İslam Dini, her sahada olduğu gibi evlilik konusunda da ince eleyip sık dokumaktadır. Çünkü aile, İslam toplumunun can damarı, sarsılmaz temeli ve köşe taşı konumundadır. Aile yapısı ne kadar sağlam olursa, toplum o denli sağlam ve sağlıklı olur. Ailenin temel taşları, dikili direkleri ise anne ve babadır.
Sağlam ve sağlıklı, huzurlu ve mutlu, kalıcı ve sürekli, tutarlı ve dengeli bir toplum hedefleyen İslam, bu toplumu oluşturan ailelerin kuruluşunda izlenecek yolu, çok açık bir biçimde ortaya koymuştur.
Ailenin oluşumunda en önemli öğe, eş seçimidir. Kadın olsun erkek olsun eş seçimi, mü’minlerin en çok dikkat etmeleri gereken hususların başında gelmektedir. Eş konusunun çok titiz bir şekilde çözümlenmesinden sonra Müslüman için hayat daha anlamlı, daha kolay ve daha rahat olacaktır. Herşeyden önce yüce Allah’ı razı etme konusunda, bu durum çok açık bir şekilde kendisini gösterecektir.
Alemlerin Rabb’i olan yüce Allah’ı razı etme konusunda Müslüman eşler, birbirlerine yardımcı olacak, birbirlerinin eksikliklerini giderecek, birbirlerini teşvik edecek ve ideal Müslüman bir aile örneğini ortaya koyacaklardır. Böyle bir aile ortamında filizlenip yeşerecek çocuklar da toplumda örnek insanlar olacaklardır. Böyle insanlardan teşekkül edecek bir toplum ise, diğer toplumlar içinde örnek bir toplum olarak varlığını idame ettirecektir.
Kur’an’ı Kerim, sağlam prensipler ve temeller üzerine bina edilecek bir evliliğin, hayırlara vesile olacağını bildirmiş, bunun için aynı davaya inanan insanların bir araya gelmelerini istemiştir.
“Müşrik kadınlarla, onlara inanıncaya kadar, evlenmeyin. (Müşrik kadın) hoşunuza gitse dahi, mü’min bir câriye, müşrik (hür) bir kadından iyidir. Müşrik erkekler de inanıncaya kadar, onları(mü’min kadınlarla) evlendirmeyin. (Müşrik erkek) hoşunuıa gitse dahi, mü’min bir köle, müşrik bir adamdan iyidir. (Zira) onlar ateşe çağırıyorlar. Allah ise izniyle cennete ve mağfrete çağrıyor. İnsanlara ayetlerini (böyle) açıklıyor ki öğüt alsınlar” (2 BAKARA, 221)
İslam, evliliğin uzun ömürlü olması için iyi bir eş seçiminin yapılmasını esas alır. Yuvanın huzur, uyum, mutluluk ve karşılıklı güvene dayanan prensipler üzerine bina edilmesi için, bu yuvada din unsurunun ön planda olması gerekir. Çünkü din unsuru, insan yaşlandıkça artar, güzelleşir, gelişir ve bağları kuvvetlendirir. Oysa zenginlik, güzellik, soy-sop gibi unsurlar, hem geçici hem de insanın kibrini artırdığı için, huzursuzluğun temel nedeni sayılmaktadır.
İşte bu nedenle; Hz. Peygamber(a.s): “Kadın, dört şeyi için nikah edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini; sen dindar olanını seç ki, evin bereket bulsun” buyurmuştur. (Kütüb-i Sitte ve İmamı Ahmed’in Müsned’i ile İslam Fıkıh Ansiklopedisi)
Diğer bir hadisi şerifte de Rasulullah(a.s), malın ve güzelliğin getirdiği problemlere dikkat çekerek evlilikte dindarlık dışındaki bir tercihi açıkça yasaklamıştır.
“Kadınları güzellikleri için nikahlamayınız, olur ki güzellikleri ahlakça düşmelerine sebep olur. Onları malları içinde nikahlamayın, zira malları azgınlıklarına yol açabilir. Kadınları dindarlıktan dolayı nikahlayın. Şüphesiz dindar olan yırtık elbiseli bir cariye (böyle olmayanlardan) daha üstündür.” (İslam Fıkıhı Ansiklopedisi 9.C SH. 14)
Kur’an ve Sünnet’in ortaya koyduğu esaslardan anlaşılacağı gibi, sağlıklı bir İslam toplumurıun oluşabilmesi için, mü’min erkek ve kadınların birbiriyle evlenmeleri esastır. Ancak böyle bir evlilik sonunda, İslami esaslar insanlara daha iyi bir şekilde ulaştırılabilir.
Erkek veya kadından birinin, mücadeleci ve davetçi bir Müslüman, diğerinin ise bunun zıddı olması, o mücadeleci Müslüman için en büyük zulüm, İslami esaslara vurulmuş çok büyük bir darbe ve İslami hareketi daha başında iken akamete uğratmaktır. Müslümanlar, evlilik konusunda çok hassas olmalıdırlar. Her ne olursa olsun, yeter ki evlilik olayı vukubulsun amacıyla evliliğin yapılmasını, İslam hoş görmemektedir. Her konuda olduğu gibi evlilik de, Müslümanların Allah’a yaklaşmasını temin eden bir vasıta olmalıdır. Aksi halde Müslüman, kendi tekerinin önüne kendisi taş koyacak ve kendi kendisini Allah yolundan alıkoyacaktır. Güzellik veya yakışıklılık, mal, servet için yapılan bir evlilik, İslami hareketin önüne konulmuş en büyük engeldir. Çünkü, evlilik olayı başka bir şeye benzemiyor ki, beğenmediğin zaman bozup yeniden iyisini yapasın. Mesela eş alımı, bir ayakkabı, bir elbise, bir araba alımı gibi değildir ki bozuk arızalı çıktı diye gidip yenisiyle değiştirilsin. Hiç kimse eşi geçimsiz, kendisini beğenmişin biridir diye, ailesine gidip ‘kusura bakmayın bu iyi çıkmadı, bana varsa daha iyi birini verin diye talepte bulunamayacağı için, işi baştan sağlam tutmak en iyisidir.İşte bunun için İslam, işi baştan sağlam tutarak, mü’minlerin birbirleriyle evlenmeleri emretmiştir.
