörçük. Bütün rüyalarımda sen.. gözlerim kapanır kapanmaz gözlerin yaklaşıyor. Sonra bir rüzgar alıp seni, benden uzaklara götürüyor.
Geceler boyu sabahlayıp uğruna, boşluğa düştüğüm sevdiğim, bir tanem, gözbebeğim.. Yüreğimden mühürlendim sana.. Şiirler havalanıyor kuşlar gibi, şarkılar ağlıyor yokluğuna.. Sevgilim hayatı sende buldum ben, tükenirsem sen tüketirsin beni.
Yoksun, gittin, tek başına koydun… Bu nasıl bir özlemdir, kendi gövdem ateşten bir gömlek.. yanıyorum..Yetti artık, yetiş n’olur dayanamıyorum.
Şehitler Günü Konuşma Metinleri Şehitler Günü Konuşma Metin Örnekleri
1.Metin Örneği
ŞEHİTLER GÜNÜ
Türk savaş tarihine altın harflerle yazılan 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 93.Yıldönümünü kutlamanın büyük sevincini ve üzerinde huzurla, güvenle yaşadığımız kutsal vatanımız için canlarını feda eden şehitlerimizin Şehitler Günü’nü idrak etmenin onurunu yaşamaktayız. Çanakkale Zaferi, dünya tarihinde bir dönüm noktası olmuş, tarihin akışı üzerinde Türk Milleti, belirleyici bir rol oynamıştır. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasına zemin hazırlayan bir azmin mücadelesidir. Çanakkale Savaşında, milletimiz, binlerce evladını şehit vermiştir. Mukaddes vatan toprakları için, canlarını seve seve vererek; bir milletin kaderini değiştiren, vatanımızı, istiklâlimizi, sarsılmaz imanları, eşsiz cesaretlerine borçlu olduğumuz, aziz şehitlerimiz, dünyada eşi benzeri olmayan bir destan yazmıştır. Onlar ana kucaklarını, baba ocaklarını bizim için feda ederek ölmeleri gereken yerde en ufak bir tereddüt göstermeden gülümseyerek ölüme gittiler. Kendilerini öldürmeye gelenlere bile kucaklarını açıp, yaralarını sararak dünyaya insanlık dersi verdiler. Çanakkale Zaferi’nin, özellikle genç nesillere iyi anlatılması, ecdadımıza ve şehitlerimize bir borcumuz olduğu gibi, geleceğimizin de teminatıdır. Bizler, vatanı için, milleti için, namusu için canını ortaya koyan bu insanları ne kadar tanıyoruz. Eğer biz onları tanımazsak geleceğimizi göremeyiz hedeflerimizi bilemeyiz, Çanakkale’ye; Şehitlerimize; Geleceğimize sahip çıkalım. Herkes iyi bilmelidir ki aziz şehitlerimizin kanlarıyla suladıkları ve bizlere emanet ettikleri bu kutsal vatan toprakları, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Türk Milleti tarafından en kutsal emanet olarak korunacaktır. Çanakkale Zaferi ve Şehitler Günü münasebetiyle; Büyük Önder Atatürk’ü, Çanakkale Şehitlerimizi ve bugüne kadar bu vatan için vermiş olduğumuz tüm aziz şehitlerimizi, bir kez daha saygı ve şükranla anıyor, yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhları şad olsun.
2.Metin Örneği
Selamlama
Bugün, 18 Mart Şehitler Günü, aynı zamanda Çanakkale Zaferinin . Yıldönümü.
Çanakkale Zaferi, dünya tarihinde bir dönüm noktası olmuş, tarihin akışı üzerinde Türk Ulusu, belirleyici bir rol oynamıştır.
Millet olma bilincinin tohumlarının atılarak, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasına zemin hazırlayan, bir prestij ve azmin mücadelesidir.
Çanakkale Muharebeleri, 1. Dünya Savaşı’nın en önemli ve hassas bölümünü teşkil eder.
Çanakkale Savaşı, ordumuzu zafere taşıyan Mustafa Kemal gerçeğini ortaya çıkarmış, milletimiz, 500 bin evladını bu savaşta şehit vermiştir.
