Posts Tagged ‘eski’

Rüyada sevdiği kişiyi görmek

Cumartesi, Haziran 23rd, 2012

sevdiğin kişiyi rüyanda görmek
rüyada sevdiğinizi görmek
rüyanda sevdiğin kişiyi görmek

Rüyada görülen sevgili, gerek kız gerek erkek olsun, bekarlar için mutlu bir karşılaşma demektir, güzel bir evliliğe yorumlanır.

Rüyada eski sevgili’yi görmek ise uzun zamandır ödeyemediği bir borçtan dolayı üzüleceğine; evliler için eski sevgiliyi rüyada görmek, aile içerisine olacak hoşnutsuzluğa işarettir.

Rüyada sevgiliyi görmek; güler yüzlü ise ondan güzel bir haber alacağınıza, sinirli ise bir dedikodu yüzünden ufak bir tartışma yaşayacağınıza yorumlanır.

Sevgili ile gezmek; muradınıza ereceğinize, kavga etmek; evleneceğinize işarettir.

Bazen de, rüyada sevgilinizi görmek, sevgilisi olanlar için ayriliga, olmayanlar için yeni bir sevgili edinecegine isarettir.

doğum günü mesajları kuzene

Cuma, Haziran 22nd, 2012

kuzene doğum günü mesajları ,doğum günü mesajları,kuzene doğum günü smsleri,kuzene doğum günü msjları

Aramızdaki mesafeler tatlı kuzenimle bize engel olamaz,iyi ki doğdun

Hmmmm bu mesajı neden çekiyorum, unuttum, inan hiç hatırlamıyorum. Dur bakayım.. dur dur buldum 🙂 Doğum günün kutlu olsun !KuZeN.

Tonton bir Nine olduğunda bahçendeki sandalyene oturup eski günlerine daldığında hatırlamak istediğin kadar güzel günler seninle olsun. Doğum günün kutlu olsun.

FLUUUPPP! Bu bir sms sürprizi. Sana şans getirmek için burada. Bu yüzden hemen gözlerini kapat ve bir şey dile. Mutlu yıllar sana, mutlu yıllar sana.

Facebook’un yeni tasarımına isyan

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Facebook’ta yeni tasarım isyanı.

Bazı kullanıcılar her nekadar yeni tasarımı beğenip bu görüşlerini dile getirseler de, konuya aktif olarak dahil olan yorumcular arasında azınlıkta kalıyorlar. Facebook üzerinde şu ana kadar yeni tasarımı beğenmediklerini ifade eden ve eski tasarıma dönmek için seslerini yükselten kullanıcılar 10’dan fazla grup kurdular ve toplamda 1 milyona yakın üye toplamayı başardılar.

İşin garip yanı bu grupların bazılarının 2006 yılında, aslında şu anda geri istedikleri eski tasarıma geçişi protesto amacıyla kurulmuş olmaları. Buna rağmen hafta içinde “old facebook” (eski facebook) kelimelerinin Facebook üzerinde en çok aranan kelimeler olması dikkat çekici.

Şimdi biz ayrıldık ya!!!

Cuma, Haziran 22nd, 2012
Senden sonra hic acim olmadi
ne deliligim kaldi sevdadan yana
ne de aska inancim bir damla
Oysa ben seni severken hic aci cekmemistim
ne olduysa sen beni sevince oldu
bir zaman varligini arzulayan gonlum
yeri geldi yoklugunu aradi durdu
yazik sevilme sureni kendin kisalttin
artik donmesende olur
hem sen yokken daha guzeldim
hem sen varliginda tanidigim sen degildin
yine sevilirdin bu kadar
inan donusune bagli degildi sevdamin agirligi
yokluguna ve imkansizligina direnmek herseyden daha anlamliydi
eger donmeseydin ne yapar ne eder gozlerini tedarik ederdim bir yerlerden
elini en karanliklarda bulup tutardim
en azindan oyuncagiyla oynayan cocuk gibi
kirmadan kirilmadan kendi kendime severdim seni
artik donmesende olur
Herseyin ikincisi yenilgidir
Her donus ispatidir biraz daha kaybetmisligin
maluptur ileriye bakamayan
bakamaz ki bir turlu pismanligindan
onu tutar geride biraktigi her neyse
daha da baglanir ardinda kalana
terkedilen cabuk buyur
huzun kalana dussede
pismanlik hep gidenin payina
ayrilik zor zanaat
kimse yuzde yuz gulemez
kimse yuzde yuz gidemez
giden donuyorsa sevdiginden degil kaybettigindendir
ve aradigini bulamadigindan
donene kapiyi acmayin
sevseydi o gitmezdi hic bir zaman
iste bu yuzden donene kapilarinizi bir daha asla acmayin
ve sen
Gelme
O kapi hic acilmayacak sana
Eski ruzgarlarin sozu gecmez terkettikleri daglara
geceye yeni siirler gerek
gemiye yeni firtina
her eylule baska yagmur
kalana taze baharlar lazim
ve gidene biraz yurek
kacanlar pisman simdi
kalanlar sevmeye devam edecek
simdi biz ayrildik ya
birkac gun sendeleyerek yururum
ayagim takilsa da dusmem
yine dogrulurum biliyorum
yasadigim tum asklarin uzerine yemin ediyorum
ben artik senden vazgeciyorum !!!

alntı

Dünya’nın en eski aşk şiiri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Dünyanın En Eski Aşk Şiiri
Dünyanın ilk aşk şiiri 1889′da Bağdat’ın 150 km uzağındaki Sümer kenti Nippur’da bulunmuş 4 bin yıllık bir tablet üzerindeki şiirdir. ABD’li sümerolog Samuel Noah Kramer tarafından 55 yıl önce okunan tableti Türkçe’ye Muazzez İlmiye Çığ çevirdi. Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Sümer inancına göre, toprağın bereketini ve verimli olmasını sağlamak amacıyla, Kral’ın yılda bir kez Bereket ve Aşk Tanrıçası Ellil yerine bir rahibe ile evlenmesi kutsal bir görevdi. Bu şiir büyük bir olasılıkla Kral Şusin için seçilmiş bir gelin tarafından yeni yıl bayramını kutlama töreninde söylenmek üzere kaleme alınmıştı ve ziyafetlerde, şölenlerde müzik, şarkı ve dans eşliğinde söyleniyordu.

