bir mechullerdeyim şimdi nerden estiğini bilmediğim bir rüzgar Sessizce penceremden girdi
ayrılık ayrılık sanki alıp verdiğim nefesimdi donup kaldım içim buz gibi şimdi sensizim bu hayatım münzevi sevgimi kalbimi ciğerimi jilet gibi kesipte gecti
ayrılık karanlık bir oda gibi yazıp çizersin ama söyleyemezsin nerde nasıl durduğunu bilemezsin hissedersin belki ama gitmiştir gittiğini göremezsin
ağlıyorsun geceleri hani kuru yapraklara yazmıştın o günleri sonbahar da dökülüp gitsin bak sonbahar gelmeden bitti adını koyamadığın yalnızlığın adını koyamadığın karanlığın adını koyamadığın rüzgarın anılarını acılarını sildi geçti
peki unutabildin mi sen başka gözler de aşkını görebildin mi bak bak ben seni yazıyorum ne cok zaman geçmiş saatler sana durmuş
bak yine o şarkı ben seni unutamadım ki ben senden ayrılamadım ki yıllar yıllar neleri götürdü özünden hatırladın demi peki beraber söylenen bu şarkı ne oldu şimdi sözler sözler şimdi ağır mı geldi
bak şimdi ayrılık vakti odamı aydınlatan yıldızlarım unuttu seni senden kalan ne varsa sildim geçtim sanki titretiyor kalbimi acılarım ,kapandı artık sana olan tüm sayfalarım severek ayırdın sol yanımı
(Ayna) Lar göstermiyor gerçekleri bitmez demiştik bak gör nasıl da bitti sol yanım sanki acıyor gibi ama gittin ya dayanırım dayanırım Sensizliğe Sessizce Katlanırım
Dur Yolcu Mehmet Akif Ersoy Mehmet Akif Ersoy Ey Yolcu!… Mehmet Akif Ersoy Ey Yolcu Şiiri
Ey Yolcu
Gitme, ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım: Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım: Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki? Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki!.. Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan, Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan? Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu, Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu!
Nevruz Bayramı şiirleri, Nevruz Bayramıyla ilgili şiirler, Nevruz şiirleri, Nevruz şiiri, Nevruz Bayramı şiiri, Nevruz Bayramı konulu şiir
Anadolu’da Bahar İlkbahar geldi Anadolu’nun, Her tarafı yeşil şimdi. Ağaçlar çiçek açar, kuşlar ötüşür, Her yanı cıvıl cıvıl duy şimdi.
Arılar düğün yapar şu mevsimde, Anadolu’nun renk renk Gül bahçesinde, Bülbüllerin neşesini gör şimdi.
Cıvıl cıvıl sessiz duran yuvalar, Kelebekler birbirini kovalar, Halı gibi nakışlandı ovalar, Bölük bölük, sarı yeşil, mor şimdi.
Gök gürülder yağmur yağar, Her taraf mis gibi toprak kokar. Anadolu’da böyle yaşanır bahar.
Özlem ULUER
Baharın Sevinci Yeni baharda canlanır yer, Kırlar hep yeşiller giyer. Döner geline her ağaç, Süslü bir etektir yamaç.
Çiçeklerle donanmış, Halı gibi çayırlar. Üstünde ipek tüylü, Kuzular oynaşırlar.
Kuşlar cıvıldaşırken, Coşkun akar dereler. Derelerin sesini Dağlar uzaktan dinler.
Kuş sesleri yayılır, Ovalara, dağlara. Menekşeler yayılır, Bahçelere, bağlara.
Tatlı renkler, kokular, Bağa, kıra can verir. Her yerde bin bir tat var; Her yer cennet gibidir.
Uzamaya başladı günler sahiden, Güneş’in batmak istemediği belli. Eteğini havalandırarak esen Kış boyu düşündüğüm bahar yeli.
Kader TAŞOVA
Barışın Sesi Dillerden düşmez kardeşlik türküleri, Nevruzda yeşerir, barış çiçeğinin Huzur ve kardeşlik dolu sesi, Anlatır mutlulukların en yücesini.
Her çiçeğin ayrı bir rengi, Baharın, kardeşliğin, emeğin eseri, Yurdumun güneşi, baharın habercisi, Bayram sevinciyle geçer nevruz günleri.
Nevruzda açar çiçekler. Çekilir halaylar, söylenir türküler. Geçmişin şanı, geleceğin heyecanı, Bir barış çığlığı gibi sarar dört bir yanı.
Menaf ÖZDEK
Doğanın Düğünü Kurtulur buzlardan dumanlı dağlar Bitmez bir neşeyle uçar tüm kuşlar Güneş bugün sanki bir başka parlar Tabiatı nevruzun heyecanı sarar.
Dallarda sevinçli bülbüller öter Kalmaz insanda ne dert, ne keder Rüzgârın coşkulu türküsü yeter Kardeş gibi kucaklaşır gök ve yer.
Atalarım asırlardır kutlar bugünü Bir başka olur çünkü doğanın düğünü Bütün yörelerimi sarmıştır ünü Hiç bozulmayacak bir kültür ürünü.
Köstebek, yavaşça açılır gözün Hey papağan! Anlamı ne bu sözün? Artık gereği yok kuşlara göçün Hüznü kalmadı içimizde güzün.
Renk cümbüşü sürer gider böylece Kalbimizde yerin yok, karanlık gece Gönüllerde, dillerde vardır tek hece Nevruz, gitme kal bizimle ömrümüzce!…
ilköğretim haftası şiirler,ilköğretim haftası şiirleri kısa,ilköğretim haftası şiirleri uzun,ilköğretim şiirleri
OKULUMUZ ