Posts Tagged ‘şimdi’

Sensizliğe Sessizce Katlanırım

Cuma, Haziran 22nd, 2012

bir mechullerdeyim şimdi
nerden estiğini bilmediğim bir rüzgar
Sessizce penceremden girdi

ayrılık ayrılık sanki alıp verdiğim nefesimdi
donup kaldım içim buz gibi
şimdi sensizim bu hayatım münzevi
sevgimi kalbimi ciğerimi
jilet gibi kesipte gecti

ayrılık karanlık bir oda gibi
yazıp çizersin ama söyleyemezsin
nerde nasıl durduğunu bilemezsin
hissedersin belki ama gitmiştir
gittiğini göremezsin

ağlıyorsun geceleri
hani kuru yapraklara yazmıştın o günleri
sonbahar da dökülüp gitsin
bak sonbahar gelmeden bitti
adını koyamadığın yalnızlığın
adını koyamadığın karanlığın
adını koyamadığın rüzgarın
anılarını acılarını sildi geçti

peki unutabildin mi
sen başka gözler de aşkını görebildin mi
bak bak ben seni yazıyorum
ne cok zaman geçmiş
saatler sana durmuş

bak yine o şarkı
ben seni unutamadım ki
ben senden ayrılamadım ki
yıllar yıllar neleri götürdü özünden
hatırladın demi
peki beraber söylenen bu şarkı ne oldu şimdi
sözler sözler şimdi ağır mı geldi

bak şimdi ayrılık vakti
odamı aydınlatan yıldızlarım unuttu seni
senden kalan ne varsa sildim geçtim
sanki titretiyor kalbimi
acılarım ,kapandı artık sana olan tüm sayfalarım
severek ayırdın sol yanımı

(Ayna) Lar göstermiyor gerçekleri
bitmez demiştik bak gör nasıl da bitti
sol yanım sanki acıyor gibi ama gittin ya
dayanırım dayanırım
Sensizliğe Sessizce Katlanırım

Atatürk şiirleri 2. sınıf

Cuma, Haziran 22nd, 2012

2. sınıflar için Atatürk şiirleri
Atatürk şiirleri
2. sınıf düzeyi Atatürk şiirleri

Atatürk

Şimdi bir deniz varsa
Pamuk tarlaları
Rüzgarlar altında
Şimdi bir tren geçiyorsa ovalardan.

Buğday sarısı güneşte
Bir kuş uçuyorsa
Şimdi bir bayrak dalgalanıyorsa
Aylı yıldızlı…

Yaşamak seninle güzel
Yaşamak bunun için büyük
Sevgili Atatürk.

Adnan ARDAĞI

Atatürk şiirleri, 2. sınıflar için Atatürk şiirleri
ATATÜRK

Adını adımdan önce,
Heceledim, öğrendim,
Duvarları, kitapları,
Senin resminle beğendim.

Binbir biçim içinden,
Bir anda seçerim yüzünü,
Kimse alamaz içimden,
Gözlerinin gündüzünü.

Bütün bildiklerimden,
daha yakınsın yüreğime,
Alfabeyi hecelerken,
“Atatürk” yakıştı elime.

Seni yazdım, okudum,
Seni belledim yürekten,
Her törende birlikteyiz,
Bayrağın içinde sen, ben.

Daha iyi anladım her yıl,
Açıldıkça düşüncelerim,
İlk sevgim büyür, büyür de,
Seni daha da severim.

Her yön sen olursun sen,
Kitap, tren, şapka, kravat,
Sen Türkiye’mi uçuran,
En büyük tanrısal kanat.

Her On Kasım’da gözlerimiz,
Bir daha ağlarken sana,
Bir kez daha inanırız,
Her yerde yaşadığına.

İbrahim Zeki BURDURLU

2.sınıflara uygun Atatürk şiirleri

Atatürk

Atatürk dedim iptida
Önümü ilkledim

Nasıl söylerim öldüğünü,
Atatürk’üm karşımda.
Yatmış uyumuş karlar üstüne
Kalpağı başında.

Nasıl söylerim öldüğünü,
Elinde beyaz tebeşir
Geçmiş tahta başına,
Atatürk’üm ders verir.

Nasıl söylerim öldüğünü,
Başında yeni şapkası
Yola çıkmış yürümüş,
Kalabalık arkası.

Nasıl söylerim öldüğünü nasıl,
Bir ışık vurmuş yüzümüze.
Atatürk’üm bakıyor besbelli
Çeki düzen verelim üstümüze.

İlhan DEMİRASLAN

Atatürk

Düşmanların elinden
Bizi kurtaran sensin.
Bu toprağı yeniden
Özenle kuran sensin.

Ünümüzü dünyaya
Mertçe duyuran sensin.
Gündüz gün, gece aya
Benzer kahraman sensin.

Adını büyük, küçük
Anıyoruz her zaman,
Adı büyük Atatürk
Anlı şanlı kahraman.

Nabzımızda atansın
Ey ! ölmeyen atamız.
Gönlümüzde yatansın
Seni unutamayız.
Mehmet Necati ÖNGAY

Mehmet Akif Ersoy Dur Yolcu

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Dur Yolcu Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Akif Ersoy Ey Yolcu!…
Mehmet Akif Ersoy Ey Yolcu Şiiri

Ey Yolcu

Gitme, ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım:
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki!..
Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan,
Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan?
Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu!