İşte dünyanın ilk aşk şiiri;

Damadım, kalbimin sevgilisi.

Güzelliğin büyüktür baldan tatlı.

Aslan, kalbimin kıymetlisi.

Güzelliğin büyüktür baldan tatlı.

Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır.

Yatak odasında bal doludur.

Güzelliğinle zevklenelim.

Aslan seni okşayayım.

Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır.

Damadım benden zevk aldın.

Annem söyle sana güzel şeyler verecektir.

Babam, sana hediyeler verecektir.

Sen beni sevdiğin için.

Lütfet bana okşayışlarını.

Benim Tanrım, benim koruyucum.

Tanrı Ellil’in kalbini memnun eden Şusin’im.

Lütfet bana okşayışlarını …

Atilla İlhan Sana Ne Yaptılar…

Cuma, Haziran 22nd, 2012

sana ne yaptılar

sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi

Bir bıçağın ağzında yürür gibiydin

Demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında

Gözlerinde karanlığı dar hücrelerin

Seni görür görmez özgürlüğümden utandım

Söyle ne içersin, çay mı kahve mi

Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

Saçların uzundu, omuzlarına akardı

Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından

Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın

Gülerdin, içimize aylar doğardı

Görünmez dağların arkasından

Eski gülümsemeni beyhude aradım

O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi

Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

Bir çay içer misin, yoksa kahve mi

Kibritim yok, demek cigaraya başladın

Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var

Böyle bir kız değildin sen eskiden

Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?

Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken

O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi

Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

atilla ilhan(üstad)

eski karım…

Cuma, Haziran 22nd, 2012

ESKİ KARIM

Hala sen varmışsın gibi
İki yastıkla yatıyorum..

Kimseye söyleme gidişini, ben söylemedim.
Elimde senin siparişin olmayan torbalarla geliyorum eve..
Ağlaya ağlaya öpüyorum yattığın yastığı yorganı
Sanki beni az önce yolcu etmişsin gibi çıkıyorum sokaklara..
Üst komşuya hava atarak, bi fiyaka bi görsen..
Ne garip bu insanlar!
Bütün mahalle, hatta alttaki bakkal bile seni geçen kasım öldü sanıyor…
Ne garip bu insanlar!
Hala her sabah bana selam veriliyor..
Sanki yaşıyormuşum gibi..

Ceyhun YILMAZ

can dündar’dan

Cuma, Haziran 22nd, 2012

İnsan 5 yaşına gelmeden anlıyor; açlığın öldürdüğünü, soğuğun dondurduğunu,
ateşin yaktığını…
Sevgisizliğin insanın canını acıttığını…
Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor.
Her şey ona çok büyük görünüyor:
Ev, masa, anne, baba…
10´una gelmeden oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor. Azgın bir iştahla
öğreniyor. Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor. Dünyanın evde, okulda
kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor.
15´inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden,
değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor.
Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile bilmediği
odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa bahçelere çıkıldığını
hissediyor, büyüleniyor. Şarkıların içinde sevdalar gezdirdiğini, şiirin her
türden hasreti dindirdiğini anlıyor. Aşk acısını öğreniyor. Yine de seviyor;
ille seviyor, inadına seviyor.
20´sinde putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor. Her şey ona küçük
görünüyor:
Ev, masa, anne, baba…
“Dünya küçükmüş; büyük olan benim” efelenmeleri başlıyor. Lakin dünya bunu
bilmiyor.
25´inde ayaklar biraz yere değiyor. Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor.
Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp
grileşiyor.
Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak, sevdiğini bulanlarsa kalbinden
vurularak evleniyor genelde… 5 yıl önce uzak bir ülke olan “istikbal”,
daha yakına geliyor. “Bir denizde yangın çıkarma” hayali erteleniyor.
“Dünya zor”laşıyor.30´unda muhasebeye başlıyor insan:
“Dünya hâlâ beni tanımadı, üstelik galiba ben de dünyayı tam tanımıyorum”
dönemi…
Mevcut bilgilerin sorgu yeri…
Kuşkunun beyliği…Tehlikeli yaşlar: “Bunun nesine hayran oldum ki ben”
pişmanlıkları, “Hakkımı yediler” sızlanmaları, sırta saplanan hançerler,
çelmeler, dost kazıkları, ağır ağır olgunlaştırıyor insanı…
35, yolun yarısı…
Hiç okul asmadan, evden kaçmadan, bir terasta sevdiğiyle öpüşüp bir çadırda
uyanmadan 20´sine gelenler için gecikmiş telafi çağları…
Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların sözüne yeniden kulak kabartılan
yaşlar… Olgunluğun karasuları…
40´ında eski kotlar dar gelmeye, saçlara ak düşmeye, aile büyükleri yaşlanıp
ölmeye başladığında bocalıyor insan…
Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor, erkekleri araba galerilerine; ve
ikisini birden yeni sevda hayallerine…
Yiten gençliğe, boyalı saçlarla, içe çekilen karınlarla, kırmızı arabalarla
çare aranıyor.
45´inde “istikbal” denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan…
Hem ölüm yarınmış gibi, hem hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasını öğreniyor. Eski
dostlar, hatıralar kıymete biniyor.
Didişmenin yerini sükûnet, böbürlenmenin yerini nedamet, kinin yerini
merhamet alıyor. “Keşke”ler “iyi ki”lerle, hırslar hazlarla yer
değiştiriyor.
Bu dünyayı silkelemekten, daha iyi bir dünya için kavga vermekten
vazgeçmeseniz de, öbür dünya umuduna da kulak kabartıyorsunuz, ara sıra…
Genellenemez tabii; bunlar benim yaşlarım.
Sonrasını bilmiyorum henüz; öğrendikçe yazarım.

Can DÜNDAR

Ahmet Hamdi Tanpınar Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Ahmet Hamdi Tanpınarın şiirleri
Ahmet Hamdi Tanpınara ait şiirler

Ayna
Derin sularında bu ayna her an
Sizden bir parıltı aksettirecek
Kah çıplak bir omuz sessiz düşecek
Eriyen bir kuğu beyazlığından

Bazen bir tebessüm, tutuşmuş mercan
Rüyasıyla sanki bir kızıl çiçek
Ve saçlar öyle ümitsiz yüzecek
Olgun akşamların ağırlığından

Başımızın Üstünde Bir Bulutun

Başımızın üstünde bir bulutun
Güneşe asılmış gölgesi,
Uzakta toz halinde dağılan
Yoğurtçu sesi,
Gün bitmeden başladı içimizde
Yarınsız insanların gecesi.

