Gerçek adı Fahrettin Cüreklibatır olan Türk Sineması’nın ünlü jönü, 1937 yılında Eskişehir’de doğdu. Çocukluğu çiftlikte geçti. Daha sonra Eskişehir Necatibey İlkokulu’na gitti. Çocukluğunda en sevdiği hikayeler menkıbelerdi. Battal Gazi, Köroğlu hikayeleri ile büyüdü. Eskişehir Lisesi’ne devam ettiği dönemde hikayeler yazıyor ve bunları dergilere gönderiyordu. İstanbul’a giderek tıp fakültesi sınavlarına girdi ve kazandı. Tıp eğitimine devam ederken İstanbul’daki arkadaşlarıyla “Erek” adlı bir dergi çıkarttı. Dergide şiirleri ve hikayeleri yer alıyordu. 1957 yılında Cemal Süreyya ile tanıştı ve öykülerini değerlendirerek onu “Pazar Postası”na gönderdi. 1963 yılında “Artist” dergisinin düzenlediği sinema artisti yarışmasına girdi ve birinci oldu. Ertesi yıl filmlerde küçük roller almaya başlamıştı. Tıp fakültesini bitirmesinin ardından Eskişehir’e döndü.
1963 yazında Halit Refiğ ile “Şafak Bekçileri” adlı filmin çekimleri sırasında tanıştı. 1. Hava Üssü’nde jet savaş pilotlarının yaşamı ile ilgili bir film çeken Halit Refiğ, o sırada Hava Kuvvetleri’nde doktor olarak yedek subaylığını yapan Cüneyt Arkın’a filmdeki rollerden birini teklif etti. Ancak yönetmelikler yüzünden bu filmde rol alamadı. Aynı yılın sonbaharında Halit Refiğ “Gurbet Kuşları” adlı filmin çekimlerine hazırlanırken askerliğini bitiren Cünety Arkın filmde rol aldı. Gazeteci Vecdi Benderli, Cüneyt Gökçer’den Cüneyt; Ramazan Arkın’dan Arkın isimlerini alıp birleştirerek “Cüneyt Arkın” ismini yarattı.
Başta romantik roller oynayan genç oyuncunun daha sonra hareketli sahnelere yatkınlığı dikkat çekti. İstanbul’a gelen sirklerde çalışanlardan akrobatik hareketler öğrendi. Burada kazandığı becerilerini Malkoçoğlu tarzı, kılıçlı ve atlı sahnelerde kullandı.
70li yıllara gelindiğinde Türkiye’nin en tanınan oyuncularından biri olmuştu. İtalya’da da ilgi gördü. “John Arkin” adıyla tanındı. Ancak dil sorunu yüzünden fazla tanınamadı. Ünlü yönetmen Halit Refiğ’e göre John Wayne, Burt LanCaster seviyesinde bir oyuncuydu. Yurtdışına açılabilseydi dünyaca tanınacak bir oyuncu olabilirdi.
Sosyal içerikli filmlerde de rol aldı ancak en çok tanınması Malkoçoğlu serisiyle oldu. 1982 yılında çektiği “Dünyayı Kurtaran Adam” adlı filmiyle dünya sinema tarihindeki en kötü 100 film arasına girmeyi başardı. 1992 yılında televizyonun yükselişiyle dizi oyunculuğu yapmaya başladı.
“Polis”(1992), “Zirvedekiler”(1993), “Merhamet”(1993), “Bizim Ev”(1995) gibi dizilerin ardından 1998 yılında “Gülün Bittiği Yer” adlı filmde oynadı. Ardından 2000 yılında yönetmenliğini yaptığı “Oğulcan”ı çekti. “Köpek”(2005) ve “Serseri”(2003) adlı dizilerde çalıştıktan sonra 2006 yılında “Dünyayı Kurtaran Adam”ın devamı olan “Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu” adlı filmde rol aldı.
Çocuklara dikkat! 25 yaşındaki adam Facebook’u çocuklara sapıkça tuzaklar kurmak için nasıl kullandı.
