Fatih Mika 1956 yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Daha sonra İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ndeki eğitimini yarıda bırakarak Yugoslavya’ya gitti, Sarayevo Güzel Sanatlar Akademisi Grafik (Gravür) Bölümü’nden mezun oldu. İhtisasını da aynı Akademi’de Dževad Hozo Atölyesi’nde tamamladı. Fatih Mika çalışmalarını 1989 yılından bu yana Roma’da sürdürmektedir.
KİŞİSEL SERGİLERİ
1989: Belgrad Üniversitesi Kültür Merkezi Sanat Galerisi, Belgrad, Yugoslavya
1989: Rizah Štetić Sanat Galerisi, Brćko, Yugoslavya
1989: Leonardo Sanat Galerisi, Sarayevo, Yugoslavya
1990: Dom Mladih Sanat Galerisi, Sarayevo, Yugoslavya
1991: Café Notegen, Roma, İtalya
1992: Trifalco Sanat Galerisi, Roma, İtalya
1993: Alkent Actuel Art , İstanbul
1994: Ekol Sanat Galerisi, İstanbul
1996: Vakko Sanat Galerisi, Ankara
1996: Vakko Sanat Galerisi, İstanbul
1997: Sait Faik’i Anma Günü, Kalpazankaya, İstanbul
1997: MEB Sanat Galerisi, İstanbul
1998: Upter House, Roma, İtalya
1999: Avezzano Belediyesi Sanat Galerisi, Avezzano, İtalya
2000: Galleria Dei Soldati, Roma, İtalya
2000: Galerija Mak, Sarayevo, Bosna Hersek
2001: Aksanat Cep Galerisi, İstanbul
2001: Ielasi Sanat Galerisi, Ischia, Napoli, İtalya
2002: Tolga Eti Sanat Evi, İstanbul
2002: 12. İstanbul Sanat Fuarı, İstanbul
2003: Nemi Belediyesi, Nemi, Roma, İtalya
2003: 13. İstanbul Sanat Fuarı, İstanbul
2003: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Sanat Galerisi, İstanbul
2004: 17. Hotel & Restaurant Equipments Fair, İstanbul
2004: “Lale Adına, Osmanlı Dünyası”, Chiostro di San Giovanni, Orvieto, İtalya
2004: Palazzo Gamberini – T.C. Roma Büyükelçiliği – Roma, İtalya
2004: Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Çeşme Altın Yunus Sanat Galerisi, İzmir
2004: Neo Art Gallery, Roma, İtalya
2005: “Carlo Goldoni” İtalyan Kültür Merkezi, İzmir
2005: Rose e Tulipani……..Santa Lucia, Fonte Nuova, Roma, İtalya
2006 Guttenberg Müzesi (Gravürleri müze koleksiyonunda)
ÖNEMLİ KARMA SERGİLERİ
1986: – 3. Öğrenci Gravürleri Bienali, Belgrad, Yugoslavya
1988: – 4. Öğrenci Gravürleri Bienali, Belgrad, Yugoslavya
-Sarayevo Güzel Sanatlar Akademisi İhtisas Öğrencileri sergisi, Sarayevo, Bosna Hersek
1989: – 5. Uluslararası Baskı Bienali, Varna, Bulgaristan
– 18. Uluslararası Grafik Sanatları Bienali, Ljubljiana, Slovenya
– 1. Yugoslavya Minyatür Sanatlar Bienali, Gornji Milonovac, Yugoslavya
– Petit Format de Papier ´89, Couvin, Belçika
1990: – Intergrafik ´90, Internationale Triennale Engagierter Grafik in der DDR, Berlin, Almanya
– “Il Segno nel Labirinto”, Iraklion, Girit, Yunanistan
– 2° Salon International De La Gravure, Nantes, Fransa
1991: – Uluslararası Grafik Sanatlar Trienali, Krakov, Polonya
– “Intergrafia ´91”, Uluslararasi Gravür Sergisi, Katovize, Polonya
– 6. Uluslararası Baskı Bienali, Varna, Bulgaristan
– “Il Segno nel Labirinto”, Selanik, Yunanistan
– 6. Uluslararası Küçük Boyutlu Baskı Sergisi, Frederikstad, Norveç
– “Presenze- Artisti Stranieri Oggi in Italia”, Perugia, İtalya
1992: – 10. Uluslararası Grafik Trienali, Frederikstad, Norveç
– Dotze Mini Print International De Cadaqués, İspanya
– 17. International Independante Exhibition of Prints , Kanagawa, Japonya
– “La Morte Di un Ipocondriaco”, Trifalco Sanat Galerisi, Roma, İtalya
1993: – 12. Premio Internazionale Biella Per La Incisione , Biella, İtalya
