Ölüm Şiirleri Necip Fazıl kısakürek Necip Fazıl Kısakürek ölüm şiirleri Necip Fazıl Ölüm Şiirleri
Ölünün Odası Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş; Yerde çıplak bir gömlek; korkusundan dirilmiş. Sütbeyaz duvarlarda çivilerin gölgesi Artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi… Yatıyor yatağında dimdik, upuzun, ölü; Üstü, boynuna kadar bir çarşafla örtülü. Bezin üstünde ayak parmaklarının izi; Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi. Son nefesle göğsü boş, eli uzanmış yana; Gözleri renkli bir cam; mıhlı ahşap tavana. Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var; Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar. Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an; Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan. Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm; Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm
Ünlü Şairlerin Ölüm Şiirleri ünlülerin ölüm şiirleri şairlerden ölüm şiirleri
Ölümün sırrı
Ölümün sırrını sordum bir gence Güldü de bu ani suale önce Ölüm dedi, ölüm bir hiçtir bence Gençliğimi yalnız aşk ile ördüm
Rast geldim ak saçlı bir ihtiyara Lanetler ederdi bir eski yare Sorunca ölümü dedi bir çare Çünkü rüya gibi bir hayat sürdüm
Bu sırrı sormağa karar verdim ben Hayatı hicranla dolu ölüden Baktı boş gözlerle ayet okurken Dedi ben hayatı ölümde gördüm
Nazım Hikmet
BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM…
Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin… Fedakârlığımı anlıyorsun: vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orda beraber yaşarız külümün içinde külün, ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar… Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak: biri sen biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım. Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde? İçimden bir şey: belki diyor. 18 ŞUBAT 1945 PİRAYE NAZIM HİKMET.
Ölüm ve Oğlum Ne yaman çiğköfteymiş ki bu ölüm Şalgam suları iniyor şakaklarımdan ben hala susuyorum Gözlerimle taşlarcasına bir kör kuyuyu… Nerde kaldı bire saka kuşu Su gibi bildiğin o su kasidesi? Ve dudaklarımı sevsinler bir barut bulutuyla sanki ortadan biçilmiş bir güneş Aynı çığlığı mı ezberleyecek dersin akşamcılar akşama tövbe edinceye dek
Düzayaktı Attar A’met Efendiden Kartal Baba Tekkesine Bu seferki yolum ise ardımdan gelen kolun ölüsıra yürüyen kilden, kirloz bir bayrak epiy de yokuş üstelik ve giderayak Sırtına vurmuş yada buruşuk bir şipka biberini Meyvahoşa koşturuyor mork çizmeleriyle bir kırkayak Nasıl koşturduysa tulumbacılar eskiden yeşil karga tulumbalarını yangına Yandım diye böğürmüşüm Böğrüm yiyince böğrümden o çiğköfteyi YANDIM
Öylebi kuşaktık ki biz oğlum yine de sen ölüyorsun boynuna sarılınca ben Ve o domuz var ya İncildeki cümle günahı yüklenip uçuruma atlayan domuz Biz öyle bilem olamıyoruz… Meşksiz aşklarla senlerin başına tacettiğimiz o güzelim elmayı Utanmadan o ulusal akbabamıza sunuyoruz kellerinizle birlikte Bu gidişle korkarım bi tek ses kalacak bizden tıkırtısı farenin Kendi tahta kuyruğunu kemiren
Cama vurulmuş güneş kırıldı Nar daneleri döküldü suya Yandım diye böğürüyorum Ama bu kırkayak oynunda Öyle yakın ki ölümle oğlum Uyak oluvermişler adeta Ben ne demeye hala Sözümona bir inci gibi Acının yanardağ bardağında Kendi kendime eriyim? Oysa bu dünya denen ağacın Türkiye denen çatağında Öyle bir oğul var ki oğul Ölüme değil, ölüme Yaşanmaya bi ölüm bal
Cama vurulmuş güneş kırıldı Nar daneleri döküldü suya Gayrı adam oldu diye babam Oğlum beni sevse ya
CAN YÜCEL
Baharla Ölüm Konuşmaları – Can YÜCEL
I
Memelerim koparıyor
Yüzyıl süren bir yalnızlık
dile gelmişçesine
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!
Ve ağrıya
ağrıya tabi,
ağraya
ağraya ağbi
Nakkaş Tepe de ancak
bezmimize böyle gelmiştir
Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle
Yerbilimsel bir hapisten sonra
II
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Zifiri bir Su akacak
kamışımdan toprağa
Bir kedi yavrulayacak
köpek dişli bir kedi
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından
Yedikçe
kendi
kendini
mayhoş
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma
Mors’un en morundan bir karga
Konacak karşıki direğin doruğuna
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu
Ne kadar taşlasan boş
oynamıyor yerinden
Ben kargadan korkmam ama
bunun gözleri baykuş
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak
can dündar
Ölünün Odası Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş; Yerde çıplak bir gömlek; korkusundan dirilmiş. Sütbeyaz duvarlarda çivilerin gölgesi Artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi… Yatıyor yatağında dimdik, upuzun, ölü; Üstü, boynuna kadar bir çarşafla örtülü. Bezin üstünde ayak parmaklarının izi; Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi. Son nefesle göğsü boş, eli uzanmış yana; Gözleri renkli bir cam; mıhlı ahşap tavana. Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var; Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar. Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an; Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan. Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm; Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm
Gül/ümün narin hatlarıyla Tatlı bir yüzü olan İnce ve zarif bir kadın o Gençliğinde zarafet neşe dolu Bir güzelliği olduğu belli Ama şimdi yıpranmış gibi Her iki gözaltları morarmış İstanbul Hanım efendisi zarafetinde Onlara özgü, canlı kahverengi gözleri Duman gibi hafif, dalgalı kızıl saçlarıyla Zamanın modasına uygun saç stili Yumuşacık teni, sabun menekşe özü kokusu Düz mini eteğiyle, küçücük ayaklarına Uzun sivri uçlu, yandan düğmeli çizmesiyle Ölçülü yuvarlak beliyle de çok ta övünür Ağır başlı, huzurlu ve bilgili bir kadın Onu herkesin tanımasını o kadar isterim ki Tek bir kusuru var ama beni mutlu ediyor Üzerime çok titriyor ve bir o kadar da kıskanç Kalbimi eline almış ikinci baharımız da Mutluluğumuzu, geleceğimizi o şekillendiriyor..
Can Yücel Şiirler, can yücel’in şiirleri, Can Yücel Şiirleri oku, can yücel şiirleri bağlanmayacaksın, can yücel şiirleri aşk, can yücel şiirleri anladım
Can Yücel Şiirleri
SENG-İ DERYA CAN YÜCEL
Daldı gözlerim Denizin o tirşe ve hareli gözlerine Derken Poseydon’la beraber Kaldırıp başlarımızı güneşin Gülkokusu bacaklarına baktık
Derken martılar geçti Sıyırarak suları yanımızdan Karşı sahilde akşamla yanan Beş pare cama gömmek için bizi…
ÖZLEDİM SENİ CAN YÜCEL
özledim seni… ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir. beynimi uyuşturuyor özlemin… çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca zamandır içimi ısıttığını yeni yeni anlıyorum Yokluğun, Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp mütemadiyen bir boşluğa Sabahları seni okşayarak başlamaları aksamları her isi bir kenara koyup seninle baş başa konuşmaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü… Nasılda serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne kadar yumuşak bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken Gitmeni asla istemediğim halde buna mecbur olduğunu görmek ve sana bunları söylemeden ”git artık” demek ”beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa” demek sana nede zor seni görmemek ve belki yıllar sonra karsılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden… yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek….
SEVGİ DUVARI CAN YÜCEL
sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi dilimizde akşamdan kalma bir küfür salonlar piyasalar sanat sevicileri derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni yakanda bir amonyak çiçeği yalnızlığım benim sidikli kontesim ne kadar rezil olursak o kadar iyi kumkapı meyhanelerine dadandık önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi aramızda görevliler ekipler hızır paşalar sabahları açıklarda bulurlardı leşimi öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri çöpçülerin elleriyle okşardın beni yalnızlığım benim süpürge saçlım ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi baktım gökte bir kırmızı bir uçak bol çelik bol yıldız bol insan bir gece sevgi duvarını aştık düştüğüm yer öyle açık seçik ki başucumda bir sen varsın bir de evren saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi yalnızlığım benim çoğul türkülerim ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Bağlanmayacaksın Can Yücel
Bağlanmayacaksın bir şeye Öyle körü körüne “O olmazsa yaşayamam” demeyeceksin Demeyeceksin işte Yaşarsın çünkü Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki Çok sevmeyeceksin mesela O daha az severse kırılırsın Ve zaten genellikle o daha az sever seni Senin O’nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen çok acımazsın Çok sahiplenmeyince Çok aitte olmazsın hem Çalıştığın binayı Masanı, telefonunu, kartvizitini Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları Mesela kuzey yıldızı Senin yıldızın olacak “O benim” diyeceksin Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin.. Mesela gökkuşağı senin olacak
İllede bir şeye ait olacaksan, Renklere ait olacaksın, Mesela turuncuya, Yada pembeye, Ya da cennete ait olacaksın. Çok sahiplenmeden Çok ait olmadan yaşayacaksın Senin değillermiş gibi davranacaksın Hem hiçbir şeyin olmazsa Kaybetmekten de korkmazsın Onlarsızda yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın Çok eşyan olmayacak mesela evinde Paldır küldür yürüyebileceksin İlle de bir şeyleri sahipleneceksen Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat İlişik yaşayacaksın Ucundan tutarak..