Mehmet Akif Ersoy

deniz kirliliği ile ilgili şiir

Cuma, Haziran 22nd, 2012

deniz kirliliği şiirleri, deniz kirliliğini anlatan şiir, deniz konulu şiirler, deniz şiirleri

SİTEM

Gemiler yanaşurdi iskeleye
İçi baluklarla doli
Kovaylan satulurdi
Bilmezduk kiloylan almayi
Düşenleri karada kediler
Denizde martilar yerdi
Bağira çağira
Çaparalar baluklan dolar taşardi
Ufak uşaklar çikarurdi kancalari
Şimdi mumlan ararolduk
O bereketli günleri
Diyilerki bize denizler kirlendi
Bizmi kirlettuk desek
Korkarum kizacaklar bize
Hayde bizum aklumuz kesmedi
Sizundami kesmedi devletum
Hiç mi akilli adamunuz yoğidi
Bizmi denizlerun altini kirlettuk
Hayde çopümüzü biz toktuk
Fabrikalarida bizmi bağladuk denizlere
O beyuk varilleri bizmi attuk canum karadenize
Ula hayde biz cahiliduk
Kesmedi aklumuz
Sizdami cahilidunuz
Şimdi kavga ettiriyusunuz bizi
Karada kedilerlan
Denizde martilarlan
Uşaklarumuz bilmiyi
İzmariti,
Kalkan taşindi zengin sofralarina
Hamsiyi bu sene Rusya’dan yeduk
Beğenmeduğumuz mezgit
Adam oldida bulinmayi
Çinakop yeduğumuz sene olmayi bazen
İstavrit süs oldi tezgahlara
Norveç’ten uskumri aliyiruk
Ula hayde biz cahiliduk
Kesmedi aklumuz
Sizdami cahilidunuz
Şimdi kavga ettiriyisunuz bizi
Karada kedilerlan
Denizde martilarlan…
Murat SAĞKOL

Nevruz Bayramı şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Nevruz Bayramı şiirleri, Nevruz Bayramıyla ilgili şiirler, Nevruz şiirleri, Nevruz şiiri, Nevruz Bayramı şiiri, Nevruz Bayramı konulu şiir

Anadolu’da Bahar
İlkbahar geldi Anadolu’nun,
Her tarafı yeşil şimdi.
Ağaçlar çiçek açar, kuşlar ötüşür,
Her yanı cıvıl cıvıl duy şimdi.

Arılar düğün yapar şu mevsimde,
Anadolu’nun renk renk
Gül bahçesinde,
Bülbüllerin neşesini gör şimdi.

Cıvıl cıvıl sessiz duran yuvalar,
Kelebekler birbirini kovalar,
Halı gibi nakışlandı ovalar,
Bölük bölük, sarı yeşil, mor şimdi.

Gök gürülder yağmur yağar,
Her taraf mis gibi toprak kokar.
Anadolu’da böyle yaşanır bahar.

Özlem ULUER

Baharın Sevinci
Yeni baharda canlanır yer,
Kırlar hep yeşiller giyer.
Döner geline her ağaç,
Süslü bir etektir yamaç.

Çiçeklerle donanmış,
Halı gibi çayırlar.
Üstünde ipek tüylü,
Kuzular oynaşırlar.

Kuşlar cıvıldaşırken,
Coşkun akar dereler.
Derelerin sesini
Dağlar uzaktan dinler.

Kuş sesleri yayılır,
Ovalara, dağlara.
Menekşeler yayılır,
Bahçelere, bağlara.

Tatlı renkler, kokular,
Bağa, kıra can verir.
Her yerde bin bir tat var;
Her yer cennet gibidir.

Uzamaya başladı günler sahiden,
Güneş’in batmak istemediği belli.
Eteğini havalandırarak esen
Kış boyu düşündüğüm bahar yeli.

Kader TAŞOVA

Barışın Sesi
Dillerden düşmez kardeşlik türküleri,
Nevruzda yeşerir, barış çiçeğinin
Huzur ve kardeşlik dolu sesi,
Anlatır mutlulukların en yücesini.

Her çiçeğin ayrı bir rengi,
Baharın, kardeşliğin, emeğin eseri,
Yurdumun güneşi, baharın habercisi,
Bayram sevinciyle geçer nevruz günleri.

Nevruzda açar çiçekler.
Çekilir halaylar, söylenir türküler.
Geçmişin şanı, geleceğin heyecanı,
Bir barış çığlığı gibi sarar dört bir yanı.

Menaf ÖZDEK

Doğanın Düğünü
Kurtulur buzlardan dumanlı dağlar
Bitmez bir neşeyle uçar tüm kuşlar
Güneş bugün sanki bir başka parlar
Tabiatı nevruzun heyecanı sarar.

Dallarda sevinçli bülbüller öter
Kalmaz insanda ne dert, ne keder
Rüzgârın coşkulu türküsü yeter
Kardeş gibi kucaklaşır gök ve yer.

Atalarım asırlardır kutlar bugünü
Bir başka olur çünkü doğanın düğünü
Bütün yörelerimi sarmıştır ünü
Hiç bozulmayacak bir kültür ürünü.

Köstebek, yavaşça açılır gözün
Hey papağan! Anlamı ne bu sözün?
Artık gereği yok kuşlara göçün
Hüznü kalmadı içimizde güzün.

Renk cümbüşü sürer gider böylece
Kalbimizde yerin yok, karanlık gece
Gönüllerde, dillerde vardır tek hece
Nevruz, gitme kal bizimle ömrümüzce!…

Deniz KOÇ

ilköğretim haftası şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

ilköğretim haftası şiirler,ilköğretim haftası şiirleri kısa,ilköğretim haftası şiirleri uzun,ilköğretim şiirleri

OKULUMUZ ŞİİRİ

Her yerden daha güzel
Bizim için burası,
Okul, sevgili okul,
Neşe, bilgi yuvası.

Güzel kitaplar burada,
Bir çok arkadaş burada,
İnsan nasıl sevinmez,
Böyle yerde okur da ?

Senin çatın altına
Girmez kötü duygular,
Bilgi giren yerlerde
Kalmaz artık kaygılar.

Her yerden daha güzel
Bizim için burası,
Okul, sevgili okul
Neşe, bilgi yuvası


Atatürk Gülümsedi

Atatürk gülümsedi öğretmenim
Siz sınıfa girince
Dağıldı kara bulutlar
Açıldı gonca

Baktı ki okul yenidir
Siz yenisiniz düşünceler yeni
Atatürk gülümsedi öğretmenim
Saklayamadı sevincini

Baktı ki gençsiniz bilgili
Eğitiyorsunuz yolunca yöntemince
Atatürk gülümsedi öğretmenim
Sevindi onca

Baktı ki karışmış aramıza
Çiziyorsunuz yolu
Atatürk gülümsedi öğretmenim
Gözleri dolu dolu

Anlaşılan bütün yaz
Atatürk gözünü kırpmamış
Çünkü boşmuş sıralar
Çünkü harf okunmamış

Kapkara bulutlar inmiş
Işıklı gözlerine
Bora gibi fırtına gibi Atatürk’üm
Sanırım yönelmiş bilgisizliğe

Ama baktı ki gün doğmuş
Bir koşu varmışız okula
Özlemle açılmış kitaplar
Bir iştah kızda oğlanda

Baktı ki zil çalmış sınıfa girmişsiniz
Bütün bakışlar sizde
Günaydın demiş derse başlıyorsunuz
Sımsıcak bir sevgi gözlerinizde

Baktı ki Türkiyesi Türkiyemiz
Aydın ufuklara yürüyor hızla
Atatürk gülümsedi öğretmenim
Övünüyor bizimle

Dağıldı kara bulutlar
Biz sınıfa girince
Atatürk gülümsedi öğretmenim
Kürsüde kendini görünce.


