Posts Tagged ‘içinde’

Çanakkale ile ilgili şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Çanakkale ile ilgili şiirler,Çanakkale şiirleri,Çok güzel Çanakkale şiirleri,

ÇANAKKALE

1915’de kurtuldu çanakkale
atatürk gitti kurtuldu çanakkale
bu güzel yurdu kurtardı çanakkale
istiklali kazandı çanakkale

bir değil bin şehit var burada
bağımsızlığı bekleyen bin şehit
çanakkaleyi kurtardı
yunanlılara düşman oldu
bu güzel çanakkale

çanakkale korkmadı
bayrağına sarıldı
bu vatanı kurtardı
teşekkürler çanakkale

——————————-

çanakkale geçilmez

Çanakkale dediğin manasızdır sanma sen
Ordaki şehitlerdir tarihlere şan veren
Vatan toprağı için can ile serden geçen
Korkuyor bu kafirler tüyleri diken diken

Su üstü mayın dolu nusret toplar mayını
Bir yandan Elizabeth düşünüyor canını
Komayacağız yerde şehitlerin kanını
Korku bilmez bu millet artıracak şanını

Mehmedoğlu Seyyid’in mermiyi kaldırışı
Dünya durdu, dönmüyor seyreyliyor yarışı
Anlayacak kafirler bucağı ve karışı
Türküm başkaldırdı ki zaferdir haykırışı

Gaza, cihad nasib et Türk milletine ya Rab!
Anzak, Hindu, İngiliz… Hepsi harab ve bitab
Her renk, her dil, her kıta bilsin ki bu kutlu ab
Çanakkale suyu bu ne Rum dinler ne Arab

Anafarta, Dardanos, Boğalı, Seddülbahir
Türktedir bu topraklar dünyada evvel ahir
Kayboldu İngilizler bilinmiyor nerdedir
‘Çanakkale Geçilmez’ bu da açık gerçektir
————————-

çanakkale destanı

Yıl 1915
18’indeyiz Martın.
Kendine gel biraz!
Pek tekin değildi Çanakkale’nin suyu,
Geçilmez bu boğaz…
Geçilmez bu boğaz…
Bizi
Ne topun yıldırır,
Ne kurşunun.
Çünkü artık
Başladı cengimiz.
Er meydanında bulunmaz dengimiz…
Sen misin Mustafa Kemal’im ileri diyen?
İşte fırladık siperden.
Sırtına yüklenmiş kahraman
Seyit 276 kiloluk mermiyi,
Koşuyor bataryasına ateşler içinden.
Bu mermi denizlere gömecek Elizabet’i Buvet’i…
Yanıyor bugün Anafartalar yanıyor,
Denizler yanıyor,
Dağlar yanıyor.
Zafer bizimdir artık
Düşman zırhlıları batıyor…
Türk’üm,
Muzaffer olarak doğmuşuz bir kere.
Bir karış toprak uğruna Kimimiz şehit oluruz.
Kimimiz gazi.
Hiç değişmez bu yazı.
Dünyada her yer geçilir belki
Lâkin geçilmez Çanakkale Boğazı..
———————————

çanakkale şehitleri

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir, savrulur enkazı beşer.

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Kafa göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak
Vurulup, tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna yarap ne güneşler batıyor.

Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.

Mehmet Akif ERSOY
—————————

18 Mart Çanakkale

Bulutlar sarmıştı her yanı,
Kapkara bir geceydi,
Yağmur,bardaktan boşalırcasına,
Sağnak gibi yağıyordu,
Yedi düvelin gemilerinden yükselen,
Top,tüfek sesleri,
Her yanı inletiyordu,
Mustafa Kemalin askerleri,
Aslanlar gibi dövüşüyordu,
Ve Çanakkale kahramanca,
Düşmana selam veriyordu,

Kükrüyordu tepeden,
Mustafa Kemal,
Vatanıma ayak basacaksa düşman,
Yaşamanın ne gereği var,
En son nefer ölünceye kadar,
Dövüşeceksiniz aslanlar,
Görecek bütün dünya,
Ne aslanlar doğururmuş,
Emineler,Hatçeler,Ayşeler,Fatmalar.
—————————

çanakkale içinde

Çanakkale içinde anaların feryadı
Ama oğullarının gözleri deryalı

Çanakkale içinde parçalandı tüm yürek
Askerin hepsinde tek bir tüfek

Çanakkale içinde ağladı vatan
Ama hiç olmadı evinde yatan

Çanakkale içinde gözü yaşlı adam
Merak etme yoktur hiç düşmana kanan

Çanakkale içinde;
Kırmızı al bayrak için verdik canımızı
Helal ettik vatan için kanımızı

Çanakkale içinde binlerce şehit
Yoktur mehmetçikten yiğit

Çanakkale içinde birleşti halk
Ey düşman vatna bak!

Çanakkale içinde bölünmez vatan
Yoktur hiç düşmandan kaçan

Çanakkale içinde dalgalanan al bayrak
İndirmedik, indirmeyeceğiz sana bakarak

Çanakkale içinde atar yüreğimiz
8 Mart’ı anarız hepimiz
—————————-

mehmetçik çanakkalede

Şahittir boğazın iki yakası,
Cihandan hesabı sordu Mehmetçik.
Sırla dolu,binbir ibret vakası,
Kanıyla,canıyla vardı Mehmetçik.

Gelenler İstanbul düşüyle gezer,
Nusretim,demirkap mayını dizer,
Zırhlı gemileri parçalar,ezer,
Zalimin aczini gördü Mehmetçik.

Toplar,ölüm saçan gülleler atar,
Şehit gençler,koyun koyuna yatar,
Etrafta Cennetin kokusu tüter,
Şehitlik düşüne erdi Mehmetçik.

Allah Allah diyen aşkı dillerde,
Süngü bellerinde,tüfek ellerde,
Can pazarında,can kalır yollarda,
İmanı yürekte kordu Mehmetçik.

Ayağını örten çul ile çaput,
Soğuktan korumaz yamalı kaput,
Mezarı siperi,gerekmez tabut,
Gül bahçesi gibi girdi Mehmetçik.

Onyedi yaşında yedek subaylar,
Hayatın baharı.selvidir boylar,
Bu günü bekledi seneler,aylar,
Sabırla,metanet serdi Mehmetçik.

Bir yudum umutdu yürekte atan,
Anafartalarda sevindi vatan,
İşte ön sezgili,cesur komutan,
Mustafa Kemalim derdi Mehmetçik.

Yarbay Nail,Teğmen Arif coşunca,
Binbaşım Mahmutla,Sabrim koşunca,
Askerimde mangal yürek taşınca,
İşgale geleni kırdı Mehmetçik.

Cesarete simge Hakkı Binbaşı,
Sırada Nazmiyle,Tahsin Yüzbaşı,
İsmi gizli kalmış nice adaşı,
Zulmün çemberini yardı Mehmetcik.

Tefekkürle oldu ruhun bakımı,
Sadakatin kalbe nurlu akımı,
Destan yazdı,Yahya Çavuş takımı,
Savaş alanında sırdı Mehmetçik.

Mangası şehitti,kalmadı asker,
Topun mermisini kaldırmak ister,
Allahım bu gücü Seyitte göster,
Düşmanı denizde vurdu Mehmetçik.

Şahlandı askerim değmesin nazar,
Gerçeği bilenler Almana kızar,
Kadir,bu savaşta zerreyi yazar,
Hepsini anlatmak zordu Mehmetçik.

Ödüllü şiir.
Kadir Kaya
—————————-

Türkün geçit vermez kalesidir Çanakkale

Bir destanın adıdır Çanakkale
Ateşle imtihandır Çanakkale
Tarihte destandır Çanakkale
Düşmana mezardır Çanakkale

Türkün şerefidir bu Çanakkale
Kurşunların sevdası Çanakkale
Ateşe karşı imandır Çanakkale
Haçlıya ölümdür bu Çanakkale

Şehitlere mezardır Çanakkale
Yamyamlara derstir Çanakkale
Canavarlara derstir Çanakkale
En büyük destandır Çanakkale

Kınalı kuzuların yattığı yer Çanakkale
Seyit onbaşıların güçüdür Çanakkale
Yahya çavuşların savaşıdır Çanakkale
Türkün kaderini yazıldığı yer Çanakkale

Düşmana yol vermeyen sudur Çanakkale
Çelikten kaleyi yutan yerdir Çanakkale
Haçlıya tarihi büyük derstir Çanakkale
Türkün geçit vermez kalesidir Çanakkale
——————————-

çanakkalede otuzbin şehit

Çanakkalede otuzbin şehit,
Hepsi bir birbirinden yiğit,
Bundan sonrasını tarihler yazar,
Çanakkale de analar ağlar.

Derdim derdim garip halim,
Kanı içmiş dağlar sanki düşmanım,
Ne analar ne bacılar,
Çanakkalede zaferler yatar.

Düşman pusu atmış çanakkale yollarına,
Yol vermiyor dağlar nice yiğit aslanlara,
Yol vermesen küserim yara,
Deli gönlüm gitmek ister şanıyla.

Mermiler yağıyordu yağmur gibi yiğitlerimizin üstüne,
Ay yıldızlı bir bayrak dalgalanıyordu gök yüzünde,
Mekanınız cennet olsun ebediyetde,
Çanakkalede şehitler yatar diz dize.
——————————————–

Efe’nin Öldüğünde okuduğu şiir

Cuma, Haziran 22nd, 2012

kavak yelleri 153.bölümde efenin okuduğu şiir, efenin öldüğünde okuduğu şiir

Kavak Yellerinde Efe’nin öldüğü sahnede okuduğu bir şiir vardı. Şiir Nazım Hikmet Ran’a ait.

Ben Senden Önce Ölmek İsterim

Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin…
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar…
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.