Müminler, içinde yaşadıkları toplumun değer yargılarını değil, İslami değer yargılarını esas almalıdırlar. Allah ve Rasulü’nün ortaya koyduğu değer yargıları, toplumun değer yargılarındarı daha üstündür. Bir evlilik olayında, toplumun değer ölçülerine göre değil, Allah ve Rasulünün ortaya koyduğu değer ölçülerine göre hareket esas olmalıdır. Çünkü Allah ve Rasulû’nün ortaya koyduğu ölçüleri, nefsani istekler için terketmek, apaçık bir sapıklıktır. Sapıkların ise Müslüman olmaları şöyle dursun, Allah ve Râsulü’ne savaş açan kafirler olduğu gerçeğini, Kur’an bize bildirmektedir.
“Allah ve Rasülü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü’min bir erkek ve kadına, o işi -kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (33 AHZAB, 36)
Bu yüce uyarının nuzül sebebi, siyak ve sibakı incelendiği zaman, Allah ve Rasulü’ne iman edip teslim olan mü’minlerin, evlenme ve boşanma konusunda da Allah ve Rasulü’ne tabi olmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Bu uyarıdan hemen sonra gelen ayette, Hz. Zeyd bin Harise ile Hz. Zeyneb binti Cahş’ın evliliğindeki olumsuz durumlar ortaya konulmakta, uymaları gereken kurallar bildirilmektedir.
Allah ve Rasulü’nün hükümleri, her konuda olduğu gibi, evlilik konusunda da bugünkü Müslümanları bağlamaktadır. Heva ve heveslerine uymuyor diye, Allah ve Rasulû nün hükümlerini gözardı edenlerin, Müslüman olmaları mümkün değildir.
Şimdi Kur’an ve Sünnet, evlenecek eşlerde dindarlık hususunu ararken, Müslüman olduklarını söyleyenler yakışıklılık, güzellik, zenginlik, soy-sop gibi özelliklere aldanarak eş seçmeye kalkışmaktadırlar. Hele bu özelliklere sahip olanların tevhidi görüşte olup olmadıklarını araştırmayanlar, kendi ateşlerini ellerine alarak cehennemin yolunu tutmuşlardır.
İslam, bir yaşam biçimidir; evlenmekten boşanmaya, yemeden içmeye, yürümekten oturmaya, ibadetten çalışmaya, ticaretten siyasete, barıştan savaşa kadar tüm hareketlerini, İslami esaslar doğrultusunda düzenleyenler, gerçekten Müslüman olanlardır. İslami esasların bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakanların ise, müşrik olduklarını Kuran’ı Kerim bildirmektedir.
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, tasavvufta kalbi tasfiye ve nefsi tezkiye hususunda dikkat ettiği incelikleri şöyle beyan buyurmuşlardır: “- Bizler mürîdi gerekli olduğu tarzda, yâni onun içinde bulunduğu hâle göre terbiye ederiz. Îcâbında cezbe, îcâbında sülûk yolunu tercih ederiz. Biliriz ki, sohbetimize gelenlerin bazılarının gönüllerinde muhabbet tohumu vardır, bazılarında yoktur veya dünyevî ve nefsânî alâkalardan dolayı çürümüştür. İşte bizim vazîfemiz, bu fânî alâkaları temizlemek ve gönle muhabbet tohumu ekmek, ekilmiş olanları da hakîkat zemzemiyle sulayıp yeşerterek mârifetullâh güneşiyle bir ihlâs fidanı hâline getirmektir. Zikir telkînine gelince, o, bir kimsenin eline çakmak taşı vermek gibidir. Bundan sonraki netice, yâni çakmak taşını çakıp da aşk çırasını tutuşturmak işi, mürîde kalmıştır.” SÖZÜN ÖZÜ: Nasıl ki, bedene âit hastalıklar muhtelif ve onların tedâvî yolları da birbirinden farklı ise, rûha ve gönle âit hastalıklar da böyledir. Bu bakımdan firâset ve basîret sahibi Allâh dostları, mânevî terbiyede muhâtablarının durumlarına göre teşhis ve tedâvî yolunu tercih ederler. Kimine İbrâhim bin Edhem’de görüldüğü gibi: “Tacı ve tahtını terket!” tavsiyesinde bulunurlarken, kimine de Fâtih Sultan Mehmed Han’da olduğu gibi: “Eğer bu vazifeyi bırakırsan ve senden daha liyâkatlisi de gelmezse, vebâle girersin!” îkâzında bulunarak, irşad ve teveccühlerini onların bulundukları makâmda devam ettirirler. Kimini su ile, kimini ateşle imtihân ederler. Dolayısıyla nasıl ki, bedenî bir hastalıkla muzdarip kimsenin şifaya kavuşması için tabîbe teslîmiyeti ve verdiği reçeteyi tatbik etmesi zarurî ise, kalbî hastalıklarda da durum aynıdır; hattâ daha hassastır. Zîrâ beden tedâvîsindeki ihmâl, sadece bu dünyaya yönelik bir zarara uğratır; ancak gönül tedâvîsindeki ihmâl ise, ebedî bir hayatı hüsrân eyler.
Newton 4 ocak 1643’te İngiltere’nin Lincolnshire kentinde doğdu. Çiftçi olan babasını doğumundan üç ay önce kaybetmişti. Annesi ikinci kere evlendi. İkinci evlilikten üç üvey kardeşi olan Isaac anneannesinde kalıyordu. On iki yaşında Grantham’da King’s School’a yazılan Newton, bu okulu 1661’de bitirdi. Aynı yıl Cambridge Üniversitesi’ndeki Trinity Kolej’e girdi. Nisan 1665’te bu okuldan lisans derecesini aldı. Lisansüstü çalışmalarına başlayacağı sırada ortalığı saran veba salgını yüzünden üniversite kapatıldı.