Mukaddes vatan toprakları için, canlarını seve seve vererek; bir ulusun kaderini değiştiren, vatanımızı, istiklalimizi, sarsılmaz imanları, eşsiz cesaretlerine borçlu olduğumuz, aziz şehitlerimiz, dünyada eşi benzeri olmayan bir destan yazmıştır.
Çanakkale Zaferi’nin, özellikle genç nesillere iyi anlatılması, ecdadımıza ve şehitlerimize bir borcumuz olduğu gibi, geleceğimizin de teminatıdır.
Bu konuda, Şehit Ailelerimizin ve Muharip Gaziler Derneğimizin, çok önemli bir sorumluluğu üstlendiklerini görüyoruz.
Şehit Ailelerimiz, yaşadığımız pek çok sıkıntılı dönemde ortaya koydukları, sağduyulu ve kararlı tutumla, milletimizin vicdanı haline (bilgi yelpazesi.net) gelmiştir.
Gazilerimiz, toplumumuzun milli hafızasını oluşturmaktadır.
Milletimiz, ne zaman kendini darda hissederse, gazilerimizi dinlemesi, gazilerimizin ve şehitlerimizin vatan sevgisi çizgisine dönmesi, yeniden dirilmesi için yeterli olacaktır.
Çanakkale Savaşı ortaya koymuştur ki, her ne sebeple olursa olsun savaş; büyük bir yıkımı, insanlık onurunun ayaklar altına alınmasını ifade eder.
Türk Milleti, kendi şehitlerine gösterdiği özeni ve ilgiyi, bu savaşta ölen yabancı askerlere de göstererek, insanlığın yere düşen onurunu da ayağa kaldırmıştır.
İnsanlık, geçmişin hatalarından gerekli dersleri çıkararak, dünyanın çeşitli bölgelerinde süren çatışmaları sonlandırmalıdır.
İnsanların hiçbir ayırım gözetmeden ve gelecek kaygısı duymadan; huzur, sevgi ve kardeşlik içinde bir arada yaşayacakları, barış dolu bir dünyanın temelleri atılmalıdır.
Çanakkale Zaferi’nin Yıldönümünde,
Büyük Önder Atatürk’ü,
Çanakkale Şehitlerimizi ve bugüne dek vermiş olduğumuz tüm aziz şehitlerimizi,
Şehitler Günü münasebetiyle, bir kez daha saygı ve şükranla anıyor, yüce Allah’tan rahmet diliyorum.
İnsanın Evrendeki Yeri nedir İnsanın Evrendeki Yeri ve önemi
Bilinci itibariyle insanın, Evrendeki yeri ne? İnsan bilinciyle, evreni meydana getiren bilincin bağlantı noktası var mı, varsa ne şekilde? Fizik bedenin yer ve zaman olarak evrende bir sınırı düşünülebilir. Oysa, bilinç için ne mekansal, ne de zamansal bir sınır tanıyamıyoruz. Yani, bilinç, fizik evrenle kayıtlı bir yapı değil! Bu demek ki, bilince göre evren, yani bilincin kendi evreni, gözün evreniyle, gözle algıladığımız maddelerden oluşmuş yapıyla sınırlı değil. O halde önce, evrenin gerçek yapısı hakkında düşünmemiz gerekiyor. Nedir, evren, gerçekte?
Hemen hatırlayalım. Aslında bizim, evren diye isimlendirdiğimiz nesnelerden ibaret olan şu içinde olduğumuz yapı, sadece 5 duyumuzun duyarlılık kapasitesine göre algılayabildiğimiz bir kesittir. Tüm bu nesneler ve tüm bu dünyamız, duyularımızın sınırları içerisinde kalan kesitsel yapıdır. Duyularımızın duyarlılık sınırları dışında kalan yapıdan ise habersiziz. Örneğin gözün algılayabildiği, gözün duyarlılık sınırları içerisinde kalan dalgaboyları, gerçekte varolan sayısız dalgaboyları içerisinde çok çok küçük bir kesittir. Öyle ki, gözün tespit edebildiği ve şu anda görmekte olduğumuz nesneler, aslında, evrende varolan sayısız dalgaboyları, sayısız imajlar içerisinde, çölde bir kum tanesi misali kadardır.