Nevşehir şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Nevşehir ile ilgili şiirler
Nevşehir’i anlatan şiir
Nevşehir şiiri

ŞİRİN NEVŞEHİR

Her zaman söylenir ismin dillerde.
Çok gezdim dolaştım gurbet ellerde.
Eşini görmedim başka yerlerde.
Nevşehir, Nevşehir, şirin Nevşehir.

İçinde tarihi eserlerin var.
İbrahim paşadan kalmış yadigar.
Anadolu içinde sanki bir hisar.
Nevşehir, Nevşehir, şirin Nevşehir

Baharda açılır bahçeler bağlar.
Vadiler, şakrak namelerle çağlar.
Senden ayrılan ah çeker ağlar.
Nevşehir, Nevşehir, şirin Nevşehir.

Pınarlarından soğuk sular akar.
Yamaçların yaseminlerle kokar.
Senden ayrılan sana hasretle bakar.
Nevşehir, Nevşehir, şirin Nevşehir.

Dereler bezenmiş papatyalarla.
Sanki bir kardeşsin yeşil Bursayla
Değişmem seni Niğde, Aksarayla
Nevşehir, Nevşehir şirin Nevşehir

İBRAHİM ÇERÇİ

MEMLEKETİM
Severim ben bağını, üzümünü
Şeher Şeher dedikleri Nevşehir
Berketli kıracı,hem özünü
Şeher şeher dedikleri Nevşeher

Sabah ezanında düşerler yola
Herif eşekle ,kadını yaya
Baba yiğit adam sigara sara
Şeher şeher dedikleri Nevşeher

Karayazı,Kızıltepe,Göbekli
Karataş, Kepez,Döllük,Alefendi
Karşıdağ,Çakmaklık,Sarıyapraklı
Şeher şeher dedikleri Nevseher

Karaüzüm,kızılüzüm,Mor üzüm
Banın üzüm,Ketengömlek,Mis üzüm
Buludu,İmir,Çavuşla Gül üzüm
Şeher şeher dedikleri Nevseher

Elması armudu, cevizi de var
Ayvası,kirazı,alıcı da var
Eriğin sarısı karası da var
Şeher seher dedikleri Nevseher

Türlü türlü kayısısı bademi
Yaman olur bu diyarın ademi
Çekilen alınyazı çile mi?
Şeher şeher dedikleri Nevseher

Misafirperveriz gelin bizlere
Gönlümüz hep açtır hep yarenlere
Bir sofra kuralım çayır çimlere
Şeher şeher dedikleri Nevsehere

Çömlanan tandıra baklayı vurun
Yufka ekmeğini yanına koyun
Biber turşusunan doyun
Şeher şeher dedikleri Nevşeher

Güz gelince bağlarımız bozulur
Beklemez kaynayacak kazan kurulur
Köftür bişirilince ilaan yalanır
Şeher şeher dedikleri Nevşeher

Etlik derler sucuk sızgıt yapılır
Kimi tepsi kimi küpe basılır
Kış atığı güz ayında düzülür
Şeher Şeher dedikleri Nevşeher

Üzümün kurusu,turşusu olur
Hevengi çalıda asılı durur
Tarana,köftür de cevizle yenir
Şeher şeher dedikleri Nevşeher

Ekşi pekmez de var tatlı bekmez de
Bal bekmezi de süpürge bekmezi
Sabahleyin yerler duru bekmezi
Şeher şeher dedikleri Nevşeher

Erişte,makarna,mantı kesilir
Yarma,bulgur sokularda dövülür
Kışa girer iken ekmek yapılır
Şeher Şeher dedikleri Nevşeher

Kesme çorbasınan bulgur pilavı
Gendime denilen yanıma pilavı
Tatlı zerde konan pirinç pilavı
Şeher şeher dedikleri Nevşeher

Üzüm ezmesinden hoşafımız var
Zeldeli ezmesi,pelverimiz var
Tarhana çorbası,yarmamız da var
Şeher şeher dedikleri Nevşeher

Misaferperveriz gelin bizlere
Gönlümüz açıktır hep yarenlere
Bir sofra kuralım çayır çimlere
Şeher Şeher dedikleri Nevşeher

Yalçın DEMİR

NEVŞEHİR

Türkiye içinde şanlısın şanlı
Zümrüt bahçelerin dağın dumanlı
Kucağında büyür met delikanlı
Vatanın şerefi güzel NEVŞEHİR.

Çırpınır dağında kükreyen atlar
Bağında yetişir sümbüller otlar
Sevinç ile gezer gökte bulutlar
İnsanlık diyarı güzel NEVŞEHİR.

Suların çağlıyor buz gibi pınar
Ağaş dallarına bülbüller konar
Ozanlar aşıklar hep seni arar
Bülbüller diyarı güzel NEVŞEHİR.

Ayna gibi parlar akar suların
Her zaman cennetsin bu günde yarın
Dağlarından akan yağmurun karın
Gülerek bakarsın güzel NEVŞEHİR.

Bir yanında Göre yakınında Nar
Bulunaz senin gibi güzel bir diyar
Adında kendine nekadar uyar
İsmi gibi kendisi güzel NEVŞEHİR.

Kaleside yüksek sanki bir hisar
Karşısındsn bakar nazlı Uçhisar
Methetmeğe layık dahasıda var
Cennet bahçeleri güzel NEVŞEHİR.

Küçükken bakardık kükreyen sele
Dahada güzelleşir versek elele
Demesinler sakın bakın şu hale
Her zaman güzelliğe lâyık NEVŞEHİR.

Toprağından çıkmaz kötüyle kansız
Nevşehir’e âşık Alman,Fransız
Bu güzel yurdumuz olurmu cansız
Avrupa hayranı güzel NEVŞEHİR.

İsterse akmasın içinden nehir
Derinkuyu Kozaklı güzel Gülşehir
Hacı Bektaş Avonos Göreme Ürgüp
Hepsinin bedeni başı NEVŞEHİR.

Nekadar metetsem yinede azdır
Her mevsim bir alem ne güzel yazdır
Senin aşkın ile çaldığım sazdır
Aşıklar cenneti güzel NEVŞEHİR.

Gökteki kuşların çırpıyor kanat
Herkes seni sever eylemez inat
Bu toprağın çocuğu Aşık Semahat
Kalbinde yaşatır seni NEVŞEHİR.

Nevşehir’li Halk Ozanı SEMAHAT SESLEYEN

Yalnızlık Şiirleri Orhan Veli

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Orhan Veli Yalnızlık Şiirleri,
Yalnızlık Şiiri Orhan Veli Kanık

Yalnizlik Şiiri Orhan Veli

Bilmezler yalniz yaşamayanlar,
Nasil korku verir sessizlik insana;
Insan nasil konuşur kendisiyle;
Nasil koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.

*****************

Gerin bedenim gerin
Doğan güne karşı
Duyur duyurabilirsen
Elinin kolunun gücünü
Ele güne karşı.

Bak!Dünya renkler içinde!
Bu güzel dünya içinde
Sevin sevinebilirsen;
İnsanlığın haline karşı.

Durmadan işleyen saatlerde
Dişli dişliye karşı
Dişlilerin arasında
Güçsüz güçlüye karşı
Herkes bir şeye karşı
Küçük hanım yatağında uykuda
Rüyalarına karşı

Gerin bedenim gerin
Doğan güne karşı…

Orhan Veli Kanık

ISTANBUL’U DINLIYORUM

Istanbul’u dinliyorum, gozlerim kapali;
Once hafiften bir ruzgar esiyor;
Yavas yavas sallaniyor
Yapraklar, agaclarda;
Uzaklarda, cok uzaklarda,
Sucularin hic durmayan cingiraklari;
Istanbul’u dinliyorum, gozlerim kapali.

Istanbul’u dinliyorum, gozlerim kapali;
Kuslar geciyor, derken;
Yukseklerden, suru suru, ciglik ciglik.
Aglar cekiliyor dalyanlarda;
Bir kadinin suya degiyor ayaklari;
Istanbul’u dinliyorum, gozlerim kapali;

Istanbul’u dinliyorum, gozlerim kapali;
Serin serin Kapali Carsi;
Civil civil Mahmutpasa;
Guvercin dolu avlular.
Cekic sesleri geliyor doklardan;
Istanbul’u dinliyorum, gozlerim kapali;

Istanbul’u dinliyorum, gozlerim kapali;
Basinda eski alemlerin sarhoslugu,
Los kayikhaneleriyle bir yali;
Dinmis lodoslarin ugultusu icinde
Istanbul’u dinliyorum, gozlerim kapali;

Istanbul’u dinliyorum, gozlerim kapali;
Bir yosma geciyor kaldirimdan;
Kufurler, sarkilar, turkuler, laf atmalar.
Bir sey dusuyor elinden yere;
Bir gul olmali;
Istanbul’u dinliyorum, gozlerim kapali;

Istanbul’u dinliyorum, gozlerim kapali;
Bir kus cirpiniyor eteklerinde;
Alnin sicak mi degil mi, biliyorum;
Dudaklarin islak mi degil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doguyor fistiklarin arkasindan
Kalbinin vurusundan anliyorum;
Istanbul’u dinliyorum.

Orhan Veli Kanık

Ölüm Şiirleri Ünlü Şairler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Ünlü Şairlerin Ölüm Şiirleri
ünlülerin ölüm şiirleri
şairlerden ölüm şiirleri

Ölümün sırrı

Ölümün sırrını sordum bir gence
Güldü de bu ani suale önce
Ölüm dedi, ölüm bir hiçtir bence
Gençliğimi yalnız aşk ile ördüm

Rast geldim ak saçlı bir ihtiyara
Lanetler ederdi bir eski yare
Sorunca ölümü dedi bir çare
Çünkü rüya gibi bir hayat sürdüm

Bu sırrı sormağa karar verdim ben
Hayatı hicranla dolu ölüden
Baktı boş gözlerle ayet okurken
Dedi ben hayatı ölümde gördüm

Nazım Hikmet

BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM…

Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin…
Fedakârlığımı anlıyorsun:
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar…
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak:
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
İçimden bir şey:
belki diyor.
18 ŞUBAT 1945
PİRAYE NAZIM HİKMET.

