Her gece onu düşünmekten
Saatim ilerlemez oldu
Kim sorarsa saat kaç diye
Cevabım hep aynı: ‘O’na doğru ….
Posts Tagged ‘gece’
Cemal Süreyya derki
Cuma, Haziran 22nd, 2012Kefenimdeki Yama’ya
Cuma, Haziran 22nd, 2012İncindiğim yerlerden acı bir gerçeklikle sarmalıyor düşkünlüğümü can yangınları. Bir gece daha karanlığa dönüyor isyankar yüzsüzlüğünü. Bir kalem daha tükeniyor ırmak kızıllığından kayıp. Cesetlerini yaralarına basıyor bir er meydanı..
Kayıt/sızı oynuyor bütün gölgeler..
Bir yürek mezata çıkarıyor en günahkar sızılarını. Bedellerinin ödenmişlerini beş para etmez bir alfabeye takas ediyor. Üç harfte susmayı öğreniyor kelâm. Ve sen bir sessizliğe “YAR” oluyorsun…
Yar! Bırakma bu nefesi kan kokan suskunluğu bana. Bir yokuşluk mecali kaldı ümitlerimin. Bölündükçe fazlalaşıyor sana adanmış asal sevdamın kahırları. Her virgülde parçalanıyorum.. Ben parçalandıkça gri bir gürültü akıyor şakaklarımdan.
Ölüm kusan gazab vadilerinden geçiyorum. Son bir umutla, belki açarsın diye, cansız düşüyorum canına.. Sığınmak istediğim tek yer zamandan ve mekandan münezzeh gözlerinken, önüne düşmüş gözbebeklerin kefenini dikiyor satırları senli dualarımın.. Halbuki ne çok istemiştim kaldırabilmeyi, aramızdaki o şarap kızılı karası perdeyi..
Kaç kimsesizlik tükendi bu katli vacip firarsızlığın kararsızlığında? Her yalpalayışta yine sana değil miydi diz çökmelerim? Beni her uğurlamanda kanıma hoş geldin diyen giyotin dişleri değil miydi gecenin? Ne kadar daha uzak tutacaksın ellerine yapışmış balçık sıvalı serüvenini kalbimin? Avuçlarından kaymalarımın cürmünü daha ne kadar taşıyacaksın boynunda? Sana aralanan kapılarımdan is doluyor sana meftun çehresizliğime, görmüyor musun?
Yar! yansın gece!.. Sana kavuşmayan yollar turab olsun!. Madem yoksun, bütün katliamlar suçtur parmak izime.
Yar! Bu sevdayı kan bozardı ancak, şimdi gözbebeklerime kadar kandayım. bir Tahir yetecek gök/yüzünden düşmeye. Bütün şehir helak olacak. Sen ki yoksun, bu laneti mahşerin atlıları paklar ancak. kirpiklerim ki senin küllerinle kapanacak, söktüm bil gözkapaklarımı bu şehrin sokaklarından. Sana değen kızıl benim kanımsa, damarlarını sökerim altından pınarlar akan tûba dallarının. Gök gürlemiş, yer çatlamış ne yazar..
Yar! He de kıyametini fitilleyeyim gecenin. Varım de yok olsun senden gayrı ne varsa.. Ama eğer yoksan. Vakit terk-i diyar. Fikr-i firar..
AYŞEGÜL MOR
Tutsam ellerinden ağlarsın
Cuma, Haziran 22nd, 2012TUTSAM ELLERİNDEN AĞLARSIN
Tutsam ellerinden ağlarsın.
Benek benek büyür karanlığım.
Nokta nokta korkutur seni.
Tutsam ellerinden; ağlarsın
Toprak kokar avuçlarım , kan kokar.
Ben hoyrat gecelerde boy atmış fidan,
Boz bulanık sularda yıkanmış , arınmışım.
Geceleri çok yakınım yıldızlara,
Işığa çıkınca bir karışım.
Tutsam ellerinden ağlarsın.
Doğduğum köyü bir bilsen.
Gece gecemden büyük,
Acısı acımdan derin.
Tutsam ellerinden, üşür ellerin!
Cahit Sıtkı Tarancı
Pencereler
Cuma, Haziran 22nd, 2012PENCERELER
Sabaha karşı mıydı bilmiyorum
yoksa akşamüstü müydü
belkide gece yarısı
bilmiyorum
girdi odama pencereler
perdeli perdesiz
ben basma perdeleri severim
ama tül perdeler de vardı
kara ustorlar da
ustorları çekip çekip bırakıyordum
bir daha inmez oldu kimisi
kimisi bir daha çıkamadı yukarı
ve camları kırık pencereler
elimi kestim
kimi camsızdı büsbütün
camsız pencereler içime dokunur
camsız gözlükler gibi
Pencereler
yağmur yağıyordu camlarınıza
kızıl saçları kederli uzun
ben alt dudağımda cıgaram
türkü söylüyordum içimden
yağmur sesini kendi sesimden çok severim
Pencereler
beşinci katta güneşli boşluğunuzda bir deniz
bir deniz mavi yüzük taşından
serçe parmağıma geçirdim usulcacık
üç kere öptüm ağlayarak
öpüp alnıma koydum üç kere
Pencereler
çıktım kırmızı velenseli yataktan
çocuk burnumu dayadım terli camına pencerenin
oda sıcaktı ve genç anamın kokusu vardı odada
dışarda kar yağıyordu
ben kızamık çıkarıyordum
Pencereler
sabaha karşı mıydı bilmiyorum
belki de gece yarısı
bilmiyorum
odamın içindeydi yıldızlar
ve gece kelebekleri gibi
çırpınıyorlardı camlarınızda
ben onlara dokunmaktan çekinerek
açtım sizi pencereler
salıverdim yıldızları geceye
aydınlık sınırsız hür geceye
yapma ayların geçtiği geceye
kurtlar duruyor ayın altında
hasta aç kurtlar
kurtlar duruyor önünde pencerenin
kadife perdeleri kapasam da sımsıkı
ordadırlar bilirim
gözetliyorlar beni
Pencereler
düştüm bir pencereden
bir güzele bakarken
dünya halime güldü
güzel dönüp bakmadı
belki farkında değildi
Pencereler
pencereler
kırk evin penceresi odama girdi
ben oturdum birinin içine
sarkıttım ayaklarımı bulutlara
bahtiyarım
diyebilirdim belki
Nazım Hikmet
Bir karamsar şiir…
Cuma, Haziran 22nd, 2012Yıldızlar sönük gökyüzünde bu gece,
Fırtınalar kopuyor
Gecenin ürperten sessizliğinde,
Düşlerimi sürükleyip götürüyor
Girdapta savrulan yaşamın izleriyle birlikte…
Ellerimi uzatıyorum,
Gecenin rengi
Siyaha boyuyor ellerimi!
