Pascal, çok genç yaşlarda çok önemli çalışmaları tamamlamış ve matematiğin gelişimine çok önemli katkılar yapmıştır. Pascal, 25 yaşına geldiğinde kendisini felsefe ve dine adamış, 39 yaşında ölmüştür.
Türkçe’ye Düşünceler ismiyle çevrilen notlarında Pascal’ın dünya görüşünü yansıtan ünlü bahis şu şekildedir:
‘Allah ya vardır, ya yoktur.’ Acaba hangi görüşe meyledeceğiz? Akıl bu bu hususta karar mercii olamaz. Sonsuz kaos bizi Allah’tan ayırmaktadır. Bu sonsuz mesafenin sonunda bir talih oyunu oynanıyor, neticesi ya yazı, ya tura olacak. Siz hangi taraf için bahse gireceksiniz? Aklın aracılığına başvurunca ne bir tarafı, ne de Ötekini tercih edemiyorsunuz. Akıl ne tercihte bulunmayı sağlıyor, ne de hangi şıkkın yanlış olduğunu isbata güç yetiriyor. O halde iki şıktan birini seçmiş kimseleri hata işlemiş olmakla suçlamayın; çünkü bu seçim hakkında siz de hiçbir şey bilmiyorsunuz. ‘—Hayır, fakat ben onları bu şıkkı seçtiklerinden dolayı değil, bir seçim yaptıklarından dolayı suçluyorum; zira biri yazıyı, biri turayı seçmiş olsa da, ikisi aynı derecede hataya düşmüştür. En iyisi hiç bahse girmemektir.’ Doğru, fakat bahse girmek zorundasınız. Bu hal bizim irademize bırakılmış değil. Bahse girip girmeme gibi bir şık yok önünüzde. Bir kere yola çıkmışsınız; yaşıyorsunuz. Acaba hangi tarafı seçeceksiniz? Beraberce görelim: Madem ki, bir şıkkı seçme zorunluluğu var, öncelikle menfaatimize en uygun olan şıkkı arayalım. Sizin için kaybedilecek iki şey var: hakikat ve hayır, iki şey ortaya koyuyorsunuz: aklınız ve iradeniz, bilginiz ve mutluluğunuz. Ve fıtratınız gereği iki şeyden de kaçınıyorsunuz: hata ve acziyet. Bir kere, madem ki seçme zorunluluğu var, iki taraftan birini tercih etmiş olmak insanı küçük düşûrmez. Bu apaçık ortada olan bir mesele. Peki mutluluğunuz ne olacak? Allah’ın varlığı şıkkını seçtiğiniz takdirde ne kazanıp ne kaybedeceğinizi tartalım. Bu şıkkı seçerek bahsi kazanmış olursanız, herşeyi kazanmış olacaksınız. Kaybetmiş olursanız, hiçbir şey kaybetmiş olmayacaksınız. O halde hiç tereddüt etmeyin; Allah’ın varlığı lehine bahse girin. ‘Bu muhakemeniz harika. Evet bahse girmeliyim, fakat belki de kazancım bana haddinden fazla pahalıya mal oluyor.’ Görelim: Kazanma ve kaybetme şansı eşit olduğundan, yalnızca bire iki hayat kazanmaya talip olduğunuzda, hâlâ bahse girebilirsiniz. Peki ya bire üç kazanmaya talip olduğunuz takdirde? isler istemez bahse girmek zorundasınız. Ve, bir kere oynamaya yükümlü olduktan sonra, içinde eşit kaybetme ve kazanma şansı olan bir oyunda bir hayata karşılık üç hayat kazanmak için riske girmemek sizin için hikmetsiz bir tercih olacaktır. Üstelik karşınızda sonsuz bir hayat ve sonsuz bir mutluluk var. Öyle olunca, yalnızca biri sizin lehinize olan sonsuz sayıda şans var olsaydı bile, iki kazanmak için bir bahse girmek hâlâ doğru olacaktı; ve, eğer kazanılacak olan şey sonsuz derecede mutlu bir hayatın sonsuzluğu idiyse, oynamaya mecbur olduğunuz ve sonsuz sayıdaki ihtimalden yalnızca bir ihtimalin sizin lehinize olduğu bir oyunda üçe karşı bir hayatı bahse koymayı reddederek yanlış bir şekilde davranıyor olacaktınız. Fakat burada sonsuz derecede mutlu bir hayatın sonsuzluğu var; sonlu sayıda bir kaybetme şansına karşı bir sonsuzu kazanma şansı, ve bahse koyduğunuz şey de sonlu. Bu durum bir tercihe mahal bırakmıyor; ortada bir sonsuzluk var olduğundan, ve kazanma şansına karşı kaybetme şansı sonsuz olmadığından, şüpheye hiç gerek yok, herşeyi vermelisiniz, işte bu bakımdan, oynamaya yükümlü olduğunuz bu hayat oyununda, şu sonlu hayatınızı sonsuz bir hayatı kazanmak için riske atmak yerine so¬nu hiçliğe varan diğer şıkkı tercih ediyorsanız, akıldan istifa etmeniz gerekir. Buna karşılık, kazancın şüpheli olduğunu, herşeyin talih ve tesadüfe bırakıldığını söylemenin; göze alınan sefaletlerin belirli oluşuyla kazancın belirsizliği arasındaki sonsuz mesafeyi mütalaa edince, kesin olarak tehlikeye attığımız şu sonlu hayatın şüpheli olan bir sonsuzlukla aynı tutulmuş olduğunu ileri sürmenin iler tutar bir tarafı yoktur. Durum bu değildir. Bir talih oyununa giren herkes ortaya kesin bîrşey koyarak talihini denediği halde, kazanacağı her zaman için şüphelidir. Onun, böyle yapmakla, aklı rencide etmeksizin sınırlı ve cüzi birşeyi tehlikeye koyduğu aşikârdır.
Bu bahsimizde ise belirli bir risk ile belirsiz bir kazanç arasında sonsuz bir uzaklık yoktur: bu doğru değildir. Gerçekte, kazanmanın kesinliği ile kaybetmenin kesinliği arasında sonsuz bir uzaklık vardır, fakat kazanmanın belirsizliği ile riske atılan şeyin belirliliği arasındaki oran, kazanma veya kaybetme şanslanyla uyum içindedir. Ve bu yüzden, eğer bir tarafta diğeri kadar çok şans varsa, siz teke karşı çift oynuyorsunuz. Ve bu durumdaf riske attığınız şeyin belirliliği, kazanabileceğiniz şeyin belirsizliğine eşittir; o hiçbir surette ondan sonsuz derecede uzak değildir. Bu yüzden argümanımız, kazanma ve kaybetme şansının eşit olduğu ve kazanılacak olan sonsuz bir ödülün var olduğu bir oyunda bahisler sonlu olduğunda, sonsuz bir ağırlık taşır, Bu kesin ve inandırıcı bir isbat yoludur ve eğer insanlar Allah’ın varlığını kabul edip ona göre yaşama gereğini, ancak bu şekilde anlayabilirler.
Blaise Pascal 19 Haziran 1623 tarihinde Clermont-Ferrand, Fransa’da dünyaya gelmiştir. Pascal kendini küçük yaşlarda göstermiştir. 12 yaşındayken daireler ve eşkenar üçgenler çizmeye başlayarak, bir üçgenin iç açılarının toplamının iki dik açıya eşit olduğunu kendi kendine bulmuştur. Vergi mahkemesi başkanı olan babasının vergi hesapları için çok zaman harcadığını gören Pascal, 1642-44 arasında, dişli çarklarla çalışan ve toplama çıkarma işlemleri yapabilen bir hesap makinesi geliştirdi. Önemli geometri ve fizik kitapları yazdı. Pascal, akışkanlarla ilgili çalışmaları sonucunda Pascal yasası olarak bilinen önemli bir ilkeyi ortaya koydu. 1643′te İtalyan Evangelis ta Torricelli, yeryüzündeki her şeyin üzerinde bir hava basıncı olduğunu gösteren ve bu basıncı ölçen barometreyi bulmuştu. Pascal deniz düzeyinden yükseğe çıkıldıkça hava basıncının azalması gerektiğini düşündü ve 1648′de gerçekleştirdiği deneyle bunu kanıtladı.