Salgından korunma amacıyla annesinin çiftliğine sığınan Newton, burada geçirdiği iki yıl boyunca en önemli buluşlarını gerçekleştirdi. 1667’de Trinity Kollej’e öğretim üyesi olarak döndüğünde diferansiyel ve integral hesabın temellerini atmış, beyaz ışığın renkli bileşenlerine ayrıştırılabileceğini saptamış ve cisimlerin birbirlerini, uzaklıklarının karesi ile ters orantılı olarak çektikleri sonucuna ulaşmıştı. Çekingenliği yüzünden Newton her biri bilimde devrim yaratacak nitelikteki bu buluşların çoğunu uzun yıllar sonra (örneğin türev ve integral hesabı 38 yıl sonra) yayınlamıştır.
Lisansüstü çalışmasını ertesi yıl tamamlayan Newton 1669’da henüz 27 yaşındayken Cambridge Üniversitesi’nde matematik profesörlüğüne getirildi. 1671’de ilk aynalı teleskopu gerçekleştirdi, ve ertesi yıl Royal Society üyeliğine seçildi. Royal Society’e sunduğu renk olgusuna ilişkin bildirisinin eleştirilere hedef olması, özellikle Robert Hooke tarafından şiddetle eleştirilmesi üzerine Newton tümüyle içine kapanarak, bilim dünyasıyla ilişkisini kesti.
1675’de optik konusundaki iki bildirisi yeni tartışmalara yol açtı. Hooke makalelerdeki bazı sonuçların kendi buluşu olduğunu, Newton’un bunlara sahip çıktığını öne sürdü. Bütün bu tartışma ve eleştiriler sonucunda 1678’de ruhsal bunalıma giren Newton ancak yakın dostu ünlü astronom ve matematikçi Edmond Halley’in çabalarıyla altı yıl sonra bilimsel çalışmalarına geri döndü. Newton’un Başarıları
Gelmiş geçmiş bilim adamlarının en büyüklerinden biri olarak kabul edilen Isaac Newton, matematik ve fizikte çok önemli buluşlar gerçekleştirdi. Matematikte (a+b)ª ifadesinin üstel seriye açınımını veren genel iki terimli teoremini buldu. Newton’un bilime en büyük katkısı mekanik alanındadır. Merkezi Kuvvet yasası ile Kepler yasalarını birlikte ele alarak kütleçekim yasasını ortaya koydu. Newton hareket yasaları olarak bilinen eylemsizlik ilkesi, kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğunu ifade eden yasa ve etki ile tepkinin eşitliği fiziğin en önemli yasalarındandır.
Newton yaptığı çalışmalarda bazı hesaplamaların içinden çıkamayınca kendi bulduğu formüllere uyması için bazı varsayımlar ortaya atmak zorunda kalmıştır. Kendisi de bu varsayımların hatalı olduğunu bilmesine rağmen bunları kullanmak zorunda kalmış. İlerleyen yıllarda yapılan bilimsel araştırmalarla Newton’un bu hataları tespit edilmiştir. Ama yine de yaptığı çalışmalara kıyasla bunlar göz ardı edilmiştir.Isaac Newton bu çalışmaları ile ün kazanmıştır.
Newton Başlıca eserleri
-Method of Fluxions -De Motu Corporum in Gyrum (1684) -Philosophiae Naturalis Principia Mathematica (1687) -Opticks (1704) -Arithmetica Universalis (1707) -An Historical Account of Two Notable Corruptions of Scripture(1754)
1972 yılında Rize’de doğdu.Memur bir baba ile ev hanımı bir annenin 11 çocuğundan yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Genç yaşında anne ve babasını kaybettikten sonra bir dönem futbola merak saran sanatçı, Rize Belediye Spor, Salaha Spor gibi amatör futbol klüplerinde 6 yıl futbol oynadı.
Ancak, içindeki müzik sevgisinin önüne geçemeyerek 1991 yılında İstanbul’a gelen Davut, İstanbul’da çeşiti ticari faliyetlerde bulunduktan sonra (fırın, market, sürücü kursu vb…) ailesinin büyük desteğiyle 1998 yılında ilk albümü “Sarılsam da olmayi” ile müzik dünyasına merhaba dedi. Ancak Güloğlu, ilk alübümüyle beklediği başarıyı elde edemedi.Ancak Güloğlu yılmadı.
Değerli sanatçı Arif Sağ’ın açtığı kurslara devam ederek müzik birikimini geliştirdi. Özel kurslarla çalışmalarına devam etti. Bu müzikal eğitimi kendi bilgi ve yetenekleri ile birleştirdi. Karadeniz ritimlerini günümüz müzik anlayışıyla yoğurarak albümünde kendi müziğini buldu.
Bir çok eser besteleyen sanatçı bu albümünde kendi eserlerini seslendirirken diğer besteci ve söz yazarlarının eserlerini de yorumladı. ” NURCANIM ” albümünde dört eserin söz ve müziği, bir eserin müziği, bir eserin sözü kendisine aittir.
İlk albümü için ” ben beni yansıtamadım ” diyen sanatçı memnuniyetsizliğini dile getirirken, sanatın eğitim ve çalışmalara gebe olduğunu kendisine bir kez daha kanıtlamış oldu. Bu doğrultuda uzun süren çalışma ve araştırmalar neticesinde ” NURCANIM ” albümünü yaptı.
2001 yılının ocak ayında çıkan bu albümün ilk klibini , ” NURCANIM ” ikincisini ise ” BENİM BÜYÜK ALLAHIM ” adli parçalarına çekti. Son zamanlarda en çok satan albüm listelerinde uzun bir süre baş sırayı çeken bu albüm çekilen her yeni klip ile de satış grafiğini yükseltiyor ..