Gözlerim şafağı kovalıyor
Ufkun belirsizliğinde yorgun…
Karanlık,
Daha da karanlıklaşıyor
Gecenin ürperten sessizliğinde…
Gece duyarsız,
Fırtına ve ölüm girdabı acımasız,
Düşler ve yaşamın izleri,
Çaresiz!
Şafağı kovalayan gözlerim yorgun,
Şafak,
Zehirli örümceğin ağında tutsak,
Sabah,
Belki çok uzaklarda,
Belki de çok yakın…
Gecenin en karanlık anı,
Sabaha en yakın olan zamanıdır…
Güneş,
Ha doğdu ha doğacak!
Kendi girdabında
Fırtına ile boğuşurken gece…
Geri dönecek
Düşlerim,
Yaşamın izleri…
Ve yaşanmayan zaman…
Sustum! Ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
Cuma, Haziran 22nd, 2012Sustum!
Ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
kendimle konuşuyorum şimdi yalnız…
yalnız yüreğimle dokunuyorum sesime
kimse duymuyor…
sustum!
sustu dudağımdaki şarkı gözlerimdeki şiir
yaraları yalayan rüzgar
sokaklarında kahrolduğum şehir
gözlerim konuşuyor yalnız…
sustum!
bin ah sürüp dudaklarıma
ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
sustu benimle deniz
sustu deli dalgalar sustu martılar…
umutlarımı sarıp rüzgarlara
uzaklara savuruyorum her gece
yıldız yapıp serpiyorum gökyüzüne
kimse görmüyor…
saçı ağarmış hayaller
nemli kirpiklerle
bulutlandığında gözlerim
gökte şimşek olup çakıyorum
kimse görmüyor…
Sustum!
tuz basıp yaralarıma!
sustum…
içinde volkanlar taşıyan bir derviş gibi
yaslanıp yalnızlığın duvarına
gül döküp kalabalıklara
kimsesiz geziyorum gönül ülkemi her gece
kimse bilmiyor..
sustum!
sustu benimle gök sustu toprak
acılar konuşuyor şimdi yalnız
yaralı gönlümün sızıları konuşuyor
tutup öldürüyorum içimdeki sevdaları bir bir
atıyorum uçurumlardan
kimse görmüyor…
sustum!
saçlarını kokluyorum rüzgarların
dudaklarından öpüyorum hayatı
içimde incecik bir sevgi ürperiyor
sarı hüzünler dökülüyor gönül bahçeme
gelmiyor beklediğim bahar
yaralar merhem tutmuyor
gözyaşı olup dökülüyorum kaldırımlara
mendil silmiyor
yağmur dinmiyor
sevdiğim bilmiyor…
sustu benimle sarı sabır sustu zaman
sustum
yalnız gözlerimle dokunuyorum hayata
kimse duymuyor…
sustum!
İçimdeki dalgalar kabardıkça volkanlar gibi
sustum
sustu dudaklarım sustu gözyaşlarım
sustu gözlerimdeki şiir
gönlümdeki nehir
bulutlar haykırdı isyanımı
şimşekler haykırdı
sadece ben duydum
sadece ben
sustum!
ey beşiğini sallayıp boğduğum hayat
kucağımda büyütüp öldürdüğüm sevgi
yaralar merhem tutmuyor
geceler avutmuyor
ben sustum
acılarım konuşuyor yalnız…
Ben sustum!
susmuyor yüreğimi kavuran kasırga
pencereme vuran yağmur damlaları
susmuyor her gece dışarda inleyen rüzgar
gelmiyor bahar
kuşlar sevinmiyor
yıldızlar küs
ay üzgün
güneş doğmuyor
acılar dinmiyor
içimde binlerce şiir kanıyor her gece
kimse bilmiyor…
sustum!
sustu benimle sarı sabır
sustu hayat
sustu zaman
acılar konuşuyor yalnız
acılarım konuşuyor
kimse duymuyor…
duymuyor…
duymuyor…
duymu…
duy…
du…
[DIPNOT]Alıntıdır..[/DIPNOT]
Dost..
Cuma, Haziran 22nd, 2012DOST..
Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun kanatlarımız
Dokunarak uçalım.
insanlardan buz gibi soğudum,
işte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın.
CAHİT KÜLEBİ
Bu şiir sana gelsin Şeyma’mM..
Gece bize gel
İyi Geceler Şiirleri
Cuma, Haziran 22nd, 2012En Güzel iyi Geceler Sözleri
İyi Uykular Şiirleri
Sevgiliye İyi Geceler Şiirleri
İyi geceler dilerim her birinize
Yalnız sevgili gelsin düşlerinize
içten bir buse kondursun yüzünüze
Güneşiniz olsun ay gecelerinizde
Eğer hüzünlüyseniz bu gece
Cümbüş dolsun yüreğinize
Eğer sevinçliyseniz bu gece
Latife kalmasın dilinizde
Eğer yalnızsanız bu gece
Ruhen bütünleşin sevdiğinizle
*****************************************
İyi Geceler Sevgilim
sen uyu
bana bırakarak sessizliği
suretinin kahrına yaş döksün gözlerim
sen uyu
düşlerinle sarmaş
uykusuzluğun yürüyüşleriyle pullansın kirpiklerim
sen uyu
ben aşkı çekerim ben aşkı sererim
senden bir sofracık da kahır içerim
çatlayıncaya kadar kalbim
budur ey sevgili aşk dediğin
iyi geceler sevgilim
************************************
geceleri
için rahatlıyla uyu
korkma ben daha
ölmedim
geceleri
dizeler dile gelir
saçların için acar
karanfiller
geceleri
huzurlu uyu
ateşböceklerini pencerene
bırakan benim
geceleri
ayrılığın pencesinde
vuslat
üzülme,de ki kısmet..