Pascal üçgeni, binom açılımındaki katsayıları bulmaya yarar. Pascal’ın bu üçgeni, olasılıklar kuramında da ustalıkla kullanılır. Bu üçgen, biyolojideki uygulamalar, matematik, istatistik ve pek çok modern fizik konularında uygulama alanı bulunur.
25 yaşında iken kendisini felsefi ve dini düşüncelere adamıştır. Dine çok inanan biri idi. Sağlığı çok bozuk olduğundan dolayı 19 Ağustos 1662 tarihinde Paris, Fransa’da hayatını kaybetti.
Newton 4 ocak 1643’te İngiltere’nin Lincolnshire kentinde doğdu. Çiftçi olan babasını doğumundan üç ay önce kaybetmişti. Annesi ikinci kere evlendi. İkinci evlilikten üç üvey kardeşi olan Isaac anneannesinde kalıyordu. On iki yaşında Grantham’da King’s School’a yazılan Newton, bu okulu 1661’de bitirdi. Aynı yıl Cambridge Üniversitesi’ndeki Trinity Kolej’e girdi. Nisan 1665’te bu okuldan lisans derecesini aldı. Lisansüstü çalışmalarına başlayacağı sırada ortalığı saran veba salgını yüzünden üniversite kapatıldı.
Salgından korunma amacıyla annesinin çiftliğine sığınan Newton, burada geçirdiği iki yıl boyunca en önemli buluşlarını gerçekleştirdi. 1667’de Trinity Kollej’e öğretim üyesi olarak döndüğünde diferansiyel ve integral hesabın temellerini atmış, beyaz ışığın renkli bileşenlerine ayrıştırılabileceğini saptamış ve cisimlerin birbirlerini, uzaklıklarının karesi ile ters orantılı olarak çektikleri sonucuna ulaşmıştı. Çekingenliği yüzünden Newton her biri bilimde devrim yaratacak nitelikteki bu buluşların çoğunu uzun yıllar sonra (örneğin türev ve integral hesabı 38 yıl sonra) yayınlamıştır.
Lisansüstü çalışmasını ertesi yıl tamamlayan Newton 1669’da henüz 27 yaşındayken Cambridge Üniversitesi’nde matematik profesörlüğüne getirildi. 1671’de ilk aynalı teleskopu gerçekleştirdi, ve ertesi yıl Royal Society üyeliğine seçildi. Royal Society’e sunduğu renk olgusuna ilişkin bildirisinin eleştirilere hedef olması, özellikle Robert Hooke tarafından şiddetle eleştirilmesi üzerine Newton tümüyle içine kapanarak, bilim dünyasıyla ilişkisini kesti.
1675’de optik konusundaki iki bildirisi yeni tartışmalara yol açtı. Hooke makalelerdeki bazı sonuçların kendi buluşu olduğunu, Newton’un bunlara sahip çıktığını öne sürdü. Bütün bu tartışma ve eleştiriler sonucunda 1678’de ruhsal bunalıma giren Newton ancak yakın dostu ünlü astronom ve matematikçi Edmond Halley’in çabalarıyla altı yıl sonra bilimsel çalışmalarına geri döndü. Newton’un Başarıları
Gelmiş geçmiş bilim adamlarının en büyüklerinden biri olarak kabul edilen Isaac Newton, matematik ve fizikte çok önemli buluşlar gerçekleştirdi. Matematikte (a+b)ª ifadesinin üstel seriye açınımını veren genel iki terimli teoremini buldu. Newton’un bilime en büyük katkısı mekanik alanındadır. Merkezi Kuvvet yasası ile Kepler yasalarını birlikte ele alarak kütleçekim yasasını ortaya koydu. Newton hareket yasaları olarak bilinen eylemsizlik ilkesi, kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğunu ifade eden yasa ve etki ile tepkinin eşitliği fiziğin en önemli yasalarındandır.
Newton yaptığı çalışmalarda bazı hesaplamaların içinden çıkamayınca kendi bulduğu formüllere uyması için bazı varsayımlar ortaya atmak zorunda kalmıştır. Kendisi de bu varsayımların hatalı olduğunu bilmesine rağmen bunları kullanmak zorunda kalmış. İlerleyen yıllarda yapılan bilimsel araştırmalarla Newton’un bu hataları tespit edilmiştir. Ama yine de yaptığı çalışmalara kıyasla bunlar göz ardı edilmiştir.Isaac Newton bu çalışmaları ile ün kazanmıştır.
Newton Başlıca eserleri
-Method of Fluxions -De Motu Corporum in Gyrum (1684) -Philosophiae Naturalis Principia Mathematica (1687) -Opticks (1704) -Arithmetica Universalis (1707) -An Historical Account of Two Notable Corruptions of Scripture(1754)
uyuz Sözler Söz : anne merak etme, akşama dönerim. sabaha da iskenderim
Kardesim sizin disinizin içi iyice oyulmus dolgu gu gu kurtarmaz maz maz cekmemiz lazim lazim zim zim m m magara gibi olmus mus mus ss..
hiç birşeyi gururuna yediremiyodu, gururu açlıktan öldü
Her isi harfi harfine uygulardi sonunda çik çak çik çak diye daktilo sesi çikartmaya basladi.
Geçmişimi hep arıyorum ama hep meşgul
Şu dj lerin konusmalarına hiçbir d j im yok
Bu musluk sulari ile daha iyi kafa yapilir hey barmen bana bir I.S.K.I
Meraba burdan anneme selam söyleyebilirmiyim anne bak been nabeeer
Ne! sizin paspas bagiran cinsten degilmi, Ne! sizin bir kediniz mi var.
Bankalardan başka fonda olan bir şey söyleyin Cevap:Jane Fonda
Su musluk sesınden acaaip tirsssssssiyorum.
BU guzellik,bu guluş,bu zeka,bu akıl,hele şu anlam dolu gozlerin buyusu,Allah butun bu guzellikleri bi arada toplamış,neyse benden cok bahsettik, senden ne haber.
Shekspierre’in trakyali bi hemserimiz oldugunu biliyormuydunuz. To be or not to be bre.
Kanımda çok fazla alkol WAR..
Ah marie..Senin için herşeyi yaparım..Dağları delerim..Ölüme atarım kendimi..Ateşlerde yanarım..Cumartesi günü görüşürüz sevgilim(eğer yağmur yağmazsa..)
Dogustan yetenekliyim. Parmaklarimdan üçünü makineye kaptirmasaydim şimdi on parmagimda on marifet var
Ben isime çok bagliyimdir ne GREV verilirse yaparim
baska bir rengi sevmeyen renk olur ben senı sevıyorum kalbım kırmızı beyaz.
bu sene sensın sampıyon haydı bastır haydı bastır haydı bastır sanlı trabzon
gemi üstünde biber fenere goller gelir gider
iki taraftar mactan sonra benzin istasyonuna gitmis biri benzin pompasını almıs …üne sokmus dieri ona saskın bır bakısla bu yaptıgın normalmı demıs oda hayır super demıs
Sivas’ta 24. dönem milletvekili seçimleri için oy verme işlemi saat 07.00’de başladı.
Kent merkezinde ve ilçelerde sabahın erken saatlerinden itibaren vatandaşlar, oylarını kullanmak için sandık başına gitti. Oy kullanma işlemi sırasında yaşlı ve engelli vatandaşlara sandık görevlileri yardım etti. Bu arada aranan bazı kişiler de oy kullanmak için geldikleri sandık başında emniyet mensuplarınca gözaltına alındı.