– 20. Uluslararası Grafik Sanatları Bienali, Ljubljiana, Slovenya
– “Dall Arte Il Domani Del Mondo”, Banca D´Italia Kültür Merkezi Sergi Salonu, Roma, İtalya
– Birinci Uluslararası Baskı Bienali, Maastricht, Hollanda
– The 1. Mini Print Slovenia, Maribor, Slovenya
– 1. Mısır Uluslararası Baskı Trienali , Giza, Mısır
– 7. Uluslararası Baskı Bienali, Varna, Bulgaristan
1994: – 4. İstanbul Sanat Fuarı, Galeri Ekol, İstanbul
– 13. Biennal D´Eivissa, Ibiza, İspanya
1995: – 11. Uluslararası Grafik Trienali, Fredrikstad, Norveç
– 21. Uluslararası Grafik Sanatları Bienali, Ljubljiana, Slovenya
– 1. Uluslararası Grafik Sanatları Bienali, Sofya, Bulgaristan
– 18. International Independante Exhibition of Prints , Kanagawa, Japonya
– “Eco e Narciso”, Galleria Trifalco, Roma, İtalya
– “Dall Arte Il Domani Del Mondo”, Banca D´Italia Kültür Merkezi Sergi Salonu, Roma, İtalya
– 5. İstanbul Sanat Fuarı, Galleria Carolina Monti, İstanbul
1996: – 13. Premio Internazionale Biella Per La Incisione , Biella, İtalya
– 14. Biennal D´Eivissa, Ibiza, İspanya
– 8. Uluslararası Küçük Boyutlu Baskı Sergisi, Frederikstad, Norveç
– 6. İstanbul Sanat Fuarı, Minyatür Sanat Galerisi, İstanbul
1997: – 2. Uluslararası Grafik Sanatları Bienali, Bitola, Makedonya
– 19. International Independante Exhibition of Prints , Kanagawa, Japonya
– International Exibition of Graphics and Posters “4th Block”, Harku, Ukrayna
1999: – 3. Mısır Uluslararası Baskı Trienali , Giza, Mısır
– “Cieli e Cupole”, Galleria Lazzari, Roma, İtalya
2000: – Lilla Europa 2000, 1. Küçük Boyutlu Resim ve Baskı Bienali, Hallsberg & Örebro,
İsveç
– 30 x 30 x 30: “l’anomalia dell’impossibile”, Il Quadrato di Omega, Roma, İtalya
– 10ème exposition internationale <Petit format de papier>, Viroinval, Belçika
– 27. Premio Sulmona, Rassegna Internazionale d’Arte Contemporanea,
Sulmona, İtalya
2001: – 2a Rassegna internazionale dell’incisione di piccolo formato, Cremona, İtalya
– III Festival De Gravura, Élvora, Élvora, Portekiz
– International Festival of Graphic Art 2001, Hallsberg & Örebro, İsveç
2002: – Lilla Europa 2002, 2° Biennale of smallscale painting and printmaking,
Hallsberg & Örebro, İsveç
– DYO 30. Resim Yarışması, İstanbul-İzmir-Bursa-Ankara-Antalya
– 11ème exposition internationale <Petit format de papier>, Viroinval, Belçika
2003: – 4. Mısır Uluslararası Baskı Trienali , Giza, Mısır
2004: – The International Print Triennial Dalarnas Museum, Falun, İsveç
– “Obiettivo Pax” Museo Storico della Fanteria, Roma, İtalya
– Kleopatra – Da Michelangelo all´Arte Contemporanea, Baku, Azerbeycan
– 12ème exposition internationale <Petit format de papier>, Nismes, Belçika
– IV. Festival De Gravura Évora, Évora, Portekiz
– 14. İstanbul Sanat Fuarı, ARGAM ile birlikte, İstanbul
– 3° Biennal Internacional D´Art Grafic 2004 “Aqua”, Francavilla Al Mare, İtalya
– 3° Biennal Internacional D´Art Grafic 2004 “Aqua”, Sant Carles De La Ràpita, İspanya
– Lilla Europa 2004, 3. Küçük Ölçek Resim ve Baskı Bienali, Hallsberg & Örebro, İsveç
2005: – Primaverile Romana 2005, Con Il Gianicolo Centro D´Arte Galleria D´Arte
Mika´nın İtalya´daki son sergisinden sonra Arianna di Genova tarafından yazılmış eleştiri:
Fatih Mika, Istanbul´da şekerli baliklar
Masal yaratıları, cennet kusları ya da Boğazicinden siçrayan baliklar, dekoratif bir oyun icinde Hokusai´in ahsap baskilarini animsatiyorlar.