**************************************
iyi geceler ruhum
tatlı uykular umudum
bu can seni çok seviyor
rüyada buluşalım mutluluğum.
***********************************************
İYİ GECELER
Ben gidiyorum…
Yokluğum da,olmayan yanımla konuşur,dertleşirsin.
Yokluğumla…
Göğsüne yasla başını yokluğumun.
Sor ne istersen ona.
Nasılsa anlatacaktır nesi varsa sana.
O yanım sana ait olsun;sende kalsın.
Islak dudaklarınla masallar anlatırsın ona.
Gözyaşlarınız karanlığınızı sarsın.
Gerçi sen ağlamaktan pekte anlamazsın ama.
Ben de çok ağlarım dersin belki senin olan yanıma.
İşte gidiyorum.
Gecenin siyahını bağrımın andına alıp,
Olmayan yanımı hülyana,rüyana katıp,
Gidiyorum.
Unutma! Seni çok seviyorum.
İyi geceler…………….
Günaydın şiirleri
Cuma, Haziran 22nd, 2012Günaydın şiiri
Günaydın
GünaydınÇok uzaklarda düşler uyanır
Gece düşlere tutsak
Düşler sabaha düşman iken
Özleminde gecenin yeni bir gün başlar,
Bir örtü örtülür sessizce
Gizemli gerçeğine düşlerin
Bir çift göz açılınca sabaha
Günaydın olur..
Günaydın
Günaydin tavuklar, horozlar
Artik memnunum yaşamaktan
Sabah erkenden kalktigim zaman
Siz varsiniz;
Gündüz, işim var, arkadaşlarim,
Gece, yildizlar var, karim var,
Günaydin tavuklar, horozlar.
Günaydın
Uyandıracağım seni,
Dudağımda adınla…
Buselerim teninde,
Binlerce “Günaydın!”la…
İstanbul’un Fethi ile ilgili şiirler
Cuma, Haziran 22nd, 2012İstanbul’un Fethi ile ilgili şiirler,
İstanbul’un Fethi şiirleri,
istanbulun Fethi Şiir,
İstanbul’un Fethi
Aştık geçilmez dağlar üstünden
Öyle vakur, öyle heybetli
Vardık ot bitmeyen vadilere
Ayağımız değdi yeşerdi!
Gönlümüzde büyüklüğü Asya’nın
Yıktı köhneliğini orta zamanın
Zamanın karanlığı ortasında
Şimşek örneği parlayan kılıcımız
Nur yağdırdı aydınlık yeni günlere
Eskilik, karanlık düşüverince yere,
Dağlar, denizler misali,
Yol verdi gemilere!
Sustu kulakları tırmalayan çan;
Burca bayrak dikince Ulubatlı Hasan!
İbrahim MİNNETOĞLU
BİZANS GÖRÜNDÜ KARŞIDAN
Geldik surların önüne,
İçimizde garip bir sevinç
Tamamlamışız vuslatın tadını
Böyle hiç.
Yeditepe kardeş kardeş gülümser,
Boğaz’ın mavi rüzgârları,
Bir esinti sarhoşluğu içinde
İstanbul sizin der.
Elbet bizim olacak İstanbul,
İnanmışız,
Denizlerden, dağlardan, ovalardan gelen
Bu nurlu bahar içinde yıkanmışız.
Temiz ellerimizde açacak,
İstanbul çiçek çiçek.
Şimdi surlar önünde dalgalanan bayrak,
Yarın Bizans göklerine yükselecek.
Arif Hikmet PAR
GAZEL
İmtisâl-i câhidû fillâh olubdur niyyetüm
Dîn-i İslâm’un mücerred gayretidür gayretüm
Allah için küfürle cihadın misalini vermektir niyetim;
Mücerret gayretim, (sadece) İslâm dini içindir.
Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricâlullâh ile
Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdür niyyetüm
Hakk üstünlüğü ve Allah’ın yücelttiği veliler himmetiyle
Kâfirleri baştan sona kahreylemektir niyetim.
Enbiyâ vü evliyâya istinâdum var benüm
Lutf-ı Hak’dandur hemân ümmîd-i feth ü nusretüm
Peygamberlerle velilerdir istindım benim;
Hakk’ın lütfundandır, fetih ve başarı ümidim.
Nefs ü mâl ile n’ola kılsam cihânda ictihâd
Hamdülillah var gazâya sad hezârân ragbetüm
Nefis ve malla cihadıma şaşılmasın;
Hamdolsun, gazaya binlerce rağbetim var.
Ey Mehemmed mu’cizât-ı Ahmed-i Muhtâr ile
Umaram gâlib ola a’dâ-yı dîne devletüm
Ey Mehmet, Seçilmiş Ahmed’in mucizeleriyle
Umarım, galip gelir din düşmanlarına devletim.
Canım İstanbul
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüzgar onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul,
İstanbul…
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…
Bulutta şaha kalkmış Fatih’ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…
O manayı bul da bul!
İlle Istanbul’da bul!
İstanbul,
İstanbul…
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca’da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir “Katibim” i…
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul…
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul…
Necip Fazıl KISAKÜREK
Fetih Zamanı
Havanın mavisinde, denizin yeşilinde
Bir türkü, Ortaasya’dan beri duymuşuz.
Anamızın sütünden bayraklara kadar
Yüce fetihle büyümüşüz.
Yakmış gecemizi yıldızlar
Burçlardan yana uyanmışız.
Bir yazı gibi tepeler alnında
Yazılmışız, silinmişiz.
Nur ile kuvvet ile aşk ile
Kaderin büyüsünü bozmuşuz.
Görmüşüz suretini güzelliğin
Koca feleklere görünmüşüz.
Cihanın yarısı gök;
Önünde şehit şehit durmuşuz,
Cihanın yarısı İstanbul
Almışız.