Sivas Valisi Ali Kolat da eşi İlksen Kolat ile Atatürk Lisesi’nde 1014 No’lu sandıkta oyunu kullandı. Vali Kolat, dün saat 18.00’e kadar sözün siyasilerde olduğunu, bugün artık sözün milletin olduğunu ifade etti. Oy kullanmanın hem bir vatandaşlık hakkı hem de vatandaşlık görevi olduğunu belirten Vali Kolat, ”Bu görevi de yerine getirmiş oluyoruz. Bu saate kadar ilimizde olumsuz herhangi bir şey olmadı. Herkes rahat bir şekilde oylarını kullanıyor. İnşallah bir şey çıkmaz. Zaten gerekli tedbirlerini de hemen her yerde, sandık başlarında ve sandık çevresinde aldık” dedi.
-BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ ADAYI ŞENER’İN TEPKİSİ-
Sivas bağımsız milletvekili adayı Abdüllatif Şener de, Yenişehir Lisesi 1370 No’lu sandıkta oyunu kullandı.
Şener, halkın iradesiyle milletvekillerinin yenileneceğini belirterek, yeni bir parlamento döneminin başlayacağını söyledi. Sivas’ta yoğun bir seçim kampanyası sürdürdüklerini anlatan Şener, ”İrade halkımızındır, Sivaslılarındır. Ortaya hangi iradeyi çıkarırlarsa çıkarsınlar bunun doğru bir karar olduğuna inanırım. Çünkü her seçim seçilenlerin seçilmesinden öte kendi halkımızın kendisi hakkında verdiği bir kararı ifade eder” dedi.
Şener, oy pusulasında adının küçük puntolarla yazılmasına da tepki göstererek, oy pusulasıyla ilgili büyük bir sorun bulunduğunu belirtti.
Şener, şunları kaydetti:
”Bağımsız aday olarak benim ismim çok küçük yazılmış. Halbuki partilerin isimleri hangi puntolarda yazılıyorsa bağımsız aday olarak, çünkü aynı koşullarda seçimlere giriliyor, aynı puntolarda yazılması gerekiyordu. Üstelik o kadar küçük yazılmış ki biliyorsunuz 45 yaş üstü vatandaşlarda biyolojik olarak yakını görme sorunu oluşur. 45 yaş üstünün gözlük takmadan göremeyeceği kadar küçük puntolarla yazılmıştır. Türkiye’de de belli yaşın üzerinde gözlük kullanma alışkanlığı zaten yoktur. Dolayısıyla biyolojik olarak bile seçmenlerin bir kısmının göremeyeceği küçüklükte yazılmıştır. İkinci olarak bağımsız adayla ilgili bölüm diğerlerinden farklı düzenlenmiştir. Bu da şaşırtıcı seçmeni yanıltıcı bir durumu ifade eder. Hem küçük yazılması hem de farklı düzenlenmiş olması nedeniyle doğrudan doğruya bağımsız aday olarak bana oy vermek isteyen seçmenleri yanıltmaya yönelik bir oy pusulası düzenlenmiştir. Bu kabul edilebilir bir şey değildir.”
Şener, basın mensuplarının oy pusulasında isminin küçük puntolarla yazılmasına bir itirazının olup olmayacağını sorması üzerine Şener, ”Seçim sonuçlandıktan sonra arkadaşlarımızla konuyu değerlendireceğiz” cevabınıverdi.
”Ülke geneliyle ilgili nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?’ sorusu üzerine Şener, ”Türkiye geneliyle ilgili herhangi bir değerlendirme yapmak istemiyorum. Çünkü biz gerçekten Sivas’taki seçimlere odaklandık. Haber programları bile izlemeden, gazeteleri bile okumadan 24 saat Sivas’taki seçime odaklanmış olarak çalışmalarımızı sürdürdük. Partilerin 5’şer adayları vardı. 5 kişinin gittiği yere ben tek başıma ulaşmaya çalıştım. Çünkü her seçmen doğrudan doğruya adayı görmek istiyordu. Böyle bir zorluğumuz da vardı. Bu yoğunluk nedeniyle Türkiye geneliyle ilgili herhangi bir değerlendirme yapmayacağım ama seçimlerin ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum” diye konuştu.
Tsunami ile ilgili Gazete Haberleri Tsunami Haberleri
Tsunamiye kapıldı, ABD’de kıyıya vurdu Japonya’da 11 Mart’taki 9 büyüklüğündeki depremin ardından meydana gelen tsunaminin etkisiyle California’da oluşan tsunami dalgalarına kapılan bir kişinin cesedi, yaklaşık 480 kilometre uzaktaki Oregon kıyısına vurdu.
25 yaşındaki Dustin Douglas Weber, tsunami dalgalarının fotoğrafını çekiyordu ve aniden sulara kapılarak kayboldu. 2 Nisan’da Oregon eyaletindeki Warrenton şehri yakınında bulunan sahilde yürüyüş yapan bir kişi tarafından cesedi buldu.
Birkaç haftadır suda kaldığı anlaşılan ve çok bozulmuş olan cesedin kimlik tespiti diş kayıtlarından yapılabildi. Gazeteport’un haberine göre; Weber’ın ölüm sebebi boğulma olarak açıklandı.
Yetkililer, olağandışı olan tek şeyin cesedin bulunduğu yerle Weber’ın dalgalara kapıldığı yer arasındaki mesafe olduğunu belirtiyorlar. Uzmanlar bu tür vakalarda cesedin genelde suya girilen yere daha yakın mesafede bulunduğuna dikkat çekiyor.
11 Mart günü California’da Japonya’daki dev tsunaminin tetiklemesiyle oluşan dalgalara kapılan Weber’in Oregon doğumlu olduğu ve olaydan sadece iki hafta önce California’ya taşındığı ortaya çıktı. Olay sırasında Klamath Nehri’nin ağzında tsunami dalgalarının fotoğrafını çekiyordu.
Weber’in acı içindeki annesi Lori Davis, “Harika bir çocuktu. Onu hiç bu kadar heyecanlı görmemiştim. Çok mutluydu” diye konuştu.
Japonya’yı Tsunami Vurdu
ABD Jeolojik Araştırma Kurumu USGS, Japonya’nın kuzeydoğu kıyıları açıklarında meydana gelen depremin 8,9 olduğunu bildirdi.
Japonya Meteoroloji kurumundan yapılan ilk açıklamada depremin büyüklüğü 7,9 olarak kaydedilmişti.
Japonya’da son 7 yılın en büyük depreminin ardından büyük tsunami uyarısı yapıldı.
Japonya’da meydana gelen 8,9 büyüklüğündeki depremde ölü sayısı 32’ya yükseldi.
Japon medyası, başkent Tokyo’da 67 yaşındaki bir kişinin çöken duvarın, yaşlı bir kadının da çöken çatının altında ezilerek can verdiğini duyurdu. Başkentin kuzeyindeki İbaraki bölgesinde de bir evin çökmesi sonucu 3 kişinin öldüğü belirtildi.
Farklı bölgelerden de ölü, yaralı ve kayıp haberleri geliyor.
Japon medyası, daha önce deprem ve depremin yol açtığı dev dalgalarda 19 kişinin öldüğünü duyurmuştu.
Fethullah Gülen ve Hocaefendi okumaları -1 Ahmet Kurucan kaleme aldı.
Yanlış okumadınız; Fethullah Gülen ve Hocaefendi. Genelde bizim örfümüzde herhangi bir şahsa “Hoca; Hocaefendi” nitelemesi iki sebeple verilir; birincisi ve öncelikle dini sahadaki bilgisi ve selahiyeti nedeniyle.