Bir ömr-i muhayyel…Hani gülbünler içinde Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş; Bir ömr-i muhayyel…Hani göllerde,yeşil,boş Göllerde,o sâfiyet-i vecd-âver içinde Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü muğfel Bir ömr-i muhayyel!
Yalnız ikimiz,bir de o:Ma’bûde-i şi’rim; Yalnız ikimiz,bir de onun zıll-ı cenâhı; Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim. Her sahn-ı hakîkatten uzak,herkese mechûl; Bir safvet-i masûmenin âgûş-ı terinde, Bir leyle-i aşkın müteennî seherinde Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile meşgul.
Savtındaki eş’ar-ı pür-âhenk ile mâlî, Şİ’rimdeki elhan-ı muhabbetle nagam-saz, Ah istiyorum,göklere âmâde-i pervâz Bir lâne-i âvârede bir ömr-i hayâlî…
Bir ömr-i hayâlî…Hani gülbünler içinde Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş; Bir ömr-i hayâlî…Hani göllerde,yeşil,boş Göllerde,o sâfiyet-i vecd-âver içinde Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü hâlî Bir ömr-i hayâlî!
Bir Hilal Uğruna Ya Rabb, Ne Güneşler Batıyor Bir Hilal Uğruna/ Çanakkale Şehitleri Şiiri ve Açıklaması Bir Hilal Uğruna Ya Rabb, Ne Güneşler Batıyor Şiiri
Mehmed akif’in çanakkale savaşındaki şehitlere yazdığı şiirde geçen sözdür.şiirin her bir mısrası insanın içini acıtır, neydik ne olduk misali
şüheda gövdesi, bir baksana dağlar taşlar… o, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar,
yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor; bir hilal uğruna ya rab, ne güneşler batıyor!
ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhid’i… bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi…
sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? `”gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın`.
herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab… seni ancak ebediyyetler eder istiab.
“bu, taşındır” diyerek kabe’yi diksem başına; ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle, kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan; yedi kandilli süreyya’yı uzatsam oradan;
sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına, uzanırken gece mehtabı getirsem yanına,
türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem; gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana… yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
sen ki, son ehl i salibin kırarak savletini, şarkın en sevgili sultanı salahaddin’i,
kılıç arslan gibi iclaline ettin hayran… sen ki islam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
o demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
sen ki; asara gömülsen taşacaksın… heyhat, sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat…
ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.
Etkileyici Kısa Şiirler etkileyici şiir Etkileyici Şiirler
Etkileyici Şiirler Kısa
topladım sevgimi gidiyorum hayatından hiç bir anı kalmasın geride sana beni hatırlatan kırdığın kalbimin parçalarını yükledim bavullara açmamak üzere ne bir resim ne bir plak olmalı sana beni hatırlatan
**
Karlar yağdı üzerime, tipi misali Buz tuttum,kımıldamaz oldum,dondum Baharı bekledim zamanla soldum Kalkmaz oldu karlar üzerimden Kardelenleri bekledim,açmaz oldular Umutlarıma kokular saçmaz oldular Küstün mü kardelenim? Güneş ısıtmadı mı seni? Benim gibi darda mısın? Yoksa sen de çıkmazda mısın?
** Hayatımdan çıkarttığım ilk ve tek kişisin. Garip bir ayrılık bu. Birazda zorunlu… Sevmek yetmiyor işte, Cesaret lazım sevmeye. ellerinin ellerimde olması yetmez, Kalbinde gerekiyor bu oyunda. Ne yazıkkı kaybettin sen bu oyunu gule gule sevdigim….
**
Elveda deyip hayatından çıkmayı senin kadar kolay söyleyemedim arkamı dönüp gitmeyi senin gibi beceremedim başka çarem kalmasa da bu aşk için yaşadıklarıma saygımdan gözlerine bakarak dinmeyen fırtınalar ardından fısıltıyla gelen en sözüm olur ELVEDA
**
Aklım seninle olmaz diyor bir kez daha üzülmek istemiyor ömrüm hep seni beklemekle geçti verilecek son bir şans kalmadı bizim için yinede kalbimle aklım savaşıyor yıkıntılar kırık parçalar uçuşurken kalbimde ben sessizce bekliyorum savaşın galibini aldığım nefes gibi alışmışken sana gitmek çok zor olacak biliyorum
**
bugün,eskiye dair ne varsa atıyorum belleğimden ve başlıyorum yeniden hayata hayallerle yaşıyorum artık tüm kalbimle gerçek olmasını dilediğim hayaller karşılıksız sevdalara elveda Hayatımda hiçbir sözcükten Bu kadar nefret etmedim ben Ve hiçbir sözcüğü telaffuz etmedim Bu denli içten Neden diyeceksin bu nefretin Sebebi sensin Evet sen, Beni keşkelere mahkum eden. Sen bunun farkında bile değilsin KEŞKE farkında olabilsen…
**
yürekten dilediğim dileğimsin sen benim içimde en çok hissettiğim kişisin belki birleşik yüreklerimiz belki de bana ait değil senin yüreğin varsın bana ait olmasın varsın başkası için çarpsın sen yine de benim Can’ımsın kimbilir belki birgün kavuşacağım sana ya da belki de hep sensiz olacağım belki ölesiye seveceğiz birbirimizi belkki de öleceğiz birbirimizsiz…
**
bir tek sözün bağlar beni sana gel demen yeterli bana öl desen ölecek kadar aşığım sana. bir tek bakışın alıyor beni benden başka başka diyarlara götürüyor gittiğim heryer buram buram aşk kokuyor. ben bu kadar aşıkken bir tek hayelimdesin ya sen işte bu yüzden ölmekteyim ben.
**
gidiyorum bu şehirden Yarınlarımı seninle yaşadıklarımı … Her şeyi geride bırakarak Sensiz gidiyorum….. Geride sana solmuş bir gül, Kırılmış bir kalp bırakarak, Belki de bir daha dönmemek üzere…
**
gitme gitme dur diyemedim günahım dududaklarımı kapamışken seni bulduğumuma tanrıya dua ederken sana söyleyemediğimi artık sende biliyorken gitme dur gitme diyemedim böyle olsun istemezdim deken bile sensizlikk genzimi yakıyor senden tek kalan sensizliğim sensizliği kalbimin bedenimle çarpan heryerine işledim takii bedenimde kalbimin atışları duyulmayana dekk gitme gitme diyemedim…
**
senınle baslayan yollarda ertelıyorum adımlarımı oysa adımlarımda hep yalnızdı onlarda ne yapacgını bılımiyordu ama ıste dusundum taşındım ve yolarına bır yol daha cızdım yolun suan sende sen ıse yoksun yokluklar ıcınde gitmek kalmanın yarısıdır hep bir taraflarını unutursun oralar sakindir onlarsız oralar zindandır birbaşına kalmanınsuskunluğunu yediremiyorsan kendine bizi hatırla ve gülüşün eksik olmasın yüzünden çünkü şunu unutmaki özlemler hep özlenir
*** Umutlarımı bana bırak. Yalnızlığımı al götür uzaklara boşalan yere bir yudum sevgi koy. Ölümümü bana bırak sevgilerimi de Ve çocukluğumu Ve de şiirlerimi de. Yenilmişliğimi al götür sonzuza yerine bir direniş koy ucunda zafer olsun…..
etkileyici facebook şiirleri kısa facebook şiirleri kısa etkileyici facebook şiirleri en etkili facebook şiirleri
Ve ne kadar sevinirim bilseniz? Bir yılan girer de mezarıma, Göğüs kafesimin içinde, kış uykusuna yatarsa
Sunay AKIN
Ne hasta bekler sabahı Ne taze ölüyü mezar Ne de şeytan bir günahı Seni beklediğim kadar
Geçti istemem gelmeni Yokluğunda buldum seni Bırak vehmimde gölgeni Gelme artık neye yarar.