2,5 yıl aradan sonra bomba gibi bir albümle geri döndü. “Katula, Katula” ismini verdiği albümünü 2003 senesinde çıkaran Davut Güloğlu albümde söz yazarlığını da ortaya çıkardı. On iki şarkıdan oluşan albümün aranjörü Suat Aydoğan. Davut Güloğlu’nun , bir şarkıda söz ve müzik, üç şarkı da ise söz yazarlığı yaptığı albüm 1,5 senelik bir çalışmanın ürünü…Albümün stüdyo çalışmaları ise tam 1500 saat sürmüş. İlk albümdeki uğurun bozulmamasını isteyen sanatçı bu albümde de a’dan z’ye aynı ekiple çalıştı.
Zeynel Abidin’in çektiği fotoğraflarla yazın her rengini albüme taşıyan Davut Güloğlu ekranlara çıktığı ilk andan itibaren halkın büyük ilgi ve sevgisiyle karşılaştı. Her geçen gün sevenleri ve dinleyicileri artan sanatçı bu büyük ilgiyi verdiği her yeni konserde çok daha yoğun hissediyor.
Sanatçının en büyük hedefi ise kendini özünü ve kişiligini hiç bozmadan sanatında her geçen gün daha başarılı olmak ve bir gün Karadeniz müziğini Avrupa’ya taşıyıp sevdirmek.
ŞİİR: Kendi Gök Kubbemiz (1961) Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962) Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963) Bitmemiş Şiirler (1976)
DÜZYAZI: Aziz İstanbul (1964) Eğil Dağlar (1966) Siyasi Hikayeler (1968) Siyasi ve Edebi Portreler (1968) Edebiyata Dair (1971) Çocukluğum Gençliğim Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973) Tarih Musahabeleri (1975) Mektuplar-Makaleler (1977)
Türkiyedeki bütün üniversite öğrencilerine yönelik türkiyenin ilk e dergisi “ekin” açıldı. http://www.ekindergi.com sitesinden ulaşabileceğiniz dergi popüler kültürün bayağılığından sıkılmış bütün öğrencileri bekliyor. Kalemine güvenen iletisim@ekindergi.com adresine makale gönderebilir. Hem kendi adınızı duyurun hem de üniversitenizin adını…
not: ekin dergi duyurusu türkiyedeki bütün üniversite öğretim görevlilerine e-mail yoluyla ulaştırılmıştır, hocasının gözüne girmek isteyen böyle gelsin…
Usta oyuncu Cüneyt Türel bir süredir tedavi gördüğü hastanede vefat etti.Cüneyt Türelin ölüm nedeni hastalığının ne olduğu henüz belli değil..
Türel, bu yıl 10 Mayıs ile 5 Haziran tarihleri arasında düzenlenecek olan 18.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali için Elim Elinde adlı bir gösteri hazırlıyordu. Sanatçı, festivalde Başar Sabuncu ile birlikte Onur Ödülü’nü de alacaktı.
Cüneyt Türelin Oynadığı bazı sinema filmleri ve diziler şöyle;
1979 Paranın Kiri 1979 Savunma 1990 Duygu Çemberi 1995 Aşk Üzerine Söylenmemiş Her şey 1997 Kuşatma Altında Aşk 1998 Kaç Para Kaç 2000 Herkes Kendi Evinde 2001 Son 2002 Abdülhamit Düşerken 2002 Gülbeyaz 2002 Her Şey Aşk İçin 2003 Estağfurullah Yokuşu 2004 Arap Saçı 2005 Eylül 2005 Kayıt Dışı 2006 Çinliler Geliyor 2006 Sıla 2006 Tutkunum Sana 2007 Doktorlar 2009 Parmaklıklar Ardında 2010 Deli Saraylı 2010 Doktorlar
Sınava hazırlanırken, en etkili yöntemlerden birisi sınav sırasında karşınıza çıkabilecek soruları bir sınavdaymışsınız gibi cevaplamanızdır. Mümkün olduğunca çok sayıda soru düşünün ve bu soruları cevaplandırmaya çalışın (tabii ki kitabınız kapalı olarak). Bu yöntemi daha da güçlendirmek için, ilk önce kendiniz çalışın ve kendi sorularınızı cevaplandırın, daha sonra ise bir grup arkadaşınızla biraraya gelerek bu soru-cevap yöntemini tekrarlayın. Başkalarının hazırladığı soruları cevaplandırmak kendi sorularınızı cevaplandırmaktan çok daha fazla yarar sağlar. Bu yöntemin tek dezavantajı diğer grup üyelerinin yeterince çalışmamış olduğu durumlarda ortaya çıkar. Çalışma grubu ile harcadığınız zaman pratik yapmaya ayrılmalıdır tekrar yapmaya ya da tartışmaya değil. “Beraber çalışma” yukarıdaki özelliklere dikkat etmediğiniz sürece sadece bir zaman kaybıdır.
Bütün materyalin sınavdan bir gece önce çalışılmasının öğrenciler tarafından tercih edilmesinin en büyük nedeni, son gece bilgilerinin akılda rahat tutulması ve daha çabuk hatırlanmasıdır. Fakat araştırmalar gösteriyor ki, bir zaman dilimine (örneğin 1 hafta) yayılmış bir çalışma, 1 geceki çalışmadan çok daha verimlidir. Bunun nedeni bilginin uzun süreli bellekteki (LTM) yerinin sağlamlaştırılması diğer bir nedeni ise son gece çalışmalarının yarattığı kaygının performansı olumsuz etkilemesidir.
Redif, Şiirlerde mısra sonlarında, görevleri aynı olan eklerin, ya da anlamları aynı olan sözcüklerin tekrarlanmasına denir. Redifler daima mısranın en sonunda bulunur, yani kafiyeden sonra gelir. Redifin olduğu her yerde mutlaka kafiye de vardır. kafiyeler farklı anlamlarda kullanılır ama redifleranlam bakımından aynıdır
İstiklâl Marşı, şekil özellikleri açısından bir nazımdır. Dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşmaktadır. Dikkat edilirse kırk bir mısra olduğu görülür. Bu da “Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın. diyen Akif’in, bu marşı bağımsızlığımıza bir nazarlık olarak yazdığı düşüncesini akla getirmektedir.