Bursa’da zaman

Bursa’da eski bir cami avlusu,
Küçük sadirvanda şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma bir duvar…
Onunla bir yasta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çesmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşiyor sihrini geçmis zamanın
Hala bu taşlarda gülen rüyanin
Güvercin bakışlı sesszilik bile
Çinliyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camileri eski bahçeler,
Şanlı hikayesi binlerce erin
Sesi nabzim olmuş hengamelerin
Nakleder yadini gelen geçene.

Bu hayalde uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çesmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtısından
Billur bir avize Bursa’da zaman,

Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk Bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur’an sesini.
Fetih günlerinin saf nesesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.

İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayal içinde… ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevi ahenk.
Bir ilah uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette
Belki de rüyası büyük cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.

Bütün Yaz

Ne güzel geçti bütün yaz,
Geceler küçük bahçede…
Sen zambaklar kadar beyaz
Ve ürkek bir düşüncede,
Sanki mehtaplı gecede,
Hülyan, eşiği aşılmaz
Bir saray olmuştu bize;
Hapsolmuş gibiydim bense,
Bir çözülmez bilmecede.
Ne güzel geçti bütün yaz,
Geceler küçük bahçede.

müzeler haftası ile ilgili şiir

Cuma, Haziran 22nd, 2012

müzeler haftası ile ilgili şiirler

Müzeler

Ayasofya, Topkapı
Bir hazine, bir servet,
Dolmabahçe Sarayı
Dolaşılmalı elbet.

Soluruz nefes nefes
Geçmişi, geleceği,
Daha neler neler var
İnsanın göreceği.

Tarihi öğreniriz
Ne hoş olur gezmesi,
Sanata doyuruyor
Resim Heykel Müzesi.

İsmail Malatya

Müzelik Şiir

* Yürüyen heykellerle aynı müzedeyim ben
* Konuşan mumyalara kimden söz edeyim ben
* Fikren işkencedeyim, ruhen cezadayım ben

* Korkaklığın sükûtu kol geziyor her yerde
* Sanki tek başımayım, tek kişilik mahşerde.

* Putların gölgesinde dans eder akbabalar
* Söz sokakta dolaşır, öz zindanda çabalar
* Atılan ucuz safra selâmlar, merhabalar

* En temiz topraklara gül eksem mantar biter
* Yollar sırat köprüsü, durmak düşmekten beter.

* Kaybettim mesafeyi, zamandan uzaklaştım
* Sevgi diye sarıldım, isyanla kucaklaştım
* Ne kendimden kurtuldum, ne kendime yaklaştım

* Toprağın üstü mezar, zevke dalmış ölüler
* Can sıkmaya yetiyor canlı kalmış ölüler.

* Fuhuş yuvası sanki en görkemli binalar
* Çamur evlât doğurur taş yürekli analar
* Resmen hak tevzi eder hakkı boğan canavar

* Koşanlar, yarışanlar.. dehşet ötesi dehşet
* Akıl karaya vurdu, gırtlağı geçti vahşet.

* Meydanlar tıklım tıklım, caddeler salkım-saçak
* Kölelik histerisi yayılmış köşe-bucak
* Elli tane hokkabaz, elli milyon oyuncak

* Müdür ve müdüriçe müzenin bekçileri
* Aferine çalışır düzenin bekçileri.

* Mülkü kazanan ayrı, tasarruf eden ayrı
* Hisseler neden farklı, hak, hukuk neden ayrı?
* Hasta yaşar deniyor, baş ile beden ayrı

* Mantık yürütmek yasak, itiraz eylemek suç
* Neşe-eğlence cinnet.. yatıp uyumak korkunç.

* Güvenmek aldanmaktır.. ölçü-tartı izafî
* Mert-namert, güzel-çirkin, eksi-artı izafî
* Çoğunun cebindeki kimlik kartı izafî

* Kim kimdir? Kim kim değil? Anlamak ve bilmek zor
* Oynanan komediye gül diyorlar, gülmek zor.

* Figüran heykeller var kül tablası boyunda
* Yediyüz göbek atar dakikalık oyunda
* İşlenen her günaha kurtta ortak, koyun da

* Kalmışım ara yerde, tozdayım, dumandayım
* Kirli bir mekândayım, iğrenç bir zamandayım.

(Abdurrahim Karakoç)

Antik Eserler
Bütün antik eserler,
Toplamdar müzede.
Tüm turistler gezerde,
Döviz kalır bize de.

Türkiye’m bu yönüyle,
Her yeri bir şaheser.
Seyreder beğeniyle,
Gezen bütün turistler.

Kıymetini bilmeli,
Tarihi eserlerin.
Gezilip görülmeli,
Her yeri müzelerin.

Tarihi eserleri,
Müzelere verelim.
Ülkeyi gezenleri,
Müzeye götürelim.

Tarih, kültür ve sanat,
Hepsi onda toplanır.
Hazine onlar fakat,
Müzelerde saklanır.

Kasım KAPLAN

Hazinedir Müzeler
Bir hazinedir müze,
Bilgiler verir bize.
Tarihi aydınlatır,
Gerçekleri anlatır.

Nice antik eserler,
Heykeller ve resimler.
Hepsi müzede yatar,
Geçmişe ışık tutar.

Çok şehirde müze var,
Tarihi eser arar.
Bulununca eserler
Onları incelerler

Kayıtları tutulur
Müzelere koyulur.
Tarihi belirtilir,
Orda teşhis edilir.

Ülkeler tarihiyle,
Eski eserleriyle.
Kazanır değer, kıymet,
İşte bu medeniyet..

Kasım KAPLAN

Müze
Tarih, sanat, kültürün,hazinesidir müze.
En gerçek bilgileri,o verir hepimize.

Onunla aydınlanır,en eski uygarlıklar.
Orada sergilenir,çok değerli varlıklar.

Müzeleri gezmeyi,hiç ihmal etmeyelim.
Bilgimize yepyeni, bilgiler ekleyelim.

Antik eser bulursak, verelim müzelere.
Tarihi hazinemiz, ün salsın ülkelere.