İkincisi de yine ilim ve irfanından dolayı bir saygı ifadesi olarak. Gerçi son bir asırdır gerek temsilcilerinin kifayetsizliğinden, gerekse dine karşı tavır alan kişi ve grupların ideolojik tutumlarıyla amansızca ve sistematik olarak sürdürdüğü düşmanlıktan dolayı neredeyse kavramın içi boşaltılıp itibarı düşük bir hale getirildi. “İtibarsızlaştırma” son asırda dine ve dindara karşı yapılan sistematik bir psikolojik savaş taktiği idi adeta ama bu ameliye bahs-i aher.
Sadede gelirsek; “Hoca” veya “Hocaefendi” gerçekte kelimenin tam anlamıyla alimlere verilen bir sıfattır. Fethullah Gülen, bu vasıfları hakkıyla haiz olduğu için “Hoca” ve “Hocaefendi” onun da sıfatı olmuştur. Fethullah Gülen, zamanla bu vasıfla öylesine bütünleşmiştir ki, “sıfat” ona “isim” olmuş ve bugün Anadolu insanının zihninde “Hocaefendi” dendiği zaman akla gelen Fethullah Gülen olmuştur. Elbette başka hocaefendiler de var.
Halbuki Fethullah Gülen sadece “Hoca”, sadece “Hocaefendi” değildir. Onun entelektüel bir kimliği de var. Çağdaş Batı ve Doğu edebiyatına, siyasi düşünce tarihine, fikir ve felsefe dünyasına yakın âşinalığı var. Dünden bugüne ilim, irfan ve felsefe dünyasını iyi takip eder. Alternatif düşünce üretir, eleştiriler yapar. Kişi, kurum ve olaylar arasında derin analizler, mukayeseler, sür’atle intikaller ve geçişler yapar. Uzun geçmişi düne, dünü bugüne, bugünü de yarınlara ve uzak geleceğe bağlayabilen, ideal ve hatta bir medeniyet projesi üretebilecek seyyal ve kuşatıcı bir zihin dünyası ve kişiliği var. Bu yönüyle entelektüel ve geniş aydın bir kimliği de var.
Diğer taraftan o, yalnızca fikir ve idealleri ile baş başa yaşayan bir entelektüel değildir. Toplumsal pratikte dönüştürücü bir liderlik ve rehberlik profili de var. Özellikle eğitim ve öğretim alanında, küresel düzeyde faaliyet gösteren yüzlerce kurumun öncüsü, yol göstericisi ve rehber hocası olmuştur. Yine toplumsal pratikte dönüştürücü bir aktör olarak çatışan dünyaları barıştırma adına gösterdiği çabalardan hareketle barış gönüllüsü özelliği de vardır. Elbette tüm bunların yanında bir de dünya geneline yayılmış gönüllüler hareketine fikri açıdan mimarlık ve liderlik yapan başka bir özelliği de vardır. Bütün bunlara dayanarak diyebiliriz ki Fethullah Gülen’in “hocaefendi” profili, gelenek ve örfte kullandığımız klasik “hocaefendi” profilini aşmış, daha cami bir profildir. Bu cami şahsı anlamaya çalışırken, çokları bütünden parçaya değil de parçadan bütüne gitmeyi tercih eder ve onun için bu farklı yönlerinden hareketle Gazzali, Mevlânâ ve Nizamu’l-mülk benzetmeleri yapar; kimileri İbni Haldun’u ilave eder; kimileri Seyyid Kutup, Hasanü’l Benna profilinden bakar ama son tahlilde gelinen yer onun cami kimliğidir; işte “Hocaefendi” bunu ifade eder.
Bu kadar uzun girişin sebebi…
Sıfatın isim, ismin müsemma olması bir yana, onun kitaplarını okuma adına bir usul teklif edeceğimiz bu yazıda camiyyetine göre değil, münferid özelliklere göre bir tasnifte bulunacağız. Onun için yazının başlığında bu ayrıma işaretle “Fethullah Gülen Hocaefendi okumaları” yerine, “Fethullah Gülen ve Hocaefendi okumaları” demeyi tercih ettim. Burada ilk yalın haliyle onun bütüncül kimliğine, ikinci haliyle de yani “Hocaefendi” nitelemesi ile de din adamı, alim kimliğine vurgu yapmış olacağız. Ağız alışkanlığı gereği hocaefendi nitelemesini her ismi geçtiğinde kullandığımız için burada alim kimliğini kastettiğim yerlerde geçen “Hocaefendi” vasfını tırnak içinde yazacağım ki yaptığım ayırım okuyucu zihninde netlik kazansın.
Peki böyle bir tasnife gerek var mı? Bence var. Çünkü daha sistematik bir okuma için bunun şart olduğunu düşünüyorum. Buna binaen de aşağıda Hocaefendi’nin kitaplarını kategorize ederken onun din adamlığı ve alim yönünü ön plana çıkartan kitaplarını “Hocaefendi” kitapları, sair alanlardaki kitaplarını da aydın, sivil toplum lideri vb. diye nitelendireceğim. Ama elbette bu tasnif biraz daha derin ve sistematik bir okuma için gerekli. Yoksa daha hazmı kolay okuma biçimleri için illa da bir tasnife gitmeye lüzum görülmeyebilir. Zira Hocaefendi’yi her seviyeden insan okuyor. Onu okuma ve tanıma adına farklı düzeylerde yapılacak okumalar için böyle bir tasnifin şart olduğunu bir kez daha tekrarlıyorum.
Yanlış değerlendirmelere kapı açmaz mı bu? Bence açmaz ve açmamalı. Açmaması için meramımı anlatma adına giriş kısmını bu kadar uzun tuttum.
Öncelikle zorlandığımı ifade etmeliyim. İşin zorluğu şurada; onun “Hocaefendi” özelliğini nazara veren yönü çok daha derin bir çalışmayı hak ediyor. Bilindiği gibi bizde “alim” kimliği, tefsir, fıkıh, kelam, hadis, tasavvuf vb. İslami ilimlerin hemen hepsinde vukufiyeti ifade ediyor. Hocaefendi, doğrudan tüm bu alanlarda eser yazmadıysa da bu arka planla konuşan bir alim. Sohbet, makale ve kitapları, bu zengin arka planla dinlenip okunarak ancak hakkıyla anlaşılabilir. Bazı alanlarla doğrudan ilgili müstakil kitapları var. Bunları değerlendirmek ve tasnif etmek nispeten daha kolay. Ama çeşitli sohbet vesileleri ile dile getirdiği ve birçok yazısında öylesine değerlendirmeleri var ki bunların her birinin ayrı ayrı ele alınması gerekir. Nitekim merhum İbrahim Canan hadis, Suat Yıldırım Kur’an, İsmail Albayrak tefsir, Faruk Beşer fıkıh diyerek bu tür eser ve konuşmalarından yola çıkarak müstakil birer eser kaleme aldılar. Selman Ünlü’nün “Fethullah Gülen’in Eserlerinde Dua” kitabının ve akademik konferanslarda tebliğ konusu olan birçok makalelerin de bu çerçevede zikredilmesi lazım. Kaldı ki bunların yeterli olduğunu söylemek de oldukça zor. İhtimal söz konusu kitapların müelliflerine sorsak bu soruyu; onlar da yazdıklarını yeterli görmeyecek, “kapsayıcı olmadı” diyecek, “sadece bir veçheden muttali olduğumuz kadarıyla bazı yönlerini nazara verdik” türü izahlarda bulunacaklardır. Bir de bunlara yukarıda ifade ettiğimiz gibi Hocaefendi’nin “Fethullah Gülen” olarak kaleme aldığı kitapları ilave edecek olursak, işin zorluğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Mevzum Hocaefendi’yi anlatmak değil; ama F. Gülen ve “Hocaefendi” okumaları için bir usul önereceğimiz yazıda baştan bunların bilinmesi lazımdı bana göre. Yukarıda söyledim; sözü uzatmamın sebebi bu.