Necip Fazıl Kısakürek
Ağlasam, sesimi duyar mısınız mısralarımda? Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu, Bu derde düşmeden önce Bir yer var, biliyorum. Her şeyi söylemek mümkün, Epeyce yaklaşmışım, Duyuyorum, Anlatamıyorum..
Gökte zamansızlık hangi noktada? Elindeyse yıldız yıldız hecele! Hüküm yazılıyken kara tahtada İnsan yine çare arar ecele!
Gençlik… Gelip geçti… Bir günlük süstü; Nefsim doymamaktan dünyaya küstü. Eser darmadağın, emek yüzüstü; Toplayın eşyamı, işim acele!
Necip Fazıl Kısakürek
Ömrümün güzel çağı! İçimdeki bin heves, Her güzelin ardından, tükendi nefes nefes….! Artık sevda yolunda ne dilimde bir dua, ne mızrabımda şevk var ne sazımda eski ses, her güzelin ardından tükendi nefes nefes….
ALINTI
Tenine dokunabilmek mi..? Haşa..! Gözüm göz menziline girsin yeter..! …Hadi düş düşlerime.. Tutmayana aşk olsun.. (alıntı)
Söylemek istesem gönüldekini Dilime dolanan ızdırap olur Yazsaydım derdimin bir tekini Ciltlere sığmayan bir kitap olur
Ah ne yaman çileli bir insanmışım Sunulan her zehri şifa sanmışım Ah ne aldanmışım Aldanan gönülde aşk serap olur
ALINTI
Niceleri geldi, neler istediler, Sonunda dünyayı bırakıp gittiler: Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler
Çekildi gözlerin lacivert sulardan Ay gitti Hani bu sondu Hani ağlamak yoktu Geride yosun kokusu Ve sarkılan egenin Geride korku Yaz bitti Ay düştü ellerimden İsmin Şimdi Şurada, Üstünde Şu İskelenin Yaz bitti Sesin Ay düştü içimden Bütün şarkılar gibi kederli Unutulmuş bir akşam tanışıklığı kadar derbeder Her şeyi aslına döndüren bir ateş, aşk ve nâr İşte sonbahar Yaz bitti Çekerek içimden ne varsa İyot kokan deniz kokan sen kokan Rüzgarı saçlarına benzetmek Ve saçlarını rüzgara verişini beklemek Bir taburenin üstünde Oturup seni özlemek bitti Ay gitti ellerimden Yaz bitti Hadi ömre yürüyelim Geriye şiirler kalsın Belki kimsesiz anılar Sevdanın yoksullarına dağıtacak kadar Belki bir imbatla Bir martı kanadında ya da Yarım bırakılmış bir akşam şarkısında En iyisi bir dalganın köpüğünde kalsın adın Anlaşılan Artık olmamalısın Radyolarda şarkılar dinlemeliyim Hangisi sana benziyorsa Ben de biraz söylemeliyim Güneşi avuçlarımıza bırakan Bir temmuzun ardından Yürüyüp gitmeliyim Seni lacivert sularından çıkarıp egenin Okyanusların bitimsiz mavilerine terk etmeliyim Kimbilir Belki de artık üşümeliyim Hey sonbahar Ben şimdi seni sevmeliyim Yaz bitti Sesin Ay düştü Mavi neonları söndü Sahil çay bahçelerinin Ortalıkta birkaç sarı yaprak Yarım bir çay Ve sadece hatıralar, var Yaz bitti
Murathan Mungan Yalnız Bir Opera şiiri Yalnız Bir Opera Murathan Mungan
Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
İmrendiğin, öfkelendiğin Kızdığın ya da kıskandığın diyelim Yani yaşamışlık sandığın Geçmişim Dile dökülmeyenin tenhalığında Kaçırılan bakışlarda Gündeliğin başıboş ayrıntılarında Zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu. Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim. Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren, Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin. Ve hala bilmiyordun sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana Bütün kazananlar gibi Terk ettin.
Yaz başıydı gittiğinde, ardından, Senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim. Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum. Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum. Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine Çerçevesine sığmayan Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.
Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi Uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, Belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma. Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? “Eylül’de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen” notunu buldum kapımda. Altına saat:16.00 diye yazmıştın, ve 16.04’tü onu bulduğumda. Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını Takvim tutmazlığını Aramızda bir düşman gibi duran zamanı Daha o gün anlamalıydım Benim sana erken Senin bana geç kaldığını.
Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri. Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı. Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk. Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık. Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize. Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana. Şimdi biz neyiz biliyor musun? Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. Birbirine uzanamayan Boşlukta iki yalnız yıldız gibi Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız Ne kalacak bizden? Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden Bizden diyorum, ikimizden Ne kalacak?
Şimdi biz neyiz biliyor musun? Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek Herşeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.
Kış başlıyor sevgilim Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan Oysa yapacak ne çok şey vardı Ve ne kadar az zaman Kış başlıyor sevgilim İyi bak kendine Gözlerindeki usul şefkati Teslim etme kimseye, hiçbir şeye Upuzun bir kış başlıyor sevgilim Ayrılığımızın kışı başlıyor Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak… Böyle zamanlarda herşey birbirinin yerini alır Çünkü herşey bir o kadar anlamsızdır İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz Çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığımız anlar, Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.
Dışarda hayat düşmandır size İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz Bir ayrılığın ilk günleridir daha Herşey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup Kulak verdiğiniz saat tiktakları Kaplar tekin olmayan göğümüzü Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz Bakınıp dururken duvarlara Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına, Başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya Kendimizi hazırlar gibi.
Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken, Ve kazanmış görünürken derinliğimizi Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar Göremeseniz de, bilirsiniz Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.
Bana zamandan söz ediyorlar Gelip size zamandan söz ederler Yaraları nasıl sardığından, ya da herşeye nasıl iyi geldiğinden Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler. Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır. Zaman alır sizden bunların yükünü O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir. O boşluk doldu sanırsınız Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.
Gün gelir bir gün Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide O eski ağrı Ansızın geri teper. Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten bitmişsinizdir.
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır. Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan Herşeye iyi gelen zaman sizi kanatır olmuş Saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla Günlerin dökümünü yap Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini Kim bilebilir ikimizden başka? Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış Bir ilişkiyi, duyguların birliğini, Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız herşeyi bir düşün Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla Bunlar da bir işe yaramadıysa Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.
Bu şiire başladığımda nerde, Şimdi nerdeyim? Solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden İkindi yağmurlarını bekleyen Yaz sonu hüzünlerinden Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim Geçti her çağın bitki örtüsünden Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından Bakarken dünyaya Yangınlarla bayındır kentler gibiyim: Çiçek adlarını ezberlemekten geldim Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların Unuttuklarını hatırlamaktan Uzun uzak yolları tarif etmekten Haydutluktan ve melankoliden Giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden Duyarlığın gece mekteplerinden geldim Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
Bu şiire başladığımda nerde, Şimdi nerdeyim? Yaram vardı, bir de sözcükler Sonra vaat edilmiş topraklar gibi Sayfalar ve günler Işık istiyordu yalnızlığım Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum İlerledikçe…Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden. Karardı dizeler. Aşk…Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım. Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk Birlikte çıkılan yolların yazgısıdır: Eksiliyorduk Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim Her otelde biraz eksilip, biraz artarak Yani çoğalarak Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında Ağır ve acı tanıklıklardan Geçerek geldim. Terli ve kirliydim. Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de… Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları Ve açık hayatları seviyordu. Buraya gelirken Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri Ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri… panayır yerleri… Ölü kelebekler… Ölü kelebekler… Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye Acı çekecek yerlerimi yok etmeden Acıyla baş etmeyi öğrendim. Yoksa bu kadar konuşabilir miydim? İpek yollarında kuzey yıldızı Aşkın kuzey yıldızı Sanırsın durduğun yerde Ya da yol üstündedir Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.
Aşkın bir yolu vardır Her yaşta başka türlü geçilen Aşkın bir yolu vardır Her yaşta biraz gecikilen Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler Gözlerim Aşkın kuzey yıldızıdır bu Yazları daha iyi görülen Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler İlerlerim Zamanla anlarsın bu bir yanılsama Ölü şairlerin imgelerinden kalma Sen de değilsin. O da değil Kuzey yıldızı daha uzakta Yeniden yollara düşerler Düşerim Bir şiir yaşatır herşeyi yaşamın anlamı solduğunda Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler Yaşamsa yerli yerinde Yerli yerinde herşey Şimdi herşey doludizgin ve çoğul Şimdi herşey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi Şimdi herşey yeniden Yüreğim, o eski aşk kalesi Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden Dönüp ardıma bakıyorum Yoksun sen Ey Sanat! Herşeyi hayata dönüştüren.