Şiirde her kıtanın mısralarının kendi aralarında kafiyeli olduğunu görürüz. Sadece onuncu kıtada dördüncü dize serbesttir.
1. Kıta: -cak sesleri, zengin kafiye. 2. Kıta: -lâl sesleri, zengin kafiye. 3. Kıta: -aşa sesleri, zengin kafiye / -rım ekleri redif. 4. Kıta: var, -var, boğar sesleri, tunç kafiye. ğ>v 5. Kıta: akın, -akın, tunç / zengin kafiye. 6. Kıta: tanı, -tanı sesleri tunç kafiye. 7. Kıta: -dâ (-daa) sesleri, zengin kafiye. 8. Kıta: emeli, -em eli, -emeli, tunç kafiye. 9. Kıta: -aş sesleri, tam kafiye / -ım’lar redif. 10. Kıta: -lâl sesleri, zengin kafiye / dördüncü dize serbest.
İstiklâl Marşı’nın ölçüsü aruzdur. Aruzun en çok kullanılan (Fâ i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lün) kalıbıyla yazılmıştır.
****
Redif Kafiye
1. Kıta
___sancak ___ocak <– Zengin Kafiye ___parlayacak ___ancak
2. Kıta
___hilal ___celal <– Zengin Kafiye ___helal ___istiklal
3. Kıta
___yaşarım ___şaşarım <– Tam Kafiye ___aşarım ___taşarım
4. Kıta
___duvar ___var <– Tam Kafiye ___boğar ___canavar
5. Kıta
___sakın ___akın <– Zengin Kafiye ___Hakk’ın ___yakın
6. Kıta
___tanı ___yatanı <– Zengin Kafiye ___atanı ___vatanı
7. Kıta
___feda ___şüheda <– Tam Kafiye ___hüda ___cüda
8. Kıta
___emeli ___eli <– Tam Kafiye ___temeli ___inlemeli
9. Kıta
___taşım ___yaşım <– Tam Kafiye ___na’şım ___başım
10. Kıta
___hilal ___helal <– Zengin Kafiye ___izmihlal ___hürriyet ___istiklal
İnsanın Evrendeki Yeri nedir İnsanın Evrendeki Yeri ve önemi
Bilinci itibariyle insanın, Evrendeki yeri ne? İnsan bilinciyle, evreni meydana getiren bilincin bağlantı noktası var mı, varsa ne şekilde? Fizik bedenin yer ve zaman olarak evrende bir sınırı düşünülebilir. Oysa, bilinç için ne mekansal, ne de zamansal bir sınır tanıyamıyoruz. Yani, bilinç, fizik evrenle kayıtlı bir yapı değil! Bu demek ki, bilince göre evren, yani bilincin kendi evreni, gözün evreniyle, gözle algıladığımız maddelerden oluşmuş yapıyla sınırlı değil. O halde önce, evrenin gerçek yapısı hakkında düşünmemiz gerekiyor. Nedir, evren, gerçekte?
Hemen hatırlayalım. Aslında bizim, evren diye isimlendirdiğimiz nesnelerden ibaret olan şu içinde olduğumuz yapı, sadece 5 duyumuzun duyarlılık kapasitesine göre algılayabildiğimiz bir kesittir. Tüm bu nesneler ve tüm bu dünyamız, duyularımızın sınırları içerisinde kalan kesitsel yapıdır. Duyularımızın duyarlılık sınırları dışında kalan yapıdan ise habersiziz. Örneğin gözün algılayabildiği, gözün duyarlılık sınırları içerisinde kalan dalgaboyları, gerçekte varolan sayısız dalgaboyları içerisinde çok çok küçük bir kesittir. Öyle ki, gözün tespit edebildiği ve şu anda görmekte olduğumuz nesneler, aslında, evrende varolan sayısız dalgaboyları, sayısız imajlar içerisinde, çölde bir kum tanesi misali kadardır.
Oysa, 5 duyu verilerinden yola çıkmak suretiyle, bilimsel veriler ışığında evrenin gerçek yapısını düşüncemizle keşfetmeye başladığımızda, görüyoruz ki evren, gerçekte içinde boşluğu olmayan tümel bir enerji kütlesi. Orijinal yapıda öylesine bir bütünsellik var ki, gözünüze göre, sizinle, şu anda elinizdeki bu sayfalar (veya ekran) arasında bir boşluk var gibi görünse de, gerçekte böyle bir boşluk yok! Çünkü bu sayfalar da, ekran da, sizin bedeniniz de, aradaki hava da, sırf atomlardan oluşmaktadır ve atomsal düzeyde birbirleri arasında bir sınır, bir ayrılık yoktur… Eğer daha da ileri giderek evrenin atomaltı yapısını düşünmeye çalışırsak, karşılaşacağımız sonuç, bölünüp, parçalanması sözkonusu olmayan, salt bir enerji kütlesi olacaktır… Beş duyu evrenimizde algıladığımız kesitsel imajlardan yola çıkarak gördük ki, evrenin orijinal yapısı bütünsel bir enerji kütlesidir. O halde düşünelim: Varolan herşey, bu evrensel enerjiden oluştuğuna göre, içinde yaşadığımız kesitte de gözlenen düzen, bu evrensel enerji boyutunda yürürlükte olan bir düzendir. Yani, bu evrensel enerji de, aynı zamanda, varolan düzeni yürüten evrensel bilinç orjinlidir… Evrenimizde varolan herşey, her an, her zerresinde Evrensel Bilincin hükümlerinin yürürlükte olduğu, enerjiden oluşmuştur… İnsan bilincine gelince… Evren tümel bir enerji yapı olduğuna göre ve evrende hükmü yürümekte olan Tek bir bilinç varolduğuna göre, hiçbir insanın, hatta hiçbir nesnenin orijinal bilinci, bu evrensel bilinçten ayrı değildir. Dolayısıyla insandaki bilinç, orjini itibariyle Evrensel Bilinçle aynı özden meydana gelmiştir ve dahi O’dur. Kendini tanımak gayesiyle varolmuş insana