ABD’de 25 yaşındaki bir adam Facebook.com internet platformunu çocuklar ile cinsel ilişkiye davet etmek için kullandığından dolayı 35 sene hapis cezasına çarptırıldı.
Chicagotribune.com’un bildirdiğine göre fail web sitesinde kendini küçük yaşta bir kız olarak tanıttı. 25 yaşındaki adam sahte hesap ile reşit olmayan erkek çocuklarla irtibata geçerek cinsel ilişkide bulunmak için bir buluşma ayarladı. Kurbanlara kız ile (bu kendisi oluyor) buluşmak için öncelikle onun erkek arkadaşıyla ilişkiye girmek zorunda oldukları anlatan sapık, bu yolla erkek çocuklarını kandırarak ilişkiye girdi.
Facebook sapığı girdiği cinsel ilişkileri kaydedip bunlarla kurbanlarına baskıda bulundu. Çocuk adama karşı çıktığında ise kendi videolarının yayınlanmasıyla tehdit edildi.. Fakat, ikinci kez ilişkiye girmek istediği 15 yaşındaki bir erkek çocuğu durumu polise haber verince Facebook sapığı yakalandı. Mahkeme faili çocuk pornosu ile ilgili 6 olaydan, cinsel tacizle ilgili 2 olaydan suçlu buldu ve cezalandırdı. Ayrıca 35 senelik ağır cezasından sonra da devlet gözetiminde tutulacak.
Sona erdi fırtınalı günlerim Özlem rüzgarları çiçek açtı, gel Doğdu özgürlüğün ısındı içim Özlem taburları çiçek açtı, gel
Seni Seviyorum
Sana baktığımda nedense içim ısınıyor Güneşin bile ısıtamadığı bu kalbi,beni ısıtıyosun Bilmiyorum şuan nerdesin Belki gezip,tozuyosun ama şunu unutmaki Yakında benim güneşim olacaksın
***
Demek ben suçluyum bir tek sen haklı Ben zalim bir düşman sense zavallı En güzeli alıp beni asmalı Beni affetmedin affetmiyceksin
***
Zorlama kendini veda etmeye Zorlama gözünden yaşlar dökmeye Mecbur değilsin birşey demeye Hiç bir şey demeden gidebilirsin..
****
Seninde gözlerin ıslanır bir gün Hele bir ümidin kırılsın da gör Ne yaşama arzun ne aşkın kalır Kurduğun hayaller yıkılsın da gör
****
Dumansız bir yangın başlar Amansız bir deprem kopar Yıkılır kalırsın bir dağ olsan da Hele bir sevdiğin terketsin de gör Bu koca dünyayı yakasın gelir Eski resimleri yırtasın gelir Bütün aynaları kırasın gelir Sırtına bir hançer vurulsun da gör
***
Adımın önünde adın yazılı Resmimin yanında resmin basılı Sabrım sabıkalı, sevdam azılı Hasretin kanıma girdi girecek
****
Hangi mahkum çekmiş böyle işkence Asmalı mı dersin bu kalbi sence Ne gündüzüm gündüz ne gecem gece Sensizlik kanıma girdi girecek
****
Aldığım her nefes sana yazılı Korkarım ki sensiz ömrüm sayılı Yüreğim tutuklu gönlüm cezalı Hasretin kanıma girdi girecek.
***
Sevmeyi bilemedin Sevilmeye hakkın yok Gün sayıp beklemedin Özlenmeye hakkın yok! Sevdamla coşmadın ki Dağ deniz aşmadın ki Umutla koşmadın ki Kavuşmaya hakkın yok!