Ölüm ve Oğlum
Ne yaman çiğköfteymiş ki bu ölüm
Şalgam suları iniyor şakaklarımdan
ben hala susuyorum
Gözlerimle taşlarcasına bir kör kuyuyu…
Nerde kaldı bire saka kuşu
Su gibi bildiğin o su kasidesi?
Ve dudaklarımı sevsinler
bir barut bulutuyla sanki
ortadan biçilmiş bir güneş
Aynı çığlığı mı ezberleyecek dersin
akşamcılar akşama tövbe edinceye dek

Düzayaktı Attar A’met Efendiden Kartal Baba Tekkesine
Bu seferki yolum ise
ardımdan gelen kolun
ölüsıra yürüyen
kilden, kirloz bir bayrak
epiy de yokuş üstelik
ve giderayak
Sırtına vurmuş yada
buruşuk bir şipka biberini
Meyvahoşa koşturuyor
mork çizmeleriyle bir kırkayak
Nasıl koşturduysa tulumbacılar eskiden
yeşil karga tulumbalarını yangına
Yandım diye böğürmüşüm
Böğrüm yiyince böğrümden
o çiğköfteyi
YANDIM

Öylebi kuşaktık ki biz oğlum
yine de sen ölüyorsun
boynuna sarılınca ben
Ve o domuz var ya İncildeki
cümle günahı yüklenip
uçuruma atlayan domuz
Biz öyle bilem olamıyoruz…
Meşksiz aşklarla senlerin
başına tacettiğimiz
o güzelim elmayı
Utanmadan o ulusal
akbabamıza sunuyoruz
kellerinizle birlikte
Bu gidişle korkarım
bi tek ses kalacak bizden
tıkırtısı farenin
Kendi tahta kuyruğunu kemiren

Cama vurulmuş güneş kırıldı
Nar daneleri döküldü suya
Yandım diye böğürüyorum
Ama bu kırkayak oynunda
Öyle yakın ki ölümle oğlum
Uyak oluvermişler adeta
Ben ne demeye hala
Sözümona bir inci gibi
Acının yanardağ bardağında
Kendi kendime eriyim?
Oysa bu dünya denen ağacın
Türkiye denen çatağında
Öyle bir oğul var ki oğul
Ölüme değil, ölüme
Yaşanmaya bi ölüm bal

Cama vurulmuş güneş kırıldı
Nar daneleri döküldü suya
Gayrı adam oldu diye babam
Oğlum beni sevse ya

CAN YÜCEL

Baharla Ölüm Konuşmaları – Can YÜCEL

I

Memelerim koparıyor

Yüzyıl süren bir yalnızlık

dile gelmişçesine

Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!

Ve ağrıya

ağrıya tabi,

ağraya

ağraya ağbi

Nakkaş Tepe de ancak

bezmimize böyle gelmiştir

Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle

Yerbilimsel bir hapisten sonra

II

İçimdeki karanlığı patlatacağım

Zifiri bir Su akacak

kamışımdan toprağa

Bir kedi yavrulayacak

köpek dişli bir kedi

Ve böğürtlenler köpürecek ağzından

Yedikçe

kendi

kendini

mayhoş

Ya da Posta Nazırı dedemden kalma

Mors’un en morundan bir karga

Konacak karşıki direğin doruğuna

Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu

Ne kadar taşlasan boş

oynamıyor yerinden

Ben kargadan korkmam ama

bunun gözleri baykuş

Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak

can dündar

Ölünün Odası
Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş;
Yerde çıplak bir gömlek; korkusundan dirilmiş.
Sütbeyaz duvarlarda çivilerin gölgesi
Artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi…
Yatıyor yatağında dimdik, upuzun, ölü;
Üstü, boynuna kadar bir çarşafla örtülü.
Bezin üstünde ayak parmaklarının izi;
Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi.
Son nefesle göğsü boş, eli uzanmış yana;
Gözleri renkli bir cam; mıhlı ahşap tavana.
Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var;
Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar.
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an;
Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan.
Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm;
Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm

Necip Fazıl Kısakürek

öldün ahiretten haber ver

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Hızlı yaşayıp genç ölmek isterdin
Cesedim yakışıklı olmalı derdin
Tahtalıköy diye alay ederdin
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Bir kaza sonucu öldün aniden,
Yüzünü gördüm, farksızdı caniden
İstemezdin-imam geldi camiden;
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Nasıl sarıldın kabrinde telkine.
Saldırırdın sık sık yaşarken dine.
Biraz sahip olamadın diline.
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Nasıl davrandılar Münkirle Nekir.?
Cevabı hazır soru kolay gelir.
Sünnettir yinede telkin edilir.
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Mayan olan çamur; şimdi de sine.
‘Maymundan türedim’dermisin yine.
Çok muhtaçsındır İhlâsla, Yasine
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Günahkârlığı bırak yakındın şirke
Bu haller içinde gelmiştin kırka.
Hakk8217;a kulluktur Âdemdeki ilke.
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Sana bir faydam olur mu bilemem
Elimden geleni hiç esirgemem.
Akibetim nasıl olur düşüncem
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Bugünde kabrinin ziyaretindeyim.
Bütün kabirlerin seyrındeyim
Endişeler, korkular içindeyim.
Öldün, ahiretten bana haber ver.

ORHAN AFACAN

Çanakkale Marşı Sözleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012
Çanakkale Marşı Sözleri
Çanakkale Marşı

Çanakkale Marşı

Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmaden mezara koydular beni
Ooof Gençliğim eyvah

Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı
Ooof Gençliğim eyvah

Çanakkale içinde sıra serviler
Binbaşılar oturmuş asker öğütler
Ooof Gençliğim eyvah

Çanakkale içinde bir kırık testi
Anneler ve babalar ümidi kesti
Ooof Gençliğim eyvah

Arı burnundan çıktık yan basa basa
Hep düşmanlar kaçıyor kan kusa kusa
Ooof Gençliğim eyvah

Ahmet Haşim Merdiven Şiiri Tahlili

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Merdiven şiirinin tahlili
Ahmet Haşim Merdiven şiirinin tahlili

1. MUHTEVA VE KONU

Şiir tahlillerinde ilk önce, metne bağlı olarak ortaya çıkan, biri görünen anlam, biri de şiirin içinde gizli olan iki yön olduğunu unutmamak lâzım. İlk bakışta çeşitli yorumlara açık olan bu şiirde, herkes tarafından görülen anlam içinde bulunanlar şunlardır: Hayatı simgeleyen bir merdiven imgesi, bir akşam tablosu, güneş rengi sarı yapraklar, yüzün perde perde soluşu, kızıl bir akşam dekoru içinde yere eğilmiş şekilde sürekli olarak kanayan güller, dallardaki kanlı bülbüller, sararan sular, tunç rengini almış mermerler ve bütün olarak bunlara ait olan gizli bir lisan.

Şairin “merdiven” sembolüyle anlatmaya çalıştığı ‘hayat yolu’dur. Bu sembolün dışında şiirde, “etek”, “güneş rengi bir yığın yaprak”, “yüzün perde perde soluşu” gibi semboller ile “suların sararması”, “kızıl havalar”, “alev gibi dallarda duran kanlı bülbüller” ve tunca benzeyen mermer” gibi anlatımlar empresyonist (izlenimci) özellikleri ortaya koyucu özelliklerdir. Ana konuyu destekleyen bu benzetme ve anlatımlar, görülen anlamı bir tabloya benzetecek olursak, eksik kalan yönleri tamamlar niteliktedir.

Şiirin bütününe hâkim olan bu akşam tablosu içinde, şairin bize duyurmaya ve hissettirmeye çalıştığı psikoloji ise içinde hüznün ağır bastığı, biraz karamsar ama dolaylı anlatımın şairene kullanışlarını saklar. Bu akşam tablosu içinde, hayatın sona yaklaştığını anlatan sonbahar mevsimi ve sarı yapraklar, zamanın geçişi ve yaşlanmayla beraber duyulan hüzünle birlikte bir korkunun ortaya çıkışı neticesinde yüzün perde perde soluşu, güneşin batış anında dallardaki bülbüllerin aldığı renk, ve yanmış izlenimi veren sular içinde gizli bir lisan saklı oluşuyla şairin bize anlatmaya çalıştığı şey, ne yaparsak yapalım akşamdan (ölümden) kaçışın olmadığı gerçeğidir.

2. DİLE VE ANLATIMA DAYALI ÖZELLİKLER

Aslında onun şiirleri, özellikle başlangıçta, o güne ait olan, yani Servet-i Fünun ve Fecr-i Âtînin dil özelliklerini yansıtan (bugünün diline çok yabancı, kök itibariyle içinde çokça Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalarla dolu) bir dildir. İşte bu yüzden onu günümüz şiir okuyucusu dil olarak anlamaktan uzaktır; fakat daha sonraları Haşim, “Bir Günün Sonunda Arzu” ve ölümüne yakın yıllarda yazdığı “Ağaç”, “Süvari” gibi şiirlerde, dil anlayışını değiştirir. Şiir içinde muttasıl (ara vermeden, durmadan), hafî (gizli) anlamındaki kelimelerin bulunması, bugünün okuyucusu için bir sorun teşkil etmemekte ve şiirin o güzel anlatımı içinde kaybolup gitmektedir.

Ahmet Haşim, Merdiven şiirinde kendi şiir anlayışına uygun olarak, duygu ve düşüncelerini doğrudan değil , dolaylı yoldan anlatmayı tercih etmiştir. “ Güneş rengi bir yığın yaprak”, “alev gibi dallarda kanlı bülbüller”, “kızıl havalar” gibi sıfat tamlamalarını çokça kullanarak şiirde daha çok tasvire ait olan öğelerle söylemek istediklerini okuyucuda çağrışım yaratacak şekilde duyurmaya ve sezdirmeye çalışmıştır.