Tarihi eserleri,özenle koruyalım.
Turisti çektiğini, her an hatırlayalım.

Her turist, yurdumuzun,döviz, reklam kaynağı.
Onu hoşnut tutalım,gezsin denizi, dağı.

Böylece, hem tanınır,hem de gelir sağlarız;
Dünyayı ülkemize,sevgilerle bağlarız.

Naim YALNIZ

Müzeci
Her ulusun tarihi
Müzelerinde yatar
Çok yaşasın o güzelim
Müzeleri oluşturanlar.

Oralarda sergilenenlere
Sadece bakmak değil erek
Baktıklarımızı görebilmemiz gerek.

Müzelerdir geçmişimizi sergileyen
Unutmayalım
Geçmişi olmayanın
Geleceği de olamaz.
Bizim geçmişimiz de
Geleceğimiz de var
Geleceğimiz gençlerimizin
Ellerinde büyüyor.

Fevzi Günenç

Gözlerimden Çok Yaramı Sevdim…

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri… Yeryüzüne gönül indiremez onlar… Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar…Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez…Gönüllü sürgündür onlar…Gizliden gizliye hissederler bunu…Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere…Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir…Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri…Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını…
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden…Yorulur kendisini anlatamamaktan…Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir…Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır…O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır…İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır…İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer…Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık…Kaybolmuşluğa çok yakındır…Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır…Daha az acı çekiyordur artık…Ama daha mutsuzdur eskisinden….Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden…
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü…Kaybolmuşluğa yakındım…İçimdeki acı hızla eksiliyordu…Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi…Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi…Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi…Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı…
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil….Gerçekten değil…Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor….Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor…
Konuşmaya susamıştık…Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye…Oysa böyle bir şey yoktu…Hep buradaydık…Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde…O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde…Hep o soluksuz kaldığımız yerde…Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde…
Belki aynı gece,belki yıllar boyunca konuştuğumuz yerden bana geldik…susuz ve yorgun…Yaşamaya köpekler gibi aç,ama ölüme dünden razı…
Bana geldik…Belki içimizdeki acıyı avutur,koptuğumuz ışığı ikna eder,biraz olsun hiç yaşamamış,hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar,içimizden bir ömür çalar,yitirdiğimiz ve anlayamadığımız ne varsa uzakta bırakır,buradan,bu hayattan yolumuza devam ederiz,sanmaya geldik…
İçtik,şımardık,ağladık,hayatı özledik,çığlık attık;ardımızda bıraktığımız ve bir kez olsun sahiden dönüp bakmadığımız onca kırıl kalp,onca vazgeçiş,onca erteleyiş,onca unutuş bir gecede bağışlanır sandık…
Ama olmadı…Bunu ilk ve son kez sevişirken anladık…Birbirimizin çıplak bedenlerine dokunduğumuzda…Aynı anda,belki de peş peşe,derinden,çok derinden öksüz kalan bir çocuk gibi kesik kesik ağlamaya başladık…Engel olmaya çalışsak da,yine de kahredici bir hoşluğu vardı bu ağlayışın içimizde…Bu hayatta sevgili olarak birlikte gidecek bir yerimiz yoktu…Geçmişimiz bizi geri çağırıyordu…Gidecek bir yerimiz yoktu,ama kaybolmamıştık…Bu yüzden kahredici bir boşluğu vardı göz yaşlarımızın…
Sonra sabah oldu…Sonra acı ve özlemin yerini utangaç bir boşluk aldı…Bütün o eksik hazların yerini derin bir suçluluk duygusu aldı…
Sonra o gitti,yaramda hiç unutamayacağım bir ürperti bırakarak gitti…Yaram ki,kimse onun kadar beni anlayamaz,yaram ki onun kadar kimse beni sevemez…Gözlerimden çok içimdeki yaramı sevdim ben…Çünkü ondan başka kimse bana beni gösteremedi…Herkese,ama herkese yalan söyledim,ama bir tek o biliyordu hepsini…Bir tek o gördü beni kendimi aldatırken…Onu unutmaya çok çalıştım…Yok saymaya…Hayat diye içine girmediğim akvaryum kalmadı…Her mevsim mutluluk modaydı…O akvaryumların içinde mutluymuşum gibi yaptım…Yaramı unutup herkes ne yapıyorsa onu yapmaya çalıştım…Akvaryumun içinde,herkes gibi camların dışında bir yeri özledim…Bana ait olmayan bir hayatta,hiçbir ortak yanım olmayan insanlarla akvaryumun dışını özledim…Yaramı unutup,neyi özlediklerini bilmeyen insanların özleyişlerini sevdim…Bilmiyorum,belki bunu da kendi yaramı unutmak içim yaptım hep…Anladım ki,nereye gitsem sonunda yarama dönüyorum…Ne yapsam,ne etsem döndüğüm tek yer yine o eski kalbim…Bütün o oyunlardan bana kalan o eski yadigar…Ne kadar sevse de insan,tükenip,yorulduğu bir saat var…Herkesin bencil bir ömrü var…İşte en çok o zaman hatırlarım o eski kalbimi,onca insana kendimden öç alırcasına dağıttığım kalbimi,çok sevdiğim bir yabancı gibi hatırlarım…Mahcup bir özlemle çağırırım onu dağıttığım yerlerden;hayatlardan,yorgun ve bencil sevgilerden… Utanarak…Sanki kendi kalbimi geri çağırmak bir suçmuş gibi çağırırım…Güzellik ve soyluluk saklıdır o kalpte…Kalbimdeki kimsesiz kalmış güzelliğe ve soyluluğa vurgunumdur ben…Onu her arzulayışımda karşıma Tanrı çıkar…Beni böyle eksik,böyle yarım,böyle susuz,böyle bir başına O bırakmıştır…Tanrı vardır ve benim bu sonsuz susuzluğum ondandır…
Bu susuzluğu hissettiğim andan beridir hayattan korkmamayı öğrendim…Kime dokunsam Tanrı’ya sonsuz bir yakarış;kime dokunsam o büyük kopuşun sancısıydı;kime dokunsam kendimdeki ilk ağrıya dokunuş gibiydi…Kime dokunsam eksik,ve yanlış bir Tanrı’ya dokunmak gibiydi…