İstiklal Marşımız Ve Anlamı İstiklal Marşı’nın kıta-kıta anlamı İstiklal Marşımızın Açıklamalı 10 kıtası
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Mehmet Akif Türk milletine cesaret, ve tahammül aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete geçirmek için şiirine korkma sözüyle başlıyor. Bayrak bir milletin bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi türk milletinin istiklalini kaybetmesidir. Şair ülkemizde tek bir insan kalana kadar bu vatanı savunacağımızı belirtiyor. O halde en son Türk bireyi son nefesini vermeden türk istiklal ve bağımsızlığını yok etmek, Türk bayrağını söndürmek mümkün değildir. Zira bayrağımız milletimizin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletimizin kaderi birbirine bağlıdır. Bayrak bizimdir, biz yaşadıkça onu elimizden kimse alamaz.
Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe bağımsızlığını kimse yok edemez.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal… Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!
Şair ikinci kıtada bayrağımızın o zaman ki kırgın, küskün, öfkeli halini dile getiriyor. Türk vatanının bazı parçaları, işgal edilmiştir. Bu yüzden bazı bölgelerde bayraklarımız indirilmiş yerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş çatmak öfke halini ifade eder. Kaş ayrıca edebiyatımızda hilale benzetilir. Sevgilinin kaşları daima hilal şeklinde gösterilmiştir. Bayraktaki hilal de tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman türk milletini üzmektedir. Türkün beklediği, özlediği gülen bir bayraktır.
Türk bayrağının gülmesi göklerde dalgalanmasıdır. Bir aşığın sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi bağımsızlığa aşık Türk milletide özgürlüğün sembolü olan bayraktan gülmesini beklemektedir. Bu milletimizin en doğal hakkıdır. Çünkü türkler bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna pek çok kan dökmüşlerdir. Bu kanları bayrağa helal etmeleri için onun da nazlanmayı bırakıp göklerde dalgalanması gerekir. Türk milleti daima Allah’a inandığı ve taptığı için özgürlük onun hakkıdır.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Şair “ben” diyor.(Ancak kast ettiği mana aslında bizdir türk milleti adına konuşmaktadır) Türk milleti ezelden beri hür yaşamıştır,hür yaşayacaktır. Onun özgürlüğünü elinden almak isteyen ancak çıldırmış olmalı,zira böyle bir harekete kalkışanlar ağır bir şekilde cezalandırılır. Türk milleti bağımsızlığı uğrunda önüne çıkacak her engeli aşacak güçtedir. O; böylesine yüce bir amaç için dağları delecek, enginlere sığmayıp,denizleri taşıracaktır güçtedir. Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, “Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Bu kıtada şair vatanımızı istilaya kalkışan avrupalılara meydan okuyor. 20. asrın başında avrupa medeniyeti 19.yy. deki görkeminden oldukça uzaktır. O sebeple şair bayıyı tek dişi kalmış canavara benzetiyor. Ancak avrupa mevcut teknik imkanlarını seferber ederek topuyla, tüfeğiyle, tankıyla bizi yok etmeye çalışmaktadır. Mehmetçik ise bu güce topla, tüfekle, mızrakla, kılıçla cevap vermeye çalışmaktadır. Avrupalı kendini çelik zırhla korurken mehmetçik ona iman dolu altın göğsüyle karşılık vermektedir.
Arkadaş! Yurdumu alçakları uğratma, sakın. Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın. Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın… Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Şair kahraman Türk askerine hitap ediyor. Türk yurdunu alçakları uğratmaması için gerekirse canını feda etmesini öneriyor. Şehit gövdelerinin meydana getireceği siperler düşmana mani olacaktır. Mehmet Akif düşmanın çok kısa bir süre içinde bu hayasızca akına son vereceği Allah’ın Türk milletine Kuran-Kerimde vaad ettiği zafer gününün yarından bile daha yakın bir zamanda doğacağına inanmaktadır.
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı: Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Şair Türk ordusuna vatanın kutsallığını hatırlatıyor. Toprak ile vatan arasında büyük bir fark vardır. Toprağı vatan haline getiren onu elde etmek ve korumak için savaşan fertlerin varlığıdır. Kısacası sıradan bir toprak büyük bir değer taşımaz; ama vatan toprağı uğrunda şehit olan atalarımızın o topraktaki mezarlarıdır. Bu kutsal vatanı dünyalara değişmeyiz. Toprak dünyanın dünyanın her yerinde bulunur. Ancak atalarımızın kanlarıyla sulanan topraklar vatanımız üzerindedir.
Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Bu vatan cennet kadar kıymetlidir. Şehit olanların ruhu dini inanışımıza göre doğrudan doğruya cennete gider. Şehitlerimiz bu vatan toprağında yattığı için cennetten farksızdır. Bir avuç toprağı sıksak şehitler fışkıracak sanırız. Canımızdan çok sevdiğimiz insanları varımızı yoğumuzu Allah alsında yalnız yaşadığımız sürece bizi vatanımızdan ayrı düşürmesin. Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli. Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli, Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
Allah’a şair hitap ediyor. Mehmet Akif’in Allah’tan tek dileği ibadet yerlerinin göğsüne düşman elinin değmemesidir. Camilerimizden okunan ezanlar sonsuza kadar türk yurdunun üstünde inlemelidir. Çünkü bu ezanlar dinimizin temelidir. O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım, Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Ezan sesleri yurdumuzun üstünde inledikçe şehitlerimizinde ruhları şaad olacaktır. Ezan sesi sadece yaşayanlara değil, ölülere hatta onların mezar taşlarına bile tesir eden yüce bir anlam taşır. Şehit atalarımızın her şeyden arınmış ruhları yerden fışkıracak, ezan sesiyle ayağa kalkacak ve dışa yükselecektir.
Dalgalan sen de şafakalar gibi ey şanlı hilal! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal. Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Şair zafer gününün heyecanını yaşıyor. Şanlı bayrağımız dalgalandıkça gökyüzünü şafakla yarış edercesine gökyüzünü kızıl renge boyamaktadır. Türk milleti yeniden bağımsızlığına kavuşmuştur. Atrık onun için yok olma korkusu kalmamıştır. Bayrağımız şehitleri mizin kanlarını hak etmiştir. Bağımsızlık Allah’a tapan ve doğruluktan ayırmayan Türk milletinin en doğal hakkıdır.
Orhan Veli Kanık Şiirler Şiirler Orhan Veli Kanık Orhan Veli Kanık En Güzel Şiirleri
Orhan Veli Kanık Şiirleri Ekmek
Dilimin ucunda bir eski arkadas adi, Unutulmus sekilleri tasiyan bulutlar; Bir gökyüzü genisligiyle ruhuma dolar Otlarin içine sirtüstü yatmanin tadi.
Avucumda sicakligini duydugum ekmek; Üstümde hatirasi kadar güzel sonbahar; O bembeyaz, o tertemiz bulutlara dalar Düsünürüm bir çocuk türküsü söyleyerek.
Orhan Veli Kanık
Dalgacı Mahmut
İsim gücüm budur benim, Gökyüzünü boyarım her sabah, Hepiniz uykudayken. Uyanır bakarsınız ki mavi.
Deniz yırtılır kimi zaman, Bilmezsiniz kim diker; Ben dikerim. Dalga geçerim kimi zaman da, O da benim vazifem; Bir bas düşünürüm basımda, Bir mide düşünürüm midemde, Bir ayak düşünürüm ayağımda, Ne halt edeceğimi bilemem.
Orhan Veli Kanık
Düşüncelerimin Başucunda
Hasretimin yıllardan beri bel bağladığı… İste odur düşüncelerimin başucunda. O, göğsünun taşkın hareketi avlucunda, Gözlerinde rüyaların gülüp ağladığı.
Kendi bahçesidir onun içinde gördüğüm. Yollar yine her günkü gibi yaz uykusunda Ve yaban çiçeklerinin buruk kokusunda Her ikindi günlük rüyasını gören mürdüm. Onun da dudaklarında bir eskiye dönüş, O da yüzmede bir ses yığını üzerinde. Bin hatırayı bir anda duyan gözlerinde İnsana ruhlar dolusu haz veren düşünüş. Sonra kızlık kadar temiz, aydın bir açılma: Evine giden toprak yolda o yine çocuk, Yine uykuyla başlayan alemde yolculuk Ve taptaze sabahlar kayısı dallarında. Hasretimin yıllardan beri bel bağladığı… İste odur düşüncelerimin başucunda. O, göğsünun taşkın hareketi avlucunda, Gözlerinde rüyaların gülüp ağladığı.