İLKÖĞRETİM HAFTASI

Hani oyun oynardım geçen yıl sokaklarda.
Şimdi okullu oldum, karşımda kara tahta.
Öğretmenim anlattı, okumak çok güzelmiş.
Bu sayede bu millet, tarihini öğrenmiş.

İlk günden ben ant içtim, çalışıp başarmaya.
Küçüğümü severek büyüğümü saymaya.
Türk’üm dedim, sonunda, gururla bağırarak
Sanki uçtum o anda ne güzelmiş okumak.

Babam da söylüyordu, heyecan duymamıştım.
Okulun verdiği şevk evden daha yüceymiş.
Şimdi titredi tenim, kendimle barışığım.
Arkadaşlar, ben şimdi okumaya aşığım.

Hakkı ÇEBİ

Uykusuzluk Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Uykusuzluk Şiiri,
uykusuzlukla ilgili şiirler,
Uykusuzluk Şiirleri


Özdemir Asaf Uykusuzluk şiiri

uykusuzluk ve pencerede bir kedi
gece boyu hiç konuşmadan durdu
yağmurlar yağdı, dindi
pencerede hep kedi
ne geceye girdi, ne uyudu
baktı, baktı, baktı
belli değildi doğmadığı, doğduğu

sanki ona bir zaman
hadi şimdi, yola çıkıp bir duygudan
pencerenin dışında duran
bir geceden indi, odaya girdi
dedi
hadi şimdi sende in uykudan

sevdi mi, sevmedi mi, belli etmedi
sürdürüp suskunluğunu
yeni huysuzluğu besledi
aaaa
kedi bu uykunun içindeydi

ankara yolundaydı bir gece
bir gün marmaris yolundaydı kedi
bütün uyku kapılarının önündeydi
mırmırları, tırmalamalarıyla
bir kadının düşlerindeydi
ve bütün hırçınlığıyla
anılarının önündeydi.

Özdemir Asaf


Uykusuzluk Şiir

bir uykusuzluk var içimde
sonra huzursuzluk
çok uzaktayım sanki
yıldızlar kadar yakın,
sen kadar uzak
uyku akıyor gözlerimden
ben değil
hislerim uyuyor.

İsmail Yaprak


HER GECE Mİ BU UYKUSUZLUK?

Her gece mi bu uykusuzluk!
Hele saatin tıkırtısı!
Ya karasinek düşünceler!
Çıldıracağım bu gidişle;
Yatak değil sanki cehennem.

Deliksiz bir uykuysa vaadin,
Günün dolmuş veya dolmamış,
Gençliğime filan bakmadan,
Derhal gelebilirsin ölüm;
Kapı açıktır, lamba sönük.

CAHİT SITKI TARANCI

Uykusuzluk

Bir yudum su bazen istediğim
Gecelerin dipsiz kuyusunda boğulurken
Her saat başı kan ter içinde uyanırken kabuslardan
Görmek istediğim sadece sendin
Duymak istediğim sadece bir seni seviyordum
Uyumaya korkuyorum artık gecelerde
Nedenini tam kestiremesem de
Bir teori var aslında bende
Senin varlığın hep hayatımdayken
Yetiyor üç beş saat göz kapama
Bu kadar az saatin sorunu benle
Uyandığımda yaşadğığım herşeyin
Çok güzel bir rüya olması korkusundan
Söyler misin sevgilim beynimde fink atarken düşünceler
Nasıl uyuyabilirim rahatça senin elin olmadan elimde
Zamanda zor geçiyor sensiz her an
Senle olan saatlerse saniyeden farksız
Sen sevgilim
Söyle…
Var mısın benle hayatın dipsizliğine adım atmaya…

Batuhan Öney

öldün ahiretten haber ver

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Hızlı yaşayıp genç ölmek isterdin
Cesedim yakışıklı olmalı derdin
Tahtalıköy diye alay ederdin
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Bir kaza sonucu öldün aniden,
Yüzünü gördüm, farksızdı caniden
İstemezdin-imam geldi camiden;
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Nasıl sarıldın kabrinde telkine.
Saldırırdın sık sık yaşarken dine.
Biraz sahip olamadın diline.
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Nasıl davrandılar Münkirle Nekir.?
Cevabı hazır soru kolay gelir.
Sünnettir yinede telkin edilir.
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Mayan olan çamur; şimdi de sine.
‘Maymundan türedim’dermisin yine.
Çok muhtaçsındır İhlâsla, Yasine
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Günahkârlığı bırak yakındın şirke
Bu haller içinde gelmiştin kırka.
Hakk8217;a kulluktur Âdemdeki ilke.
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Sana bir faydam olur mu bilemem
Elimden geleni hiç esirgemem.
Akibetim nasıl olur düşüncem
Öldün, ahiretten bana haber ver.

Bugünde kabrinin ziyaretindeyim.
Bütün kabirlerin seyrındeyim
Endişeler, korkular içindeyim.
Öldün, ahiretten bana haber ver.

ORHAN AFACAN

Kış Ezgileri Cenap Şahabettin

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Cenap Şahabettin Kış Ezgileri şiiri
Cenap Şahabettin Kış Ezgileri şiiri oku
cenap şahabettin elhanı şita şiiri


Kış Ezgileri (Günümüz Türkçesiyle)

Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş,
Eşini kaybeden bir kuş gibi kar
Geçen ilkbahar günlerini arar…
Ey kalplerin çılgın ezgileri
Ey güvercinlerin marşları,
O baharın işte yarını bu:
Kapladı derin bir sessizliğe yeri karlar
Ki sessizce sürekli ağlarlar.