Oysa, 5 duyu verilerinden yola çıkmak suretiyle, bilimsel veriler ışığında evrenin gerçek yapısını düşüncemizle keşfetmeye başladığımızda, görüyoruz ki evren, gerçekte içinde boşluğu olmayan tümel bir enerji kütlesi. Orijinal yapıda öylesine bir bütünsellik var ki, gözünüze göre, sizinle, şu anda elinizdeki bu sayfalar (veya ekran) arasında bir boşluk var gibi görünse de, gerçekte böyle bir boşluk yok! Çünkü bu sayfalar da, ekran da, sizin bedeniniz de, aradaki hava da, sırf atomlardan oluşmaktadır ve atomsal düzeyde birbirleri arasında bir sınır, bir ayrılık yoktur… Eğer daha da ileri giderek evrenin atomaltı yapısını düşünmeye çalışırsak, karşılaşacağımız sonuç, bölünüp, parçalanması sözkonusu olmayan, salt bir enerji kütlesi olacaktır… Beş duyu evrenimizde algıladığımız kesitsel imajlardan yola çıkarak gördük ki, evrenin orijinal yapısı bütünsel bir enerji kütlesidir. O halde düşünelim: Varolan herşey, bu evrensel enerjiden oluştuğuna göre, içinde yaşadığımız kesitte de gözlenen düzen, bu evrensel enerji boyutunda yürürlükte olan bir düzendir. Yani, bu evrensel enerji de, aynı zamanda, varolan düzeni yürüten evrensel bilinç orjinlidir… Evrenimizde varolan herşey, her an, her zerresinde Evrensel Bilincin hükümlerinin yürürlükte olduğu, enerjiden oluşmuştur… İnsan bilincine gelince… Evren tümel bir enerji yapı olduğuna göre ve evrende hükmü yürümekte olan Tek bir bilinç varolduğuna göre, hiçbir insanın, hatta hiçbir nesnenin orijinal bilinci, bu evrensel bilinçten ayrı değildir. Dolayısıyla insandaki bilinç, orjini itibariyle Evrensel Bilinçle aynı özden meydana gelmiştir ve dahi O’dur. Kendini tanımak gayesiyle varolmuş insana açılan ufuk burasıdır: Bilincini madde evrenin bağımlılıklarından soyut bir şekilde tanıyabilmek ve böylece kendini, zaman ve mekanla kayıtlı olmayan evrensel bilinç boyutunun değerleriyle bilmek. Çünkü, evreni meydana getiren O’na giden yegane yol, insanın kendi özünden geçmektedir… Demek ki insan, evrendeki sayısız yıldızlardan biri çevresinde dönen bir kütlenin üzerinde yaşayan, bedenden ibaret madde yapılı bir varlık değil; gerçekte, Evreni meydana getiren BİLİNÇ ve GÜÇ’ün varlığıyla oluşmuş, tüm evrensel sırları kendinde bulabilecek kapasitede varolmuş bir bilinç yapıdır. Evren, bir galaksi veya bir insan bilinci aynı orijinlidir. Madde boyutundaki yaşamın terkedilmesiyle, kaçınılmaz bir biçimde insan, kendisini bu orijinal bilinç boyutunun değerleriyle bulacaktır. Ancak bu boyutu ne şekilde değerlendirebileceği, dünya yaşamındayken kendini tanıyabilmesi ve hazırlayabilmesi ölçüsünde olabilecektir. Bilinç, eğer kendi evreninin değerlerini ortaya koyabilirse, sınırsızlıkta her an yeni bir özelliğini gözlemleyerek kendi sonsuzluğunu yaşayabilecektir. İnsan için en büyük felaket ise, beş duyu verileriyle bloke olmuş bir bilinçle, kendisini aynada gördüğü bir bedenden ibaret sanarak dünya yaşamının sona ermesidir… Sonsuzluğu yaşamak üzere varken, toplumsal şartlanmalar ve bedensel bağımlılıklardan kurtulamamış bir bilinçle, yaşamın sonluluğa mahkum olması ne acıdır. Eğer ifade etmek istediğimiz değer, zaman ve mekana bağlı olarak değişim göstermiyorsa, onun EVRENSEL oluşundan sözedebiliriz. Aksi halde, şartlanma ve bağımlılıklar blokajından kurtulamamış, bilinç boyutunun sınırsız değerleriyle yaşamaktan uzak bir haldeyken, bireysel, geçici dünya değerleri için “sonsuz,” veya “evrensel” gibi tanımlamaları kullanmakla, sadece kuru bir lakırdı etmiş oluruz…
çevre kirliliği kısaca nedir, çevre kirliliği kısa bilgi
Çevre; dünya üzerinde yaşamını sürdüren canlılarının hayatları boyunca ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır.Yani “Ekosistem” olarak tanımlanabilir. Hava, su ve toprak bu çevrenin fiziksel unsurlarını, insan, hayvan, bitki ve diğer mikroorganizmalar ise biyolojik unsurlarını teşkil etmektedir
Doğanın temel fiziksel unsurları olan, hava, su ve toprak üzerinde olumsuz etkilerin oluşması ile ortaya çıkan ve canlı öğelerin hayati aktivitelerini olumsuz yönde etkileyen cansız çevre öğeleri üzerinde yapısal zararlar meydana getiren ve niteliklerini bozan yabancı maddelerin hava, su ve toprağa yoğun bir şekilde karışması olayına “Çevre Kirliliği” adı verilmektedir.