Bu onun “Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar” başlığıyla Piyale kitabına koyduğu önsözdeki şiir anlayışıyla doğru orantılıdır. Bu yazısının bir bölümde Haşim şöyle der: “Şair ne bir hakikat habercisi, ne güzel konuşan bir insan, ne de bir yasa koyucudur. Şairin dili düzyazı gibi anlaşılmak için değil, ama duyulmak üzere oluşmuş, musiki ile söz arasında, sözden fazla musikiye yakın, iki arada bir dildir.”

Haşim’in genel olarak şiirlerinde olan anlatım özelliği, mana noktasında okuyucunun hayalini harekete geçiren, imgeye dayalı farklı çağrışımlarla şiirin anlamını kişinin anlayışına göre genişleten bir yapı arzeder. Haşim, şiirde manadan çok musikiyi ön plana çıkarmış ve aruzunda yardımıyla şiirlerinde müthiş bir ses güzelliğine ulaşarak anlamda kapalılığı hemen hemen her şiirinde kullanmıştır. Yaşadığı devirde, özellikle “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirindeki anlatımıyla anlaşılamadığını düşündüğü için “Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar” adlı şiir görüşlerini açıklayan bir yazı yazmak zorunda kalmıştır. Haşim’in şiirinin tesiri daha sonraları (1950’den sonra) II. Yeni şairleri üzerinde ortaya çıkmıştır.

3. SES ÖZELLİKLERİ

Ahmet Haşim’in şiirlerinde anlamda açıklıktan çok ses öğesine önem verişi, şiiri “söz ile musiki” arasında düşünmesinden kaynaklanır. O, “şiirde her şeyden önce önemli olanın kelimenin anlamı değil, mısradaki söyleniş değeri” olduğu görüşündedir. İşte bu yüzden de, şiirlerinde aruz veznini kullanılır. Merdiven şiiri aruz ölçüsünün “Mefâilün Feilâtün Mefâilün Feilün (Fa’lün)” kalıbıyla yazılmıştır.

Şiirde kullanılan, “solmakta / olmakta, güller / bülbüller, dolmakta / olmakta” gibi tam uyaklar, veznin dışında bu ses güzelliğinin oluşmasına yardımcı olan öğeler olarak düşünülebilir.

Şiir içinde daha çok “r” sesi kullanılışı aliterasyon sanatına yol açmış ve bu da şiirde ortaya konan ses birlikteliğine katkı sağlamıştır. Şiirde içinde “r” sesi geçen kelimeler şunlardır: “Ağır ağır, bir, merdivenlerden, eteklerinde, rengi, yaprak, ağlayarak, sular, sarardı, perde perde, ruha, seyret, arza, kanar, güller, durur, benziyor, mermer.” Ayrıca şiir içinde kullanılan harf tekrarı dışındaki mısra tekrarı olan “kızıl havaları seyret ki akşam olmakta” söyleyişi de okuyucuya verilmek istenen mesajının duyurulması ve şiirde ses olarak bir bütünlük oluşması açısından önemlidir.

Kafiyelerin seçimindeki “solmakta / olmakta” ve “dolmakta / olmakta” kelimelerindeki “makta” eki, ortaya konan durumun bitmiş bir şey olmadığını ve devam etmekte olduğunu bize duyurması açısından önemli bir özellik olarak karşımıza çıkar. Bu açıklamamızdan hareketle Haşim, mısralarını kurarken şiirinde, “sesi, anlatımı, manayı ve şiirde bütünlüğü oluşturan kurgu”ya dair hemen hemen her şeyi düşünmüştür diyebiliriz. Şiiri cazip hale getiren öğelerden biri de, Haşim’in mısraları içinde gizli bir şekilde duran, söyleyişte bulunan içtenliktir.

4. EDEBÎ SANATLAR

Haşim “Merdiven” şiirinde, birçok söz sanatından, anlam olayından ve tamlamadan yararlanmıştır. “güneş rengi bir yığın yaprak”, “alev gibi dal”, “kanlı bülbül”, kızıl hava” şiirde bulunan tamlamalardan birkaçıdır. Özellikle sıfat tamlamaları içine gizlenen anlam, şiirde mana derinliğine yol açmaktadır. Ayrıca, “alev gibi dallar” ve “tunca benzeyen mermer” bölümlerinde teşbih (benzetme) sanatı kullanılmıştır.

“Merdiven” kelimesi ile ‘açık istiare’ sanatı yapılmış. Sadece benzetilen (Merdiven) verilerek, benzeyen (hayat yolu) anlatılmaya çalışılmıştır.

“Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?” mısraında, güneşin batış anındaki olaydan dolayı, suyun yanıyor gibi görünmesi ile mermerlerin üstünü tunca benzeyen bir rengin kaplayışı doğal bir olaydır. Şairin bu durumdan haberi vardır ama bundan habersizmiş gibi duruş ile bilip de bilmezlikten geliş hali tecâhül-i ârif sanatına yol açmıştır.

5. ŞİİRDE BULUNAN İMGELER

Şiirin ismi olan “merdiven” kelimesi başlı başına bir imgedir. Kanaatimce “hayatı anlatan” bu kelime, her okuyucuda farklı bir anlam kazanabilir. Kimimiz için “hayat” kimimiz için başka bir şey olabilir.

Şiirde “kızıl havaları seyret ki akşam olmakta” sözünün iki defa tekrarı, şiirin “akşam” –ki bu da başlı başına bir imgedir- üzerine kurulduğunu gösterir. “Akşam” bir anlamda bize ölümü hatırlatır. Şiir içinde gizli olan hüzün, her geçen saniye ölüme yaklaşmaktan dolayıdır.

Haşim on mısralık bu şiirinde bize öyle bir tablo çizmiştir ki bu resim içinde, eksik bir yön bulunmaz. Şiirin “ağır ağır” diye başlaması ve “kızıl havaları seyret ki akşam olmakta” diye bitişi aslında çok anlamlıdır. Güneş nasıl “ağır ağır” batarsa insan da hayatı “gün gün” yaşar ve zaman geçtikten sonra her şey bir anda olmuş gibi hatırlar. İnsan, bakmakla görmek arasındaki farkı çözerse her şey gözüne farklı görünür. Şiirin sonundaki “lisan-ı hafi” (gizli dil), aslında tabiatın, kuşların, yaprakların ve bu dünyaya ait her şeyin bize söylediği şey, geçen her saniye akşama (ölüme, mutlak sona) yaklaştığımız gerçeğidir. Haşim bunu bütün ruhuyla hissetmiştir. İşte o yüzden bu gizli lisan ruha dolmaktadır ve ne yaparsak yapalım akşam olmaktadır.

Mehmet Nuri Parmaksız (Gölbaşı Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni / ANKARA)

MERDİVEN

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…

Sular sarardı… yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller,
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisân-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Ahmet Haşim
Kaynak: Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi (MEB Yayınları) – Sayı 85

Ahmet Haşim Yollar Şiiri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Ahmet Haşim Yollar Şiirİ
Şiir Ahmet Haşim Yollar
Ahmet Haşim Yollar

YOLLAR

Bir lamba hüzniyle
Kısıldı altın ufuklarda akşamın güneşi;
Söndü göllerde aks-i girye-veşi
Gecenin âvdet-i sükûniyle..

Yollar
Ki gider kimsesiz, tehî, ebedi,
Yollar
Hep birer hatt-ı pür sûkt oldu
Akşamın sine-i gubârında.
Onlar
Hangi bir belde-i hayâle gider,
Böyle sessiz ve kimsesiz şimdi?

Meftûr
Ve muhteriz yine bir
nefha-i hayâl esiyor;
Bu nefha dalları bîtâb ü bîmecâl uyutur.
Sonra eyler giyâhı nâlende,
Sonra âgûş-ı ufk içinde ölür…

Ey kalb!
Seni öldürmesin bir sâye-i şeb,
İşte bir dest-i sâhir ü mahfî
Sana nûr-ı nücûmu indirdi.

Kuruldu işte, mesâfât içinde, lâl-i mesâ
Bütün meâbid-i hiss ü meâbid-i hülyâ
Bütün meâbid-i meçhule-i ümîd-i beşer…

Gurûb içinde bir eşkâl-i bîhudud-ı zeheb
Zücâc-ı san’at ü fikretle yükselirler hep;
Büyük denizlere benzer eteklerinde sükût,
Sükût-ı nâ-mütenâhi, sükût-ı na-mahdût,
Sükût-ı afv u emel.

Bir el
Derîçelerde bir altın ziyâ yakıp indi.
Aktı âb-ı sükûta yıldızlar
Bütün sular zehebî lerzelerle işlendi.

Tâ öteden,
Şimdi zer gözleriyle tâ öteden,
Gam-ı ervâhı vecde da’vet eder
Bütün meâbid-i meçhule-i ümîd-i beşer.
Bütün meâbid-i vecdin soluk ilaheleri
Birer birer iniyor gözlerinde rüyalar;
Dudaklarında ziyâdâr ve muhteriz titrer
Akşamın buse-i huzû-eseri.

oluk ve gölgeli simalarında reng-i mesâ
Nakşeder bir teheyyüc-i rüyâ:
Biri yorgun semâ-yı lâle bakar,
Biri bir gölge meşy ü gâşyile
Miyâh-ı râkide-i samt ü hâb içinde akar;
Biri bir erganûn-ı eb’âdı
Dinliyor gölgelerde ser-be-zemin,
Biri altın gözüyle, güyâ ki,
Sana ey kalb-i mübhem ü bâkî
“Gel!” diyor.
Lakin
İniyor
İşte leylin zalâm-ı bîdâdı…

Yollar
Ah ey kimsesiz giden yollar,
Yolların ey sükût-ı hüzn-eseri,
Bugünün inmeden şeb-i kederi,
Meâbid-i emel ü histe sönmeden bu ziyâ,
Ölmeden onların ilaheleri,
Ah gitmez mi, kimsesiz, sessiz
Yollar,
Ah gitmez mi hatt-ı sâkitiniz,
Şimdi zer gözleriyle, tâ öteden
Tâ öteden
Gam-ı ervâhı vecde da’vet eden
Uzak meâbid-i pür-nûr-ı vecd ü rüyâya
Ki câ-be-câ kapıyor bâb-ı vâ’dini sâye…

Ahmet Haşim

Ahmet Haşim Önemli Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Ahmet Haşimin Önemli Şiirleri,
Ahmet Haşim’in Şiirleri
Ahmet Haşim Önemli Şiirleri nelerdir

Ahmet Haşim Ağaç şiiri

Gün bitti. Agacta nes`e söndü.