Ey uçarken düşüp ölen kelebek,
Bir beyaz melek kanadının saçağı gibi kar
Seni solgun bahçelerde arar;
Sen açarken çiçek üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpaze gibi,
Naaşın üstünce şimdi ey ölü
Başladı parça parça uçmaya karlar
Ki gökten düşer düşer, ağlar!

Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar!
Küçücük, beyaz başlı baykuşlar gibi kar
Sizi dallarda, yuvalarda arar.
Gittiniz, gittiniz ey kuşlar!
Şimdi boş kaldı baştan başa yuvalar;
Yuvalarda -feryatsız yetim gibi!-
Son kalan mavi tüyleri kovalar karlar
Ki havada uçar uçar, ağlar!

Ey kış günlerinin seması! Elinde yığın yığındır
Yasemin yaprağı, güvercin kanadı, sabah bulutu…
Dök ey sema -tabiatın ruhu uykudadır;-
Kara toprağın üstüne bembeyaz çiçekler!

Yapraksız ve çiçeksiz olan her ağaçlık şimdi
Bir gölgeler, siahlıklar ve ümitsizlikler yığınıdır.
ey kış semasının eli, durma, durma çek
Her ağacın üzerine bir beyaz örtü.

Göklerden emeller gibi yağıyor kar,
Her tarafta hayalim gibi koşuyor kar.
Sessiz bir rüzgarın saf kanadında uyuklarmış gibi
Bir aralık durur, sonra uçarlar.

Soldan sağa, sağdan sola titreyerek ve kaçarak,
Bazen uçmada tüyler gibi, bazen dökülmedeler.
Karlar sükût ilahilerinin ezgileridir,
Karlar melekler âleminin bahçelerinin çiçekleridir.

Ey semanın eli, kara toprak üzerine dök.
Ey semanın eli, cömertliğin eli, kışın eli dök;
Bahar çiçeklerinin yerine beyaz karı,
Kuşların ezgilerinin yerine ümit sessizliğini!

Cenap Şehabettin
Elhan-ı Şita (Kış Ezgileri)

Cenap Şahabettin Bütün Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Cenap Şahabettin şiirleri
Cenap Şahabettinin yazdığı şiirler

ELHAN-I ŞİTA

Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gaib eyleyen bir kuş
gibi kar
Geçen eyyâm-ı nev-bahârı arar.

Ey kulûbun sürûd-ı şeydâsı,
Ey kebûterlerin neşîdeleri,
O bahârın bu işte ferdâsı:
Kapladı bir derin sükûta yeri
karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.

Ey uçarken düşüp ölen kelebek,
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek
gibi kar
Seni solgun hadîkalarda arar.

Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze
Na’şın üstünde şimdi ey mürde
Başladı parça parça pervâze
karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar.

Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar;
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar
gibi kar
Sizi dallarda lânelerde arar.

Gittiniz, gittiniz ey mürgan,
Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar,
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgan:-
Son kalan mâi tüyler kovalar
karlar
Ki havâda uçar uçar ağlar.

HAKİKAT-I SEVDÂ

Bir şüphe-i hissiyye ile dalgalanır dil;
Bir heykel-i gül-rû dikilir kalb üzerinde;
İnsan bütün ahzân ü meserrâta muâdil
Bir tatlı dönüş hisseder âvâre serinde

Her cevf-i hayâtî, sevilen şeyden ibaret
Bir lem’a-i nev, şa’şaasıyla eder ihfâ;
Bir berk arkasından ederek ömrü temâşâ
Bin müddet için göz kamaşır… İşte muhabbet!

Pek boştur o his, lakin o boşlukla dolar dil;
Âfâk-ı hayatiyyedeki cevfi o örter;
Herkes hep o boşlukta arar bir tutacak yer
Pîrâmen-i ömründeki girdâbâ mukâbil

Sevdâya mukabil duyulur rûhta her gâh
Bir def-i pey-â-pey ile bir cezb-i pey-â-pey;
Bir istiyor insan onu, bir istemiyor, âh
Sevmek bile doğmak gibi, ölmek gibi bir şey!

SENİN İÇİN

Sesin işler gibi bir şuh kanat gamlarıma
Seni dinlerken olur kalbim uçan kuşlara eş,
Gün batarken sanırım gölgeni bir başka güneş;
Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma.

Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi
Bir kuş okşar gibi sen saçlarımı okşarken.
Koklarım ellerini gülleri koklar gibi ben;
Avucundan alırım kış günü bir yaz ateşi.

Gönlüme avdet eder her unutulmuş nisan
Ne zaman gençliğini yolda hıraman görsem.
Eskiden pembe dudaklarda dağılmış busem
Toplanır leblerime, bir gece dalgın dursan.

Seni zambak gibi gördükçe açık pencerede
Gül açar bahtımın evvelki hazanlık korusu
Genç eder ufkumu hülyalarımın genç kokusu;
Sorarım ak saçımın örttüğü yıllar nerde?

Cebhemi varsın o solgun seneler soldursun
Yeni yıldız gibi doğdukça güzel her akşam,
Gençliğin böyle benimken kocaman, hiç kocamam .. .
Ruhum, ölsem bile ben, sen yaşayan ruhumsun

Ahmet Haşim Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Ahmet Haşimin Şiirleri
Ahmet Haşimin tüm şiirleri
Ahmet Haşim şiir
Ahmet Haşim şiirleri oku
Ahmet Haşim Şiiri Merdiven

AĞAÇ

Gün bitti. Agacta nes`e söndü.
Yaprak ates oldu, kus da yakut;
Yaprakla kusun pariltisindan
Havzun suyu erguvana döndü

Bir Günün Sonunda Arzu

Yorgun gözümün halklarında
Güller gibi fecr oldu nümayan,
Güller gibi…sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nalan;
Gün doğdu yazık arkalarında!

Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilan.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Alemlerimizden sefer eyler?

Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde sema: Kavs-i mutalsam!

Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!