****
Aşk nedir bilmedin ki Sevildin sevmedin ki Mutluluk vermedin ki Mutluluğa hakkın yok
***
Aşk nedir bilmezdim Aşk boş iş deeer geçerdim Ben sevmeyi öğrenemedim Bana sevmeyi öğrettin
Sabaha karşı mıydı bilmiyorum yoksa akşamüstü müydü belkide gece yarısı bilmiyorum girdi odama pencereler perdeli perdesiz ben basma perdeleri severim ama tül perdeler de vardı kara ustorlar da ustorları çekip çekip bırakıyordum bir daha inmez oldu kimisi kimisi bir daha çıkamadı yukarı ve camları kırık pencereler elimi kestim kimi camsızdı büsbütün camsız pencereler içime dokunur camsız gözlükler gibi
Pencereler yağmur yağıyordu camlarınıza kızıl saçları kederli uzun ben alt dudağımda cıgaram türkü söylüyordum içimden yağmur sesini kendi sesimden çok severim
Pencereler beşinci katta güneşli boşluğunuzda bir deniz bir deniz mavi yüzük taşından serçe parmağıma geçirdim usulcacık üç kere öptüm ağlayarak öpüp alnıma koydum üç kere
Pencereler çıktım kırmızı velenseli yataktan çocuk burnumu dayadım terli camına pencerenin oda sıcaktı ve genç anamın kokusu vardı odada dışarda kar yağıyordu ben kızamık çıkarıyordum
Pencereler sabaha karşı mıydı bilmiyorum belki de gece yarısı bilmiyorum odamın içindeydi yıldızlar ve gece kelebekleri gibi çırpınıyorlardı camlarınızda ben onlara dokunmaktan çekinerek açtım sizi pencereler salıverdim yıldızları geceye aydınlık sınırsız hür geceye yapma ayların geçtiği geceye
kurtlar duruyor ayın altında hasta aç kurtlar kurtlar duruyor önünde pencerenin kadife perdeleri kapasam da sımsıkı ordadırlar bilirim gözetliyorlar beni
Pencereler düştüm bir pencereden bir güzele bakarken dünya halime güldü güzel dönüp bakmadı belki farkında değildi
Pencereler pencereler kırk evin penceresi odama girdi ben oturdum birinin içine sarkıttım ayaklarımı bulutlara bahtiyarım diyebilirdim belki
O MAVİ GÖZLÜ BİR DEVDİ O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruliii hanımeli açan bir ev. Bir dev gibi seviyordu dev. Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, yapamazdı yapısını, çalamazdı kapısını bahçesinde ebruliiii hanımeli açan evin.
O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Mini minnacıktı kadın. Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruliiii hanımeli açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: bahçesinde ebruliiiii hanımeli açan ev..
Kaldırımda yürüyordu yetişkin bir adam. Yanında da küçük bir kız. Oyuncakçının yanından geçerken. Vitrine yaklaştı kız, adamın ellerinden çekerek. Bir eliyle vitrini gösteriyor. Diğer elle de adamı içeri iteliyor. Gösterdiği de şirin bir oyuncak kedicik Baba al. İlle de. Al da…
Geç kalıyoruz dedi adam. Annen de merak eder. Bak havada soğuk. Dinlemiyordu onu küçük kız. Dayadı ellerini buz gibi cama. Soğuktan kızarmış elleri ile Baba al. İlle de. Al da…
Havada kararmak üzer. Adamda acele ediyor ama. Şöyle bir yokladı cebini. Var bir milyon, oyuncak da on milyon lira. Derince bir yutkundu. Sıkıca tuttu kızın elinden. Hissetti küçük kız da o eli. Ürkekçe bakarak adama. Baba al. İlle de Al da…
Zoraki uzaklaştırdı adam küçük kızı oradan. İlerde bir bakkala girdi. İyice baktı etrafa, gördü sakızların olduğu yeri. Yanaştılar. Dayanamadı küçük kız, sakızları göstererek. Baba al. Dedi tekrarlayarak. Gülümsedi adam, tabi alırım kızım diyerek. Kasaya yanaştı ödedi ve çıkarken gözlerini saklıyordu. Anca yetiyordu parası bir sakıza.