Ruhum ölüm rüzgarlarına eş, Işık yok gecemde, gündüzümde. Gözlerim görmüyor… lâkin güneş O her zaman, her zaman yüzümde.
Orhan Veli Kanık
Macera
Küçüktüm,küçücüktüm, Oltayı attım denize; Üşüşüverdi balıklar, Denizi gördüm.
Bir uçurtma yaptım,telli duvaklı; Kuyruğu ebemkuşağı renginde; Bir salıverdim gökyüzüne; Gökyüzünü gördüm.
Büyüdüm issiz kaldım,aç kaldım; Para kazanmak gerekti; Girdim insanların içine, İnsanları gördüm.
Ne yardan geçerim, ne serden; Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama… Bırakmıyor son gördüğüm, bırakmıyor geçim derdi.
Oymuş,diyorum,zavallı sairin Görüp göreceği.
Orhan Veli Kanık
Söz
Aynada başka güzelsin, Yatakta başka; Aldırma söz olur diye; Tak takıştır, Sur sürüştür; İnadına gel, Piyasa vakti, Muhallebiciye.
Söz olurmuş, Olsun; Dostum değil misin?
Orhan Veli Kanık
Hardalname
Ne budala seymisim meger, Senelerdenberi anlamamisim Hardalin cemiyet hayatindaki mevkiini… <> Bunu Abidin de soyluyordu gecende. Daha buyuk hakikatlere Ermis olanlara.
Biliyorum, lazim degil ama hardal Allah kimseyi hardaldan etmesin.
Orhan Veli Kanık
Bayrak
Ey bir muharebe meydanında Avuçları kanımla dolu, Kafası gövdemin altında, Bacağı kolumun üstünde, Cansız uyanan insan kardeşim! Ne adını biliyorum, Ne günahını. İhtimal aynı ordunun neferleriyiz, İhtimal düşman. Belki de tanırsın beni. Ben İstanbul` da şarkı söyleyen Tayyareyle Hamburg` a düşen, Majino` da yaralanan, Atina` da açlıktan ölen, Singapur` da esir edilenim. Alınyazımı kendim yazmadım. Bununla beraber biliyorum, O yazıyı yazanlar kadar olsun, Çiçekli dondurmanın tadını, Cazbant sesindeki sevinci, Meşhur olmanın azametini. Sen de nimetler tanırsın biliyorum; Çaydan, simitten, Kalınca bir paltodan gayrı. Zeytinyağlı enginar, kremalı keklik Bir kadeh Black And White viski, Kıl pranga kızıl çengi bir esvap. Kimi yıllık çalışmanın Bir kurşunluk hükmü varmış, Hayata Harkof bölgesinde atılmakmış nasip; Aldırma. Biz bir bayrak getirdik buraya kadar; Onu daha ileriye götürürler; Şu dünyada topu topu İki milyar kişiyiz, Birbirimizi biliriz.
Orhan Veli Kanık
Yolculuk
Yolculuk niyetinde değilim. Fakat böyle bir iş yapmaya kalksam Doğru İstanbula giderim. Beni bebek tramvayında görünce Ne yaparsın acep?
Mamafih söylediğim gibi Yolculuk niyetinde değilim.
en güzel Necip Fazıl Kısakürek Şiirleri Necip Fazıl Kısakürek Şiirleri
Beklenen
ne hasta bekler sabahı ne taze ölüyü mezar ne de şeytan bir günahı seni beklediğim kadar
geçti istemem gelmeni yokluğunda buldum seni bırak vehmimde gölgeni gelme artık neye yarar
Kaldırımlar 1-2
1 Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum Yolumun karanlığa saplanan noktasında Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık: Biri benim, biri de serseri kaldırımlar
İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler, Üstüme camlarını, hep simsiyah dikiyor Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandir. Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi, Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta, Ben bu kaldırımların emzirdiği cocuğum. Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta, Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum
Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin; İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları. Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim, Örtün, üstüme örtün serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya; Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…
2 Başını bir emele satan kahraman gibi, Etinle, kemiğinle sokakların malısın! Kurulup üzerine bir tahtırevan gibi, Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Bahtın kaldırımlara düştüğü günden beri, Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında. Senin gölgeni içmiş onun gözbebekleri; Onun taşı erimiş senin kafatasında.
İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var, Sükût gibi kimsesiz, çığlık gibi hürsünüz. Dünyada taşınacak bir kuru başınız var Onu da ne tarafa olsa götürürsünüz.
Ömrünüz taş olsa da gide gide yorulur, Bir gün ölüme çıkar bu yolun kıvrımları. Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur; Ne senin anladığın kadar kaldırımları.
Allah Derim
Sırtımda, taşınmaz yükü göklerin; Herkes koşar, zıplar, ben yürüyemem! İsterseniz hayat aşını verin; Sayılı nimetler bal olsa yemem!
Ey akıl, nasıl delinmez küfen? Ebedi oluşun urbası kefen! Kursa da boşluğa asma köprü, fen, Allah derim, başka hiçbir şey demem!
Can Yücel Atatürk Şiiri Atatürk Şiirleri Can Yücel
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Türk, öğün, çalış, güven! demiş a, Şimdilerde çalışan parasız, pulsuz Çalışıyor paralıya, Güvenen varsa, parasına güveniyor, Üstyanı, öğün babam öğün! Dövün babam dövün! Can YÜCEL
Hangi Atatürk?
Kimininki kalpaklı kiminki fraklı, kimi sert kimi güler yüzlü… Herkes kendine göre bir Atatürk portresi çiziyor. Peki bunların hangisi gerçek Atatürk?
Ben gözümle görmedim, anlattılar: Atatürk, Anadolu’nun direniş ruhunun nasıl örgütlendiğinden söz ederken ‘küçük kıvılcımlardan büyük yangınlar doğabileceğini’ söylemiş. Sonra bu söz “Küçük kıvılcımlar, büyük yangınlar doğurur” diye pankart olup asılmış. Nereye biliyor musunuz? İtfaiyenin girişine… Erbakan’dan Çelik’e kadar Ne demek istediğimizi anlatmak için Atatürkçüler listesine şöyle bir göz atmak yeterli: Adnan Hoca da Atatürkçü, Doğu Perinçek de… Popçu Çelik de Atatürkçü, ‘ordu göreve’ pankartı açan gençler de… Erbakan Başbakanken “En büyük Atatürkçü biziz” demişti; tabii onu hapseden Kenan Evren de… Eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, partisinin başkanı Tansu Çiller’in yarımyüz fotoğrafını Atatürk’ünkiyle eşleştirecek kadar Atatürkçüydü… Bu kadar farklı eğilimden insan, aynı liderden “Bizim önderimiz” diye söz ediyorsa bu işte bir yanlışlık olmalı. O zaman da sormak gerekiyor: Kaç farklı Atatürk var? Ve hangisi gerçek Atatürk?
Bir liderden kaç farklı kimlik çıkar? Devrimci Atatürk Aslında ‘Kuvvacı Atatürk’ demek daha doğru… Kuvvacılarınki, post bıyıklı, kalpaklı, antiemperyalist bir lider. Daha 1960’larda Deniz Gezmiş, anti-Amerikan gençlik mücadelesine başlarken babasına şöyle yazıyordu: “Sana müteşekkirim, çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni… Küçüklüğümden beri evde Kurtuluş savaşı anılarıyla büyüdüm. O zamandan beri yabancılardan nefret ettim. Biz Türkiye’nin ikinci kurtuluş savaşçılarıyız.” Bu antiemperyalist ve sivil direnişçi ruh, bugün de siyasal alanda pekçoklarına ilham veriyor. “Ordu göreve” diyen Türk Solu dergisi, kalpaklı Mustafa Kemal kapağıyla çıkıyor. Kemal Paşa’nın 1920’de bir komünist partisinin kurucusu olması, Lenin’e ‘ezilen milletleri emperyalizmin hegemonyasından kurtarmak için’ mektup yazması ‘Solcu Atatürk’çülerin dayanakları… Onun Anadolu halkına hitaben yayınladığı bir beyanname elden ele geziyor: “Müslüman kardeşlerim, komünist arkadaşlar…! Büyük devletler yeni bir Müslüman kurbanını boğazlıyorlar. Onu yok etmek azmindedirler. Fakat biz, elde silahımız, anavatan topraklarını savunarak ve haklarımızı haykırarak ölmesini bilenlerdeniz. Köylülerimiz topraklarını, yurtlarını ve köylerini istilacıya karşı müdafaa ederken, şehit düşerken emin olabilirler ki, yakın bir zamanda bütün İslamiyet, komünizmle birlik olarak onların intikamını alacaktır.”