AKŞAM YİNE TOPLANDI DERİNDE

Canan gülüyor eski yerinde
Canan ki gündüzleri gelmez
Akşam görünür havuz üzerinde,

Mehtab, kemer taze belinde
Üstünde sema, gizli bir örtü
Yıldızlar, onun gülüdür elinde

BAHÇE

Bir Acem bahçesi, bir seccade
Dolduran havzı ateşten bade.
Ne kadar gamlı bu akşam vakti
Bakışın benzemiyor mutade.

Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar
Dalmış üstündeki kuşlar yâda.
Bize bir zevk-i tahattur kaldı
Bu sönen, gölgelenen dünyada.

BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU

Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân,
Güller gibi… sonsuz iri güller,
Gün doğdu yazık arkalarından!
Altın kulelerden yine kuşlar,
Tekrârını ömrün eder i’lân,
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam,
Âlemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kaçmış olsam!

BİRLİKTE

Bütün bizimçündür
Nukuş-ı encüm-i vahdetle işlenen bir tül
Gibi üstünde titreyen bu sema;
Gecenin dallarında şimdi açan
Bu kamer,
Bu altın gül…

Bütün bizimçündür
Ne varsa aşk ile bidar-ı ra’şe, ya naim,
Ne varsa aid olan leyl-i hande-me’nusa,
Sana aid lebimdeki buse,
Lebinin surh-ı bizevali benim.

BİR YAZ GECESİ HATIRASI

İsveyle, fısıltıyla, gülüşle
Olmuş sebi sevda yine bihap
Oklar gibi saplanmada kalbe
Düştükce semadan yere mehtap…

Buseyle kilitlenmiş ağızlar
Gözler neler eyler neler israp! …
Uçmakta bu ateşli havada
Vuslat demi bir kuş gibi bitap…

BÜLBÜL

Bir gamlı hazânın seherinde,
Isrâra ne hâcet yine bülbül?

Bil, kalbimizin bahçelerinde,
Cân verdi senin söylediğin gül.

Savrulmada gül şimdi havada,
Gün doğmada bir başka ziyâda.

Ahmet Haşim Yollar Şiiri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Ahmet Haşim Yollar Şiirİ
Şiir Ahmet Haşim Yollar
Ahmet Haşim Yollar

YOLLAR

Bir lamba hüzniyle
Kısıldı altın ufuklarda akşamın güneşi;
Söndü göllerde aks-i girye-veşi
Gecenin âvdet-i sükûniyle..

Yollar
Ki gider kimsesiz, tehî, ebedi,
Yollar
Hep birer hatt-ı pür sûkt oldu
Akşamın sine-i gubârında.
Onlar
Hangi bir belde-i hayâle gider,
Böyle sessiz ve kimsesiz şimdi?

Meftûr
Ve muhteriz yine bir
nefha-i hayâl esiyor;
Bu nefha dalları bîtâb ü bîmecâl uyutur.
Sonra eyler giyâhı nâlende,
Sonra âgûş-ı ufk içinde ölür…

Ey kalb!
Seni öldürmesin bir sâye-i şeb,
İşte bir dest-i sâhir ü mahfî
Sana nûr-ı nücûmu indirdi.

Kuruldu işte, mesâfât içinde, lâl-i mesâ
Bütün meâbid-i hiss ü meâbid-i hülyâ
Bütün meâbid-i meçhule-i ümîd-i beşer…

Gurûb içinde bir eşkâl-i bîhudud-ı zeheb
Zücâc-ı san’at ü fikretle yükselirler hep;
Büyük denizlere benzer eteklerinde sükût,
Sükût-ı nâ-mütenâhi, sükût-ı na-mahdût,
Sükût-ı afv u emel.

Bir el
Derîçelerde bir altın ziyâ yakıp indi.
Aktı âb-ı sükûta yıldızlar
Bütün sular zehebî lerzelerle işlendi.

Tâ öteden,
Şimdi zer gözleriyle tâ öteden,
Gam-ı ervâhı vecde da’vet eder
Bütün meâbid-i meçhule-i ümîd-i beşer.
Bütün meâbid-i vecdin soluk ilaheleri
Birer birer iniyor gözlerinde rüyalar;
Dudaklarında ziyâdâr ve muhteriz titrer
Akşamın buse-i huzû-eseri.

oluk ve gölgeli simalarında reng-i mesâ
Nakşeder bir teheyyüc-i rüyâ:
Biri yorgun semâ-yı lâle bakar,
Biri bir gölge meşy ü gâşyile
Miyâh-ı râkide-i samt ü hâb içinde akar;
Biri bir erganûn-ı eb’âdı
Dinliyor gölgelerde ser-be-zemin,
Biri altın gözüyle, güyâ ki,
Sana ey kalb-i mübhem ü bâkî
“Gel!” diyor.
Lakin
İniyor
İşte leylin zalâm-ı bîdâdı…

Yollar
Ah ey kimsesiz giden yollar,
Yolların ey sükût-ı hüzn-eseri,
Bugünün inmeden şeb-i kederi,
Meâbid-i emel ü histe sönmeden bu ziyâ,
Ölmeden onların ilaheleri,
Ah gitmez mi, kimsesiz, sessiz
Yollar,
Ah gitmez mi hatt-ı sâkitiniz,
Şimdi zer gözleriyle, tâ öteden
Tâ öteden
Gam-ı ervâhı vecde da’vet eden
Uzak meâbid-i pür-nûr-ı vecd ü rüyâya
Ki câ-be-câ kapıyor bâb-ı vâ’dini sâye…

Ahmet Haşim

Ahmet Haşim Önemli Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Ahmet Haşimin Önemli Şiirleri,
Ahmet Haşim’in Şiirleri
Ahmet Haşim Önemli Şiirleri nelerdir

Ahmet Haşim Ağaç şiiri

Gün bitti. Agacta nes`e söndü.

Yaprak ates oldu, kus da yakut;

Yaprakla kusun pariltisindan

Havzun suyu erguvana döndü

——————————————————————————–

AKŞAM YİNE TOPLANDI DERİNDE

Canan gülüyor eski yerinde

Canan ki gündüzleri gelmez

Akşam görünür havuz üzerinde,

Mehtab, kemer taze belinde

Üstünde sema, gizli bir örtü

Yıldızlar, onun gülüdür elinde…

——————————————————————————–

BAHÇE

Bir Acem bahçesi, bir seccade

Dolduran havzı ateşten bade.