Istanbul´lu gravur sanatçisi Fatih Mika´nin bu gravurleri ( Istanbul Menkul Kiymetler Borsasi Sanat Galerisi´ndeki sergisi) iki defa bakilmayi hakkediyorlar. Biri kullanilan malzeme araciligi ile içine aydinlik bir sekilde girerek.(Kumlamanin lekeci etkisi, seker-baski teknigi ile islenerek daha da hareketlendiren yuzeyler). Digeri ise fantastik oykuler arasinda gezen, hayal kuran, antik mitleri çagristiran buyuleyici kisileri ve gerçekustu renkleri.
Turkiye dogumlu Fatih Mika´nin çok yonlu biçimlenisi onu Sarajevo´ya unlu grafik ve gravur okuluna ogrenim gormeye goturdu, daha sonra da Italya´ya ailesi ile yasamaya, Mika sonucu kestirmeden once teknik ile mudahaleyi seciyor. Boylece asitler formlari degistiriyorlar, sivilar alani “kemiriyorlar”, kirmizilar, toprak renkleri, maviler yeni sinirlar yaratiyorlar.Anlatimci tablo kalibini kaziyarak yerine siirsel bir ormani çiòeklendirmeye birakiyorlar. Daha onceki donemlerin otçulari (Otlar I, 2003 fotgrafta), Hizli simsek gibi kelime (kemik)ayiklayan Eugenio Montale´nin anisina “Murekkep Baligi Kemikleri” (……………………) Boylece onun martilari Haliç´e dogru havalanabilirler yada sadece bir iz olmak için kus olan ile iliskilerini kaybederek konumlarini degistirerek, ic dinamizmleri olan gravur goruntuleri ve yasam.
(Arianna di Genova)
Yıldız Cıbıroğlu´nun Art Life dergisinde yayınlanan FATİH MİKA’DAN GRAVÜR SERGİSİ: AYRINTILAR isimli yazısından…
Fatih Mika’nın 2000 yılında asitoyma, kumlama ve darbeleme tekniğiyle yaptığı Arabesk adlı gravür cesur bir düzenleme ve dikkat çekici bir yapıt. İki öküz, iki tekerlek ve çerçeveli iki kadın imgesiyle önde silik bir erkek imgesi. Arabanın kendisi yok. Onun yerine tablonun karesi var. Picasso’nun bu tablosu (Avignon’lu genç kızlar) çerçevesiyle birlikte arabanın kasasının yerine geçmiş. Arabanın kasası nasıl yük taşıyorsa bu tablonun dörtgeni de iki kadının imgesini taşıyor. Picasso “Barcelona’nın Avignon sokağındaki bir genelevde satılan –belki Kuzey Afrikalı- kadınlarla” ilgili anılarından ortaya çıkardığı Avignonlu genç kızlar’ı 1907’de bitirmiş. Picasso’nun ölümsüz kıldığı o beş kızdan ikisi tam doksan üç yıl sonra bir geziye gider gibi, Fatih Mika’nın gravüründe iki öküzün çektiği tuhaf bir arabada yer alıyorlar. Picasso’nun resminde olduklarından daha farklı biçimde etkileyiciler. Kübizmden uzaklaşmışlar, ama o resme çağrışımları (sanatçı bunu bilinçle istemiş) sürüyor. Sanatın dönüştürücü gücü burada çok hoş bir biçimde karşımıza çıkarken, bir sanat yapıtından sonrakine akışkanlık sağlanmış.