Ülkücü Atatürk Ata’nın sağlığında yazılan tek biyografisinde H. C. Amstrong, ona ‘Bozkurt Atatürk’ ismini takmıştı. Nazım Hikmet’in tabiriyle ‘sarışın bir kurda’ benziyordu. MHP Kongresi’nde asılan bir afişte o Atatürk’ü, bıyıkları fırça darbeleriyle sarkıtılmış, sert bakışlı bir asker olarak tanımıştık. Ülkücülerinki, “Komünizm gördüğü yerde ezilmelidir” dediği önesürülen, daha 1933’te Sovyetler’in ilerde dağılabileceğini görüp “Oralardaki dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimize sahip çıkmalıyız” diyen bir ‘başbuğ’… Atatürk, 1927’de piyasaya çıkarılan 5 ve 10 liralık banknotların üzerine bozkurt resmi koydurmuştu. 1930’da tarihçilere ‘Türk tarihinin ana hatları’nı yazdırmaya başladığında, İslam’ın Türk tarihinin sadece bir bölümünü oluşturduğunu, oysa ondan önce de Türklere ait şanlı bir mazi bulunduğunu anlatmıştı. Alfabede, giyside, müzikte Osmanlı’yı çağrıştıran ne varsa silmeye çalışıyordu. Yıllar önce Celal Bayar’ın damadı Ahmet İhsan Gürsoy’dan dinlediğim bir anıyı burada nakletmekte yarar var. Gürsoy’un anlattığına göre Atatürk, 30’lu yıllarda Türk bayrağını da değiştirmeyi düşünmüş. Çünkü ayyıldız simgesinin Osmanlı’yı ve Arap dünyasını çağrıştırdığına inanıyormuş. Türklere yeni bir ulusal kimlik kazandırmaya çalışırken, ona İslamiyet öncesi köklerini hatırlatan bir bayrağın yakışacağını hesaplamış ve Göktürk’lerin bayrağını düşünmüş. O proje gerçek olsaydı, bugün Türk bayrağında ne olacaktı biliyor musunuz: Mavi fon üzerinde yeşil bir kurt profili…
Kürtlerin Atatürk’ü Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçtikten sonra Amasya’dan Kâzım (Karabekir) Paşa’ya çektiği telgrafta şöyle diyordu: “Ben Kürtleri ve hatta bir özkardeş olarak tekmil milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu cihana göstermek karar ve azmindeyim.” Bu kararla, Amasya protokolünde ‘Türklerin ve Kürtlerin oturdukları yerler’ diye adlandırılan ülke için milli mücadele başladı ve BMM kuruldu. Meclis’teki ilk tartışmalardan biri Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey’in, “Türklerin sağlığı korunmalıdır” demesiyle patlamış, Sivas Mebusu Emir Paşa, bu vatanda sadece Türklerin yaşamadığını hatırlatmıştı. O aşamada, Mustafa Kemal Paşa devreye girmiş ve ‘Meclis’in sadece Türklerden değil, Çerkezlerden, Kürtlerden, Lazlardan oluştuğunu ve bunların çıkarlarının ortak olduğunu’ vurgulamıştı. Kurtuluş Savaşı başlarken Kemal Paşa, Kürtlere özerklik verilmesinden bile söz etmişti. Kürt sorunu yeniden gündeme geldiğinde, şahinler, Dersim isyanını sertlikle bastıran Atatürk’ü örnek alırken, güvercinler Mustafa Kemal’in 1920’lerdeki sözlerini arşivden çıkardılar.
Dindar Atatürk Bitmek bilmez bir tartışma da Atatürk ve din meselesidir. Timur Selçuk, Yaşar Nuri Öztürk gibi Atatürkçü müminler Kur’an’la Nutuk’u bir arada saklar kütüphanelerinde… Başuçlarında Ata’nın Meclis açılışında ellerini kaldırmış dua ettiği fotoğrafı asılıdır. Fotoğrafın altında da Ocak 1923’teki konuşması vardır. “Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.” Onlara göre ‘Atatürk dinin özüne değil, din olarak kabul edilen geleneğe ve eskimiş kurumlara karşı tavır almış’tır ve vahiy ile akıl arasında uzlaşmazlık görmemiştir. Ateistler, buna bir başka Atatürk metniyle karşı çıkar. Onların elindeki metin, 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açış konuşmasıdır: “Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı siyasetler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipler gökten indirildiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”
Demokrat Atatürk Ve nihayet liberal-demokrat Atatürk… Özellikle Cumhuriyet’le yaşıt İktisat Kongresi’nde uygulamaya konan ekonomi politikası ve Celal Bayar’ın Başbakanlığı döneminde hayata geçirilen uygulamalar, Atatürk’ü, İş Bankası’nın kuruluşuna imza atmış bir ‘liberal devlet adamı’ yönüyle öne çıkarır. Hele İsmet Paşa’nın Başbakanlığında iki kez direkten dönen çok partili rejim arayışları onu ‘demokrat’ sıfatıyla bir arada değerlendirenlerin en inandırıcı kanıtıdır. Her ne kadar Cumhuriyet tarihi boyunca demokrasiyi askıya alan tüm askeri müdahaleler, Atatürkçülük adına yapılsa da, Cumhuriyet’in asıl hedefinin demokrasi olduğuna inananlar, ‘muhtaç oldukları kanıt’ı, onun Afet İnan’a verdiği el yazısı notlarında bulabilirler: “Artık bugün demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci asır, birçok müstebit hükümetlerin bu denizde boğulduğunu göstermiştir.”
Neden bu kargaşa? Baştaki soruya dönelim: Hangisi doğru bunların? Her biri gerçek belgelere, tanıklıklara, konuşmalara dayandırılan bu politik kimliklerin hangisi gerçek Atatürk? Bir insan aynı anda hem devrimci hem ülkücü, hem ‘Kürtler’in özerkliğinden yana’, hem Türkçü, hem dindar hem pozitivist, hem otoriter hem demokrat olamayacağına göre bu iddia sahiplerinden biri yalan söylüyor olmalı… Hangisi? Sanıyorum, bu zor sorunun yanıtını bulabilmek için 1920’lerin koşullarını ve Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet’in hangi şartlar altında gerçekleştirildiğini iyi bilmek gerek. Kurtuluş Savaşı verilirken, Anadolu ahalisinin kahir çoğunluğu, nihai amacın Saltanat ve Hilafet’i korumak olduğunu düşünüyordu. Kürtler’in bazısı özerklik peşindeydi. Komünistler, Sovyet devrimine özeniyordu. Bütün bu farklı eğilimlerden, ortak bir mücadele azmi yaratabilmenin yolu, hepsine yönelik sıcak mesajlar vermekten geçiyordu. O yüzdendir ki, Meclis’in açılışında eller açıldı, dualar edildi, Kürtler’e özerklik vaat edildi, muvazaalı bir resmi komünist parti kurulup Sovyet etkisindeki komünist hareket yok edildi. Ulus olma sürecinde din yerine tutkal olarak Türklük ruhu gerekiyordu; bozkurtlu bayrak düşünüldü. Ancak bunlar 1920’lere özgü geçici tedbirlerdi; hiçbiri bugün Atatürkçülük adına savunulamayacak kimliklerdi. O yüzden zaman zaman birbiriyle çelişen bu sözler, tavırlar, tutumlar kargaşasını, Atatürk’ün olgunluk dönemine ait notlarının, konuşmalarının, eylemlerinin süzgecinden geçirmek şart… Bu yapılmayıp da 1920’lerin kargaşasından rastgele bir fotoğraf çekince Atatürk, herkesin kullanımına açık “Binbir surat”lı bir lidere dönüşüyor ve ‘bunca yalancı’ içinde kimin doğruyu söylediğini bulmak, hepten güçleşiyor.