Madem sözü uzattım; bir hususa daha işaret ettikten sonra yazıya gireyim; Hocaefendi’nin sözlü müdevvenatı. Henüz matbaa mürekkebiyle dahi buluşmamış; kâğıda-kaleme dökülmemiş vaaz ve sohbetlerini kastediyorum. Bunlar o kadar büyük bir yekün teşkil ediyor ki; gerçekten kelimenin tam anlamıyla “müdevvenat” olarak nitelendirmeye değer. Çünkü Hocaefendi’nin özellikle İzmir hayatından bu yana -ki başlangıcı 1967’dir- neredeyse hiçbir sözü yere düşmemiştir. Kahve sohbetlerinden 1980 ihtilaline kadar sürdürdüğü resmi vaizlik sürecinde yaptığı vaazları; dar ve geniş, hususi ve umumi çevrede gerçekleşen sorulu cevaplı sohbetleri de “Fethullah Gülen ve Hocaefendi” okumaları bağlamında müstakil olarak ele alınması gereken, tasnif ve keşfedilmeyi, umuma mal edilmeyi bekleyen ayrı bir hazinedir. Belki aynı zaviyeden “Fethullah Gülen ve Hocaefendi dinlemeleri” başlıklı ayrı bir usul teklifinin yapılacağı kaleme almak gerek.
Şimdi gelelim zor bir iş dediğimiz işin en zor kısmına…
Dindar nesil yetiştirmek Dindar Gençlik yetiştirmek Dindar bir Toplum
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” açıklamasına yönelik
Resul Tosun yazısı: Komünizm ideolojisinin hakim olduğu birkaç ülkeyi ve dini vicdanlara hapseden aşırı laikçi düşünceyi dışarıda tutarsak, dindarlığın bütün dünyada makbul ve teşvik edilen bir olgu olduğunu görürüz.
Çağdaş demokratik, laik/seküler ülkelerde de dinin dışlanmadığını aksine özgürlük alanının son derece geniş olduğunu dolayısıyla da etkin olduğunu müşahede ederiz.
Öyle ki inançsız olanlar bile toplumdan dışlanmamak için kiliseye kayıt yaptırıp aidat ödeme ihtiyacı hissederler.
Devlet dine ne eğitim ne de ibadet alanlarında müdahale etmez. Aksine özgürlük alanını genişletir ve dini müesseselere kolaylık sağlar.
Siyasetçiler de din ve dini müesseselere düşmanlık yapmak yerine onlara saygılı davranmaya özen gösterirler. Muhafazakarlar ve sağcıların yanı sıra artık sosyal demokratlar da dine saygılı olmaya başlamışlar hatta dindar görünme ihtiyacı bile hissetmişlerdir.
Yanlış hatırlamıyorsam on sene kadar önceydi ABD’de yönetim devlet memurlarını dindar olmaya teşvik eden bir broşür bastırıp dağıtmıştı.
Dolayısıyla Başbakan’ın dindar nesil söylemi normal demokratik bir ülkede yadırganmaz aksine takdir edilir. Asıl yadırganacak taraf dindar nesil yetiştirilmesine gösterilen tepkidir.
Türkiye’ye gelince, kabul etmek gerekir ki toplumumuz inançlıdır. Kimileri dinin gereklerini yerine getirmiyor olsa da, yaşanmasına karşı çıkmayan aksine gıpta eden bu itibarla da dindarlığı benimseyen dolayısıyla da özünde dindar olan bir toplumdur.
Toplumun dindarlığı devlete rağmen bir dindarlıktır. Çünkü devlet cumhuriyetten bu yana toplumu dinden mümkün mertebe uzak tutmaya hatta irtica yaftasıyla dine karşı çıkmaya yönelik bir politika izlemiştir. Engel olmaya çalışmıştır.
Toplum buna rağmen dinine sahip çıkmış ve dindarlığı benimsemiştir.
Toplumun dindarlaşmasının arkasındaki asıl güç sivil toplum örgütleridir. Dini cemaatler ve topluma sundukları hizmetlerdir. Aslına bakarsanız dini cemaatlerin kurumları halen kanunen yasaktır. Ama bu yasağa rağmen toplum onlara sahip çıkmakta ve hizmetlerini takdir etmekte, devamı için de her türlü desteği vermektedir.
İşte ben bu bağlamda Başbakan’ın dindar nesil yetiştirme söylemini devletin bizzat nesil yetiştirmeye soyunması olarak değil, özgürlük alanını genişletmesi olarak yorumluyorum.
Demokrasiden yola çıkarak söyleyeceksek, demokratik devlet vatandaşlarına hangi dine inanacaklarını, nasıl inanacaklarını, nasıl ibadet edeceklerini hangi mezhebe iltifat edeceklerini empoze de etmemelidir yasak ve engel de koymamalıdır.
Devlet özgürlük alanlarını genişletmeli, inanç ve inancını yaşamanın önündeki engelleri kaldırmalıdır.
Yeter başka bir şey yapması gerekmez.
Bunca baskılara ve yasaklara rağmen İslam bugün toplumumuzun en belirleyici faktörü haline gelmişse, bu ucundan kenarından verilen özgürlükler sayesindedir.
İslam hak dindir ve önündeki yasaklar kaldırıldığı zaman neşvünema bulur.
Demokrasiden beklenen de bir dini empoze etmesi değil bütün dinler için özgürlük alanını açması ve genişletmesidir.
Özgürlük alanı genişlediğinde Türkiye toplumunun daha da dindarlaşacağından benim zerre kadar kuşkum yok. Eksik olan devletin din eğitimi vermesi değil eksik olan özgürlüktür. Din eğitimi alanında sağlanacak özgürlüğün getireceği rekabet ortamında din eğitiminin de kalitesi yükselecektir buna inanıyorum.
Devlet sadece dindarların önündeki engelleri kaldırsın yeter.
Mesela kamudaki kılık kıyafet sınırlamalarını dindarları kucaklayacak şekilde genişletsin, ve mesela başörtülü hanımlar kamuda rahatlıkla çalışabilsin.
Devlet bunu yapsın yeter.
Benim dindar nesil yetiştirmekten anladığım, devletin dini eğitim vermesi değil fertlere dinlerini öğrenme ve yaşama özgürlüğü sağlaması, özgürlük alanını çağdaş ülkelerde olduğu gibi genişletmesidir. Gerisi sivil toplum örgütlerinin işidir.
3 Yaşında Erkek Olduğunu Reddetti 3 Yaşında Erkek Olduğunu Reddeden Çocuk
İngiltere’nin Essex kentinde yaşayan 4 yaşındaki Zach Avery 1 sene öncesine kadar erkek çizgi film kahramanlarına özeniyor ve tipik erkek çocuk davranışları sergiliyordu. 3 yaşına bastığında erkek çocuk gibi yaşamayı reddeden Zach saçlarını uzattı ve annesinden saçlarına kurdele takmasını istedi.
Zach’in anne-babası Theresa ile Darren Avery oğullarını doktora götürdüklerinde gerçeği öğrendi. Zach İngiltere’nin “Cinsiyet Kimlik Bozukluğu” hastalığına yakalanan en küçük hastalarından biriydi.
Zach’in dışında 3 çocuğu daha olan Theresa oğlunun bir gün gelip kendisine “Ben kızım” dediğini söyledi. Theresa sözlerine şöyle devam etti: “Erkek kimliğini reddettiğini ilk duyduğum zaman şaka yaptığını sandım. Neticede sadece 3 yaşında bir çocuktu. Fakat daha sonra cinsel organından rahatsız olduğunu onu kesmek istediğini söylediğini duyunca işin ciddiyetinin farkına vardım.”
Zach’in özel durumu yüzünden okulda zorluk çekmediğini, arkadaşlarının Zach’i Zach olduğu için sevdiklerini belirten Theresa şöyle konuştu: “Zach’in okulu bize çok destek oldu. Kızların da tercih edebildiği pantolonlu bir üniforma var. Şimdi onunla okula gidiyor. Ayrıca okul hem kızların hem de erkeklerin kullanabileceği bir tuvalet yaptırdı. Dolayısıyla şu an okul açısından Zach‘i rahatsız edebilecek bir konu gündemimizde yok.”