Tanrı’yı unutmak,içimdeki aşkı unutmak gibidir bazen…Böyle zamanlarda kalkıp giden her şeyin peşine takılırım…Bütün zamanların,bütün trenlerin,bütün vaatlerin ve hızların arkasından giderim…Farklı olmak adına,kendim olmak adına,herkes gibi olmak adına koşarım giden her şeyin ardından…İçimdeki Tanrı’yı,içimdeki aşkı soluksuz,kimsesiz bırakarak koşarak giderim her şeyin ardından…Kendimi hatırlamamak için her anımı,her dakikamı tıka basa bu hayatla doldururum…içimdeki aşkı,içimdeki susuzluğu unutabilmek için bir projeye,bir yaz boz tahtasına dönüştürürüm kendimi…Her yerde ve herkesle olmak için kendimi boşlukta bir yerde yeniden yaratmaya çalışırım…Herkesle ve her yerde olmak için,beni her yere bir an önce yetişmek için,kendime bana ait olmayan bir kalp,bir yüz alıp kimsenin bilmediği,uğramadığı bir boşluğa yerleşirim…Herkes ve her şey olmaz için,beni çağırdıkları her yerde olmak için bu boşlukta yaşadım kimsesiz,bu boşlukta yüzüme çarpan kapılar,bu boşlukta hızlandıkça geciktiğim,bu boşlukta çırpındıkça yitirdiğim her şey bana aşksız geçen yıllarımı hatırlatır…Bana Tanrı’sız ömrümü,yüzümden yoksun geçen anlarımı hatırlatır…Böyle zamanlarda defalarca çiğneyip geçerim kendimi…Verdiğim sözleri,ettiğim yeminleri…Atarım kendimi herkesin ortasına…Gizlerimi atarım hoyrat gözlerin önüne…Önce ben başlarım kendimi yağmalamaya…O güvenmediğim hayatı ve zamanı yanıma alarak gizlediğim ne varsa ortaya dökerek…Öç alırcasına kendimden…Dökerim her şeyi ortaya…Herkesin kendinden kurtulmak için kışkırttığı yurtsuz ve kimsesiz bir gece için…
Böylesi gecelerde herkes o eski yarasına haksızlık etmiştir;böylesi gecelerin sabahında herkes ezbere ve çabuk çabuk konuşur ve kimse kimsenin gözlerine korkusuzca bakmaz…Herkes bir an önce,eksik ve yanlış da olsa bir gece önceki ömrüne dönmek ister…Herkes susuz bıraktığı o eski kalbine dönmek ister…
Bunları bilince,bunları hissederek yaşayınca kimseye kızamıyor insan…Öfke dönüp dolaşıp geliyor yine içte patlıyor…İçimde patlıyor…Çünkü kime kızıp,kimi lanetlesem en sonunda onu içimde buluyorum…Suçladığım herkeste biraz ben varım…Kimi yargılasam elimde kanı var…Kime bağlansam onda haksızlık ettiğim ömrüm ,susuz bıraktığım Tanrı’m var…Kime koşup sarılsam onda kolları bağlı erdemim var…Başkalarını yargıladıkça kendini tutsak eden,başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var…Oysa ne yapsam o yurtsuz gecem,susuz bıraktığım aşkım beni hiç unutmaz…Sorar hesabını…Defalarca gidip gelerek ömrümden,kimlerdi,diye sorar o kanayan yüz bana,kimdi bütün gece onda yargıladıkların…İtildiğim ve sığındığım yüzümden tek bir yanıt çıkar,tek bir ses…O ses der ki,bütün gece yargıladıkların aslında sensin…Bilirsin ki o ıssız gecede bunu sana söyleyen senin sesindir…Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur…İçinde soluksuz bıraktığın Tanrı’nın sesi,içinde öyle kimsesiz,öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir…Ne olur sus ve öfkelenme der bu ses bana…Boyun eğ bu sese…Kabullen onu…Bir kez olsun kendi sesinin önünde eğil der…Bir kez olsun kulak ver ona…Kulak ver ona,onun neleri yitirdiğini,neleri sonsuza dek kaybettiğini bir kez olsun anların ağzından duy…Yüzünden akan kanı bir kez olsun öp…Sadece gözyaşı değil onlar…Dokun onlara,dokun kendi kanına,yitirdiğin ve özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın…Orada bütün yargıladıkların var…Orada reddettiğin bütün ömrün var…Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa,hepsi kanında saklı…Seni terk edip ihmal edenler,seni bir türlü anlamak istemeyenler,seni yargılayıp dışarıda bırakanlar orada…Orada,seni deliler gibi sevenler ve senin içine bir türlü giremeyenler…Ne olur bir kes olsun onca insana dağıttığın kendini geriye çağır…Ne olur bir kez olsun anla,ömründen daha uzağa gidemezsin…Onca yıl susuz bıraktığın Tanrı’ndan daha uzağa gidemezsin…Ne olur anla,onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin…Ne olur bir kez olsun anla,yarını yok sayarak hiçbir yere gidemezsin…
Yaşamak ne ki,hem kendini,hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil?..Yaşamak yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?Yaşamak her gittiğin yerde bıraktığın yüzleri kanayarak özlemek değil mi?..
Yaşamak,içindeki o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini bu hayatta aramak değil mi?..
Bu hayatın ne yengisi,ne yenilgisi teselli etti beni…Ne zaman kazandım,ne zaman,artık kurtuldum,desem,daha derin bir boşluk açıldı önüme…Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola,kazandıkça kaybettim,yükseldikçe alçaldım…Ne aklımdan kurtuldum,ne delirdim…
İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmıştı ki,ne zaman aşkın bir güzellik görsem ertelediğim hayatım gelirdi aklıma…İçimdeki erdemi suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü…
Çünkü ne zaman yasadışı bir gece yaşasam anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden…
Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam;çok uzaktan,çok eski bir duygu bana rağmen,bana inat yanımdan geçip giderdi…Kimi sevsem hiç olmadığı kadar yalnızlaşırdı…Kimi sevsem bütün o yanlış hayatım gizlendiği yerden çıkıp gelirdi…Kimi anlamaya çalışsam hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme…Kime elimi uzatsam o unutulmuş ömrümle karşılaşırdım…
Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim…Kime sarılsam verip de tutamadığım sözler çıkardı karşıma…
İnsan her sabah doğan güneşten utanır…İnsan er ya da geç gelen mevsimlerden utanır…
İnsan onca yıl susuz bıraktığı Tanrı’sından utanır…
İnsan bunca işarete,bunca özleme rağmen bir türlü gidemediği yerden utanır…
İnsan yalan bir hayattan onca yıl bir kurtuluş beklediğine utanır…

Cezmi Ersöz

Hasretlik….