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
İstanbul
Boğazı bir başka
Gören düşer aşka
İnsanları bir başka
Ey istanbul, ey istanbul
Haydar paşa’dan kalkar tren
Gemiler öttürür siren
Bu güzelliği Tanrıdır veren
Ey istanbul, ey istanbul
Adı çıkmış beyoğlunun
Bunları yazan, ben kulunun
Gözdesisin sen
Ey istanbul, ey istanbul
Kadıköyü, üsküdarı
Zengini, hem fukarası
Yetmiş iki millet burası
Ey istanbul, ey istanbul
Beyazıtı, aksarayı
Konağı, kevransarayı
Gece sanki, fener alayı
Ey istanbul, ey istanbul
Babıali yokuşu
Göztepesi, feneryolu
Kötülüklerin, her bir yolu
Ey istanbul, ey istanbul
Fatih yaptırmış hisarı
Yedikule zindanları
Hanları, hamamları
Ey istanbul, ey istanbul
Güzel heybeli adası
Güzellerin çoktur edası
Bilen sürer, sefasını
Ey istanbul, ey istanbul
Ayasofya, selimiye
Tanrıdan bize hediye
İnsanları çoktur niye
Ey istanbul, ey istanbul
Kilyosu, kumburgazı
Sulukule çalar defi, sazı
Çekilmez kızların nazı
Ey istanbul, ey istanbul
Emirganı, yıldız parkı
Yeşil anadolu kavağı
Gezilecek yer rumeli kavağı
Ey istanbul, ey istanbul
Görürsün var kiliseler
Yapılsın hep abideler
İnsandır hep faniler
Ey istanbul, ey istanbul
Işıl, ışıl galata kulesi
Bitmez bu şehrin hilesi
Bitsin artık halkın çilesi
Ey istanbul, ey istanbul
Kumkapıda balıkçılar
Kol kola gezer aşıklar
Gece çok güzeldir ışıklar
Ey istanbul, ey istanbul
Boğazdadır kız kulesi
İnsanın çok çilesi
Dolmaz halkın filesi
Ey istanbul, ey istanbul
Beşiktaşı, tophanesi
Eyüp sultan türbesi
Padişahlar manzumesi
Ey istanbul, ey istanbul
Bakırköyü, topkapısı
Binaları kul yapısı
Yok çoğunun tapusu
Ey istanbul, ey istanbul
Kasımpaşa, şişanesi
Şehrin çoktur birahanesi
Bu serdarın bir nağmesi
Ey istanbul, ey istanbul
(Serdar Sayıl-2005)
İstanbul Destanı
…var ki İSTANBUL /…yok ki İSTANBUL
Sana bilmem hangi yönden bakayım
Gece başka gündüz başka güzelsin
Kâinatta eşsiz tek ve özelsin
Çağlar değiştirdi sevdan İSTANBUL
Efendimiz malum ezelden tanır
Binlercesi şehrin can kıskanır
Sinende yaşayan cennettir sanır
Cihanda emsalin yok ki İSTANBUL
Kalbini son defa fethedenlere
Elveda deyip de gitmeyenlere
İmkân bulamayıp gelmeyenlere
Engin hoşgörünle kızma İSTANBUL
Kâbe-i ziyaretgâhların vardır
Şühedadan namazgâhların yardır
Âlem-i insanlar çok arzu-dardır
Sevenin koynunda sar ki İSTANBUL
Köklü medeniyetlerin evisin
Tarihler boyunca ananevisin
Mukaddesatını yâd el de bilsin
Sırr-ı nikabını aç ki İSTANBUL
Her dinin mensubu ibadet eder
Havra Kilise ve Cami’ye gider
O insanlar gönül diliyle ne der
Sessiz niyetleri duy ki İSTANBUL
Tüm insanlar âlâ şeyler yazmışlar
Anlatacak bir söz bırakmamışlar
Nesillere misal hep taşımışlar
Ölçülmez değerin var ki İSTANBUL
Arz ile deniz ve mehtap bakıyor
Gerçek yıldızlardan taçlar takıyor
Her gönülde sevdan ataş yakıyor
Türlü dillerdesin bil ki İSTANBUL
Elbet ben de bir gün gelir geçerim
İlahi yasaya ben de naçarım
Yardan ya da senden vaz mı geçerim?
Bir eser de benden al ki İSTANBUL
Çınlar Cami’lerden ezan(ı)salası
Yıkar nefisleri def-i belası
Zeki’midir sanki tek müptelası
Eyyüb Sultan başta say ki İSTANBUL
İSTANBUL
Zeki İ.KIZILIŞIK
Gece Nöbeti ; Murathan Mungan
Cuma, Haziran 22nd, 2012Gece Nöbeti
Daha az seviyorum seni..
Giderek daha az..
Unutur gibi seviyorum..
Azala azala..
Aramızdaki uzaklığın karanlığında..
Geceler kısalıp..gündüzler uzuyor öyle olunca..
Daha az seviyorum seni..
Kendini iyileştiren bir yara gibi..
Daha az..
Ve zamanla..
Sen geceyi tutuyorsun..ben nöbetini..
Uzak dağ kışlalarında..
Görmüyoruz birbirimizi..
Usul usul sis iniyor..
Kopmuş yollara..
Işığı hafif..uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin..
Bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda..
Sevgilim sevgilim
Yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
Nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da..
Artık daha az seviyorum seni..
Unutur gibi..ölür gibi daha az..
Yeniden ödetiyorum kendime
Onca aşkın öğretemediğini..
Kolay değildi..
Yalnızca sevgilimi değil..evladımı da kaybettim ben..
Kaç acı birden imtihan etti beni..
Bir tek gece vardır insanın hayatında..
Ömür boyu sürer nöbeti..
Bu da öyleydi..
İyi ol..
Sağ ol..
Uzak ol..
Ama bir daha görme beni..