27 Nisan gecesi Ttnet kullanıcıları 22:00 itibariyle internete bağlanamadı. Tüm türkiyede oluşan bağlantı sorunun neden dolayı olduğu henüz bilinmiyor. TTNet’in 444 0 375 numaralı müşteri hizmetleri telefonu kitlendi Cep telefonlarıyla ve 3G internet girişiminde bir sorun yaşanmazken sabit hatlarla ilgili sorun yaşandı. İnternet kesintisi yaklaşık 2 saat sonra sona erdi. Gece 00.00 itibariyle Türkiye genelinde internete erişim tekrar sağlandı.
İNTERNETİN KESİLMESİNDE REDHACK’İN PARMAĞI VAR MI?
Redhack, internet kesintisinin kendileri dolayısıyla olduğunu iddia ederken, Türk Telekom yetkilileri böyle bir şeyin söz konusu olmadığının altını çizdi.
İnternetin 22:00 – 00:00 saatleri arasında kesilmesini “şans” olarak değerlendiren uzmanlar, gün içinde olabilecek bir kesintinin birçok sektörü olumsuz yönde etkileyeceğini ve çalışmaların aksayabileceğini kaydetti.
Saat 22:00 sularında meydana gelen internet kesintisi yüzünden zarara uğrayanlar da oldu. Haberimizi yayınlamamızın ardından okurlarımız bize onlarca e-posta gönderdi. Bir kullanıcı, 27 Nisan Cuma tarihinin Kurumlar Vergisi Beyannamesi’nin tesliminin son günü olduğunu ve kesinti nedeniyle beyannamelerin gönderilemediğine dikkat çekti ve yetkililerden cevap beklediğini dile getirdi.
Türk Telekom yetkileri sorunun giderilmesinin ardından twitter üzeriden şu açıklmayı yaptı: “Yaşanan kısa süreli teknik bir aksaklık nedeniyle internet erişiminde bazı bölgelerde kısa süreli sorun yaşanmış, ekiplerimizin anlık müdahalesi ile yaşanan sorun giderilmiştir. Bilgilerinize sunarız”
Wilma Elles(Carolin)Sınır Dışı mı edilecek? Öyle Bir Geçer Zaman ki’nin Carolin’i Wilma Elles sınır dışı edilebilir.Pasaport işlemleri için İstanbul Emniyeti’ne giden Elles’ten, Türkiye’de oturma izni olduğunu gösteren belge istendi. Ancak Elles, “ikamet tezkeresi” adı verilen belgeyi bulamadı.
Belgenin her zaman çantasında olduğunu belirten oyuncu, “Çalınmış ya da kaybetmiş olabilirim” dedi.
Elles, bunun üzerine Fatih Şehit Tevfik Erciyes Karakolu’na giderek belgenin kaybolduğuna dair başvuruda bulundu. Elles başvurusunda, Türkiye’de bir dizide oynadığını ve oturma izni aldığını da bildirdi.
Konya’da bir dersanenin Yönetim Kurulu Başkanı Naci Atalay, bugün yapılan Seviye Belirleme Sınavı’nda (SBS) A kitapçığında yer alan Fen Bilimleri Bölümü’ndeki 9’uncu kimya sorusunun hatalı olduğunu iddia etti.
Sistem Dershanesi Yönetim Kurulu Başkanı Naci Atalay, SBS’de yer alan soruların Milli Eğitimin müfredatında yer alan konulardan oluştuğunu hatırlatırken, soruların bir çoğunda anlaşılmasının kolaylaştırılması için şekiller çizildiğini söyledi.
İŞTE O SORU Atalay, Fen Bilimleri Bölümü’ndeki A kitapçığının 9’uncu sorusunda “Kırılgandır. Yüzeyi Mattır. Oda sıcaklığında katıdır. Elektron almaya yatkındır’ özellikleri verilen element, aşağıdaki hangi periyodik tabloda koyu renkle belirtilen bölgede yer alır ?” denildiğini belirterek şöyle dedi:
“Soru ve cevapları incelediğimizde hem B seçeneğinin, hem C seçeneğinin taralı bölgesinde bulunan bazı elementlerin yukarıdaki özellikleri taşıdığını gördük. B seçeneğindeki taralı bölgede 8A grubu (soygazlar) ve 7A grubunun ilk iki üyesi oda koşullarında gazdır. Bu nedenle B seçeneğindeki çoğu elementin temsil edildiği taralı bölge yukarıda verilen özellikleri taşımamaktadır. Doğru şık olduğu açıklanan B seçeneği hatalıdır. En yakın cevap ‘C’ gözüküyor. 8A (soygazlar) oda koşullarında katı değildir, yüzeyi mat olmaz, elektron almaya veya vermeye yatkın değildir.”
Öğrenci ve soruları inceleyen öğretmenlerin B ve C seçeneği arasında hangisinin doğru cevap olduğu konusunda çıkmaza düştüklerini ifade eden Atalay,”Umuyorum bu soru tekrar gözden geçirilir. Çünkü Türkiye çapında böyle düşünen çok sayıda öğrenci olduğunu düşünüyorum. Biz de onun için bu sorunun yeniden gözden geçirilmesinde yarar var diyoruz” diye konuştu.
Redif, Şiirlerde mısra sonlarında, görevleri aynı olan eklerin, ya da anlamları aynı olan sözcüklerin tekrarlanmasına denir. Redifler daima mısranın en sonunda bulunur, yani kafiyeden sonra gelir. Redifin olduğu her yerde mutlaka kafiye de vardır. kafiyeler farklı anlamlarda kullanılır ama redifleranlam bakımından aynıdır
İstiklâl Marşı, şekil özellikleri açısından bir nazımdır. Dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşmaktadır. Dikkat edilirse kırk bir mısra olduğu görülür. Bu da “Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın. diyen Akif’in, bu marşı bağımsızlığımıza bir nazarlık olarak yazdığı düşüncesini akla getirmektedir.
Şiirde her kıtanın mısralarının kendi aralarında kafiyeli olduğunu görürüz. Sadece onuncu kıtada dördüncü dize serbesttir.
1. Kıta: -cak sesleri, zengin kafiye. 2. Kıta: -lâl sesleri, zengin kafiye. 3. Kıta: -aşa sesleri, zengin kafiye / -rım ekleri redif. 4. Kıta: var, -var, boğar sesleri, tunç kafiye. ğ>v 5. Kıta: akın, -akın, tunç / zengin kafiye. 6. Kıta: tanı, -tanı sesleri tunç kafiye. 7. Kıta: -dâ (-daa) sesleri, zengin kafiye. 8. Kıta: emeli, -em eli, -emeli, tunç kafiye. 9. Kıta: -aş sesleri, tam kafiye / -ım’lar redif. 10. Kıta: -lâl sesleri, zengin kafiye / dördüncü dize serbest.
İstiklâl Marşı’nın ölçüsü aruzdur. Aruzun en çok kullanılan (Fâ i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lün) kalıbıyla yazılmıştır.