Sırtıma saplanan bu kanlı hançer Bedenden ziyade cana ihanet Sanma hiç acısı gün gelir geçer Var olduğum her bir âna ihanet
Cümle anıların boynu hep bükük Candan çok sevene reva mı bu yük? Ettiğin kötülük o kadar büyük Bugüne yarına düne ihanet
Şiirlerle ettim her iltifatı Vefasız vicdanın ne kadar katı Adının önünde hain sıfatı İhanet derim ben buna ihanet
Senden bu boynumu büken karanlık Gözümden bunca yaş döken karanlık Sayende bahtıma çöken karanlık Ufuktan doğacak güne ihanet
Hasan’a cezadır seninle cennet Aklımı yitirip geçirsem cinnet Sen gibi kalleşe eylemem mihnet İhanet ettin sen bana ihanet
Hasan Hüseyin Yılmaz
İHANETİN YÜZÜ
Yapamıyorum ne sensiz bu şehirde Nede seninle olamıyorum Dar gelir oldu her yer Duvarlar üstüme üstüme geliyor Korkunç bir rüya sonrası kaçar olmuşum herkesten Seni yüz üstü bırakıp gitmek istemezdim Elimde değil seni sevsem de Seninle olamam… Nedenler girdi araya bir kere Çünküler le başlayan cümleler Ne kadar aşk olsa da bu sevdanın adı Yaşananlar aşk olmadıktan sonra Yürüyemez oldum aramızdaki ince çizgiden sonra Her adım ihanet kokuyordu Güller bile kırgındı bana Neden? Diyordu her seferinde Bazen yüreğim hesap soruyordu Her şey hesapsızdı Birden bire oluverdi Seni sevmem gibi İhanetimde birden bire oluverdi Gözlerine bakıp artık seni seviyorum diyemem Bile bile hayallerinle oynayamam Bu aşk için tek kurtuluş ayrılık Neden diye sorma Çünkü,cevap verecek cesarete sahip değilim İhanetin diğer yüzünü Anlatamam
Uykusuzluk Şiiri, uykusuzlukla ilgili şiirler, Uykusuzluk Şiirleri
Özdemir Asaf Uykusuzluk şiiri
uykusuzluk ve pencerede bir kedi gece boyu hiç konuşmadan durdu yağmurlar yağdı, dindi pencerede hep kedi ne geceye girdi, ne uyudu baktı, baktı, baktı belli değildi doğmadığı, doğduğu
sanki ona bir zaman hadi şimdi, yola çıkıp bir duygudan pencerenin dışında duran bir geceden indi, odaya girdi dedi hadi şimdi sende in uykudan
sevdi mi, sevmedi mi, belli etmedi sürdürüp suskunluğunu yeni huysuzluğu besledi aaaa kedi bu uykunun içindeydi
ankara yolundaydı bir gece bir gün marmaris yolundaydı kedi bütün uyku kapılarının önündeydi mırmırları, tırmalamalarıyla bir kadının düşlerindeydi ve bütün hırçınlığıyla anılarının önündeydi.
Özdemir Asaf
Uykusuzluk Şiir
bir uykusuzluk var içimde sonra huzursuzluk çok uzaktayım sanki yıldızlar kadar yakın, sen kadar uzak uyku akıyor gözlerimden ben değil hislerim uyuyor.
İsmail Yaprak
HER GECE Mİ BU UYKUSUZLUK?
Her gece mi bu uykusuzluk! Hele saatin tıkırtısı! Ya karasinek düşünceler! Çıldıracağım bu gidişle; Yatak değil sanki cehennem.
Deliksiz bir uykuysa vaadin, Günün dolmuş veya dolmamış, Gençliğime filan bakmadan, Derhal gelebilirsin ölüm; Kapı açıktır, lamba sönük.