Resmin gölgeli ve gizemli havası içinde belirgin ve gerçekçi olanlar bu iki fahişe. Işık kollarının ve göğüslerinin üstünde. Bedenleri kasap vitrininde asılı et gibi. Yabancılaşmış, büyümüş gözler etin içinden dışarıya dimdik ve sert bakıyor. Gövdeleri kurbanın gövdesi, ama bakışları celladın. Göğüslerini daha çok göstermek, ortaya çıkarmak için, kollarını satışa koşullanmış bir ruhla kaldırmışlar. Yine de cinsellik yok. Bu resim artık Picasso’nun Avignonlu Genç Kızlar’ından başka bir şey; Fatih Mika Picasso’yu da içine almış, özümsemiş ve yeniden yaratmış onu. Bu gravürü yaparken bir minyatürden de yararlanan Fatih Mika’nın etkileyici bir eseri.
Onu anlamaya çalışmayı sürdürelim: Bu kadınlar nereye götürülüyorlar? Fatih Mika onların köylerine dönmelerini istediği için mi onları Avignon sokağından alıp buraya taşıdı? Avignonlu iki fahişenin resmini öküzleri yeden adam hangi köy odasına asacak? Bu onun düşü mü? Kentte bir genelevde yattığı kadınların düşünü köyüne mi taşıyor? Yaşamı zenginleşecek mi o düşlerle? Yoksa birden köyüne dönüş yolunda gerçekle yüz yüze geldi de yüreği mi sızladı bu kadınlara? Eli neden soru sorar gibi, içi neden karışık, şaşkın, huzursuz?
Bir çift öküz ve araba ilkelliği mi imliyor, yoksa uygarlığın ilk adımında fahişeliğin olduğunu mu? Bu kadınların bir zamanlar saf köy kızları olduğunu hatırlayan var mı? Kadınlarla birlikte öküzler de yükü çeken ve aşağılanan sınıfları mı temsil ediyorlar?
Sanatın da, insanın da satılan bir nesne olduğunu mu ifade ediyor Fatih Mika? Onların satılmasından rahatsız mı, ihanet ettiğini mi düşünüyor? Bir çerçinin öküz arabasına yükleyip satış için köy köy gezdirdiği nesneler gibi mi fahişelerin ya da tabloların piyasaya, talebe bağlı kaderi? Sanat eserlerinin satılmaya yazgılı olması, onları bilinmeyen bir kadere teslim etmek ve saflıklarının –daha yaratmaya başlarken- bozulmasına sebep olmak mı?
Fatih Mika’nın gravürlerinde zeminin genellikle gölgeli, serpiştirilmiş lekelerle kaplı olması ve dış dünyaya ait hiçbir ögeyi barındırmaması, barındırsa bile artık değişime uğramış olması, sanatçının içsel bir durumu ifade ettiği, dış dünyayla arasına mesafe koyduğu düşüncesini güçlendirmektedir.
Sanatçılar onun yapıtlarında akmaya devam ederler. 2005’te eski gravür ustasını betimler F. Mika: Aliye Berger’in anısına. Bu betiminde ipiltilerin içinden yaratıcı bir ruhla dolu güçlü bakışlarını gravüre bakanın yüreğine saplamaktadır Aliye Berger.
Şair ve şiiri –İlhan Berk adlı gravürde (1996) ise şairin iki dizesi okunuyor: “Adlandırmak Ölümdür.” “Adlandırınca her şey sıkıcı olur.” Mika’nın gravürlerindeki yukarda kısaca değindiğim psikolojik etkili gölgeler, zemini tanımlamak yerine onu ipil ipil beneklerle, alacalarla bulandırıp parçalamalar; karalamalar, silik gölgeler, bazen silüetle yetinmeler İlhan Berk’in şiirindeki bu dizeyle açıklanabilir. “Adlandırma ölümdür.” Fatih Mika da tanımlamaz, yoruma bırakır imgelerini.
Ağın ortasına düşmüş balığın bakışlarında da aynı şaşkınlık ve korku var. Bir kadının göğüsleri arasındaki ‘erkek ilkeyi’ de temsil ediyor olabilir balık. Pedro Almodovar’ın yönettiği Konuş Onunla filmindeki erkek kahramanın kadın gövdesini korkuyla karışık duygular içinde keşfe çıktığı rüya sahnesini ve Joseph Campbell’in Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı kitabını hatırlayalım. Ağ ortak imgelemde kadınlarla ilişkilendirildi. Çünkü ilk ağı onlar ördü ve ilk ağları büyü/ tuzak amacıyla kullandılar. En eski Anadolu tanrıçalarının betimlerinde ağ onların gövdelerinin bir parçasıdır. Fatih Mika’nın resminde balık ağa düşmüş ve ağın ortasını çukurlaştırarak ‘V’ biçimiyla birlikte balığın aşamayacağı iki tepe formunu da oluşturmuş. Çok çağrışımlı bir resim. Erkeğin karşı cinsten korkusunu da, dağ gibi sorunlar arasında sıkışmış bunalan insanı da getiriyor akla.
Çağımız bilgi çağı mı, yoksa korku çağı mı? Bilgiyi kimler kullanıyor? Kullanmayanlar yalnızca hayvanlar mı? Gereksiz bilgiler çöplüğünü bilgi sananlar da yok mu? Mika’nın gravürlerinde korku ve ürkü duygularını içerenler daha çok hayvanlar, cansız varlıklar. Onlar yeryüzündeki sessiz kalan, sesini duyuramayan, duyulmak istenmeyen yığınları mı ifade ediyorlar? Fatih Mika suyun içindeki sessiz dünyada yaşayan balıklar, kuşlar üzerinden onları mı yansıtıyor gravürüne? Sait Faik’e Saygı dizisinden İskorpit, Kırlangıç balığı, Sinarit Baba, Son Kuşlar adlı resimlerde –korku, kuşku, kaygı, ürkü başta olmak üzere- yoğun duygulanımları okuyabiliyoruz. Neden bu balıklar zırhları, kabukları andıran ve batıcı okları çağrıştıran sert parçalar taşıyorlar gövdeleri üzerinde? Tehdit ve tehlike mi var? Ürkmüş gözlerle bakıyor onlar da Avignonlu Genç Kızlar gibi. Son Kuşlar adlı gravürdeki kuş neden yerin üstünde olacağına yerin altında? Sanki bir savaşta yeraltı sığınağına gizlenmiş, yakınlarını yitirip yapyalnız kalmış insanlar gibi hüzünlü ve yaslı. Üstündeki toprak yığınından uzanan dikenler yardım isteyen, “Kurtarın kurtarın” diyen kurumuş eller mi? Doğa ve insan birbirine sızmış, acıyı birlikte duyuyorlar.
Kedi Minoo’nun, Kız Kulesi önündeki martının yoğun duygulu bakışları hayvanseverler için ayrı anlamlar da taşıyabilir. Martı I adlı gravürde (2003) sisler içindeki Kız Kulesi bile penceresiz duvardan korunakla çevrilmiş, (belki çevre kirlenmesine ilişkin) tehlikelere karşı dış dünyaya kapanmış, artık o bir deniz fenerinden öte, siren düdüğünün ne zaman çalacağını tetikte bekleyen canlı bir varlığın imgesine dönüşmüştür.