****
Redif Kafiye
1. Kıta
___sancak ___ocak <– Zengin Kafiye ___parlayacak ___ancak
2. Kıta
___hilal ___celal <– Zengin Kafiye ___helal ___istiklal
3. Kıta
___yaşarım ___şaşarım <– Tam Kafiye ___aşarım ___taşarım
4. Kıta
___duvar ___var <– Tam Kafiye ___boğar ___canavar
5. Kıta
___sakın ___akın <– Zengin Kafiye ___Hakk’ın ___yakın
6. Kıta
___tanı ___yatanı <– Zengin Kafiye ___atanı ___vatanı
7. Kıta
___feda ___şüheda <– Tam Kafiye ___hüda ___cüda
8. Kıta
___emeli ___eli <– Tam Kafiye ___temeli ___inlemeli
9. Kıta
___taşım ___yaşım <– Tam Kafiye ___na’şım ___başım
10. Kıta
___hilal ___helal <– Zengin Kafiye ___izmihlal ___hürriyet ___istiklal
İlk aşka yazılmış duygusal bir mektup Maziye zincirlenmişti birzamanlar kaderim. Kalbime de zincir vurulmuştu sanki. Fırtınalar hep içimde dolmayan bir boşluk ise benimleydi hep. Büşra ın gözyaşları durmadan akıyordu. Oturmuştu bir banka gelene geçene aldırmıyordu hiç. Biraz evvel bir holding binasından çıkmıştı. İlk aşkı ilk sevdiği birzamanlar komşusunun oğlu olan Kaanı ziyarete gelmişti. Senelerdir görmemişti onu. Öyle bunalımdaydı ki Yeni eşinden ayrılmış sanki bir iki laf edecek birini aramış ve Kaanı görmeye gelmişti. Sevinçle girdiği yerden ağlayarak çıkmıştı. Kaanın bir sene önce öldüğünü öğrenmişti. Oysa lisede birlikte okurken üniversiteyi bitirip evleneceklerini söylüyorlardı birbirlerine. Hemen kalemini çıkarıp ağaca bir kalp çizmiş ve içine isimlerini yazmıştı Kaan. Düşüncelere dalmıştı Büşra. Apartopar banktan kalktı. Edinekapı Mezarlığına gitti. Kaanı görememişti ama mezarına gidecekti. Bulacağına inanıyordu. Arkadaşları tarif etmişti. Mezarlığın kapısında ki çiçekçiden ençok sevdiği birzamanlar sevdiğinin verdiği kırmızı gülleri aldı. Kapıda ki görevliye sordu. Birlikte aramaya başladılar. . İçinden durmadan Sonunda buldu mezarı Gözyaşları durmuyordu. Şimdi ben senin için aldım. Nişan yüzüklerimizi bile almıştın. Gençlik işte mantıklı düşünemiyor ki insan. Hem ağlıyor hem konuşuyordu Büşra. Evliliğinde çok acılar çektirmişti eşi. Devamlı aldatıyor ve manevi işkenceler yapıyordu. Sonunda dayanamayıp kızını da alıp annesinin yanına gitmişti. Aslında . Kaandan bir beklentisi yoktu. Çünki Kaanda evli ve iki kızı vardı. Yalnızca arkadaş olarak görmeye gitmişti. Trafik kazasında öldüğünü öğrenmesi onu geçmişe götürmüştü. Ve bizi ayırdı. Belki sen de mutlu olamadın eşinle. Bense hiç olmadım. Bazen seni düşünürdüm. Seninle evli olsaydım mutlu olurdum. Sen beni anlıyan sevgi dolu biriydin. Yine gözlerinde ki yaşlar sicim gibi iniyordu Büşra ın. . Keşke bugün hiç uğramasaydım. İçimde ki aşk kırıntıları kalsaydı yerinde. Ama mazimin saf ve temiz aşkı köz gibi yanacak bundan sonra içimde. Elinde ki gülleri mezarın toprağına tek tek bıraktı. Birzamanlar aşık olduğu deliler gibi sevdiği arkadaşını gözü yaşlı olarak bıraktı. Hayat herzaman süprizlerle doluydu. Bazen böyle acı süprizler de insanın karşısına çıkabiliyordu.
Karşılıksız platonik aşk mektubu Seni ne çok sevdim ben. Ne çok gözyaşı döktüm senin için. Geceleri sen yatağında meleklerin kanatlarıyla uçarken ben penceremin önünde senin rüyana girmek için dua ederdim. Bir bakışına, bir dudak kıvrımında titreşen gülüşüne ulaşmak için dünyanın bütün çiçeklerini önüne sererdim.
Şiirler, şarkılar, sevgiler içimde tutuşan bir ateş, onun yangınında senin için kül kesildim. Ağır hastalar geceyi zor geçirir. Sabahı bekler kırgın yürekler, hasta umutlar, yalnız ruhlar. Yalnızdı gecelerim. Hastaydı gecelerim. Kan kaybından giden bir yaralı gibi umarsızdı gecelerim. Bir uçurumun kenarına beni taşıyan karabasandı gecelerim. Adına yalnızlık dedim. Sensizlik dedim.. Sen beni bilmedin, beni tanımadın, beni sevmedin.. Bu bir ölümdü, bu bir fermandı .. Bıçak kesmez artık beni, ip asmaz, çeküller yüreğimi taşımaz. Yaşamak mümkün değil, yalnızlık karanlık kapılarıyla üstüme kapandı. Amansız acılar içindeyim.
Ey Sevdiğim.. Ben seni ne çok sevdim. Dünya bildi, bir sen bilmedin. Yalnızlığın diğer adı aşka karşılık almamaktır. Kaçılamayacak kadar yakın, tutulamayacak kadar uzak bir yerdesin.. Benim aşkıma yalnızlık kucak açtı. Senin yokluğuna dokundum, içim yandı. Odamın çıldırtan sessizliğinde sana seslendim. Yankısı döndü dolaştı, senin kapıların bana kapalı. Kendi sesim yine bana ulaştı. Anladım ki beni hiç duymayacaksın.
Sana sitem edemem. Sana kırılamam. Bir tek dileğim var senden, son bir tek isteğim. O da MUTLU OLMAN.
MUTLU OL SEVDİĞİM.. BİRİCİĞİM.. AŞKIM. NEREYE, KİME GİDERSEN GİT YETER Kİ SEN MUTLU OL.
Özlem Mektubu; Sevgilim!.. Sen gideli kaç saat oldu ? Kaç gün geçti, kaç hafta..? Saymadım.. Bana yüzyıllar geçmiş gibi geliyor. Son anda sen giderken gözlerinin buğusunu bıraktın.. Şimdi sis içinde bütün dünya. Çiçekler gözyaşlarımı içti, sen onları kırağı sanırsın, çiy sanırsın.. oysa hepsi benim gözyaşlarımla ıslak..
Sevgilim özlüyorum seni.. Bir balta indirildi, içimden bir ağaç köküyle devrildi. Gözlerimden akan yaştan belli değil mi, içim kanıyor. Özlem bir bulut gibi sarıyor beni, kuşatıyor . Seni sevmek bir sonsuzluk gibi büyüyor içimde. Haftanın her gününe, geçen her saate senin adını verdim. Senin adınla başlıyor mevsimler, yıllar sen varsan içinde, geçerli…
Özlem bir yağmur gibi yağıyor üstüme. Damlalar yüreğime vuruyor. Gecenin karanlığında bir başınayım.Uykularım bölük pörçük. Bütün rüyalarımda sen.. gözlerim kapanır kapanmaz gözlerin yaklaşıyor. Sonra bir rüzgar alıp seni, benden uzaklara götürüyor.
Geceler boyu sabahlayıp uğruna, boşluğa düştüğüm sevdiğim, bir tanem, gözbebeğim.. Yüreğimden mühürlendim sana.. Şiirler havalanıyor kuşlar gibi, şarkılar ağlıyor yokluğuna.. Sevgilim hayatı sende buldum ben, tükenirsem sen tüketirsin beni.
Yoksun, gittin, tek başına koydun… Bu nasıl bir özlemdir, kendi gövdem ateşten bir gömlek.. yanıyorum..Yetti artık, yetiş n’olur dayanamıyorum.
Dışarıdaki soğuğa inat yüreğim o denli sıcak ki senin sayende. İçimde sürekli canlı kalan bir ateş, beni yakıp kavuran aşk alevi ve gözlerinde kaybolacağım anı beklemenin heyecanı ile günlerim geçiyor. 1 aralıktan beri kalp atışımın ne denli hızlı, gözlerimin içindeki parıltının ne kadar ışıltılı olduğunu, ruhumdaki fırtınanın keyiften delirmişçesine tüm bedenimi ele geçirdiğini nasıl anlatacağımı inan bilemiyorum.