CAHİT SITKI TARANCI
Uykusuzluk
Bir yudum su bazen istediğim Gecelerin dipsiz kuyusunda boğulurken Her saat başı kan ter içinde uyanırken kabuslardan Görmek istediğim sadece sendin Duymak istediğim sadece bir seni seviyordum Uyumaya korkuyorum artık gecelerde Nedenini tam kestiremesem de Bir teori var aslında bende Senin varlığın hep hayatımdayken Yetiyor üç beş saat göz kapama Bu kadar az saatin sorunu benle Uyandığımda yaşadğığım herşeyin Çok güzel bir rüya olması korkusundan Söyler misin sevgilim beynimde fink atarken düşünceler Nasıl uyuyabilirim rahatça senin elin olmadan elimde Zamanda zor geçiyor sensiz her an Senle olan saatlerse saniyeden farksız Sen sevgilim Söyle… Var mısın benle hayatın dipsizliğine adım atmaya…
Günler gitgide kısalıyor, yağmurlar başlamak üzre Kapım ardına kadar açık bekledi seni Niye böyle geç kaldın?
Soframda yeşil biber, tuz, ekmek Testimde sana sakladığım şarabı içtim yarıya kadar bir başıma seni bekleyerek Niye böyle geç kaldın?
CENAZE MERASİMİM
Bizim avludan mı kalkacak cenazem? Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan? Asansöre sığmaz tabut, merdivenler daracık
Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak, belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu, belki ıslak asfaltıyla yağmur Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi
PENCERELER
Sabaha karşı mıydı bilmiyorum yoksa akşamüstü müydü belkide gece yarısı bilmiyorum girdi odama pencereler perdeli perdesiz ben basma perdeleri severim ama tül perdeler de vardı kara ustorlar da ustorları çekip çekip bırakıyordum bir daha inmez oldu kimisi kimisi bir daha çıkamadı yukarı ve camları kırık pencereler elimi kestim kimi camsızdı büsbütün camsız pencereler içime dokunur camsız gözlükler gibi
Pencereler yağmur yağıyordu camlarınıza kızıl saçları kederli uzun ben alt dudağımda cıgaram türkü söylüyordum içimden yağmur sesini kendi sesimden çok severim
Pencereler
beşinci katta güneşli boşluğunuzda bir deniz bir deniz mavi yüzük taşından serçe parmağıma geçirdim usulcacık üç kere öptüm ağlayarak öpüp alnıma koydum üç kere
Pencereler çıktım kırmızı velenseli yataktan çocuk burnumu dayadım terli camına pencerenin oda sıcaktı ve genç anamın kokusu vardı odada dışarda kar yağıyordu ben kızamık çıkarıyordum Pencereler
sabaha karşı mıydı bilmiyorum belki de gece yarısı bilmiyorum odamın içindeydi yıldızlar ve gece kelebekleri gibi çırpınıyorlardı camlarınızda ben onlara dokunmaktan çekinerek açtım sizi pencereler salıverdim yıldızları geceye aydınlık sınırsız hür geceye yapma ayların geçtiği geceye
kurtlar duruyor ayın altında hasta aç kurtlar kurtlar duruyor önünde pencerenin kadife perdeleri kapasam da sımsıkı ordadırlar bilirim gözetliyorlar beni
Pencereler
düştüm bir pencereden bir güzele bakarken dünya halime güldü güzel dönüp bakmadı belki farkında değildi
Pencereler pencereler kırk evin penceresi odama girdi ben oturdum birinin içine sarkıttım ayaklarımı bulutlara bahtiyarım diyebilirdim belki
Ceviz Ağacı
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda, Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda. Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril, Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil. Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var. Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a. Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u. Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Davet
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan Bu memleket bizim! Bilekler kan içinde, dişler kenetli ayaklar çıplak Ve ipek bir halıya benzeyen toprak Bu cehennem, bu cennet bizim! Kapansın el kapıları bir daha açılmasın yok edin insanın insana kulluğunu Bu davet bizim! Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine Bu hasret bizim!
ÇEKİLMEZ BİR ADAM
Çekilmez bir adam oldum yine Uykusuz, aksi, lanet Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi Azgın bir hayvan döver gibi O gün çalışıyorum Sonra birde bakıyorsun ki Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet Çekilmez bir adam oldum yine Uykusuz, aksi, lanet Yine her seferki gibi haksızım Sebep yok olması da imkansız Bu yaptığım iş ayıp rezalet Fakat elimde değil Seni kıskanıyorum