Murathan Mungan
Gözlerimden Çok Yaramı Sevdim…
Cuma, Haziran 22nd, 2012Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri… Yeryüzüne gönül indiremez onlar… Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar…Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez…Gönüllü sürgündür onlar…Gizliden gizliye hissederler bunu…Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere…Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir…Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri…Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını…
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden…Yorulur kendisini anlatamamaktan…Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir…Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır…O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır…İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır…İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer…Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık…Kaybolmuşluğa çok yakındır…Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır…Daha az acı çekiyordur artık…Ama daha mutsuzdur eskisinden….Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden…
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü…Kaybolmuşluğa yakındım…İçimdeki acı hızla eksiliyordu…Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi…Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi…Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi…Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı…
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil….Gerçekten değil…Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor….Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor…
Konuşmaya susamıştık…Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye…Oysa böyle bir şey yoktu…Hep buradaydık…Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde…O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde…Hep o soluksuz kaldığımız yerde…Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde…
Belki aynı gece,belki yıllar boyunca konuştuğumuz yerden bana geldik…susuz ve yorgun…Yaşamaya köpekler gibi aç,ama ölüme dünden razı…
Bana geldik…Belki içimizdeki acıyı avutur,koptuğumuz ışığı ikna eder,biraz olsun hiç yaşamamış,hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar,içimizden bir ömür çalar,yitirdiğimiz ve anlayamadığımız ne varsa uzakta bırakır,buradan,bu hayattan yolumuza devam ederiz,sanmaya geldik…
İçtik,şımardık,ağladık,hayatı özledik,çığlık attık;ardımızda bıraktığımız ve bir kez olsun sahiden dönüp bakmadığımız onca kırıl kalp,onca vazgeçiş,onca erteleyiş,onca unutuş bir gecede bağışlanır sandık…
Ama olmadı…Bunu ilk ve son kez sevişirken anladık…Birbirimizin çıplak bedenlerine dokunduğumuzda…Aynı anda,belki de peş peşe,derinden,çok derinden öksüz kalan bir çocuk gibi kesik kesik ağlamaya başladık…Engel olmaya çalışsak da,yine de kahredici bir hoşluğu vardı bu ağlayışın içimizde…Bu hayatta sevgili olarak birlikte gidecek bir yerimiz yoktu…Geçmişimiz bizi geri çağırıyordu…Gidecek bir yerimiz yoktu,ama kaybolmamıştık…Bu yüzden kahredici bir boşluğu vardı göz yaşlarımızın…
Sonra sabah oldu…Sonra acı ve özlemin yerini utangaç bir boşluk aldı…Bütün o eksik hazların yerini derin bir suçluluk duygusu aldı…
Sonra o gitti,yaramda hiç unutamayacağım bir ürperti bırakarak gitti…Yaram ki,kimse onun kadar beni anlayamaz,yaram ki onun kadar kimse beni sevemez…Gözlerimden çok içimdeki yaramı sevdim ben…Çünkü ondan başka kimse bana beni gösteremedi…Herkese,ama herkese yalan söyledim,ama bir tek o biliyordu hepsini…Bir tek o gördü beni kendimi aldatırken…Onu unutmaya çok çalıştım…Yok saymaya…Hayat diye içine girmediğim akvaryum kalmadı…Her mevsim mutluluk modaydı…O akvaryumların içinde mutluymuşum gibi yaptım…Yaramı unutup herkes ne yapıyorsa onu yapmaya çalıştım…Akvaryumun içinde,herkes gibi camların dışında bir yeri özledim…Bana ait olmayan bir hayatta,hiçbir ortak yanım olmayan insanlarla akvaryumun dışını özledim…Yaramı unutup,neyi özlediklerini bilmeyen insanların özleyişlerini sevdim…Bilmiyorum,belki bunu da kendi yaramı unutmak içim yaptım hep…Anladım ki,nereye gitsem sonunda yarama dönüyorum…Ne yapsam,ne etsem döndüğüm tek yer yine o eski kalbim…Bütün o oyunlardan bana kalan o eski yadigar…Ne kadar sevse de insan,tükenip,yorulduğu bir saat var…Herkesin bencil bir ömrü var…İşte en çok o zaman hatırlarım o eski kalbimi,onca insana kendimden öç alırcasına dağıttığım kalbimi,çok sevdiğim bir yabancı gibi hatırlarım…Mahcup bir özlemle çağırırım onu dağıttığım yerlerden;hayatlardan,yorgun ve bencil sevgilerden… Utanarak…Sanki kendi kalbimi geri çağırmak bir suçmuş gibi çağırırım…Güzellik ve soyluluk saklıdır o kalpte…Kalbimdeki kimsesiz kalmış güzelliğe ve soyluluğa vurgunumdur ben…Onu her arzulayışımda karşıma Tanrı çıkar…Beni böyle eksik,böyle yarım,böyle susuz,böyle bir başına O bırakmıştır…Tanrı vardır ve benim bu sonsuz susuzluğum ondandır…
Bu susuzluğu hissettiğim andan beridir hayattan korkmamayı öğrendim…Kime dokunsam Tanrı’ya sonsuz bir yakarış;kime dokunsam o büyük kopuşun sancısıydı;kime dokunsam kendimdeki ilk ağrıya dokunuş gibiydi…Kime dokunsam eksik,ve yanlış bir Tanrı’ya dokunmak gibiydi…