Gelişen teknolojinin yaşamıma getirdiği rahatlık yanında, bu gelişmenin tabiata ve çevreye verdiği kirliliğin boyutu her geçen gün hızla artmaktadır Yaşamı daha mükemmel hale getirmek, daha sağlıklı ve uzun bir ömür sağlayabilmek amacına dönük bu gelişmelerin, gerek kırsal, gerek kentsel alanlarda olsun, doğal kaynakları bozduğu su, hava, toprak kirlenmesine yol açtığı, bitki ve hayvan varlığına zarar verdiği son yıllarda inkar edilemez bir gerçek haline dönüşmüştür.
Çeşitli kaynaklardan çıkan katı, sıvı ve gaz halindeki kirletici maddelerin hava, su ve toprakta yüksek oranda birikmesi çevre kirliliği oluşmasına neden olmaktadır Hızla artan dünya nüfusunun ihtiyaçlarının karşılanması için teknolojinin gelişmesine bağlı olarak endüstrileşmenin de artması gerekmektedir. Bu artış beraberinde var olan doğal kaynakların hızla tükenmesine neden olmaktadır .
Dünyanın en büyük iki sosyal ağı yarışıyor; Facebook mu yoksa MySpace mi daha büyük?
Facebook büyük rekabette önde gidiyor..
Özellikle Web 2.0 ile birlikte büyük ilgi görmeye başlayan sosyal ağ siteleri bugün altın dönemlerini yaşıyorlar. Dünya çapında milyonlarca kullanıcıya hizmet veriyor, bu kullanıcıların neredeyse internetteki en önemli adresleri haline geliyorlar. Dünya çapında irili ufaklı sayısız sosyal ağ sitesi olsa da, bunlardan özellikle iki tanesi uluslar arası çapta en büyükleri olarak kabul ediliyor.Bunlar; Facebook ve MySpace.
MySpace 2005 yılında Rubert Murdoch tarafından 580 milyon dolara satın alındıktan sonra büyük bir çıkışa geçmiş ve 2006 yılında başta ABD olmak üzere pek çok ülkede en büyük sosyal ağ sitesi olma unvanını elde etmişti. Fakat aradan geçen yıllar Facebook’a biraz daha iyi davranmış gibi görünüyor. comScore’un son yaptığı araştırmaya göre MySpaceŞubat ayında 124 milyon kişi tarafından ziyaret edildi. Her ne kadar son derece önemli bir rakam gibi görünse de, aynı dönemde Facebook’un 276 milyon tekil ziyaretçiye ev sahipliği yapması nedeniyle ancak ikiciliği elde edebildi.
Tarla bahçe işleri derken çok yorulan facebook kullanıcıları için yeni bir oyun hazırlanıyor. Özellikle beylerin ilgisini çekecek gibi görünen oyun FİFA Superstars.
Electronic Arts, Facebook kullanıcıları için bir Fifa oyunu hazırladığını açıkladı. Oyun Playfish tarafından geliştirilecek ve facebook üzerinden çoklu oyuncu seçeneği sunacakmış.