Nazım Hikmet Atatürk Şiirleri Nazım Hikmet Atatürk İle İlegili Şiirleri
KUVAYI MILLIYE’DEN Düşündü birdenbire kayalardaki adam kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri Kim bilir onlar ne kadar büyük ne kadar uzundular? Birçoğunun adini bilmiyordu yalnız, Yunan’dan önce ve Seferberlikten evvel geçerdi Gediz’in sularını başı dönerek.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında birdenbire beş adim sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saati sordu. Paşalar: “Üç” dediler, Sarisin bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun basına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı. Nazim Hikmet
BÜYÜK TAARRUZ
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birden bire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saati sordu. Paşalar `üç’ dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun kenarına kadar, eğildi durdu. Bıraksalar ince uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon Ovasına atlayacaktı…
Nazım Hikmet KURTULUŞ SAVAŞI DESTANINDAN
Düşündü birden bire kayalarda ki adam Kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri Kim bilir ne kadar büyük, Ne kadar uzundular? Bir çocuğun adını bilmiyordu, Yalnız, Yunandan evvel ve seferberlikten evvel Geçerdi Gediz’in sularını başı dönerek Dağlarda tek Tek Ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki Çayak kalpaklı adam Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden Güzel, rahat günlere inanıyordu Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, Birden bire beş adım sağımda onu gördü. Pazarlar onun arkasındaydılar O, saati sordu. Paşalar:” Üç”dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü çakmak başına kadar Eğildi, durdu. Bıraksalar İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan Atatürk Şiirleri Fazıl Hüsnü Dağlarca Atatürk Şiirleri
ON KASIM’LARDA YÜRÜMEK
Atatürk’üm işte 10 Kasım yine Dalgalanır ağaçlarla oğullar Dalgalanır oğullarla nineler Dalgalanır ninelerle genç kızlar Özlemin ta yüreğime işlemiş Seni bulmak, seni görmek için ben Bütün toprakaltıyla barışacağım ..
Ereceğim sana usta, barışta, başarıda Öyle Güçlüsün ki Güçleneceğim Öyle yücesin ki, yüceleceğim Düşüne düşüne seni kocaman kocaman Dağlara, dağlara karışacağım ..
Ozan mıyım, ordu muyum, su muyum anlaşılmaz Çağlar upuzun allığı yüreğimde ülkünün Sanki bayrak bir kalemdir, sanki gökler bir kağıt Sanki ellerim gece Sanki ellerim gündüz Yazacağım seni daha, bir daha Ben senin ölümünle yarışacağım …
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
—————————————————-
MUSTAFA KEMAL’İN OĞLU
Mustafa Kemal’in oğlu diyorlardı ona. Sırtını okşamıştı Mustafa Kemal bir sabah erken.
Geçiyordu paşalarla beylerle, Su içmişti tarlasından şuncağız. Öbür çocuklardan ayırmıştı kendini artık, Adını duyuyordu yüreğinde ateşçe, Soluk alırken, ekmek yerken..
Köyün yetimiydi, ölmüştü babası Çanakkale’de, Kale gibi tutardı omuzlarında başını. İnce bacakları altında koca ayakları vardı Sarıydı, kuruydu bozkırda bir çalı kadar, On üçündeydi ama, göstermiyordu yaşını.
Bir zaman sonra top sesleri duyuldu uzaklardan, Al al oldu dağların moru. Eli silah tutanlar girmişti cephelere bir bir, Kadınlar, çocuklar, dedeler toplandı cami avlusuna Sordu cümlesi birbirine ne yapak?
Ansızın düşman askeri görüldü çayırda, Geldi çattı köye gavurun zoru. Devrisi gün bir haber ulaştı evlere, samanlıklara Alanda ismi yazılacakmış herkesin.
O saat bir yangın sardı Mustafa Kemal’in oğlunu, Kimi Kadir diyecek, kimi Mıstık, kimi Özdemir.. Ankara’dan gelen rüzgarlar önünde, Ankara’ya uçan şahinlere karşı, O, ne desin? O, Mustafa Kemal’in oğlu, nasıl söyler Adını, bir avuç düşmana? Mustafa Kemal’in oğlu yenilmez, tutsak olmaz, Adını vermez süngüler altında, Kellesini verse bilem. Hem ağaç ağaçtır; öküz öküzdür, İsim yakışmalı cana.
…………
Bayrak mıydı ne, kartal kanadı mıydı ne, Ses verdi göklerden adı. O yürüyordu, köylünün dehşeti büyüyordu peşinde, Büyüyordu gövdesi, Büyüyordu dağ kadar. Dur diye haykırdılar, namluları çevirip üstüne, Durmadı…
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
————————————————-
MUSTAFA KEMAL’İN KAĞNISI
Yediyordu Elif kağnısını Kara geceden geceden. Sanki elif elif uzuyordu, inceliyordu Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar İnliyordu dağın ardı, yasla Her bir heceden ..
Mustafa Kemal’in kağnısı derdi kağnısına Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı. Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik Nam salmıştı asker içinde .. Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü Doğrulmuştu yola önceden önceden ..
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar. Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra Gecenin ulu ağırlığına karşı Hafiftiler, inceden inceden ..
İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında. Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim; Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına Alın yeşilini kapmıştı, geçirmişti Niceden niceden ..
Durdu birdenbire, Kocabaş, ova bayır durdu Nazar mı değdi göklerden, ne? Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacur gucur Nasıl durur Mustafa Kemal’in kağnısı. Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden ..
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş Süs beni, öldür beni, koma yollarda beni. Geçer, götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım. Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır Düşerim gerilere iyceden iyceden ..
Kocabaş yığıldı çamura Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar Örtüldü gözleri örtüldü hep . Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı bacım Kocabaş’ın yerine koştu kendini Elifçik Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden …
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
————————————————-
KAHRAMAN
Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün; Seni gördük sesimiz Hakk’a yalvardığı gün, Seni gördük, bir mazi dağları sardı ses ses, Bir Akdeniz dalgası buldu içinde herkes..
Sana çıkar bu yurdun ararsak son yolu da, Kutlu bir Tanrı oldun güzel Anadolu’da. O kadar eskisin ki şimdi ruhumuzda sen, Bulursun bu sevgide asırları istersen.
Ararsan bakışında uzun ovalar erir, Dinlersen gönül denen yüce dağlar ses verir. Bir dünya, bir millete düşman olduğu zaman Sana büyük hızını verdi nabzındaki kan..
Dört sınırın ucunu getirdin bir araya, Dört bucak sevgisini topladın Ankara’ya. Sesin, bir tılsım gibi, yurdu dolaştı yer yer Ve senden öyle keskin hız aldı ki gönüller.
Yüzyılda giden vatan bir anda geri geldi, Sonra sanki ruhundan kartal sesleri geldi; Sanki yeni bir ışık süzüldü gözlerinden Ve bir fert, tek başına, bir millet yarattın sen.
Bastığın yer tarihten yer alırmış, yok, değil: Bir gününe bir tarih bağışlasak çok değil! Çok değil, kanımızın rengini süze süze, İsmini döğmelerle işlesek göğsümüze..
Çok değil göğsümüzün içine çizsek seni, İsterse bundan sonra ufuk yansın, gök yansın; Çünkü sen bu milletin umduğu kahramansın.. Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün; Seni gördük sesimiz Hakk’a yalvardığı gün…
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
—————————————————-
BÜYÜK MİSAFİR
Bir sevinç incilemiş gözleri yaşlar yerine, İzi üstünde gül açmış kapanan her yaranın. Bir bahar yağmuru halinde derinden derine Çağlıyor her yanı alkışla yeşil Marmara’nın.
Bu misafirdir, inan memleketin neyse varı, Böyle bir yüz mü görür bir daha fâni ömrün? Gelin ay Bahr-i Muhit’in köpüren dalgaları, Kırk asırlık yolu bir hızda alan Türk’ü görün…
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
——————————————————
ANIT KABRİN KAPISI
Bu kapı başlar çok uzaklardan, İzmir’de, Akdeniz’de, Dört nala köpürürken atlarınız, Kılıçların parıltısındaki haklardan.
Bayrak bayrak olmuş şafaklardan, Göklere sığmaz Allah Allah sesleri, Geçer Hürriyet ebemkuşaklarında Taklardan.
Eğer yeniden hayata başlayabilseydim; İkincisinde, daha çok hata yapardım. Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. İlkinde olmadığım kadar neşeli olurdum, Çok az şeyi ciddiyetle yapardım. Temizlik asla sorun olmazdı. Daha fazla risk alırdım hayatta. Daha fazla seyahat ederdim. Daha çok güneş doğuşunu izler, Daha çok dağa tırmanır, Daha çok nehirde yüzerdim. Daha çok görmediğim yere giderdim. Daha az bezelye ve doyasıya dondurma yerdim, Gerçek sorunlarım olurdu, hayali olanların yerine. Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardanım ben. Elbette mutlu anlarım oldu ama, Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu. Farkındamısınız bilmem. Hayat budur zaten: Anlar sadece anlar. Sizde anı yaşayın. Heryere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan Gitmeyen insanlardandım ben. Eğer hayata yeniden başlayabilseydim; Yanımda hiç bir şey taşımazdım. Eğer yeniden başlayabilseydim, İlk baharda pabuçlarımı fırlatır atar, Ve sonbahar bitene kadar çıplak ayaklarla yürürdüm. Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, Çocuklarla oynardım, bir şansım daha olsaydı, eğer. Ama işte 85’indeyim ve biliyorum… Ölüyorum.