Yaprak ates oldu, kus da yakut;

Yaprakla kusun pariltisindan

Havzun suyu erguvana döndü

——————————————————————————–

AKŞAM YİNE TOPLANDI DERİNDE

Canan gülüyor eski yerinde

Canan ki gündüzleri gelmez

Akşam görünür havuz üzerinde,

Mehtab, kemer taze belinde

Üstünde sema, gizli bir örtü

Yıldızlar, onun gülüdür elinde…

——————————————————————————–

BAHÇE

Bir Acem bahçesi, bir seccade

Dolduran havzı ateşten bade.

Ne kadar gamlı bu akşam vakti

Bakışın benzemiyor mutade.

Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar

Dalmış üstündeki kuşlar yâda.

Bize bir zevk-i tahattur kaldı

Bu sönen, gölgelenen dünyada.

——————————————————————————–

BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU

Yorgun gözümün halkalarında

Güller gibi fecr oldu nümâyân,

Güller gibi… sonsuz iri güller,

Gün doğdu yazık arkalarından!

Altın kulelerden yine kuşlar,

Tekrârını ömrün eder i’lân,

Kuşlar mıdır onlar ki her akşam,

Âlemlerimizden sefer eyler?

Akşam, yine akşam, yine akşam,

Bir sırma kemerdir suya baksam;

Akşam, yine akşam, yine akşam,

Göllerde bu dem bir kaçmış olsam!

——————————————————————————–

BİRLİKTE

Bütün bizimçündür

Nukuş-ı encüm-i vahdetle işlenen bir tül

Gibi üstünde titreyen bu sema;

Gecenin dallarında şimdi açan

Bu kamer,

Bu altın gül…

Bütün bizimçündür

Ne varsa aşk ile bidar-ı ra’şe, ya naim,

Ne varsa aid olan leyl-i hande-me’nusa,

Sana aid lebimdeki buse,

Lebinin surh-ı bizevali benim.

——————————————————————————–

BİR YAZ GECESİ HATIRASI

İsveyle, fısıltıyla, gülüşle

Olmuş sebi sevda yine bihap

Oklar gibi saplanmada kalbe

Düştükce semadan yere mehtap…

Buseyle kilitlenmiş ağızlar

Gözler neler eyler neler israp! …

Uçmakta bu ateşli havada

Vuslat demi bir kuş gibi bitap…

——————————————————————————–
BÜLBÜL

Bir gamlı hazânın seherinde,

Isrâra ne hâcet yine bülbül?

Bil, kalbimizin bahçelerinde,

Cân verdi senin söylediğin gül.

Savrulmada gül şimdi havada,

Gün doğmada bir başka ziyâda.

——————————————————————————–

GECE

Titreyen ellerimle penceremi

Açtım afaki leyle karşı… Yine

Gecenin gölgeden manazırına

İmtizac eylemiş nücumü bahar…

Sihri eb`at içinde şimdi gümüş

Bir sehap andıran miyah uyumuş..

Kalbi seydayı leyl olan rüzgar

Esiyor gölgelerde velvelekar…

Ah o bir aşkı bi-tenahi mi

Geceden, tudei manazırdan

Yükselen rasei humarü buhar?

Sanki hulyayı vasla müstağrak

Sebi bir itri hisle doldurarak

Dolaşan, titreşen kadınlardı…

Sanki bir savti gaibü mühtez

Kalbe bir aşkı bi-vefa yetmez

‘Seviniz, muttasıl sevin! ‘ derdi

——————————————————————————–

GELDİN

Bir gün

Akşamın ölgün

Duran o namütenahi ziya denizlerine

Gark olan eşcar,

Gark olan ovalar

Oluyorken sükut ü hüzne makar

Geldin alam-ı kalbi teskine

Ey şebabın hayal-ı cavidi,

O melul akşamın havası kadar

Gelişin bir sükun-ı saridi…

——————————————————————————–

GELMEDEN EVVEL

Kalbim

Benim bir ormandı,

İsimsiz, asude,

Bir büyük orman;

Ve gölgelerinde revan

Olan hafi suların aks-i şevk-i müttaridi

Dağıtırken sükutu bihude,

Düşünürdüm ki, hangi gün, ne zaman,

Ne zaman

Girecektin o kalb-i mes’ude?

Etmeden zehr-bad-ı fasl-ı elem

Reng-i eşcar ü abı fersude,

Dolacak mıydı seslerin, bilmem

O tehi saye zar-ı mesdude?

Sanki hicrana bir teselliydi

Şeceristan-ı kalb içinde revan

Olan hafi suların musiki-i nevmidi.

Tevfik Fikret Ömr-İ Muhayyel

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Ömr-İ Muhayyel Tevfik Fikret
Ömr-İ Muhayyel şiiri,
Tevfik Fikret Ömr-İ Muhayyel şiiri

Ömr-i Muhayyel

Bir ömr-i muhayyel…Hani gülbünler içinde
Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş;
Bir ömr-i muhayyel…Hani göllerde,yeşil,boş
Göllerde,o sâfiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü muğfel
Bir ömr-i muhayyel!

Yalnız ikimiz,bir de o:Ma’bûde-i şi’rim;
Yalnız ikimiz,bir de onun zıll-ı cenâhı;
Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı
Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim.
Her sahn-ı hakîkatten uzak,herkese mechûl;
Bir safvet-i masûmenin âgûş-ı terinde,
Bir leyle-i aşkın müteennî seherinde
Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile meşgul.

Savtındaki eş’ar-ı pür-âhenk ile mâlî,
Şİ’rimdeki elhan-ı muhabbetle nagam-saz,
Ah istiyorum,göklere âmâde-i pervâz
Bir lâne-i âvârede bir ömr-i hayâlî…

Bir ömr-i hayâlî…Hani gülbünler içinde
Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş;
Bir ömr-i hayâlî…Hani göllerde,yeşil,boş
Göllerde,o sâfiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü hâlî
Bir ömr-i hayâlî!

Tevfik Fikret

Tevfik Fikret Tarihi Kadim Şiiri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Tevfik Fikret Tarihi Kadim Şiiri
Tarihi Kadim Tevfik Fikret Şiiri
Tevfik Fikret Tarihi Kadim

TARİH’İ KADİM
Puan Ver :
İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu.
Ve başlar bize maval okumaya.
Ninniler uydurup uyutur bizi
dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun,
zifiri karanlık hayatından.
Gösterir bize evvel zamanı,
tek doğru, en güzel örnek, der.
Bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden.
Senin tarih dediğin işte budur,
alnında altı bin yıllık buruşuklar
ve bir o kadar da kuşku.
Başı geçmişe bir düşe değer,
sürünür ayağı bomboş bir geleceğe,
bir deri bir kemik,
ayakta zorla durur.

Ben hiç tiksinmem ondan,
karşıma alırım onu arada bir,
anlat bakalım, derim, şu eskilerden.
Bir parça feylesofa benzer o,
bir parça sırtlana benzer,
berbat suratıyla da bir hortlağa.
Yoklar mezarını unutulmuş gecelerin,
başlar paslı, boğuk bir sesle
bir bir bana anlatmaya,
sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse:
Hep yıkım üstüne yıkım,
acı üstüne acı!
Ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu,
çöküverir ağır gölgesi bir bulutun,
kanlar yağar dört bir yana.
En başta bir kanlı bayrak.
Kanlı bir taç gelir arkasından.
Sonra araçlar sökün eder kan içinde:
Balta, topuz, yay, kılıç, mızrak,
mancınık, top, tüfek, sapan.
Arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri.
En son alay alay esirler geçer.
Yenen bir kişiye yenilen on kişi,
çiğneyen haklı, yiğnenen hapı yuttu.
Yıkımlara, acılara alkış tut,
yüksekten bakanlar önünde eğil,
insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk,
doğruluk lafta, yürekte değil,
iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda.
Bir gerçek var, tek bir gerçek:
Eli kolu bağlayan zincir.
Bir tek şey var sözü geçen: yumruk.
Hak güçlünün, kötünün yanı.
Uzun lafın kısası:
Ezmeyen ezilir!
Nerde bir şeref var, iğreti.
Nerde bir mutluluk var, yama.
Bir şeyin ne başına inan ne sonuna.
Din şehit ister, gökyüzü kurban.
Her yanda durmadan kan akacak,
durmadan her yanda kan!