EA Sports başkanı Peter Moore haberi doğrularken blog yazısında, milyonlarca hayranın Facebook üzerinden birbirleriyle FIFA Dünya Kupası’nı kazanmak için yarışacağını söylüyor. FIFA Superstars’ın menajerlik sistemine mi yoksa oynanışa mı ağırlık vereceği henüz bilinmiyor.
Dünyanın En Eski Aşk Şiiri Dünyanın ilk aşk şiiri 1889′da Bağdat’ın 150 km uzağındaki Sümer kenti Nippur’da bulunmuş 4 bin yıllık bir tablet üzerindeki şiirdir. ABD’li sümerolog Samuel Noah Kramer tarafından 55 yıl önce okunan tableti Türkçe’ye Muazzez İlmiye Çığ çevirdi. Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.
Sümer inancına göre, toprağın bereketini ve verimli olmasını sağlamak amacıyla, Kral’ın yılda bir kez Bereket ve Aşk Tanrıçası Ellil yerine bir rahibe ile evlenmesi kutsal bir görevdi. Bu şiir büyük bir olasılıkla Kral Şusin için seçilmiş bir gelin tarafından yeni yıl bayramını kutlama töreninde söylenmek üzere kaleme alınmıştı ve ziyafetlerde, şölenlerde müzik, şarkı ve dans eşliğinde söyleniyordu.
İnsan 5 yaşına gelmeden anlıyor; açlığın öldürdüğünü, soğuğun dondurduğunu, ateşin yaktığını… Sevgisizliğin insanın canını acıttığını… Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor. Her şey ona çok büyük görünüyor: Ev, masa, anne, baba… 10´una gelmeden oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor. Azgın bir iştahla öğreniyor. Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor. Dünyanın evde, okulda kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor. 15´inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden, değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor. Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile bilmediği odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa bahçelere çıkıldığını hissediyor, büyüleniyor. Şarkıların içinde sevdalar gezdirdiğini, şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor. Aşk acısını öğreniyor. Yine de seviyor; ille seviyor, inadına seviyor. 20´sinde putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor. Her şey ona küçük görünüyor: Ev, masa, anne, baba… “Dünya küçükmüş; büyük olan benim” efelenmeleri başlıyor. Lakin dünya bunu bilmiyor. 25´inde ayaklar biraz yere değiyor. Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor. Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp grileşiyor. Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak, sevdiğini bulanlarsa kalbinden vurularak evleniyor genelde… 5 yıl önce uzak bir ülke olan “istikbal”, daha yakına geliyor. “Bir denizde yangın çıkarma” hayali erteleniyor. “Dünya zor”laşıyor.30´unda muhasebeye başlıyor insan: “Dünya hâlâ beni tanımadı, üstelik galiba ben de dünyayı tam tanımıyorum” dönemi… Mevcut bilgilerin sorgu yeri… Kuşkunun beyliği…Tehlikeli yaşlar: “Bunun nesine hayran oldum ki ben” pişmanlıkları, “Hakkımı yediler” sızlanmaları, sırta saplanan hançerler, çelmeler, dost kazıkları, ağır ağır olgunlaştırıyor insanı… 35, yolun yarısı… Hiç okul asmadan, evden kaçmadan, bir terasta sevdiğiyle öpüşüp bir çadırda uyanmadan 20´sine gelenler için gecikmiş telafi çağları… Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların sözüne yeniden kulak kabartılan yaşlar… Olgunluğun karasuları… 40´ında eski kotlar dar gelmeye, saçlara ak düşmeye, aile büyükleri yaşlanıp ölmeye başladığında bocalıyor insan… Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor, erkekleri araba galerilerine; ve ikisini birden yeni sevda hayallerine… Yiten gençliğe, boyalı saçlarla, içe çekilen karınlarla, kırmızı arabalarla çare aranıyor. 45´inde “istikbal” denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan… Hem ölüm yarınmış gibi, hem hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasını öğreniyor. Eski dostlar, hatıralar kıymete biniyor. Didişmenin yerini sükûnet, böbürlenmenin yerini nedamet, kinin yerini merhamet alıyor. “Keşke”ler “iyi ki”lerle, hırslar hazlarla yer değiştiriyor. Bu dünyayı silkelemekten, daha iyi bir dünya için kavga vermekten vazgeçmeseniz de, öbür dünya umuduna da kulak kabartıyorsunuz, ara sıra… Genellenemez tabii; bunlar benim yaşlarım. Sonrasını bilmiyorum henüz; öğrendikçe yazarım.