Ne kadar gamlı bu akşam vakti

Bakışın benzemiyor mutade.

Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar

Dalmış üstündeki kuşlar yâda.

Bize bir zevk-i tahattur kaldı

Bu sönen, gölgelenen dünyada.

——————————————————————————–

BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU

Yorgun gözümün halkalarında

Güller gibi fecr oldu nümâyân,

Güller gibi… sonsuz iri güller,

Gün doğdu yazık arkalarından!

Altın kulelerden yine kuşlar,

Tekrârını ömrün eder i’lân,

Kuşlar mıdır onlar ki her akşam,

Âlemlerimizden sefer eyler?

Akşam, yine akşam, yine akşam,

Bir sırma kemerdir suya baksam;

Akşam, yine akşam, yine akşam,

Göllerde bu dem bir kaçmış olsam!

——————————————————————————–

BİRLİKTE

Bütün bizimçündür

Nukuş-ı encüm-i vahdetle işlenen bir tül

Gibi üstünde titreyen bu sema;

Gecenin dallarında şimdi açan

Bu kamer,

Bu altın gül…

Bütün bizimçündür

Ne varsa aşk ile bidar-ı ra’şe, ya naim,

Ne varsa aid olan leyl-i hande-me’nusa,

Sana aid lebimdeki buse,

Lebinin surh-ı bizevali benim.

——————————————————————————–

BİR YAZ GECESİ HATIRASI

İsveyle, fısıltıyla, gülüşle

Olmuş sebi sevda yine bihap

Oklar gibi saplanmada kalbe

Düştükce semadan yere mehtap…

Buseyle kilitlenmiş ağızlar

Gözler neler eyler neler israp! …

Uçmakta bu ateşli havada

Vuslat demi bir kuş gibi bitap…

——————————————————————————–
BÜLBÜL

Bir gamlı hazânın seherinde,

Isrâra ne hâcet yine bülbül?

Bil, kalbimizin bahçelerinde,

Cân verdi senin söylediğin gül.

Savrulmada gül şimdi havada,

Gün doğmada bir başka ziyâda.

——————————————————————————–

GECE

Titreyen ellerimle penceremi

Açtım afaki leyle karşı… Yine

Gecenin gölgeden manazırına

İmtizac eylemiş nücumü bahar…

Sihri eb`at içinde şimdi gümüş

Bir sehap andıran miyah uyumuş..

Kalbi seydayı leyl olan rüzgar

Esiyor gölgelerde velvelekar…

Ah o bir aşkı bi-tenahi mi

Geceden, tudei manazırdan

Yükselen rasei humarü buhar?

Sanki hulyayı vasla müstağrak

Sebi bir itri hisle doldurarak

Dolaşan, titreşen kadınlardı…

Sanki bir savti gaibü mühtez

Kalbe bir aşkı bi-vefa yetmez

‘Seviniz, muttasıl sevin! ‘ derdi

——————————————————————————–

GELDİN

Bir gün

Akşamın ölgün

Duran o namütenahi ziya denizlerine

Gark olan eşcar,

Gark olan ovalar

Oluyorken sükut ü hüzne makar

Geldin alam-ı kalbi teskine

Ey şebabın hayal-ı cavidi,

O melul akşamın havası kadar

Gelişin bir sükun-ı saridi…

——————————————————————————–

GELMEDEN EVVEL

Kalbim

Benim bir ormandı,

İsimsiz, asude,

Bir büyük orman;

Ve gölgelerinde revan

Olan hafi suların aks-i şevk-i müttaridi

Dağıtırken sükutu bihude,

Düşünürdüm ki, hangi gün, ne zaman,

Ne zaman

Girecektin o kalb-i mes’ude?

Etmeden zehr-bad-ı fasl-ı elem

Reng-i eşcar ü abı fersude,

Dolacak mıydı seslerin, bilmem

O tehi saye zar-ı mesdude?

Sanki hicrana bir teselliydi

Şeceristan-ı kalb içinde revan

Olan hafi suların musiki-i nevmidi.

Tevfik Fikret Tarihi Kadim Şiiri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Tevfik Fikret Tarihi Kadim Şiiri
Tarihi Kadim Tevfik Fikret Şiiri
Tevfik Fikret Tarihi Kadim

TARİH’İ KADİM
Puan Ver :
İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu.
Ve başlar bize maval okumaya.
Ninniler uydurup uyutur bizi
dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun,
zifiri karanlık hayatından.
Gösterir bize evvel zamanı,
tek doğru, en güzel örnek, der.
Bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden.
Senin tarih dediğin işte budur,
alnında altı bin yıllık buruşuklar
ve bir o kadar da kuşku.
Başı geçmişe bir düşe değer,
sürünür ayağı bomboş bir geleceğe,
bir deri bir kemik,
ayakta zorla durur.

Ben hiç tiksinmem ondan,
karşıma alırım onu arada bir,
anlat bakalım, derim, şu eskilerden.
Bir parça feylesofa benzer o,
bir parça sırtlana benzer,
berbat suratıyla da bir hortlağa.
Yoklar mezarını unutulmuş gecelerin,
başlar paslı, boğuk bir sesle
bir bir bana anlatmaya,
sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse:
Hep yıkım üstüne yıkım,
acı üstüne acı!
Ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu,
çöküverir ağır gölgesi bir bulutun,
kanlar yağar dört bir yana.
En başta bir kanlı bayrak.
Kanlı bir taç gelir arkasından.
Sonra araçlar sökün eder kan içinde:
Balta, topuz, yay, kılıç, mızrak,
mancınık, top, tüfek, sapan.
Arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri.
En son alay alay esirler geçer.
Yenen bir kişiye yenilen on kişi,
çiğneyen haklı, yiğnenen hapı yuttu.
Yıkımlara, acılara alkış tut,
yüksekten bakanlar önünde eğil,
insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk,
doğruluk lafta, yürekte değil,
iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda.
Bir gerçek var, tek bir gerçek:
Eli kolu bağlayan zincir.
Bir tek şey var sözü geçen: yumruk.
Hak güçlünün, kötünün yanı.
Uzun lafın kısası:
Ezmeyen ezilir!
Nerde bir şeref var, iğreti.
Nerde bir mutluluk var, yama.
Bir şeyin ne başına inan ne sonuna.
Din şehit ister, gökyüzü kurban.
Her yanda durmadan kan akacak,
durmadan her yanda kan!