Hayatı Iskalama Lüksün Yok Senin Şiiri Nazım Hikmet Hayatı Iskalama Lüksün Yok Senin Şiiri Sözleri
HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENİN
Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.
Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu yapmadın” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “Peki o ne yaptı” deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.
Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak” yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki…. Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası….
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…
En Güzel Çanakkale Şiirleri En Güzel Kısa Çanakkale Şiirleri 18 Mart Çanakkale Şiiri
18 Mart Çanakkale Bulutlar sarmıştı her yanı, Kapkara bir geceydi, Yağmur, bardaktan boşanırcasına, Sağnak gibi yağıyordu, Yedi düvelin gemilerinden yükselen, Top,tüfek sesleri, Her yanı inletiyordu, Mustafa Kemalin askerleri, Aslanlar gibi dövüşüyordu, Ve Çanakkale kahramanca, Düşmana selam veriyordu,
Kükrüyordu tepeden, Mustafa Kemal, Vatanıma ayak basacaksa düşman, Yaşamanın ne gereği var, En son nefer ölünceye kadar, Dövüşeceksiniz aslanlar, Görecek bütün dünya, Ne aslanlar doğururmuş, Emineler,Hatçeler,Ayşeler,Fatmalar.
Ali Osman Yılmaz ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Düşmanı boğazda boğdular Kahraman türklerimiz Biz yenilmeyiz hep yeneceyiz Çanakkalenin geçilemiyecegini bilirler
ATATÜRK var yanımızda Kınalı küzülar var orda Koca seyiti unutmayın Elizabet adlı bir gemivurdu
Allah yanımızda vatanyanımızda millet yanımızda biz tüerküz yenilmeyiz son sözümüz ÇANAKKALE GEÇİLMEZ TÜRKLER ÖLMEZ
Çanakkale
Gün geçmiş, yıl geçmiş ne yazar. Her karış toprağında bin şehit bir mezar. Yeryüzünde yaşadıkça, tek dişi canavar. Türk milleti aynı destanı yine yazar.
Sen rahat uyu ey şanlı şehit. Gölgesinde gölgelen al bayrağın. Hangi kem göz sana edebilir nazar. Türk milleti aynı destanı yine yazar.
Yedi cihana yeter yazdığın destan. Gök kubbe, ay yıldız sana verir selam. Çanakkale’yi düşmana yaptın ya mezar. Türk milleti aynı destanı yine yazar.
Dünya döndükçe Çanakkale yine geçilmez. Kanınla suladın toprağı hangi canlı seni bilmez. Sen yazdın cihana şanlı tarihi artık kim bozar. Türk milleti aynı destanı yine yazar. Çanakkale ile Atam
Atam senin sayende herşey oldu, Sana minnettarız Atam Çanakkale savaşında Düşmanları yenip Vatanı milleti kurtardın Atam O,düşüncelerine,fikrine, Sevgine,saygına, Cesaretine,yeteneğine, Hayranım Atam
Çanakkale
Gün geçmiş,yıl geçmiş ne yazar. Her karış torağında bin,şehit bir mezar. Yeryüzünde yaşadıkça,tek dişi canavar. Türk milleti aynı destanı yine yazar.
Sen rahat uyu ey şanlı şehit. Gölgesinde gölgelen al bayrağın. Hangi kem göz sana edebilir nazar. Türk milleti aynı destanı yine yazar.
Yedi cihana yeter yazdığın destan. Gök kubbe ay,yıldız sana verir selam. Çanakkaleyi düşmana yaptınya mezar. Türk milleti aynı destanı yine yazar.
Dünya döndükçe Çanakkale yine geçilmez. Kanınla suladın toprağı hangi canlı seni bilmez. Sen yazdın cihana şanlı tarihi artık kim bozar. Türk milleti aynı destanı yine yazar.
Şefik Aydemir EY KAHRAMAN TÜRK ORDUSU
Çanakkale için akan kanlar Denizdeki dalgalara vurmuş Türk ordusunun zaferi Esir milletlere bir umut olmuş Ey Kahraman Türk Ordusu
Yurdun dörtbir yanından Toplanmış asker Bir istiklal uğruna Canlarını feda etmiş Çanakkale yolunda Ey Kahraman Türk Ordusu
FATMA NUR GEDİK
Çanakkale geçilmez
Kim geçebilir ki!? Bu iman,bu gönül zenginliğiyle, Geçebilir ki kim!?
Geçilmez Çanakkale, Bu vatan sevdasıyla, Kim geçebilir ki!? Gönülde zenginlik var.
Bir dakika bekle, Düşün biraz. Kaç bin asker, Can verdi senin 1 dakikan için
Bu canlar feda olsyn! Vatanını sevip sayana! Sonuna kadar feda, Sevip sayana!
Çanakkale Destanım Çanakkale şanımsın, En büyük destanımsın. Binlerce Mehmetçiğe, Bağrında kabristanımsın.
Çanakkale şerefim, Binlerce neferlerim. Dalgalanır rüzgarıyla, Bayrağım nefeslerinin.
Gökyüzünden hilal düştü, Al olmuş ten üzerine. Yıldız kopardı melekler, Sundular şehitlerime.
Ay yıldız kucaklaştı, Kanlarımızla bayraklaştı. Çanakkale geçilemedi, Şehitlerimle destanlaştı.
Erdinç Sert
ÇANAKKALE DİYARINDA
Denize takılan kilit Dünyayı kaldıran yiğit Alaylar var toptan şehit Çanakkale diyarında
Kahraman şehit cavuşlar Şehitliğe uçan kuşlar Savaşta yeni buluşlar Çanakkale diyarında Çanakkale Şavaşı
Bir şavaş vardı Çanakkale’de Şehit kan verdi göz göre göre! Yaş 5-65 demedi, Şehit etti Türkiye’yi!
Gazisi var şehidi, Canını verdi bu vatana! Gerçek bir imanla, Kazandı bu savaşı.
Yenilgiye düştü karşı taraf, Silah bol,iman az. Vatan sevgisi yoktu, Gönülde büyük eksik var.
ÇANAKKALE
Çanakkale özeldir , Ayna gibi güzeldir. Ne kadar şehit verdik, Ama yine biz kazandık. Kaderimizde olurmuydu ulaşmak bu güzel ülkeye, Karadenizden esti geldi . Adı Mustafa Kemal idi, Layık mıyız şimdi biz bu güzel ülkeye. Ey atam rahat uyu,izindeyiz.
Zafer Türküsü
Yaşamaz ölümü göze almayan, Zafer, göz yummadan koşana gider. Bayrağa kanının alı çalmayan, Gözyaşı boşana boşana gider!
Kazanmak istersen sen de zaferi, Gürleyen sesinle doldur gökleri, Zafer dedikleri kahraman peri, Susandan kaçar da coşana gider.
Bu yolda herkes bir, ey delikanlı, Diriler şerefli, ölüler şanlı! Yurt için dövüşen başı dumanlı, Her zaman bu şandan, o şana gider.
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Çanakkalede otuzbin şehit
Çanakkalede otuzbin şehit, Hepsi bir birbirinden yiğit, Bundan sonrasını tarihler yazar, Çanakkale de analar ağlar.
Derdim derdim garip halim, Kanı içmiş dağlar sanki düşmanım, Ne analar ne bacılar, Çanakkalede zaferler yatar.
Düşman pusu atmış çanakkale yollarına, Yol vermiyor dağlar nice yiğit aslanlara, Yol vermesen küserim yara, Deli gönlüm gitmek ister şanıyla.
Mermiler yağıyordu yağmur gibi yiğitlerimizin üstüne, Ay yıldızlı bir bayrak dalgalanıyordu gök yüzünde, Mekanınız cennet olsun ebediyetde, Çanakkalede şehitler yatar diz dize.
Haydar Turan
18 Mart Çanakkale
Bulutlar sarmıştı her yanı, Kapkara bir geceydi, Yağmur,bardaktan boşalırcasına, Sağnak gibi yağıyordu, Yedi düvelin gemilerinden yükselen, Top,tüfek sesleri, Her yanı inletiyordu, Mustafa Kemalin askerleri, Aslanlar gibi dövüşüyordu, Ve Çanakkale kahramanca, Düşmana selam veriyordu,
Kükrüyordu tepeden, Mustafa Kemal, Vatanıma ayak basacaksa düşman, Yaşamanın ne gereği var, En son nefer ölünceye kadar, Dövüşeceksiniz aslanlar, Görecek bütün dünya, Ne aslanlar doğururmuş, Emineler,Hatçeler,Ayşeler,Fatmalar.