Ömer Hayyam genelde kısa şiirler yazdığı için Bir kaç şiiri birden aldım
AŞk… Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben Perde ardında sen ben dedikodusu var amma… Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben
Ey dünyanın işinden haberi olmayan sen yoksun Dünya esen yel üstüne kuruldu.. Varlığımız iki yokluk arasındadır Çevrendekilerde hiçdir sen de bir hiçsin
Medresede söz vardır tekkede de hal Fakat bu aşk sözden de dışarıdır halden de İster şeriat müftüsü ol ister şehir vaizi Aşk mahkemesine gelindi mi dilsiz kesilir
Bugün zevk etmek elindeyken zevkine bak Yarını düşünmen beyhude bir heves Bir çok kişiden arda kalanlar Sana da kalmayacak sen de göçüp gideceksin…
ÖMER HAYYAM
Cennet Cehennem… Sevgiyle yoğurulmamışsa yüreğin, Tekkede manastırda eremezsin. Bir kez gerçekten sevdinmi bu dünyada, Cennetin, Cehennemin üstündesin.
ÖMER HAYYAM
Ey Kör.. Ey kör!Bu yer, bu gök, bu yıldızlar,boştur boş! Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş! Şu durmadan kurulup dağılan evrende Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!
ÖMER HAYYAM
Niceleri Geldi.. Niceleri geldi neler istediler Sonunda dünyayı bırakıp gittiler Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenlerde hep senin gibiydiler Bu dünya kimseye kalmaz bilesin Er geç kuyusunu kazar herkesin Tut ki , Nuh kadar yaşadın zor bela Sonunda yok olacak sen değil misin ?
ÖMER HAYYAM
Kul Olup Bir Güzele… Kul olup bir güzele gönülden Geçtik her bağdan , her tövbeden Herkes koyu müslüman döner Biz putperest döndük kabeden
ÖMER HAYYAM
Yürek… Bir yürek ki yanmaz yürek denir mi ona Sevmek haram yüreğinde ateş olmayana Bir günü sevgisiz geçirdinse yazık En boş geçen günün o gündür inan bana
Kırdın mı incittin mi birilerini Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler? Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda? Yeniden düşünmeliyim Dostluklarımı, ilişkilerimi Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı Yitirdim mi yoksa masumiyetimi? Borçlarımı ödedim mi? Doğru seçtim mi soruların fiillerini? Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış, Giysilerim ütülü, odam düzenli mi? Geri verdim mi aldıklarımı: Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları, Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi? Yokladım mı duygularımı Hâlâ sevebiliyor muyum insanları? Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma Ovmalı umutları Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar Gece telefonları, ıssız konuşmalar Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey O kadar çok anlattım ki Kendime kaldım anlatmaktan… Bunaldım kendisiyle boğuşmasını Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan, Ofset duyarlılıklardan Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum ‘İçtenliğin’ ya da ‘dünya görüşünün’ kirletmediği Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar Hâlâ bir umut var mıdır Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz Sadece rüzgârlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim Senin ve benim , yani bizim için…
Çocuğun gördüğü düştür barış. Ananın gördüğü düştür barış. Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba elinde yemiş dolu bir sepet; ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak bir testi gibi ter damlalarıyla alnında… barış budur işte.
Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman, ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara, yangının eritip tükettiği yüreklerde ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun, ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık, boşa akmadığını bilerek kanlarının, barış budur işte.
Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece. Barış, açılan bir pencerden, ne zaman olursa olsun gökyüzünün dolmasıdır içeriye.
Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun gözlerinin önüne tutulan kitaptır. Başaklar uzanıp, ‘ışık! ışık! ‘ diye fısıldarken birbirlerine! Işık taşarken ufkun yalağından. Barış budur işte. Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi gibi; barış budur işte.
Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de bir kök olduğu zaman gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya. Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardısıra. Ve sonunda hissettiğimiz zaman yeniden zamanın tüm köşe bucağındaki acıları kovmak için ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin. Barış budur işte.