İşte böyle inler, sayıklar o,
anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü
ne yolda, nasıl sürdüğünü.
Bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında.
Duyarım sesinin titreyen kuyusunda
yankısını korkunç bir iniltinin,
ben de başlarım birdenbire titremeye,
toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana.
Savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık
indir bu acıklı sahnenin perdesini!
Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık!
Sen de, gelenekçi iskelet,
yazdığın kara yazılara bir son ver,
aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık.
Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var?
Bizden iyi geceler onlara,
bizden onlara iyi uykular!
Kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş,
koşuyorsun karanlıklara doğru?
Kanla oynamış gibisin,
kırmış geçirmişsin insanoğlunu.
Sen buna kahramanlık mı dedin?
Onun kökü kan ve hayvanlık be?
Şehirler çiğne, ordular dağıt,
kes, kopar, kır, sürükle,
ez, vur, yak ve yık.
Yalvarmalara yakarmalara boş ver,
gözyaşlarına iniltilere aldırma.
Ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri,
ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun.
Sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda,
kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer,
mezar taşına dönsün her ocak,
damlar çöksün yetimlerin başına.
Bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk!
Hey bana bak, başbuğ musun ne?
Yerin dibine bat, cakanla gösterişinle!
Her başarı bir yıkım bir mezarlık,
işte bir yavrucak yatıyor şurda,
ey cihangir, onu gör de utan!
Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril,
nice acılar verdin bütün insanlara,
inim inim inlettin bütün insanları.
Parçalan, kararmış tac, tuz buz ol,
hep senin yüzünden yoksulluğu insanların.
Göz yaşından incilerin nerde hani?
Nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen!
Eski çağlar nasıl kanmış size?
Ey kan içen kargalar,
bütün karanlıklar sizinle dolu!
Artık yeter fikri susturduğunuz,
yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada
zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın.
Hadi gidin tarih korusun sizi,
-haydutlara en iyi sığınaktır gece-,
gidin, yok olun siz de o mezarlıkta.
İşte müjdelerin en güzeli,
işte en gerçek özgürlük
düşümüzdeki gelecek çağlarda:
Ne savaş, ne savaşan, ne salgın,
ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen,
ne yakınma, ne de zulmün kahrı,
ne tapılan, ne tapan,
ben benim, sen de sen!

Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman,
kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini,
savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne?
Belki duyulmadık bir öykü,
belki korkunç bir masal.
Çok sürmez köhne kitap,
fikri gömen sayfaların
bugün olmazsa yarın yırtılacak.
Ama kim yapacak dersin bu işi?
Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki,
hangi güç kalkar, ben yaparım der?
Yerlerin ve göklerin sahibi mi?
Tamam, işte oldu şimdi!
Yeri göğü elinde tutan o kibirli,
o somurtkan ve dokunulmaz.
Bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi?
Gökyüzü, sen söyle,
yüzyıllarca sel gibi akan su,
– şimdi esrik bir ağzın türküsü,
kuru sesi zindandaki bir adamın,
iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi,
bir geniş “oh!”, bir derin “eyvah!”,
bir yakarış, bir övgü,
Şimdi tüy gibi bir rüzgar,
Şimdi ağzın bir kasırga.
Dokunaklı bir yakınma şimdi,
sabredemeyen bir başa kakma,
bir titreme, bir çan sesi,
bir savaş davulunun gümbürtüsü,
için için ağlamasi çaresizliğin,
kahrın iyilikbilir kişnemesi,
bir söylev, apaçık, gürül gürül,
Şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış,
bir rahatlık bir iç sıkıntısı,
Şimdi korkunç bir haykırma –
bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla
inleyen boş kubbe, sen söyle!
Sen ki her sesi yankılayansın,
söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde,
daha yukarlardaki şu tanrı katına
hangi sesin yankısı varabilmiş ki?
Hangi dua kabul olmuş bugüne dek?
Binlerim seni, göklerin tanrısı,
din ulularından dinlerim seni:
“Ne benzer var, ne noksanı,
canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce.
Odur veren yiyeceği içeceği,
düşleri gerçek yapan o,
bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan,
açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan,
el uzatan yoksullara ve çaresizlere,
her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören…”
Seni böyle övüp duruyorlar işte.
Oysa senin en üstün özelliğin ne,
“Ortaksız” oluşun değil mi?
Kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak.
Topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden.
Ve topu ortaksız ve tek.
Ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var,
ve topunun yukarlarda bir gökyüzü.
Bütün ordan gelir yüreğe doğan.
Topunun güneşi, ayı, yıldızları var,
ve topunun görünmez bir tanrısı.
Topunun adanan bir cenneti var,
ve topunun bir varlığı, bir yokluğu,
ve topunun saygıdeğer bir peygamberi.
Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar.
Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar.
Tanrılar ne derse onu yapacak halk,
sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.
Ama tanrılar ne derse onu yapacak.

İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine.
“Ne bileyim?” diyor kime sorsam.
Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa?
Belki aldanmak yaşamanın bir gereği.
Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir,
belki ben hiç bir şeyin farkında değilim,
karıştırmaktayım “yok” la “var” ı.
Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı?
Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru.
İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan.
Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden.
Kimbilir, öbür dünya belki de var.
Madem bu beden o ölümsüzün işi,
ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?
Hadi diyelim aslımız toprak bizim,
sen gel onu kederden bir çamur yap.
– her yeri kanla, göz yaşıyla dolu –
insaf be, bu kadarı da olur mu?
Sen gel hem yoktan var et,
sonra da ettiğini boz, kötüle.
Hiç bir yaradandan ummam bunu:
Yaradan yok eder, ama perişan etmez!

En zorlu düşmanın işte, tanrı,
boğmak ister seni ulu katında,
çok iyi tanırsın sen o yılanı,
onun kızgın zehrinden bir vakitler bize
bir tadımlık vermiştin hani.
Kuşku! En zalim en güçlü düşman.
Bunu ya bildin ya koydun kafamıza,
ya da bilemedin işin nereye varacağını.
“şeytanlık, düzen, sapıklık” denen şey var ya,
bugün yerinden yurdundan edecek seni o.
Tapınağında ışıklarını söndürüyor,
elleriyle parçalıyor heykelini.
Sense, iler tutar yerin kalmamış,
göçüp gidiyorsun olanca gücünle.
Burçlarında yıkılmalar falan hani?
Nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının?
O kızgın soluğun hani nerde?
Ne cehennemlerinde bir kaynama var?
Ne büyük acını gören bir göz.
Ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama.
Oysa bir ufak parçası kopsa insanın,
bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma.
Sen Yeryüzü ve Gökyüzü’nle göç gir de,
bir inilti bile duyulmasın ortalıkta.
Tam tersi, kahkahadan geçilmiyor.
Zaten yalana ağlasa ağlasa,
bir ikiyüzlüler ağlar,
bir de ahmaklar.

Atatürk Şiirleri Fazıl Hüsnü Dağlarca

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan Atatürk Şiirleri
Fazıl Hüsnü Dağlarca Atatürk Şiirleri

ON KASIM’LARDA YÜRÜMEK

Atatürk’üm işte 10 Kasım yine
Dalgalanır ağaçlarla oğullar
Dalgalanır oğullarla nineler
Dalgalanır ninelerle genç kızlar
Özlemin ta yüreğime işlemiş
Seni bulmak, seni görmek için ben
Bütün toprakaltıyla barışacağım ..

Ereceğim sana usta, barışta, başarıda
Öyle
Güçlüsün ki
Güçleneceğim
Öyle yücesin ki, yüceleceğim
Düşüne düşüne seni kocaman kocaman
Dağlara, dağlara karışacağım ..

Ozan mıyım, ordu muyum, su muyum anlaşılmaz
Çağlar upuzun allığı yüreğimde ülkünün
Sanki bayrak bir kalemdir, sanki gökler bir kağıt
Sanki ellerim gece
Sanki ellerim gündüz
Yazacağım seni daha, bir daha
Ben senin ölümünle yarışacağım …

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

—————————————————-

MUSTAFA KEMAL’İN OĞLU

Mustafa Kemal’in oğlu diyorlardı ona.
Sırtını okşamıştı Mustafa Kemal bir sabah erken.

Geçiyordu paşalarla beylerle,
Su içmişti tarlasından şuncağız.
Öbür çocuklardan ayırmıştı kendini artık,
Adını duyuyordu yüreğinde ateşçe,
Soluk alırken, ekmek yerken..

Köyün yetimiydi, ölmüştü babası Çanakkale’de,
Kale gibi tutardı omuzlarında başını.
İnce bacakları altında koca ayakları vardı
Sarıydı, kuruydu bozkırda bir çalı kadar,
On üçündeydi ama, göstermiyordu yaşını.

Bir zaman sonra top sesleri duyuldu uzaklardan,
Al al oldu dağların moru.
Eli silah tutanlar girmişti cephelere bir bir,
Kadınlar, çocuklar, dedeler toplandı cami avlusuna
Sordu cümlesi birbirine ne yapak?

Ansızın düşman askeri görüldü çayırda,
Geldi çattı köye gavurun zoru.
Devrisi gün bir haber ulaştı evlere, samanlıklara
Alanda ismi yazılacakmış herkesin.

O saat bir yangın sardı Mustafa Kemal’in oğlunu,
Kimi Kadir diyecek, kimi Mıstık, kimi Özdemir..
Ankara’dan gelen rüzgarlar önünde,
Ankara’ya uçan şahinlere karşı,
O, ne desin?
O, Mustafa Kemal’in oğlu, nasıl söyler
Adını, bir avuç düşmana?
Mustafa Kemal’in oğlu yenilmez, tutsak olmaz,
Adını vermez süngüler altında,
Kellesini verse bilem.
Hem ağaç ağaçtır; öküz öküzdür,
İsim yakışmalı cana.

…………

Bayrak mıydı ne, kartal kanadı mıydı ne,
Ses verdi göklerden adı.
O yürüyordu, köylünün dehşeti büyüyordu peşinde,
Büyüyordu gövdesi,
Büyüyordu dağ kadar.
Dur diye haykırdılar, namluları çevirip üstüne,
Durmadı…

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

————————————————-

MUSTAFA KEMAL’İN KAĞNISI

Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden.
Sanki elif elif uzuyordu, inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı, yasla
Her bir heceden ..

Mustafa Kemal’in kağnısı derdi kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik
Nam salmıştı asker içinde ..
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü
Doğrulmuştu yola önceden önceden ..

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar.
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı
Hafiftiler, inceden inceden ..

İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında.
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alın yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden niceden ..

Durdu birdenbire, Kocabaş, ova bayır durdu
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacur gucur
Nasıl durur Mustafa Kemal’in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden ..

Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş
Süs beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere iyceden iyceden ..

Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep .
Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı bacım
Kocabaş’ın yerine koştu kendini Elifçik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden …

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

————————————————-

KAHRAMAN

Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün;
Seni gördük sesimiz Hakk’a yalvardığı gün,
Seni gördük, bir mazi dağları sardı ses ses,
Bir Akdeniz dalgası buldu içinde herkes..

Sana çıkar bu yurdun ararsak son yolu da,
Kutlu bir Tanrı oldun güzel Anadolu’da.
O kadar eskisin ki şimdi ruhumuzda sen,
Bulursun bu sevgide asırları istersen.

Ararsan bakışında uzun ovalar erir,
Dinlersen gönül denen yüce dağlar ses verir.
Bir dünya, bir millete düşman olduğu zaman
Sana büyük hızını verdi nabzındaki kan..

Dört sınırın ucunu getirdin bir araya,
Dört bucak sevgisini topladın Ankara’ya.
Sesin, bir tılsım gibi, yurdu dolaştı yer yer
Ve senden öyle keskin hız aldı ki gönüller.

Yüzyılda giden vatan bir anda geri geldi,
Sonra sanki ruhundan kartal sesleri geldi;
Sanki yeni bir ışık süzüldü gözlerinden
Ve bir fert, tek başına, bir millet yarattın sen.

Bastığın yer tarihten yer alırmış, yok, değil:
Bir gününe bir tarih bağışlasak çok değil!
Çok değil, kanımızın rengini süze süze,
İsmini döğmelerle işlesek göğsümüze..

Çok değil göğsümüzün içine çizsek seni,
İsterse bundan sonra ufuk yansın, gök yansın;
Çünkü sen bu milletin umduğu kahramansın..
Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün;
Seni gördük sesimiz Hakk’a yalvardığı gün…

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

—————————————————-

BÜYÜK MİSAFİR

Bir sevinç incilemiş gözleri yaşlar yerine,
İzi üstünde gül açmış kapanan her yaranın.
Bir bahar yağmuru halinde derinden derine
Çağlıyor her yanı alkışla yeşil Marmara’nın.

Bu misafirdir, inan memleketin neyse varı,
Böyle bir yüz mü görür bir daha fâni ömrün?
Gelin ay Bahr-i Muhit’in köpüren dalgaları,
Kırk asırlık yolu bir hızda alan Türk’ü görün…

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

——————————————————

ANIT KABRİN KAPISI

Bu kapı başlar çok uzaklardan,
İzmir’de, Akdeniz’de,
Dört nala köpürürken atlarınız,
Kılıçların parıltısındaki haklardan.

Bayrak bayrak olmuş şafaklardan,
Göklere sığmaz Allah Allah sesleri,
Geçer Hürriyet ebemkuşaklarında
Taklardan.

Mübarek ırmaklardan
Yıkanmış yemyeşil muradınız
Kavaklara sizden varılır şehitler
Mustafa Kemal’e kavaklardan…

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

Hayat Benim

Cuma, Haziran 22nd, 2012

HAYAT BENİM HAYATIM ! Dışardan nasıl göründüğümün bir önemi yok ! İçeriden görebilenler yetiyor bana!!! …………….. Beni dışardan yargılayanlara sözüm yok zaten dışarda kalmaları yetiyor onlara !!………Hayatın tadını çıkaracaksın…Tadını kaçıranlarıda hayatından çıkaracaksın!!!!!………….​….. …… Dilsiz değildir suskunluk, çok şey anlatır anlayana… Kelimelerin anlatamadıklarını haykırır aslında!!………….. Bir kaçış değildir suskunluk, bir bakıştan çok daha fazlasıdır… Sessiz çığlıkların bir adım ötesidir… Hayata olan öfken, insanlara olan kırgınlığın, ve daha nicesi saklıdır içinde sukunetin. Rest çekmenin ”asil’ halidir anlayana…!

Zaman İle İlgili Şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Zaman İle İlgili Şiirler Kısa,

Zamana Dair Şiirler,

Zaman

Herşey zaman
Zaman zahiri
Zaman herşey
Zaman hayat
Zaman su
Zaman sevgi
Zaman bir ömür
Sona giden sonsuzluk
Zaman varoluş
Zaman, zaman,zaman

Zaman Zaman

Zaman zaman olur ki, hayal denizinde
Boğulurum, en sığ yerlerinde

Zaman zaman olur ki, düş denizlerinde
Yüzerim boğulmadan, en derinlerinde

Zaman zaman olur ki, verimli geniş ovalarda
Bakir kalmış cıplak gibi dolanırım, bozkırlarda

Zaman zaman olur ki, yaşamak için direnen kısır çöllerde
Kel traş edilmiş beynimle,şaşkınlık içinde dolanırım, seraplarda

Zaman zaman eririm, sığ düşüncelerin içinde
Zaman zaman isyanları oynarım, meydanların içinde

Zaman zaman kaybolurum, kalabalığın ortasında
Zaman zaman durur beynim, bir şiirin başlığında…

Öyle Bir Geçer Ki Zaman

Dünyaya geldiğinde, başlar zaman
Şanslıysan su gibi, akar gider zaman
Şansın yok ise, vay haline o zaman
Öyle, bir geçer ki, zaman

Çocukluk evreleri, anlamadığın zaman
Gençlik çağlarında, delirir zaman
Olgunluğunda sıkılırsın, zaman zaman
Öyle, bir geçer ki, zaman

Geçmişi düşündüğün, zaman
Muhasebe yaparsın, zaman zaman
Ya ağlarsın, ya gülersin, o zaman
Öyle, bir geçer ki, zaman

Yanında kimseyi, bulamadığın zaman
Yolun sonunu, gördüğün zaman
Yaradan’a sarılırsın, işte o zaman
Öyle, bir geçer ki, zaman

Zamân-ı

Zamân-ı zamânında değerlendir,
Zamân-ı zamansız bırakma,
Zamân-ı zamâna karşı kullan,
Zamân-ı ebedî kıl,
Zamân-ı teslim etme fâni zamana,
Zamân-ı ediniver servet,
Zamân-ı yol aldır zamana,
Zamân-ı nur’lu kıl,
Zamân-ı bırakma ışıksız,
Zamân-ı etme bâd-ı hevâ,
Zamân-ı kazandır zamana,
Zamân-ı kıl şifa zamana,
Zamân-ı zamansız kullanma,
Zamân-ı zaman içinde kullan,
,Zamân-ı zamana bırak,
Zamân-ı zaman’la kıyas’la…..

ZAMAN

Zaman bir çeşme misal,
Akıp geçer zaman,
Zaman bir kuş misal,
Uçup gidiyor zaman.

Zaman özgür bir tay gibidir,
Tutamaz kimse ateş gibidir,
Zaman bir matbaadır,
Hemen basılır biter zaman.

Ne zaman

Ne zaman bu addan sandan geçeceğiz, ne zaman?
Can meclisinin halkasına ne zaman hep birden girip
oturacağız?
Dudağımıza bir tek kadeh dokundurmadan
ne zaman içeceğiz büyük dostumuzun huzurunda
can şarabını,
ne zaman içeceğiz, ne zaman

Ne zaman diyeceğiz can sâkisine, uzat elini.
biz bu yana göçtük artık,
armağanlar getirdik sana.

Ne zaman diyeceğiz can sâkisine, ne duruyorsun,
tutulduk bikere, düştük ocağına senin,
gurbet elde üşüdük,donduk kaldık,
selâm ver, hatırımızı sor, kucakla, ısıt bizi,
bize kırmızı şarap sun.

Ne zaman bize cevap verecek o, ne zaman?
Ne zaman diyecek, nem varsa sizin,
buyurun, âfiyetler olsun?

Kayıp Zaman

Sevdiğini söylemen yalanmış
Uğurumda ölmeler yalanmış
Ne bir doğru ne bir gerçek
Yalanmış herşey yalanmış…

Bilmeden kapıldım oyununa
Görmeden atıldım yalanlara
Sevmeden çıkamazdım yarınlara
Kanmışım güzelim,kanmışım…

Bulut İle İlgili Şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Bulut İle İlgili Şiirler

Bulut Şiirleri

BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESİN

Analardır adam eden adamı
aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Analara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.

Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.

Gelinler aynada saçını tarar,
aynanın içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradılar.
Gelinlere kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.

İhtiyarlıkta aklına insanın,
tatlı anıları gelmeli yalnız.
Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
efendiler, siz de ihtiyarsınız.
Bulutlar adam öldürmesin.

Nazım Hikmet Ran

———————————

ŞEHRİN ÜSTÜNDEN GEÇEN BULUTLAR

Bakıp imreniyorum akınına
Şehrin üstünden geçen bulutların.
Belki gidiyorlardır yakınına
Rüyamızı kuşatan hudutların.

Evler, ağaçlar, sular, ben ve bu an
Sanki bulutlarla bir, akıyoruz;
Onların hevesine uyaraktan
Cenup ufuklarına bakıyoruz.

Biz de hafif olsaydık bir rüzgârdan,
Yer alsaydık şu bulut kervanında,
Güzel’e ve Yeni’ye doğru koşan
Bu sonrasız gidişin bir yanında;

Dağlara, denizlere, ovalara
Uzansaydık yağarak iplik iplik,
Tohumları susamış tarlalara
Bahar, gölge ve yağmur götürseydik.

Bakıp imreniyorum akınına
Şehrin üstünden uçan bulutların.
Gidiyor, gidiyorlar yakınına
Rüyamızı kuşatan hudutların.