Tanrı’yı unutmak,içimdeki aşkı unutmak gibidir bazen…Böyle zamanlarda kalkıp giden her şeyin peşine takılırım…Bütün zamanların,bütün trenlerin,bütün vaatlerin ve hızların arkasından giderim…Farklı olmak adına,kendim olmak adına,herkes gibi olmak adına koşarım giden her şeyin ardından…İçimdeki Tanrı’yı,içimdeki aşkı soluksuz,kimsesiz bırakarak koşarak giderim her şeyin ardından…Kendimi hatırlamamak için her anımı,her dakikamı tıka basa bu hayatla doldururum…içimdeki aşkı,içimdeki susuzluğu unutabilmek için bir projeye,bir yaz boz tahtasına dönüştürürüm kendimi…Her yerde ve herkesle olmak için kendimi boşlukta bir yerde yeniden yaratmaya çalışırım…Herkesle ve her yerde olmak için,beni her yere bir an önce yetişmek için,kendime bana ait olmayan bir kalp,bir yüz alıp kimsenin bilmediği,uğramadığı bir boşluğa yerleşirim…Herkes ve her şey olmaz için,beni çağırdıkları her yerde olmak için bu boşlukta yaşadım kimsesiz,bu boşlukta yüzüme çarpan kapılar,bu boşlukta hızlandıkça geciktiğim,bu boşlukta çırpındıkça yitirdiğim her şey bana aşksız geçen yıllarımı hatırlatır…Bana Tanrı’sız ömrümü,yüzümden yoksun geçen anlarımı hatırlatır…Böyle zamanlarda defalarca çiğneyip geçerim kendimi…Verdiğim sözleri,ettiğim yeminleri…Atarım kendimi herkesin ortasına…Gizlerimi atarım hoyrat gözlerin önüne…Önce ben başlarım kendimi yağmalamaya…O güvenmediğim hayatı ve zamanı yanıma alarak gizlediğim ne varsa ortaya dökerek…Öç alırcasına kendimden…Dökerim her şeyi ortaya…Herkesin kendinden kurtulmak için kışkırttığı yurtsuz ve kimsesiz bir gece için…
Böylesi gecelerde herkes o eski yarasına haksızlık etmiştir;böylesi gecelerin sabahında herkes ezbere ve çabuk çabuk konuşur ve kimse kimsenin gözlerine korkusuzca bakmaz…Herkes bir an önce,eksik ve yanlış da olsa bir gece önceki ömrüne dönmek ister…Herkes susuz bıraktığı o eski kalbine dönmek ister…
Bunları bilince,bunları hissederek yaşayınca kimseye kızamıyor insan…Öfke dönüp dolaşıp geliyor yine içte patlıyor…İçimde patlıyor…Çünkü kime kızıp,kimi lanetlesem en sonunda onu içimde buluyorum…Suçladığım herkeste biraz ben varım…Kimi yargılasam elimde kanı var…Kime bağlansam onda haksızlık ettiğim ömrüm ,susuz bıraktığım Tanrı’m var…Kime koşup sarılsam onda kolları bağlı erdemim var…Başkalarını yargıladıkça kendini tutsak eden,başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var…Oysa ne yapsam o yurtsuz gecem,susuz bıraktığım aşkım beni hiç unutmaz…Sorar hesabını…Defalarca gidip gelerek ömrümden,kimlerdi,diye sorar o kanayan yüz bana,kimdi bütün gece onda yargıladıkların…İtildiğim ve sığındığım yüzümden tek bir yanıt çıkar,tek bir ses…O ses der ki,bütün gece yargıladıkların aslında sensin…Bilirsin ki o ıssız gecede bunu sana söyleyen senin sesindir…Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur…İçinde soluksuz bıraktığın Tanrı’nın sesi,içinde öyle kimsesiz,öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir…Ne olur sus ve öfkelenme der bu ses bana…Boyun eğ bu sese…Kabullen onu…Bir kez olsun kendi sesinin önünde eğil der…Bir kez olsun kulak ver ona…Kulak ver ona,onun neleri yitirdiğini,neleri sonsuza dek kaybettiğini bir kez olsun anların ağzından duy…Yüzünden akan kanı bir kez olsun öp…Sadece gözyaşı değil onlar…Dokun onlara,dokun kendi kanına,yitirdiğin ve özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın…Orada bütün yargıladıkların var…Orada reddettiğin bütün ömrün var…Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa,hepsi kanında saklı…Seni terk edip ihmal edenler,seni bir türlü anlamak istemeyenler,seni yargılayıp dışarıda bırakanlar orada…Orada,seni deliler gibi sevenler ve senin içine bir türlü giremeyenler…Ne olur bir kes olsun onca insana dağıttığın kendini geriye çağır…Ne olur bir kez olsun anla,ömründen daha uzağa gidemezsin…Onca yıl susuz bıraktığın Tanrı’ndan daha uzağa gidemezsin…Ne olur anla,onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin…Ne olur bir kez olsun anla,yarını yok sayarak hiçbir yere gidemezsin…
Yaşamak ne ki,hem kendini,hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil?..Yaşamak yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?Yaşamak her gittiğin yerde bıraktığın yüzleri kanayarak özlemek değil mi?..
Yaşamak,içindeki o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini bu hayatta aramak değil mi?..
Bu hayatın ne yengisi,ne yenilgisi teselli etti beni…Ne zaman kazandım,ne zaman,artık kurtuldum,desem,daha derin bir boşluk açıldı önüme…Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola,kazandıkça kaybettim,yükseldikçe alçaldım…Ne aklımdan kurtuldum,ne delirdim…
İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmıştı ki,ne zaman aşkın bir güzellik görsem ertelediğim hayatım gelirdi aklıma…İçimdeki erdemi suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü…
Çünkü ne zaman yasadışı bir gece yaşasam anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden…
Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam;çok uzaktan,çok eski bir duygu bana rağmen,bana inat yanımdan geçip giderdi…Kimi sevsem hiç olmadığı kadar yalnızlaşırdı…Kimi sevsem bütün o yanlış hayatım gizlendiği yerden çıkıp gelirdi…Kimi anlamaya çalışsam hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme…Kime elimi uzatsam o unutulmuş ömrümle karşılaşırdım…
Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim…Kime sarılsam verip de tutamadığım sözler çıkardı karşıma…
İnsan her sabah doğan güneşten utanır…İnsan er ya da geç gelen mevsimlerden utanır…
İnsan onca yıl susuz bıraktığı Tanrı’sından utanır…
İnsan bunca işarete,bunca özleme rağmen bir türlü gidemediği yerden utanır…
İnsan yalan bir hayattan onca yıl bir kurtuluş beklediğine utanır…
Cezmi Ersöz
saat dokuzu beş geçe şiiri
Cuma, Haziran 22nd, 2012saat 9u 5 geçe şiiri,saat 9 u 5 geçe atam dolma bahçede şiiri,saat dokuzu beş geçe şiiri,10 kasım atam şiiri
Saat dokuzu beş geçe
Atam dolma bahçede
Gözlerini kapadı
Bütün dünya ağladı.
Doktor doktor kalksana
Lambaları yaksana
Atam elden gidiyor
Çaresine baksana.
Uzun uzun kavaklar
Dökülüyor yapraklar
Ben atama doymadım
Doysun kara topraklar
Evlilik ile ilgili şiir şiirler
Cuma, Haziran 22nd, 2012Evlilikle İlgili Şiir,Evlilik şiirleri,en güzel Evlilik şiirleri,Evlilik ile ilgili şiirler
Seni tanımadan önce
Yoktu bilmece
Sabah kalkar akşam yatardım
Uyur uyanırdım
Aya bakmazdım
Ellerimi yakmazdım
Ne olduysa, gözlerim
Gözlerinle buluşunca oldu.
Bütün boşluklar doldu.