İşte böyle inler, sayıklar o,
anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü
ne yolda, nasıl sürdüğünü.
Bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında.
Duyarım sesinin titreyen kuyusunda
yankısını korkunç bir iniltinin,
ben de başlarım birdenbire titremeye,
toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana.
Savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık
indir bu acıklı sahnenin perdesini!
Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık!
Sen de, gelenekçi iskelet,
yazdığın kara yazılara bir son ver,
aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık.
Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var?
Bizden iyi geceler onlara,
bizden onlara iyi uykular!
Kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş,
koşuyorsun karanlıklara doğru?
Kanla oynamış gibisin,
kırmış geçirmişsin insanoğlunu.
Sen buna kahramanlık mı dedin?
Onun kökü kan ve hayvanlık be?
Şehirler çiğne, ordular dağıt,
kes, kopar, kır, sürükle,
ez, vur, yak ve yık.
Yalvarmalara yakarmalara boş ver,
gözyaşlarına iniltilere aldırma.
Ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri,
ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun.
Sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda,
kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer,
mezar taşına dönsün her ocak,
damlar çöksün yetimlerin başına.
Bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk!
Hey bana bak, başbuğ musun ne?
Yerin dibine bat, cakanla gösterişinle!
Her başarı bir yıkım bir mezarlık,
işte bir yavrucak yatıyor şurda,
ey cihangir, onu gör de utan!
Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril,
nice acılar verdin bütün insanlara,
inim inim inlettin bütün insanları.
Parçalan, kararmış tac, tuz buz ol,
hep senin yüzünden yoksulluğu insanların.
Göz yaşından incilerin nerde hani?
Nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen!
Eski çağlar nasıl kanmış size?
Ey kan içen kargalar,
bütün karanlıklar sizinle dolu!
Artık yeter fikri susturduğunuz,
yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada
zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın.
Hadi gidin tarih korusun sizi,
-haydutlara en iyi sığınaktır gece-,
gidin, yok olun siz de o mezarlıkta.
İşte müjdelerin en güzeli,
işte en gerçek özgürlük
düşümüzdeki gelecek çağlarda:
Ne savaş, ne savaşan, ne salgın,
ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen,
ne yakınma, ne de zulmün kahrı,
ne tapılan, ne tapan,
ben benim, sen de sen!

Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman,
kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini,
savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne?
Belki duyulmadık bir öykü,
belki korkunç bir masal.
Çok sürmez köhne kitap,
fikri gömen sayfaların
bugün olmazsa yarın yırtılacak.
Ama kim yapacak dersin bu işi?
Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki,
hangi güç kalkar, ben yaparım der?
Yerlerin ve göklerin sahibi mi?
Tamam, işte oldu şimdi!
Yeri göğü elinde tutan o kibirli,
o somurtkan ve dokunulmaz.
Bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi?
Gökyüzü, sen söyle,
yüzyıllarca sel gibi akan su,
– şimdi esrik bir ağzın türküsü,
kuru sesi zindandaki bir adamın,
iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi,
bir geniş “oh!”, bir derin “eyvah!”,
bir yakarış, bir övgü,
Şimdi tüy gibi bir rüzgar,
Şimdi ağzın bir kasırga.
Dokunaklı bir yakınma şimdi,
sabredemeyen bir başa kakma,
bir titreme, bir çan sesi,
bir savaş davulunun gümbürtüsü,
için için ağlamasi çaresizliğin,
kahrın iyilikbilir kişnemesi,
bir söylev, apaçık, gürül gürül,
Şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış,
bir rahatlık bir iç sıkıntısı,
Şimdi korkunç bir haykırma –
bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla
inleyen boş kubbe, sen söyle!
Sen ki her sesi yankılayansın,
söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde,
daha yukarlardaki şu tanrı katına
hangi sesin yankısı varabilmiş ki?
Hangi dua kabul olmuş bugüne dek?
Binlerim seni, göklerin tanrısı,
din ulularından dinlerim seni:
“Ne benzer var, ne noksanı,
canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce.
Odur veren yiyeceği içeceği,
düşleri gerçek yapan o,
bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan,
açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan,
el uzatan yoksullara ve çaresizlere,
her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören…”
Seni böyle övüp duruyorlar işte.
Oysa senin en üstün özelliğin ne,
“Ortaksız” oluşun değil mi?
Kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak.
Topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden.
Ve topu ortaksız ve tek.
Ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var,
ve topunun yukarlarda bir gökyüzü.
Bütün ordan gelir yüreğe doğan.
Topunun güneşi, ayı, yıldızları var,
ve topunun görünmez bir tanrısı.
Topunun adanan bir cenneti var,
ve topunun bir varlığı, bir yokluğu,
ve topunun saygıdeğer bir peygamberi.
Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar.
Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar.
Tanrılar ne derse onu yapacak halk,
sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.
Ama tanrılar ne derse onu yapacak.

İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine.
“Ne bileyim?” diyor kime sorsam.
Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa?
Belki aldanmak yaşamanın bir gereği.
Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir,
belki ben hiç bir şeyin farkında değilim,
karıştırmaktayım “yok” la “var” ı.
Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı?
Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru.
İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan.
Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden.
Kimbilir, öbür dünya belki de var.
Madem bu beden o ölümsüzün işi,
ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?
Hadi diyelim aslımız toprak bizim,
sen gel onu kederden bir çamur yap.
– her yeri kanla, göz yaşıyla dolu –
insaf be, bu kadarı da olur mu?
Sen gel hem yoktan var et,
sonra da ettiğini boz, kötüle.
Hiç bir yaradandan ummam bunu:
Yaradan yok eder, ama perişan etmez!