Ahmet Muhip Dıranas

————————————-

BULUT MU OLSAM

Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

Nazım Hikmet Ran

2 Kıtalık İstanbul Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

İstanbul Şiirleri


İstanbul Şiirleri 2 Kıtalık


İSTANBUL

Evin içinde bir oda, odada İstanbul
Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul

Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı
Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul

Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
Çekmeğe başladı, oltada İstanbul

Bu ne biçim su, bu nasıl şehir
Şişede İstanbul, masada İstanbul

BENİM ADIM İSTANBUL

istanbul benim şehrim
aynaya yansıyan yüzüm
istanbul benim şehrim
durmadan kanayan yaram

istanbul aglayan kadınım
aldatan erkek
istanbul aglayan kadınım
aglayarak ürkek


SULTAN ŞEHİR

İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem,
Bilir misin dostum İstanbul olur benim, benim şehzadem,
Ya İstanbul beni alır, ya da ben İstanbul’u alırım be diyen,
İstanbul gözlerimde nem, İstanbul o peygambere kadem.

Söylesene, İstanbul değil miydi, böyle asırlarca özlenen,
Söylesene, İstanbul değil miydi böyle asırlarca beklenen,
İstanbul Galata Kulesi’dir, Hezarfen Ahmet Çelebi diyen,

CENNETTEN BİR KÖŞE İSTANBUL

Yerde sararmış bir yaprak görürsen eğer,
İstanbul seyretmeye değer,
Gel ara beni,
Gel İstanbul,
İstanbul canım İstanbul,
İstanbul Mevla dan almış güzelliğini,
Sana borçluyum güzelliğimi,
Ah! Canım İstanbul,
Gel ara beni,
Bul,İstanbul,
Tepelerin var,tane tane,
Geceleri pişer sokaklarında kestane,
Canım İstanbul,
Şarkılarda dolanır dillere,
Bebek ve Aşiyan,
Ne mutludur senin ile iç içe yaşayan,


İSTANBUL, İSTANBUL

İstanbul, hayallerim
İstanbul, emellerim
İstanbul, sevdiklerim
İstanbul, İstanbul

İstanbul, emek
İstanbul, ekmek
İstanbul, sevmek
İstanbul, İstanbul

GÖRDÜN MÜ İSTANBUL

Sen böyle acı gördün mü İstanbul
Sen böyle yalnızlık gördün mü
Öfke kusan,damar damar kan akan
Böyle ölüm gördün mü İstanbul

Geceleri bana mahrum ettin İstanbul
Geceleri beni mahkum ettin İstanbul
Sen böyle zulüm gördün mü İstanbul
Sen böyle aşk gördün mü İstanbul
Neler istiyorum İstanbul biliyormusun


HEP İSTANBUL

Nereye bakarsam karşımda hep o
Dağlarda İstanbul,yolda İstanbul;
İlmek,ilmek nakış,nakış işlenmiş
Kovanda istanbul,balda istanbul

Ellerimi açsam dualarımda
Gözümü kapasam rüyalarımda,
Her sabah her akşam hülyalarımda,
Tavırda İstanbul,halda İstanbul

Halide Edip Adıvar Ölüm Şiiri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Halide Edip Adıvar ın Ölüm Şiiri

Ölüm Şiiri Halide Edip Adıvar

ÖLÜM
Yapraklar üşürken dökülür;
Ağaçlar kışa soyunurken ölür.
Nedir acelesi ecelin?
Daha bitmeden yaşama sevincim.

Neden bu kadar soğuk ellerim?
Gözlerim aynı noktada donuk.
Nedir bu sonsuz karanlık?
Ve bu bitmeyen yalnızlık.

Nereden çıktı bu tabut?
Ne işim var benim içinde?
Ve bu kalabalık.
Yüzler; bu yüzler hep tanıdık.

Herkes birakıp gitmiş.
Geceye sessizlik çökmüş.
Gözlerim hala açık,
Ve bitmeyen yalnızlık.

Halide Edip Adıvar

Yahya Kemal Beyatlı Ünlü Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Yahya Kemal Beyatlı Şiirleri

Yahya Kemal Beyatlı en güzel şiirleri

Bir Başka Tepeden

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

Rindlerin Akşamı

Dönülmez akşamın ufkundayız.Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.

Rindlerin Ölümü

Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar;her gece bir bülbül öter.

Sessiz Gemi

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

En Çok Okunan Şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Çok Okunan Şiirler


En Çok Okunan Şiirler Neler


HERŞEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kada…Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…

Can Yücel

Zindandan Mehmet’e Mektup

Zindan iki hece Mehmed’im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam boynunda yafta…
Halimi düşünüp yanma Mehmed’ im!
Kavuşmak mı? … Belki… Daha ölmedim!

Avlu… Bir uzun yol… Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yolda tutuktur hapse düşeli…
Git vegel… yüz adım… Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak

Bir alem ki, gökler boru i…Zindan iki hece Mehmed’im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam boynunda yafta…
Halimi düşünüp yanma Mehmed’ im!
Kavuşmak mı? … Belki… Daha ölmedim!

Avlu… Bir uzun yol… Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yolda tutuktur hapse düşeli…
Git vegel… yüz adım… Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak

Bir alem ki, gökler boru içinde!
Akıl olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu sus mu unut mu,,?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, Bir kaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil…

Müdür bey dert dinler bu gün ‘maruzat’!
Çatık kaş… hükümet dedikleri zat…
Beni Allah tutmuş kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem…
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, Bir yırtıcı zil;
Sayım var, Maltada hizaya dizil!
Tek yekün içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemiyet
Urbalarla kemik, Mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, Nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat…
Yalnız seccademin yüzünde şevkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem;
Öp beni anlımdan, Sen öp seccadem!

Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, Duman duman erisin!

Peykeler duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
gömülmüş duvara, baş baş gölgeler
Duvar katil duvar, yolumu biçtin!
kanla dolu sünger… beynimi içtin!

sükut… kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.
Yerinde mi acep ölü ve mezar
yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir…
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir elden kader bu emir…
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünya ya kapalı, Allah’a açık.

Dua dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış…
Bir soluk, Bir tütsü Bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zahir şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş…
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa dim dik doğrul ve sevin!

Mehmed’im sevinin başlar yüksekte!
Ölsekte sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Necip Fazıl Kısakürek

İMKANSIZ AŞK

Falcı kadın yalan söylüyor yalan

Bizi birbirimiz için yaratmış Tanrımız

Nasıl mümkün değilse

Yıldızları toplamak gökyüzünden

Öylesine imkansız bir şey aşkımız

Kurudu gölgesinde oturduğumuz ağaçlar

Bahçelerde sevdiğin çiçekler kalmadı

Sadece hatıralarda ebedi olan

Vazgeçemediğimiz, unutamadığımız

Onlar bile bize yar olmadı

Unut benden kalan ne varsa

Unutmak tesellidir ya…Falcı kadın yalan söylüyor yalan

Bizi birbirimiz için yaratmış Tanrımız

Nasıl mümkün değilse

Yıldızları toplamak gökyüzünden

Öylesine imkansız bir şey aşkımız

Kurudu gölgesinde oturduğumuz ağaçlar

Bahçelerde sevdiğin çiçekler kalmadı

Sadece hatıralarda ebedi olan

Vazgeçemediğimiz, unutamadığımız

Onlar bile bize yar olmadı

Unut benden kalan ne varsa

Unutmak tesellidir yalnızlığın

Güneşi bir kadeh şarap gibi içip

Delicesine sarhoş olmak

En güzel tarafı imkansızlığın

Ümitlerimiz fırtınalı denizler ortasında

Bir hurda teknedir şimdi

Dalgalar dünden daha zalim

Rüzgar daha hoyrat

Ne bulut var ufuklarda ne gemi

Mevsimler toz pembe değil

Gündüzler gecedir, geceler zindan

Güneşin doğmasını beklemek boşuna

Boşuna artık medet ummak

Taş kalpli zamandan

İnan ki! Kırılmış bir ayna gibi

Paramparça, kırık dökük aşkımız

Çaresizliğin, ümitsizliğin türküsü

Türkülerin en içlisi, en hüzünlüsü

Büyük aşkımız

Ümit Yaşar Oğuzcan

YALNIZLIK ŞİİRİ

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.

Orhan Veli Kanık

AŞK DERSI

Yabancı bir televizyon görüncesinde
Bitkilerin nasıl çiftleştiğin seyrederken ağlıyorum
Derken aklıma geliyor Güler’le ilk seviştiğimiz
Orda da ağladığımı gülerek hatırlıyorum

YOKLUĞUNDAKİ SEN
Yine yalnız değilim her zamanki gibi
Bu Uzakdoğu gecesinde yokluğunlayım

Aramızda yirmibeşbin kilometre
Sen kıştasın ben yazdayım
Sen bir yarısında dünyanın
Ben öte yarısındayım
Yine de bırakmıyor ellerimi yokluğun
Daha da bir gönlümcesin
Varlığından bin kat güzel
O yalımsal çıplaklığın yalaz yalaz
Ve en gizlerden konuşurken ellerin
İçimden gelmiyor mektup yazmak demeden
Sevişiyoruz yirmibeşbin kilometreden

SENI SEVIYORDUM

Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi…

Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi

İnsan hergün anımsarmı aynı gözleri

SENİ SEVİYORDUM ve senin haberin yoktu

Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü ve burnun, herkesden başkaydı işte…

Güldüğü zaman yukarıya bakardı;

Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı…

Ne güzeldiler sen bilmiyordun…

BEN SENİ SEVİYORDUM…

Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler

Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu

Geri dönüyordu, çoğalıyordu

Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi, herseyi erteliyişim oluyordun

Kalp ağrısı oluyordun,

Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun,

Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk,

Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyorduk ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk

Cesurduk…

Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kızmızıydı bütün karanfiller…

Ben SENİ SEVİYORDUM sen bilmiyordun…

Sevinçlerim oluyordun arasıra sen hiç bilmiyordun

Sonra herhangi biri oldun, bütün sevinçlerim bittikten sonra

Yağmurlar yağdı, serin haziran akşamları

Derken bir gün uzaktan gördüm seni…

Saçların bana inat başın herseye meydan okuyarak işte yine aynı

Kalbimi acıttı her zaman ki gibi…

Değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun

Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir yada boşver bilme en iyisi…

BİRGÜN ANLARSIN

Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına…
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.