Anlam kazandı yaşam
Çözüldü bilmece
Kader seni bana yazdı
Gece beyazdı
Mevsim yazdı
Kader beni sana yazdı
Yazıldık çizildik
Ezildik büzüldük
Büyüdükçe büyüdük
Ceylan gibi koştu
Kaplumbağa gibi yürüdü yıllar
İki idik üç olduk
Üç idik dört olduk
Keder olduk dert olduk
Sevinç olduk neşe olduk
Seni tanıdım ya
Çözüldü bilmece
Şimdi her an, her gece
Dilimde hece hece
Sevgin var, aşkın var
Seni seviyorum, seveceğim
Son nefesime kadar.
Cemal Yaman
Evlilik
Dinle beni arkadaş
Hiç sevmemek delilik
Sevdiğinle bir savaş
Vermek değil evlilik
Ya zayıftır ya şişman
Herkes halinden pişman
Birbirinizi düşman
Görmek değil evlilik
Düşsen de bir batağa
Arzun kalkar atağa
Beraberce yatağa
Girmek değil evlilik
Bitince aşk oyunu
Cüce dersin boyunu
Nerdeyse tüm huyunu
Yermek değil evlilik
Görünce bir dilberi
Boşa dökme o teri
İmzalanan defteri
Dürmek değil evlilik
Söndürsen de korunu
Görmelisin torunu
Göz önüne sorunu
Sermek değil evlilik
Başlayınca bir döküm
Azalır mı hiç yüküm
Kral gibi bir hüküm
Sürmek değil evlilik
Muammer Baydere
Güzellik İle ilgili şiirler
Cuma, Haziran 22nd, 2012Güzellik ile ilgili şiirler,güzellik şiirleri,
GÜZELLİK
Güzellik güzellik dedikleri nedir ki
Bir küçük sivilceye yenik düşer
Kaşını gözünü anlattığıma bakma sen
Ruhum ruhunu ister
Sonsuz Güzellik.
Kendini görmek için, bak canan aynasına,
Üzülme ihanete, girme sakın yasına.
Gelecektir herkesin, elindeki kaşığa,
Şu ömür süresince, ne doğrarsa aşına.
Neden insan hep ben der, nedendir bunca keder,
Görmezmi gelen gider, bu gün dünden de beter,
Âlemde hiç bir şeyi, sahipsiz sanma sakın,
Sen onu görmesen de, her an her şeye yakın,
Görür gözetir seni, her an O seninledir,
Hilkati tenkit etme, ne yapsa yerincedir.
Öğren sırrı hilkati, ben neciyim diye sor,
Nefsini üstün tutma, hiç kimseyi görme hor.
Üstünlük imandadır, iman’da takvadadır,
İmanla, takva ile mü-minler me-vadadır.
Sırrı hilkate miftah, insandaki şu benlik,
Benliği ıslah eden görür sonsuz güzellik.
Necdet EREM (Necdet EREM)
HER YAŞ AYRI GÜZELLİKTE
Yıllar geçmiş, çabuk gitmiş
Her yaş ayrı güzellikte.
İster onbeş, ister yetmiş
Her yaş ayrı güzellikte.
Sever insan deli gibi
Sanki kendi malı gibi.
Taze gonca dalı gibi
Her yaş ayrı güzellikte.
Hatıraları dizse de
Bazen yorulup bezse de
Zaman izleri çizse de
Her yaş ayrı güzellikte.
Gençlikte gider uçlara
Aldırmaz hafif suçlara
Beyaz yakışır saçlara
Her yaş ayrı güzellikte.
Beden yaşlı, ruh genç kalsın
Yıllardan intikam alsın
Varsın elli, altmış olsun
Her yaş ayrı güzellikte.
Miyaser GÜLŞEN
Ne güzelde söylüyorsun
Deli gönlü eğliyorsun
Güzelliği yeğliyorsun
Yıldız gibi Gülşen gökte
Abisinin gülüne bak
Miyasere madalya tak
Övgüyü o ediyor hak
Yakışacak sana pekte
Yavaş yavaş aşınıyom
Taş atan yok kaşınıyom
Kara dut da düşünüyom
Hayat mı var tembellikte
güzellik masumum
GÜZELLİK MASUMUM
Gözüme uyku girmedi bu gece
Seni düşünüyorum her nefesimde
Hasret çekiyorum şafak sönünce
Halimi gel gör güzellik masumum
Yorganım tanınmaz hallerde olur
Yastığa saçlarım tel tel dökülür
Sağa sola döne belim bükülür
Gizlice bak bir güzellik masumum
İki saatlik uykuyla sabah olunur
Gönlüm dualarla ezan okunur
El havada mutlu olmanı diler
Ne olur sen bil güzellik masumum
Gölgeli meşhur kayboldu özünden
Aradı kendini tükenmez kalemden
Manşetlerde dolaştı aşk ilan
Ara bul beni güzellik masumum.