Cuma, Haziran 22nd, 2012
Bir coşkun ırmağı, taşımaz dere,
Sellere kapıldım, göz göre göre.
Sevgi bahçesini, yaktım bir kere,
Dozunu şaşıran, nazlara yazık.

Kapısı göz olan, hastanelerde,
Bir ilaç bulunmaz, düştüğüm derde.
Yüzünde sımsıcak, güzellik var da,
İçinde çoğalan, buzlara yazık.

Kızıl ufukların, ardına bakan,
Her batan güneşle, umutlar yakan,
Hayalle yaşayan, hasretlik çeken,
Ferleri tükenen, gözlere yazık.

Beynimi bağlamış, çelik kördüğüm,
Uçsuz bir karanlık, bakıp gördüğüm.
Gönlümün başına, vurup kırdığım,
Telleri duygudan, sazlara yazık.

Sevgi, özlem, hüzün, hayal, sabırla,
İçimde başlayan, cümbüşler gırla.
Seven gözlerimden, yağan yağmurla,
Sönmeyi bilmeyen, közlere yazık.

En gerçek sevdalar, bir hoş masalmış,
Masal dinleyerek, hayale dalmış,
Eski kitap gibi, buruşmuş kalmış,
Hüzünden maskeli yüzlere yazık.

Alıntı..

Cumhuriyet bayramı adlı şiir

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Cumhuriyet Bayramı şiiri
Cumhuriyet Bayramı isimli şiir
Cumhuriyet Bayramı şiiri oku

CUMHURİYET BAYRAMI

Bir zamanlar yurdumuzda
Bir başka devlet varmış,
Başındaki padişah
Ne isterse yaparmış.

Millet onun yanında
Köle imiş, kul imiş,
Türklerin vatanında
Yıllar sürmüş bu gidiş.

Vatan kalmış bakımsız
Millet fakir perişan
Sönüp gitmiş eski hız
Yurda saldırmış düşman.

Atatürk padişaha
Düşmana karşı durmuş,
Yurdumuzu kurtarmış
Cumhuriyeti kurmuş.

İ. Hakkı TALAS

Adıyaman şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Adıyaman şiiri
Adıyamanla ilgili şiirler

Adıyaman

Figan eder Mahmut gurbet ellerde,
Uyan Adıyaman duy Adıyaman…
Sevdam türküm gezer bütün dillerde,
Uyan Adıyaman duy Adıyaman…

Kanımla sulandı güzel toprağın,
Canımla kardeşti ovanla dağın,
Hani havan suyun nerede bağın?
Uyan Adıyaman duy Adıyaman…

Körler yüreğimin gördü narını,
Sağır bile duydu ahu zarını,
Unutma toprağım evlatlarını,
Uyan Adıyaman duy Adıyaman…

Baykuşlar mı kondu toprak taşına?
Kargalar mı daldı ekmek aşına?
Söyle neler geldi senin başına?
Uyan Adıyaman duy Adıyaman…

Cantekin der; dinle benim sesimi,
Gurbette tüketme son nefesimi,
Canım seni ister bil hevesimi,
Uyan Adıyaman duy Adıyaman…

Mahmut Cantekin

Bura Adıyamandır

Pırıl , pırıl bir nehir
Her taraf sahra, mesir
Sultanlara ilk mehir
Eski bir antik şehir.
Bağlar baran barandır
Bura Adıyaman’dır.

Her yan petrol kulesi
Yörenin birincisi
Eski Kahta kalesi
İlk çağların incisi
Dağlar duman dumandır
Bura Adıyaman’dır.

Foklorün de davullar
Evlerinde avlular
Çiçeklerde arılar
Kirazı var, narı var
Yiğit harman harmandır
Bura Adıyaman’dır

Besni’de fıstık üzüm
Sucuklar düzüm düzüm
Gölbaşı gurbet yüzüm
Sevenlere ilk sözüm
Sevda derde dermandır
Bura Adıyaman’dır.

Toprağına taşına
Güneşin doğuşuna
Göksu’nun akışına
Göllerinin başına
Gönlüm aman amandır
Bura Adıyaman’dır.

Arsemia Sümeysat
Gem vurulan o Fırat
Şirine yanan Ferhat
İlk çağlardan zuhurat
Tarih zaman zamandır
Bura Adıyaman’dır.

Çelikhan’ın balına
Yarimin halhalına
Omzundaki şalına
Basmasının alına
Sevdam dolam dolamdır
Bura Adıyaman’dır

Kummuhkent, Turuş-Urşu
Eski kent Asur Hoşşu
Eti, Sümere komşu
Güvercin haber kuşu
Sözüm ferman fermandır
Bura Adıyaman’dır

Gerger Sincik cevizi
Tut’un incir, pekmezi
Havva ana çerezi
Türk, Kürt, Afşar, Çerkezi
Gören sana hayrandır
Bura Adıyaman’dır.

Kaç kraldan kalan yer
Her taşın yakut değer
Burcuna sancaklar ger
Sahipsiz günler geçer
Vadi leman lemandır
Bura Adıyaman’dır

Halit Özdüzen

Tevfik Fikret Sis Şiiri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Tevfik Fikret Sis
Sis Şiiri Tevfik Fikret
Tevfik Fikretin Sis Şiiri

Sis
Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
Ey zulümler sâhası… Evet, ey parlak alan,
ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
ey bin kocadan artakalan dul kız;
güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
Yalnız işte bu… Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

Örtün, evet ey felâket sahnesi… Örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.
Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
“Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.
Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan
vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
sembole eden harap ve sessiz evler;
ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
ve yıllardır tütmek ne… çoktan unutulmuş!
Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!
Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
ey kimsesiz; âvâre çocuklar… Hele sizler,
hele sizler…

Örtün, evet, ey felâket sahnesi… Örtün artık ey şehir;
Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!