açılan ufuk burasıdır: Bilincini madde evrenin bağımlılıklarından soyut bir şekilde tanıyabilmek ve böylece kendini, zaman ve mekanla kayıtlı olmayan evrensel bilinç boyutunun değerleriyle bilmek. Çünkü, evreni meydana getiren O’na giden yegane yol, insanın kendi özünden geçmektedir… Demek ki insan, evrendeki sayısız yıldızlardan biri çevresinde dönen bir kütlenin üzerinde yaşayan, bedenden ibaret madde yapılı bir varlık değil; gerçekte, Evreni meydana getiren BİLİNÇ ve GÜÇ’ün varlığıyla oluşmuş, tüm evrensel sırları kendinde bulabilecek kapasitede varolmuş bir bilinç yapıdır. Evren, bir galaksi veya bir insan bilinci aynı orijinlidir. Madde boyutundaki yaşamın terkedilmesiyle, kaçınılmaz bir biçimde insan, kendisini bu orijinal bilinç boyutunun değerleriyle bulacaktır. Ancak bu boyutu ne şekilde değerlendirebileceği, dünya yaşamındayken kendini tanıyabilmesi ve hazırlayabilmesi ölçüsünde olabilecektir. Bilinç, eğer kendi evreninin değerlerini ortaya koyabilirse, sınırsızlıkta her an yeni bir özelliğini gözlemleyerek kendi sonsuzluğunu yaşayabilecektir. İnsan için en büyük felaket ise, beş duyu verileriyle bloke olmuş bir bilinçle, kendisini aynada gördüğü bir bedenden ibaret sanarak dünya yaşamının sona ermesidir… Sonsuzluğu yaşamak üzere varken, toplumsal şartlanmalar ve bedensel bağımlılıklardan kurtulamamış bir bilinçle, yaşamın sonluluğa mahkum olması ne acıdır. Eğer ifade etmek istediğimiz değer, zaman ve mekana bağlı olarak değişim göstermiyorsa, onun EVRENSEL oluşundan sözedebiliriz. Aksi halde, şartlanma ve bağımlılıklar blokajından kurtulamamış, bilinç boyutunun sınırsız değerleriyle yaşamaktan uzak bir haldeyken, bireysel, geçici dünya değerleri için “sonsuz,” veya “evrensel” gibi tanımlamaları kullanmakla, sadece kuru bir lakırdı etmiş oluruz…
Teknolojinin Yararları Ve Zararları İle İlgili yazı Teknolojinin Yararları Ve Zararları
Teknoloji,her zaman çok ilerledi diye bahsederiz kendisinden.Halbuki her zaman yanılırız.Çünkü aslında her seferinde,bir sonraki gelecek olan şeyler için sadece bir taslak hazırlanmış olur.Örneğin 90 ların 2. yarısında animasyonlu mesajları olan cep telefonlarının,”ilerde telefonlarda video izleyebilecekmiyiz acaba?” diye düşünerek hayal kurmamızı sağladığı gibi.Şu anda zamanında hayalini kurduğumuz telefonlar herkesin cebinde.Bu sadece bir örnek,bugüne baktığımızda ilerde uçan arabalar,her işi bizim yerimize yapan robotlar ve benzeri şeyler acaba olurmu diye düşünüyoruz.Bence kesinlikle hepsi gerçek olacak,hatta şimdiden çoğu temel atıldı bile.Bi keresinde okumuştum bir bilim adamı o kadar yoğunmuş ki kendine ev işlerinde yardımcı olması için aynı genç bir kadın görünümlü [Sadece Kayitli Kullanicilar Linkleri Görebilir. ] robot yapmış.Bilmem kaç bin kelime haznesi ile konuşuyor,kahve yapıp bulaşık falan yıkıyor bayağı gelişmiş bir makina idi.Acaba diyorum ki bu gördüklerimiz daha hiçbirşey denecek cinstenmi? Yani insanoğlu daha neler yapabilir ki? Daha doğrusu ne yapması gerekir? Sanırım ihtiyaçlarımızı karşılıyor olmak bize hiçbir zaman yetmeyip,her zaman daha fazlasını isteyeceğiz.Fakat bu süre içerisinde,teknolojiyi en üst seviyelere taşıyan insanoğlu kendi ile ilgili neyi yükseltebilecek ?
Teknoloji gereklimidir ?
Bu aslında çok uzun uzadıya tartışılabilecek bir konu.Bir yandan bilimin ilerlemesi,insanın aradığı sorulara kısmen de olsa yanıt bulabilmesi,evren ve kendi ile ilgili sırları çözmeye çalışması vb bir sürü sebepten dolayı teknoloji büyük bir gereklilik.Sürekli bulunan şeylerde bir başka şeyi tamamlayacağından,ve sonrada yeni bir ihtiyaç ortaya çıkacağından sürekli bir yenilik gerekecek,ve şu anda olduğu gibi asla içinden çıkılamayacak olan bir döngüye dönecek gelişim.Peki öğrenmenin nesi kötü,teknolojinin çok yükseklere ulaşması neden kötü olsun ki? Hayır değil elbette,şu anda teknoloji sayesinde bir çok hastalık daha kolay tedavi edlebiliyor.Ama yine teknoloji yüzünden bir çok hastalıkta yeni çıkıyor.Örneğin telefonların yaydığı radyasyon en basit örnek.Bir yandan faydasını görürken diğer yandan görünmeyen zararlarına maruz kalıyoruz.Arabalar,gemiler,trenler ve uçaklar,ulaşımda inanılmaz kolaylıklar sağlarken bizlere,aynı zamanda yakıt dumanları ile atmosfere zarar veriyorlar.İnternet,biliçli kullanıldığı takdirde inanılmaz yararları olan ve bilgiye ulaşmada kolaylık sağlayan bu ağ,bilinçsiz ve kötüye kullanımda da istenmeyen sonuçlar doğurabiliyor.