En zorlu düşmanın işte, tanrı,
boğmak ister seni ulu katında,
çok iyi tanırsın sen o yılanı,
onun kızgın zehrinden bir vakitler bize
bir tadımlık vermiştin hani.
Kuşku! En zalim en güçlü düşman.
Bunu ya bildin ya koydun kafamıza,
ya da bilemedin işin nereye varacağını.
“şeytanlık, düzen, sapıklık” denen şey var ya,
bugün yerinden yurdundan edecek seni o.
Tapınağında ışıklarını söndürüyor,
elleriyle parçalıyor heykelini.
Sense, iler tutar yerin kalmamış,
göçüp gidiyorsun olanca gücünle.
Burçlarında yıkılmalar falan hani?
Nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının?
O kızgın soluğun hani nerde?
Ne cehennemlerinde bir kaynama var?
Ne büyük acını gören bir göz.
Ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama.
Oysa bir ufak parçası kopsa insanın,
bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma.
Sen Yeryüzü ve Gökyüzü’nle göç gir de,
bir inilti bile duyulmasın ortalıkta.
Tam tersi, kahkahadan geçilmiyor.
Zaten yalana ağlasa ağlasa,
bir ikiyüzlüler ağlar,
bir de ahmaklar.

Akarsuya Bırakılan Mektup Sözleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Akarsuya Bırakılan Mektup şiiri
Akarsuya Bırakılan Mektup şiirinin Sözleri
Akarsuya Bırakılan Mektup Hasan Hüseyin Korkmazgil

Akarsuya Bırakılan Mektup

incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu-

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az öceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Akarsuya Bırakılan Mektup Şiiri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

akarsuya bırakılan mektup hasan hüseyin korkmazgil
akarsuya bırakılan mektup sözleri
Hasan Hüseyin Korkmazgil Akarsuya Bırakılan Mektup şiiri

Akarsuya Bırakılan Mektup

incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Kahrolası terörist ! . . .

Cuma, Haziran 22nd, 2012

KAHROLASI TERÖRİST ! . . .

Şimdi Ramazan ayı ,
Evrende islâm yaşamakta,
Ya da soluk almakta,
Bu güzelim havayı . . .

Ne güzel bir Dîn’dir bu! . . .
İşte Kutsal Kitab’ı!
Her harfi bin güzellik,
Hurufat’ı bir derya!
Anlayanı eğitir,
Çağlardır, çağlar durur,
Kaynağından iyilik. . .

Ama o Ne? . . .
Sınır’da bir hareket!. . .
Kahr’olası terörist!
Dinden çıkmış o meret!
Ne Subay dinler,ne Uzman,
Ne Mehmet , ne Korucu. . .
Her gün Şehit, Yaralı,
Ülkem’de yas tutar şimdi,
Ana, Baba maralı . . .

Be hey Dinsiz,İmansız! . . .
Yetti artık yetti be!
Dön artık dağlardaki;
Pislik kokan inine ! . . .

Pislik kokan inine ! . . .

Sakarya 14.8.2011

Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa için yazdığı şiir

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Kanuni Sultan Süleymanın oğlu Şehzade Mustafa için yazdığı şiir

Yapragın döksün ağaçlar bu cihan oldı hazan
Ata oglına kıyar oldı aceb oldı zaman.

Sen Muhibbi olasun sende mahabbet bu mudur
Mustafa gibi ciger-kûşene şefkat bu mudur.

Ol mehün şevkıne eflake atardum külehüm
Şimdi görünmez olupdur kanı ey çarh mehüm..

Eylül Yağmurları

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Eylül Yağmurları Şiir
Eylül Yağmurları

Kurumuş toprağa düşer
gözyaşlarım gibi
eylül yağmurları…

Yaşanan bir an’dan geriye kalan
siyah beyaz bir fotoğraf.

Yaz bitti.

Ayrılıkların yazgısı neden eylül?

Bu eylül bahçesi
yağan yağmur serinliğince
ıssız, yokluğun kadar.

Nereden bileceksin
duvarlarla çevrili sensizliğin adresini,
kendine küskün her yalnızlığımın yolunda
ne çileler çektiğimi
haykırmasam bu eylül yağmurlarına…

Şimdi sana bırakıyorum bu eylül tarihimi;
sarıl bana, koca bir düşü barındıran yürek gibi…

Avuçlarında yağmur damlaları ve başucunda yıldızlar;
savrulan her yaprak suskunluğu
anlatır elbet bir gün sana
neden kırgın olduğunu yüreğimin, ayrılıklara…

Emine Özkan

İbrahim Sadri – Yaz Bitti

Cuma, Haziran 22nd, 2012



Çekildi gözlerin lacivert sulardan
Ay gitti
Hani bu sondu
Hani ağlamak yoktu
Geride yosun kokusu
Ve sarkılan egenin
Geride korku
Yaz bitti
Ay düştü ellerimden
İsmin
Şimdi
Şurada,
Üstünde
Şu
İskelenin
Yaz bitti
Sesin
Ay düştü içimden
Bütün şarkılar gibi kederli
Unutulmuş bir akşam tanışıklığı kadar derbeder
Her şeyi aslına döndüren bir ateş, aşk ve nâr
İşte sonbahar
Yaz bitti
Çekerek içimden ne varsa
İyot kokan deniz kokan sen kokan
Rüzgarı saçlarına benzetmek
Ve saçlarını rüzgara verişini beklemek
Bir taburenin üstünde
Oturup seni özlemek bitti
Ay gitti ellerimden
Yaz bitti
Hadi ömre yürüyelim
Geriye şiirler kalsın
Belki kimsesiz anılar
Sevdanın yoksullarına dağıtacak kadar
Belki bir imbatla
Bir martı kanadında ya da
Yarım bırakılmış bir akşam şarkısında
En iyisi bir dalganın köpüğünde kalsın adın
Anlaşılan
Artık olmamalısın
Radyolarda şarkılar dinlemeliyim
Hangisi sana benziyorsa
Ben de biraz söylemeliyim
Güneşi avuçlarımıza bırakan
Bir temmuzun ardından
Yürüyüp gitmeliyim
Seni lacivert sularından çıkarıp egenin
Okyanusların bitimsiz mavilerine terk etmeliyim
Kimbilir
Belki de artık üşümeliyim
Hey sonbahar
Ben şimdi seni sevmeliyim
Yaz bitti
Sesin
Ay düştü
Mavi neonları söndü
Sahil çay bahçelerinin
Ortalıkta birkaç sarı yaprak
Yarım bir çay
Ve sadece hatıralar, var
Yaz bitti

Şiir: İbrahim Sadri