Tevfiz Fikret
18 Şubat 1317

Tevfik Fikret Balıkçılar Şiiri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Tevfik Fikret Balıkçılar Şiiri
Balıkçılar Tevfik Fikret Şiiri
Tevfik Fikret Balıkçılar

BALIKÇILAR

– Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder
Bugün açız yine; lakin yarın, ümid ederim
Sular biraz daha sakinleşir… Ne çare, kader

– Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderim
Diyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle otur
Zavallıcık yine kaç gündür işte hasta

– Olur
Biraz da sen çalış oğlum, biraz da sen çabala
Ninen baban, iki miskin, biz artık ölmeliyiz
Çocuk düşündü şikayetli bir nazarla: – Ya biz
Ya ben nasıl yaşarım siz ölürseniz

Hâlâ
Dışarda gürleyerek kükremiş bir ordu gibi
Döğerdi sahili binlerce dalgalar asabi

– Yarın sen ağları gün doğmadan hazırlarsın
Sakın yedek biraz ip, mantar almadan gitme…
Açınca yelkeni hiç bakma, oynasın varsın
Kayık çocuk gibidir: Oynuyor mu kaydetme
Dokunma keyfine; yalnız tetik bulun, zira
Deniz kadın gibidir: Hiç inanmak olmaz ha

Deniz dışarda uzun sayhalarla bir hırçın
Kadın gürültüsü neşreyliyordu ortalığa

– Yarın küçük gidecek yalnız, öyle mi, balığa
– O gitmek istedi; “Sen evde kal!” diyor…
– Ya sakın
O gelmeden ben ölüsem

Kadın bu son sözle
Düşündü kaldı; balıkçıyla oğlu yan gözle
Soluk dudaklarının ihtizaz-ı hasirine
Bakıp sükut ediyorlardı, başlarında uçan
Kazayı anlatıyorlardı böyle birbirine
Dışarda fırtına gittikçe pür-gazab, cuşan
Bir ihtilac ile etrafa ra’şeler vererek
Uğulduyordu…

– Yarın yavrucak nasıl gidecek

Şafak sökerken o, yalnız, bir eski tekneciğin
Düğümlü, ekli, çürük ipleriyle uğraşarak
İlerliyordu; deniz aynı şiddetiyle şırak –
şırak döğüp eziyor köhne teknenin şişkin
Siyah kaburgasını… Ah açlık, ah ümid
Kenarda, bir taşın üstünde bir hayal-i sefid
Eliyle engini güya işaret eyleyerek
Diyordu: “Haydi nasibin o dalgalarda, yürü!”

Yürür zavallı kırık teknecik, yürür; “Yürümek
Nasibin işte bu! Hâlâ gözün kenarda… Yürü!”
Yürür, fakat suların böyle kahr-ı hiddetine
Nasıl tahammül eder eski, hasta bir tekne?

Deniz ufukta, kadın evde muhtazır… Ölüyor
Kenarda üç gecelik bar-ı intizariyle
Bütün felaketinin darbe-i hasariyle
Tehi, kazazede bir tekne karşısında peder
Uzakta bir yeri yumrukla gösterip gülüyor
Yüzünde giryeli, muzlim, boğuk şikayetler…

Tevfik Fikret

Murathan Mungan Yalnız Bir Opera

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Murathan Mungan Yalnız Bir Opera şiiri
Yalnız Bir Opera Murathan Mungan

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
“Eylül’de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen” notunu buldum kapımda.
Altına saat:16.00 diye yazmıştın, ve 16.04’tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Herşeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak…
Böyle zamanlarda herşey birbirinin yerini alır
Çünkü herşey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Herşey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da herşeye nasıl iyi geldiğinden
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onlar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmişsinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen zaman sizi kanatır olmuş
Saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız herşeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her çağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çiçek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe…Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk…Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de…
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri…
panayır yerleri…
Ölü kelebekler…
Ölü kelebekler…
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır herşeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde herşey
Şimdi herşey doludizgin ve çoğul
Şimdi herşey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi herşey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Herşeyi hayata dönüştüren.

İstanbul – 1987

Sagopa Kajmerin en güzel sözleri

Pazartesi, Haziran 18th, 2012

Sagopa Kajmerin en güzel sözleri

Tugbam sitesinde en güzel Sagopa Kajmerin en güzel sözleri sizler için hazırlandı
. Buyurun Kısa Sagopa Kajmerin en güzel sözleri

Sagopa Kajmerin sözleri
Sagopa Kajmer özlü sözler
Sagopa Kajmerin en güzel sözleri
en güzel Sagopa Kajmer şarkı sözleri

Benim en sevdiğim sözlerinden biri Baytar şarkısının aşağıdaki kısmı;

Rüzgar saçını süpürse mest olur bakışlarım
Adınla uyanır kulaklarım, yüzünle açar göz kapaklarım
En güzel şiirlerimde kaleme adını sayıklatırım
Odamın hayaletisin sessizliğine aşığım

= Rabb’ın nefesi rüzgar olmuş,ben onunla sonsuza eserim….

=zaman sanığım olsa, şimdi idam ederim adı kalır….

= korkutur cesaretimi,iradesizlik sillesi….

=affet bugünüme kusrum var,dostum canıma mı kastın var????

=benim gerçekliğimin ölümsüzlüğü,yaşatmaktadır hüznümü….

= kendimi kendime hediye ederek kutladım son doğum günümü…

=ben bir pembe diziyim,hergünüm bir bölüm….

= bilirmisin ka zaman devir daim etti, gözlerimin önünde çarmağa gitti….

= devler ortasında bir omzu yere yakın bücürüm….

= eski dosttan düşman olmaz,bunlar en büyük yalanlar…..

= yalanla beslenen kulaklarıma,dilersen köpekçe afkur….

= aldığım darbelerle sındım Rabb’a, 365 gün 52 berbat hafta…..

= en büyük destekler çıkarsızlıktan ötürü LaFFta…

= bazılarına gül,dikencesine batar rahat…..

= sessizliktir içimden geçirdiklerimin sedası….

= duymakta olduğunuz engin sözler, derin denizlerimin dalgası…

=darbeler yesende yüreğine, affetmek en asil intikam…

=düşman kelimesinin anlamını dost sıfatı taşıyanlardan öğrendim

= saçımı beyaza boyayan ressamın elleri kadar hafiftir tekmesi kaderin…

=güneş soğuk,yağmur sıcaktır ya ferde bazen;acımı yaşamayanla durmak zaman katliamı zaten…

= kabre gömsen beni,kaç Liradır kefareti…..