Güne senin varlığını bilerek başlamak nasıl bir keyif veriyor bana bir bilebilsen. Kendini benim gözümle görüp, o sıcacık yüreğine benim gibi şefkatle sen de dokunabilsen, ne kadar şanslı bir kul olduğunu sen de anlardın. İşte ben her gün bunun için şükrediyorum gamzelim. Senin o bal gibi tatlı yüreğine sahip olduğum, gözlerinin baktığı yerde var olduğum ve nefesini tenimde hissedebildiğim için şükrediyorum.
Senden uzak geçen günlerim de oluyor elbet; tüm ruhumu yaralayan, beni karanlık dehlizlere hiç acımadan fırlatıp atan ve pusulasını kaybetmiş bir gezginin çaresizce sağa sola koşturuşunu anımsatan günler… İşte o anlarda bedenim ruhuma ağır geliyor sevdiğim. Bir hançerle kalbimi deşseler ya da bir anda boğazıma ip geçirseler belki de bu kadar acıtmaz benliğimi. Gözüm saatte, ruhum ateşlerde, bedenim çilelerde bekliyorum gelişini… Halbuki biliyorum emin ellerde olduğunu, halbuki biliyorum mecburi seyahatlerde olduğunu ama olmuyor işte gamzelim. Ne beynime, ne kalbime ne de kendini sana adayan ruhuma söz geçiremiyorum ki… Hep seni yanında istiyor artık bu kadın. Gecesini, gündüzünü, ömrünü, yaşamını sana adamak için bekliyor.
Geceleri senden uzakta uyumanın acısını biliyor musun peki sen gamzelim? Güne senden uzakta başlamanın yakıcılığını? Peki ya tüm gün gözlerinden, teninden ve sevgi ile dökülen kelimelerinden uzak olmanın yıkıcılığını? Ben tüm bunları istemesem de tadıyor ve hiç istemediğim bir leke gibi üstümde taşıyorum. Sevmiyorum… Hem de hiç sevmiyorum…
Yıllarca bu denli büyük bir sevgi ile sana koşan bir kadının oldu mu hiç? Günün her dakikası seni düşünen, kendinden çok seni önemseyen, sen uyurken yüzünün tüm hatlarını ezber edecek kadar saatlerce yüzünü izleyen ve akşam olup da gün geceye dönerken sırf sana sarılmak için tüm gün dualarla seni bekleyen bir kadının oldu mu?
İşte bu kadın seni senden daha çok sevip, sana senden daha çok değer veriyor. İşte bu kadın “seni seviyorum” demekten asla çekinmeyip bunu her söylediğinde yüreğinde anaforlar yaşıyor. İşte bu kadın, senin kadının olmakla gurur duyarken geleceğe dair planlar yapıyor. Ve işte bu kadın, seni canından daha çok seviyor …
Su hayattır. Bedenimizin ortalama %70’i sudan oluşur. Su yaşamımızın sürdürülmesi için gereken temel besinlerdendir. Bedenimizin ısı dengesi hücre içi yaşamın devamı besinlerin yakılması sindirilmesi suya bağlıdır. Suyun az alınması halinde ciddi sağlık sorunlarına kapı açılmış olur. İnsan vücudunun ilk başta önemsiz görünseler de kritik yerlerinden olan deri, saç ve tırnak gibi bölgelerin temiz kalabilmesi için mutlaka suya ihtiyaç vardır. Bunun yanında normalin üstünde bir miktarda alınan su, metabolizmanın hızlı çalışmasını da sağlar. Böbrekler, kalp ve damarlar vazifelerini daha kolay bir şekilde gerçekleştirirler. Aynı zamanda sindirim sisteminin de işi oldukça kolaylaşır. Vücuttu zamanla biriken atık maddeler, su sayesinde kolayca atılabilir. İçilen su oranında kanın akış hızı da kolaylaşacaktır. Kanın taşıdığı maddeler de varmaları gereken yere daha iyi bir şekilde varacağı için vücudun yerine getirdiği olağana işlemler de bu durumdan olumlu etkileneceklerdir.
Su, yapısı bakımından hiçbir zaman yağa dönüşmeyeceği için fazla alınması herhangi bir zarara yol açmaz. Tam tersine, bol miktarda alınan su kişinin kendini tok hissetmesini sağlayacaktır. Bu durum da kilo vermek isteyen kişilerin kayda değer miktarda faydasına olacak bir özelliktir. Su, vücutta meydana gelen kimyasal olaylarda önde gelen araçlardan biridir. Bunun yanında su, vücudun ısı miktarını ayarlamakta ve düzenlemekte de rol oynar. İnsanın yapısına baktığımızda, en çok su miktarının beyinde, karaciğerde ve kaslarda olduğunu görürüz. Her birinin insan yaşamı için hayati bölgeler olduğunu göz ardı etmezsek, suyun ne kadar önemli olduğunu bir kere daha anlamış oluruz.
Rüzgâr Ile Güneş Güneş ve rüzgâr kimin daha güçlü olduğunu tartışıyorlarmış. Rüzgâr
-Ben daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım. Şu karşıdaki paltolu yaşlı adamı görüyor musun ? Paltosunu senden daha hızlı çıkaracağıma bahse girerim demiş. Güneş bir bulutun arkasına çekilmiş ve rüzgâr kasırga şiddetinde esmeye başlamış. O kuvvetle estikçe ihtiyar adam paltosuna daha sıkı sarılıyormuş.
Sonunda rüzgâr pes edip durmuş. Güneş bulutların arkasından çıkıp yaşlı adama nazikçe gülümsemiş. Çok geçmeden adam alnındaki teri silip paltosunu çıkarmış.
Sonra , rüzgâra dönmüş nazik ve dostça davranışın, şiddet ve güç gösterisinden daha etkili olduğunu söylemiş
BİR KEDİ İKİ SERÇE
Bir kediyle bir serçe Bir arada büyümüşler kardeşçe Sepet, kafes bir arada, İçtikleri su ayrı gitmezmiş Gerçi kedi ara sıra, Serçeye sinirlenirmiş, Suratında gagasıyla süngü talimi yapıyor diye, Ama o da zaman zaman Bir pençecik atarmış serçeye, Fazla canını yakmadan, Tırnaklarını tutarak Yumuşak yumuşak Serçeyse boyuna bakmaz Gagalarmış kediyi düpedüz Kedi ne de olsa daha akıllı, Hoş görürmüş bu oyunları – Böyle şeyler olur, dermiş, Dostlar arasında; Dostun dosta kızması saçma Uzatmayalım, kediyle serçe Şakayı kaka etmiyorlarmış, Barış içinde yaşayıp gidiyorlarmış Derken bir başka serçe Görmeye gelmiş bizimkileri Bakmış filozof bir kedi, Cıvıl cıvıl da bir serçe Dost oluvermiş ikisiyle Ama bir gün barış bozulmuş, İki kuş arasında kavga çıkmış Kedi ne yapsın bu durumda? Taraf tutmak zorunda kalmış: – Bu serseri kim oluyor da, demiş: Kafa tutuyor benim dostuma? Dağdan gelip bağdakini kovacak ha? Yoo, demiş kedi, öyle yağma yok Kedilik adına çıkıp ortaya, Girmiş iki kuş arasındaki kavgaya Bir pençede yakalayıp yemiş Yabancı serçeyi Bir de ne baksın kedi, Serçe eti tatlı mı tatlı, – Dayanamam doğrusu, demiş; Ötekini de yemiş
Konu hakkında kesin bir yazı okuayamadım hiç bir yerde bazıları farmvillede 70 level gördüğünü söylüyor. Bazıları da en fazla 50 level olduğunu söylüyor. Gidebildiğiniz kadar gidin siz işte illaki bir yerde biter