Kısacası aslında teknoloji,insanın kontrolü dışında gelişiyor.Bir yandan baş döndürücü gelişmelerin kaydedilmesinde inanılmaz faydalı olduğu gibi,bir yandan da bizi esir ediyor.Örneğin şu andan itibaren cep telefonlarının kullanılmadığını düşünsenize…Dünyanın iletişim ağı yarı yarıya iflas eder ve işler daha yavaş ve aksaya aksaya devam eder.Kullanmak zorunda olduğumuzdan yaydığı radyasyonada katlanmak zorundayız.Bir çok şey için bu şekilde örnekler verebiliriz.Ve artık ne bu gelişime dur diyebiliriz,ne de zararlı taraflarını yok edebilmek için altyapıya sahibiz.Belki teknoloji sayesinde bunuda hallederiz bilmiyorum ama şu anda görünen tablo bu.
Dünyanın en büyük sosyalleşme ağı, Facebook’ta çakma ünlüler genç kız peşine düşmüş. Bugün gazetesi yazarı Aşkut Işıklar, çakma ünlülerin peşihe düştüğünde çok ilginç olaylarla karşılamışmış. Siz siz olan bu çakma ünlülerin tuzağına düşmeyin.
Türkiye’de son verilere göre 3 milyon 464 bin 640 kişi Facebook kullanıyor.
Yani yaklaşık 3.5 milyon Türk vatandaşı yalnızlığını Facebook sayesinde dünya ile paylaşıyor. Kimi taa Japonya’daki arkadaşına yazıyor, kimi taa Güney Afrika’dan gelen mesajları okuyor. Bilim adamları bunu incelemeye başladı. Gerçekten Türk halkının Facebook denilen bu siteye ilgisi neden çok fazla?
ABD, İngiltere ve Kanada’dan sonra dördüncü ülkeyiz. Toplam nüfusun yüzde beşi Facebook’ta dolaşıyor. Facebook’ta en çok itibarı, her konuda olduğu gibi ünlüler görüyor.
Bazılarının listesinde beş bin arkadaşı var. Hatta kontenjanı dolup, kapananlar var. Ne kadar üzücü bu ilgi görenlerin çoğunun Facebook’tan haberi bile yok. İsimlerini kullanan sahtekarlar yani çakmalar halkı aldatıyor.
İşte Bugün yazarı Aykut Işıkların Facebook gözlemleri;
(…) Facebook listelerinde o kadar çok sahtekar var ki. Kendini ünlü şarkıcının yerine koyup, genç kızlar ile mektuplaşıyorlar. Gençlerin onları anlaması çok zor. Kimliğine büründüğü kişiyi çok yakından tanıdıkları için ikna edebiliyorlar. İşte size çakma ünlülerin listesi.
Bunların çoğunu bizzat kendi çabamla çözdüm. Ne kadar uğraştılar ise de yakayı ele verdiler. Son zamanlarda liseli genç kızların en sevdiği şarkıcı olan Murat Boz’un pek çok korsan sitesi var. Onların hepsi ‘çakma Murat’… Sakın aldanmayın.
En çok arkadaş olunmak istenen bir başka şarkıcı Tarkan’ı da unutun. Tarkan’ı sevenlerin kurduğu fan kulüpleri var. Siz Tarkan diye bu hayranlar ile konuşuyorsunuz. Onlar da sizinle bir güzel dalga geçiyor. Ebru Gündeş’in kaç tane Facebook listesi var. Acaba Ebru, bilgisayar başına hiç geçiyor mu?
Sibel Can her yerde ‘Aman sakın aldanmayın. Ben Facebook’ta yokum’ diyor. Ama binlerce üyeden oluşan Fan Kulüpleri adına her şeyi yapıyor. Aynen Beyazıt Öztürk gibi. Geçen gün Çelik’in ismini kullanan uyanıkları yakaladım. Çelik de Facebook’ta yok. İbrahim Tatlıses ile Özcan Deniz’in adını kullanan sahtekarlar da var. ‘Sen kimsin? diye sıkıştırınca ‘Ben onların hayranıyım’ diyor. Ama saf kızlara öyle demiyor. Gülben Ergen, Yeşim Salkım, Hülya Avşar gibi bazı şöhretler bu işi Fan Kulüpleri’ne havale etmiş. Hayranlar ile kontağı Fan Kulüp’teki görevliler kuruyor.
Onlar da sahtekarları çok çabuk yakalayıp, kendi yöntemlerinle cezalandırıyor. Birileri Deniz Seki’nin adını kullanıyor. Hadise daha Türkiye’ye gelmeden Facebook’ta sahteleri dolaşmaya başlamıştı. Başta Kurtlar Vadisi dizisi oyuncuları olmak üzere bütün dizi kahramanlarının (Polat Alemdar) sahteleri dolaşıyor Facebook ortamında.
Burcu Kara’dan tutun Özgü Namal, Bergüzar Korel, Gülse Birsel gibi sevilen tüm oyuncuların sahteleri var. Peki sanatçıların gerçek listesi mi yoksa çakması mı nasıl anlayacağız derseniz… İşte bunu anlamak zor. Bazı ünlüler kim başvurursa listesine alıyor. Kimisi ise sadece arkadaşlarını. Siz her koşulda uyanık olun. Sır vermeyin, davetlere gitmeyin, fotoğraf göndermeyin yeter. Tabii ev adresi de bildirmeyin.
Gübre bir şekilde yöneticiler tarafından seçilen çiftçilere dağıtılmış o çiftçilerde kendi komşularına yardıma giderek onların tarlalarından 5 kareyi gübreliyor bu tarlaları gübrelenen komşularda diğer komşuların tarlasını gübreleyebiliyor ve bu şekilde birçok kişinin tarlası gübreleniyor tarlalar parlamaya başlıyor henüz hasat etmedik ama gübreli ürünler daha büyük olacakmış daha fazla para verecekmiş.