= melek yanımda yüzünü saklar,felek yüzüme kaş çatar….

=yazık o kadar dost var,inandıklarımızn arasında çok fark var…

=baba affet ama bunların hepsi aynı bok;benim bunlara karnım tok…

=iki elim arasında kafam daldım ağma derinlere;orda bir kalem buldum yazdım en zekilere…

= en güzel şiirlerimde kaleme adını sayıklatırım…..

=ahbaplar maymun iştah sahibi,benim içim senle tok…

= kalbim eski dosta küser-bu muhabbet burda biter….

=açık hedef bensem, o zaman sana KaRaVaNa..

= soyut bir yüz aynada aksederken,yüzüme kimsin demeye dilim varmadı….

=hep katır gibi anırmak dünyaya haykırmaksa,ben susarak saygımı göstermeliyim mi acaba…

= yıllatılmış senelerin nöbetçileri değilmiyiz….

= mis kokulu yalanların duş vakti geldi ; ama evde sular kesik…

=bir tebessüm etse göz dolar,taşar sular ve ruhumu sel basar…

= onların şahidi görür gözdü,benimkisi ağmaydı….

=artık artı konulur ve yaşama eksi silinir;her günümde nötr olur ve darısı başına denilir…

= zaman sofrandaki en lezzetli mühim yemek,azaldıkça aç kalmanın korkusuyla kuruyacaksın,bu sebeple yaşlanacaksın…

= yanan ışıklrımı kaplayacak kadar karanlığım var….

=bu istanbul kimleri aldı kara maskesi altına;dünya dönecektir,batan her güneş gibi Tanrı’ya….

=girme sınırıma cephen yoksa,vururum tek atışta bakmam gözünün yaşına…..

=benim sözlerim kar gibi yağardı;kimisinin kalbi dardı,anlamazdı

= beni sevmek için programlanma ,devrelerini yakarım….

= hayrından umutsuzum,getirme bari şerrini…..

=Tanrı’m yazmış bizler oynuyor;ve iblis hiç doymuyor…..

= dualar olmasaydı,kim kovardı kalleş iblisi?

Kafkas Atasözleri

Pazar, Haziran 17th, 2012

Kafkas Atasözleri

Tugbam sitesinde en güzel Kafkas Atasözleri sizler için hazırlandı
. Buyurun Kısa Kafkas Atasözleri
Kafkas Türklerine Ait Atasözleri

Fakirin ipini zengin eskitirmiş.

Fakirin lambası ay’ dır.

Hem Başta yiyor, hem ağlıyor.

Aklı olmayan fakirdir. (zavallıdır)

Aklı olanın bilmediği yoktur.

Delinin suçu az değildir.

Deli renkli şeyleri sever (giymeyi).

Deliye kandıysan gerçekten delisin demektir.

Bazen delinin de akılıca laf ettiği görülür.

Deliye iş buyurursan işin arkasında koşarsın.

Kendi söylediğine gülen delidir.

Önce öleni, önce kaldırırlar (cenazesini).

Kefen önce ölenin olsun.

Dökülen şey geri dolmaz.

Diri, ölüye değişilmez.

Öleni diriltemezsin (ölenle ölünmez anlamında).

Genç yaşlı olur ama yaşlı bir daha genç olamaz.

Burnu(önderi, lideri) olanın kuyruğu da olur.

Vakit altından da daha kıymetlidir.

Topluma girmesini bilen, çıkmasını da bilir.

Duyurulmayan(duyurmazsan bir şeyi)şey duyulmaz.

Olmayan şey kaybolmaz.

Ölü evine ziyaret adettir.

Dil kalptekini söyler.

Gönül yaşlanmaz.

Ümit yok olunca at koşmaz.

Kalp ağlamazsa göz ağlamaz.

Güzel; iyi olandır.

Gönlün beğendiği kendine güzeldir.

Irak Türkmenleri Atasözleri

Açı bırakma herhiz (hırsız) olu, çok seleşme (söyleme) arsız olu (…r)

Adam adama bir kere aldanı (…nır)

Adamın adı haraba (kötüye) çıkacağına canı çıksın.

At almadan ahır yapılmaz.

Bağ bakkalsız, çem çakkalsız olmaz.

Bilene bir sele (söyle), bilmeyene bin.

Bor torbaydan (..la) at tutulmaz.

Candan sonra cihan harab olsun.

Çok söz yalansız çok mal haramsız olmaz.

Deliye yel ver, eline bel ver.

Demir kapının ağaç kapıya işi düşer.

Dost dem (zor) günlerde bilini (belli olur).

Eski bez yorgan olmaz, eski dost düşman olmaz.

Eşeğe gücü yetmeyen palanı taptar.

Farz dururken sünnet boştur.

Gül ağacından odun olmaz.

Her aşıkın beş gün davranı var.

Her kap içindekini sızar.

İnsan her düşende bir akıl kazanır.

İşten artmaz, dişten artar.

Kıskanan göze çöp düşer.

Köpek öz sahibini dişlemez.

Kul azmayınca Hak yazmaz.

Lokmayı çiğnemeden yutma.

Mahkemeye (kazıya) kadıya mal olmaz.

Malı aziz olanın canı zelil olur.

Ne olacağa, ne öleceğe çare olmaz.

Ok öz kökü üstüne biter.

Ölen kimseden şeytan bile vazgeçer.

Paranın üzü sıcağdı (yüzü sıcaktır)

Pilav yen kaşuğunu yanında tutar.

Ramazanda yalan diyen bayramda üzü (yüzü) kara cıhar (çıkar).

Sabır acıysa da ahırı da datlıdı (acı ise de sonu tatlıdır).

Seçe seçe düştü hiçe.

Sözü, ya deliden ya uşahtan (çocuktan) al.

Şeytanın dostluğu dar ağaçına kadardı (…dır).

Talihsiz deve üstünde ilan çalar (yılan sokar).

Tek el çaphun çalmaz (tek elle alkış olmaz).

Ucuz alınan bahalıya (pahalıya) mal olu (olur).

Ürüyen köpek dişlemez (ısırmaz),

Ver kırkı (parayı) çekmek korku.

Yel eken fırtana (fırtına) biçer.

Yoldaş tanı yola var,yolda yüz bin bela var.

Zehmetsiz lokma yenmez.

Zenginin malı her aybını örter.

Zaman sana uymazsa sen zamana uy.