Barış ışın demetleridir yaz tarlalarında, iyilik alfabesidir o, dizelerinde şafağın. Herkesin ‘kardeşim’ demesidir birbirine, ‘yarın yeni bir dünya kuracağız’ demesidir; ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle. Barış budur işte.
Ölüm çok az yer tuttuğu gün yüreklerde, mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların, şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine büyük karanfilini alacakaranlığın… barış budur işte.
Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın. Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.
Ve toprakta derin izler açan sabanların tek bir sözcüktür yazdıkları: Barış. Ve bir tren ilerler geleceğe doğru kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden buğdayla ve güllerle yüklü bir tren. Bu tren barıştır işte.
Kardeşler, barış içinde ancak derin derin soluk alır evren. Tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini. Kardeşler, uzatın ellerinizi.
atatürk’ün doğumu ile ilgili şiir,atatürk doğumu ile ilgili şiirler,atatürk doğumu ile ilgili şiir
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumu ile ilgili şiirler
Atatürk’ün Doğum Yılı
Bin sekizyüz seksen bir, her taraf ışık doldu, Özgürlüğün güneşi selaniklerden doğdu; O karanlık günlerin hepsini birden boğdu, İşte o gün tarihte Mustafa Kemal oldu.
Yurdun her tarafını düşman işgal etmişti, Osmanlı devletinin gücü sona ermişti; İşte o son günlerde ata başa geçmişti, Her savaşta bir zafer ordumuza getirdi.
Birden ordu kükredi, aştı dağı, denizi, Hani o güçsüz ordu? yol etmişti engini; Dağ, tepe, taş demeden yürüdü son gücüyle, Ulaşmıştık zafere Atatürkün izinde.
Birçok devrimler yaptı, yeni bir devlet kurdu; Hani kudurmuş düşman? kimden korktuda durdu? Atatürk tüm milleti bu zaferde coştudu, Devrimler bir tarafta, cumhuriyeti kurdu:
O günden dek bu güne, önderim dedi türklük, Her savaşta zafere aynı tempo yürüdük; Dünyanın he yanından, her kıtadan görüldük, Atatürk’le beraber böyle doğdu özgürlük.
Bir güneş gibi doğdu, ufuklardan taşlardan, Her zaman doğumunu kutluyoruz marşlarlan; Ne yazıkki ayrılık yazılmıştı anlına, Erdi Atatürk’ümüz yeni bir doğumuna.
Bilin şunu ölmedi! o Mustafa Kemal’ler! O osmanlar, ahmetler, mehmetler, mehmetcikler! O ordu milletimin yüreğinden doğmuştu, İtilaf devletleri denizlerde boğmuştu.
Artık bu ulus onun kanlarından taşıyor, Ölmedi önderimiz, şahsiyeti yaşıyor! Çanakkale zaferi tarihlere sığmıyor, Dünya tarihçileri bunu böyle yazıyor.
Asya ile avrupa bakın neler soyluyor? Atam ile mehmedi onlar ölmüş biliyor, Hayır! onlar ölmedi, asla! onlar yaşıyor! Bak benim damarlarım kanlarını taşıyor.
Erdoğan Büyük
Atatürkün hayatı
1881 de bir güneş doğdu annesi adını mustafa koydu önce babası öldü çiftliğe gittier orada olmayınca selaniğe döndüler
harp okuluna gitti akıllı bir asker oldu okulu bitirince güçlü bir er oldu
29 ekimde yeni bir devlet oldu 23 nisanda meclis kuruldu mayısın 19 unda samsuna gitti 30 ağustosta zaferle geldi
yalnız oda fani idi oldu ölümcül hasta tüm türkiye girdi kocaman bir yasa
güneşin battığı gün 10 kasım dünya karardı saat dokuzu beş geçe gözyaşını kimse tutamadı,(ağladı)
Mehmet Akif Ersoyun Cumhuriyetle ilgili şiirleri Mehmet Akif Ersoyun şiirleri
Bir Gece
Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi, Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi! Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler, Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi! Neden görecekler, göremezlerdi tabii; Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi, Bir kerede, mamure-I dünya, o zamanlar, Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi. Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin. Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi. Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz, Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi! Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma’sum, Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi! Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi; Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi! Alemlere rahmetti evet şer-i mübini, Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi. Dünya neye sahipse, O’nun vergisidir hep; Medyun ona cemiyyet-i, medyun O’na ferdi. Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.