O NE GÜZELLİK
Sivas diyarında bir güzel gördüm
O ne güzellikti bayıldım kaldım
Dün gece düşümde saçını ördüm
O ne güzellikti bayıldım kaldım
Gerdanlık olsaydım döşünde senin
Beni yakar mıydı ateşli tenin
Bedenimi sarsın nazik bedenin
O ne güzellikti bayıldım kaldım
Gözlerinden nurlu ışık aktıkça
Kendimi kaybettim aşkla baktıkça
Mecnunlara döndüm gönül yaktıkça
O ne güzellikti bayıldım kaldım
Benim olsa dedim seni görünce
Sende gülümsedin beni görünce
Melek sandım inan yeni görünce
O ne güzellikti bayıldım kaldım
Sarılıp derdimi kalbimden alsan
Bir gece yanımda uyuyup kalsan
Yârsız yatılmıyor yorgun da olsan
O ne güzellikti bayıldım kaldım
Anlat hele nedir bu işin aslı
Derdini dinledim benden de yaslı
‘Nerelisin’ dedim dedi ‘Sivaslı’
O ne güzellikti bayıldım kaldım
Zeki Tombul sana yandı bilesin
Cümle dostlar bana şifa dilesin
Benim olup ömür boyu gülesin
O ne güzellikti bayıldım kaldım
Zeki Tombul
Kadın ilgili şiir şiirler
Cuma, Haziran 22nd, 2012Kadınlar İle İlgili Şiir
Kadın Konulu Şiirler
Kadın Şiir
Başımdaki yazmayı devrim ile düşürdüm
Toprak kokan saçımı rüzgar ile uçurdum
Orak vurdum ekine bebeme süt içirdim
Salın benim peşimi adım kadındır benim
Eylemlemlerde eşime omuz verdim el ele
Saçlarımı yoldular cehalete bak hele
Panzerler ezdi geçti of demedim bile
Ezdirmedim eşimi adım kadındır benim
İki evlat büyüttüm gözlerim,den sakındım
Asker verdim vatana tezkereye bakındım
Bana tabudu geldi öle öle dokundum
Toprak aldı koçumu adım kadındır benim
Bir yavrum,da mapusta yargı günü bekliyor
Ölüm orucu tutmuş bir damla su çekmiyor
Duyan yok feryadımı kimse dönüp bakmıyor
Kafesledim kuşumu adım kadındır benim
Yüreğimde yükselir eşsiz banaz kalesi
Emektir alın terim bir damla yok hilesi
Vurun boynumu ulan olmam hınzır kölesi
Yapacağım işimi adım kadındır benim
Bir daha doğsam yine kadın doğardım
Ne türbanı dolardım ne çarşafa sığardım
Pir Sultan la Bedrettin le Nazım ile göğerdim
Eğemezler başımı adım kadındır benim
GÜLESER YORULMAZ
Bir istasyon sessizliğinden iniyordun
Yalnız gelmiştin bu şehre belli ki
Saçlarına bir yağmur hoş geldin diyordu
Kaçak bir yolcu gibiydi o gün İstanbul
Konuşmuyor, ağırdan alıyordun
Bir istasyon sessizliğinden iniyordun
Kimin kimsen yokmuş gibi duruyordun
İstanbul seni tanımaya çalışıyordu
Sen ser verip sır vermiyordun
Bilmediğin sokaklara giriyordun
Yüzünde tarifsiz şüpheler taşıyordun
Kimin kimsen yokmuş gibi duruyordun
Bir vapurla Üsküdar’a geçiyordun
Üsküdar’a nerden, neden geçiyordun
Üç yüz altmış beş derece dönüyordu
Etrafında İstanbul
Sanırım git gide kayboluyordun
Az sonra dönüp geriye
Bir vapurla Üsküdar’a geçiyordun
Az bana bakıyor sonra sigara yakıyordun
Yağmurda duruyor, rüzgârda geçiyordun
Pek tekin olmayan muhitlerindeydin yalnızlığın
Ellerin sıcak bir çay bardağına dokunuyordu
Fiyakalı bir geceye iskemle çekiyordun
Az bana bakıyor sonra sigara yakıyordun
Sanırım seni bu yüzden merak ediyordum
Sen de diğer insanlar gibi konuşabiliyor muydun?
Sen yine bana bakıyor ve sigara yakıyordun
Gece müsaade isteyip kalkıyordu yanından
İstanbul’a sığdıramadığım bir sabah oluyordu
Bakınca geceden yalnız gözlerin görünüyordu
Sanırım seni bu yüzden merak ediyordum
Türk Dil Bayramı Şiirleri
Cuma, Haziran 22nd, 2012Türk diliyle ilgili şiirler, Türk Dil Bayramıyla ilgili şiirler, Türk Dil Bayramı şiiri
TÜRKÇEMİZ
Çok küçük yaştan beri
Bir dil konuşuyoruz,
Bu dil bizim varımız
Onu çok seviyoruz.
Çağlar boyu ne oldu
Dilimiz unutuldu,
Atatürk’ün emriyle
Güzel Türkçe kuruldu.
Annemiz bize güldü
Bu dilin gücü ile
Acımız sevincimiz
Anlam buldu bu dille.
Atıldı dilimizden
Güzel olmayan sözler,
Yeni alfabemizle
Tüm ulus okuryazar.
Türkçeyi sevmeliyiz
Anadilimizdir o,
Güzel kullanmalıyız
Bizi biz yapandır o.
Sait KIRKGÖZLÜ
Oynanmasın lisanımla
Oynanmasın insanımla
Gece gündüz her anım la
Meşgalemdir gündüz gece
Her kelime hece hece
Türkçe konuşalım Türkçe
İki dil iki insanmış
Bazıları böyle sanmış
Biri Hans biri Hasanmış
Biri cüce biri yüce
Adam gibi Türk ol önce
Türkçe konuşalım Türkçe
Türkçe benim anadilim
Yok olmasın dilim dilim
Canım,cananım, sevgilim
Hem manaca hem şekilce
Denebilir hangi dilce?
Türkçe konuşalım Türkçe
Türkçe benim anadilim
Sahip çıktım sana dilim
Gönlüm senden yana dilim
Dinle, kültürüm iç ice
Kayıp eden hâli nice
Türkçe konuşalım Türkçe
Mikdat der ki sanat dilim
Din, kültüre kanat dilim
Bir çoğuna inat dilim
Önce Türkçe, sonra Türkçe
Savunurum seni Türkçe
Türkçe konuşalım Türkçe!
Mikdat Bal
LİSAN
Güzel dil Türkçe bize,
Başka dil gece bize,
İstanbul konuşması,
En saf , en ince bize.
Lisanda sayılır öz,
Herkesin bildiği söz,
Manası anlaşılan,
Lügate* atmadan göz.
Uydurma söz yapmayız,
Yapma yola sapmayız,
Türkçeleşmiş Türkçedir,
Eski köke tapmayız.
Açık sözle kalmalı,
Fikre ışık salmalı,
Müteradif* sözlerden,
Türkçesini almalı.
Yeni sözler gerekse,
Bunda uy herkese,
Halkın söz yaratmada,
Yollarını benimse.
Türklüğün vicdanı bir,
Dini bir, vatanı bir,
Fakat hepsi ayrılır,
Olmasa lisanı bir…
Ziya Gökalp
Düşünceyi, duyguyu
Anlayan, duyan sensin.
Sevgileri, saygıyı
Kalplere yayan sensin.
Her gerçeği öğreten
Öğretmensin bize sen.
Acıları söyleten
Dertleri sayan sensin.
Emirleri buyuran,
Sevinçleri duyuran,
Medeniyetler kuran,
Meydana koyan sensin.
Sözün kılınçtan keskin,
Gücün şimşekten çetin,
Dile gelir nefret, kin,
En açık beyan sensin.
Tarihimi nakleden,
Zafere uçup giden,
Millete yol gösteren,
Ruhuma uyan sensin.
İ.Hakkı TALAS