Castello Aragonese (1995) adlı gravür aynı adlı kaleyi gösteriyor. Ada ve kale kaçmak, korunmak için mi? Kasvetli görünüyor ve “hayaletlerin dolaştığı tekin olmayan” bir yere benziyorlar. Önde geçmişten insan eliyle yapılmış nakışlı işaretler taşıyan kayalıklar, artık hayatın bittiğini imliyor gibi. Adanın üstünde pamuk gibi beyaz, uçucu ve dağınık bulut yığını, granit sertliğinde dokunmuş adaya, kaleye, kayalara tezat oluşturuyor. Sanki eski günlere ağlayan, anne biçimli koruyucu ruhu adanın, rahatlatıcı bir etki yapıyor. Çekici ve gizemli bir yanı var gravürün. Bu ada için Fatih Mika’dan şu bilgiyi aldım: “Castello Aragonose, İschia Adası’nda bir kale. Osmanlılara karşı kendilerini savunmak için yapılmış. Karımın baba tarafından ataları üç yüz elli yıl öncesinde bu adada yaşamışlar.” Fatih Mika Roma’da çalıştığı için İtalya’dan görüntüler giriyor yapıtlarına. San Pietro’nun kara silüeti üzerinde Ay kuruntulu kıskanç bir âşık gibi mektuplar yazıyor parça parça bulutlara, San Pietro’ya gönderiyor. Dua I ve Manolya II adlı gravürlerde konular farklı ama hareket ve devinim birbiriyle tamamlanıyor. Manolya II (2003) adlı gravürde iki manolya bir iç ışığıyla aydınlanıyor ve ışıkla pervane gibi birbiriyle ilişkililer. Dervişlere benzeyen bir kendinden geçiş içinde dönüyorlar sanki. Dua I (2005) adlı gravürde dervişler ve Arap harfli yazılar da aynı raksı sürdürüyorlar.
Yengeç (2001): İlk kez korkmuş, ürkmüş değil de; korkutucu, ürkütücü bir hayvan imgesiyle karşı karşıyayız. iki yana açtığı peleriniyle dehşet saçan bir heyula gibi; silahlanmış, zırhlanmış, üstümüze geliyor. Savaş makinasının yengeç biçimine girmiş görüntüsü bu. Kendine güvenli ve tehdit eden ağır ağır yürüyüşüyle çerçevenin dışına çıkacağa ve ne pahasına olursa olsun üzerimize gelmeye devam edeceğe benziyor. Arkası dalgalı bir kan deniziyle mi kaplı, ateş ve duman mı? Bulanık, kirli ve kötü amaçlar için bütün yeryüzünü kaplayan tek gücün kâbuslarla dolu bir rüyadaki izdüşümü bu yengeç. Dünyayı mahveden güç. Tek güç “Benim” diyor dünya sahnesinde, kanla ateşle boyadığı kızıl renkli fonun önünde “Yalnız Ben” diyor. (Gerçekten böyle mi? Yengeç neyi temsil ediyor?)
Fakat bu ürkütücü, ciddi duruşunun altında gülünç yanını da çağrıştırıyor duruşuyla. Yengeç gösteriyi, komiklik yapmayı seven, oyuncu ve sıradışı bir hayvandır. Adı aslında ‘yangeç’tir Eski Türkçede. Seyircisi olsun ister, herkes dümdüz giderken o çapraz yürür. Fatih Mika onun bu özelliğini küçücük bir ayrıntıyla duruşuna yansıtmış: sağ yandaki bacakları soldakilerden daha yukarda. Gravürdeki yengeci bu nedenle dünyayı mahvetmeye soyunan “çılgın süperleri oynayan bir oyuncu” olarak da görebiliriz. Sahnede, menevişli kadife perdenin önünde kendisi gülmeyen ama güldüren tüm gerçek oyuncular adına (Charlie Chaplin’in Diktatör’deki oyunculuğunu çağrıştırıcasına) bulunuyor Yengeç. 1956’da İstanbul’da doğan Fatih Mika gravürlerinde içteki derin anlamı sezdirirken insan ve hayvanda korkunun estetiğini de gerçekleştiriyor. Eğretilemeyi, şiiri katıyor yapıtına. İlgi çekmek için yapılan içi boş garipliklerden uzak; sağlam ve sade bir biçimde, zorlamadan, dengeyi bozmadan yapıyor bunları. Onun gravür tekniğine getirdiği yenilikler ise bir başka yazı konusudur.