Gübrelemeyi Nasıl yapacaz kendi tarlanızda parlak alan görürseniz bu sizin tarlanızın bir komşunuz tarafından gübrelendiğini anlarsınız sizde hemen komşularınıza yardıma gidin ürünü olmamış ( yetişmemiş) tarlası boş çürümüş olmayan komşunuzun tarlasının 5 karesini gübreleyin.
Bunun size kazancı komşunuza yardım edip para kazanıyorsunuz ayrıca gübrelerkende para ve XP kazanıyorsunuz.
Resimde görüldüğü gibi yardıma gittiğiniz komşunuzun tarlasında ot çakal karga vs. kovduktan sonra sol alt köşede kavanoz şimgesi ve 5 rakamını görüyorsunuz. Dilediğiniz 5 karenin üstüne gelip ekim yapar gibi gübreliyorsunuz hepsi bu.
NOT: Gübreleme sınırı yok yardım ettiğiniz her komşunun tarlasını gübreleyebiliyorsunuz.
Facebook’un son uygulaması çok konuşuldu, çok tartışıldı. Ama kimse bu kadarını beklemiyordu.
Facebook Amerikan Federal Ticaret Komisyonu’na şikayet edildi. Şikayeti yapan EPIC (Electronic Privacy Information Center: Elektronik Gizlilik Bilgi Merkezi) oldu.
Şikayetin sebebi ise Facebook’un yaptığı en son gizlilik ayarları değişikliğiydi. Daha önce haberlerimizde yer verdiğimiz bu değişiklik, milyonlarca kullanıcının özel bilgilerinin halka açık bir şekilde görüntülenmesine sebep olmuştu.
Skandal olarak nitelendirilebilecek bu açıktan, Facebook’un CEO’su Mark Zuckerberg bile nasibini almış, sevgilisiyle görüntüleri ortaya çıkmıştı. Zuckerberg daha sonra yaptığı açıklamada bunun kaza olmadığını, kendi fotoğraflarını kendi isteğiyle yayınladığını belirtmişti. Ancak bazı fotoğrafların kaldırılması, bu açıklamanın güvenilirliğini sarsmıştı.
Sadece EPIC de değil, şikayet metninin altına Amerika’nın güçlü tüketici hakları, demokratik toplum ve insan hakları kuruluşlarından pek çoğu imza atmış durumda. Bunlardan bazıları: American Library Association, Center for Digital Democracy, Consumer Federation of America, Privacy Rights Clearinghouse.
EPIC’in şikayetinin temelinde, Facebook’un tüketici haklarını ihlal ettiği iddia ediliyor. Oldukça güçlü ve etkili bir kuruluş olan EPIC, Amerika’da yetkili kuruma yaptığı şikayet ile bir soruşturma açılmasını ve gerekirse sosyal ağın eski ayarlara dönmeye zorlanmasını talep ediyor.
Bununla kalmayan iddialar arasında, Facebook’un en son ayarlarının, Facebook tarafından iddia edildiği gibi çalışmadığına, tüketicilerin yanıltıldığına da yer veriliyor. Kullanıcı mahremiyetinin ve haklarının çiğnenmesini oldukça ciddiye alan kuruluş, Facebook’u tüketicilerin haklarını korumak için takip ediyor.
Facebook’un yaptığı değişikliklerin, kullanıcı bilgilerinin daha büyük bir bölümünü halka açtığı dikkati çekiyor. Kullanıcı bilgilerinin aramalarda endekslenmesi ve açığa çıkması, Facebook’a dolaylı yoldan para kazandırdığı için işler tehlikeli bir hal almış durumda.
My Space’e nasıl müzik eklenir? Myspace müzik ekleme, Myspace şarkı nasıl yüklenir,
sayfanıza girdiğinizde en üstte Music yazıyor. Ona tıklayın. Açılan sayfada sağda Search yani Ara kutusu var. Sanatçının / grubun adını doğru şekilde yazın ve aratın.
Şimdi grubun fotoğrafına tıklayıp sayfasına gittik. Sayfada çalan kutu gördüğünüzde şarkı isimlerini de göreceksiniz. Gezdiğiniz sayfaların tümü için geçerli bu. Sevdiğiniz bir şarkıyı kendi sitenize eklemek çok kolay. Sadece Şarkı adının altındaki Add (ekle) düğmesine basın. Sonraki sayfada onay vermeniz yeterli olacak.
Geldi 23 nisan Herkez sevinçli olsun Erken kalkıp gidin okula 23 nisanınızı kutlayın
Giderim oyunlar oynarız Yürüş yaparız Güzel şeyler yaparız 23 nisan çok güzel
ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRİ
Arkadaşlar, sevinelim, Hep gülelim, eğlenelim; Sıkılmasın hiç canımız; Çünkü bugün bayramımız… Oyun, alay, dernek düğün, Hepsi bizim işte bugün… Çocuklara hor bakmayın;
İncitmeyin, esirgeyin… Ana yurdun oğlu, kızı, Umut veren şen yıldızı. Yarınları parlatacak; Şenlenecek her bir ocak… Korunacak cumhuriyet, Yükselecek bu memleket…
Ekrem ŞENOZAN
23 Nisan
23 Nisan’da açtı Büyük Meclisi. Meclise oldu başkan Atatürk’ün kendisi. Dedi: Kendin yönetir halkın kendi kendisi. Bu millete yakışan en iyi demokrasi.
23 Nisan
Atamızdan armağan Bu mutlu gün bize Sevinsin her türk Bu bayram hepimize
Biz çocuklar buradayız Hep gülüp oynamalıyız Atamız bize verir bayram Biz bu bayramı kullanmalıyız
Burcu Çarıkçı
23 Nisan
Bugün ne mutlu bize, Haydi hep gülsenize, Müjde dağa, denize, Geldi 23 Nisan.
Sokaklar dolu bayrak, Yollara kurulmuş tak, Şöyle bir etrafa bak, Geldi 23 Nisan.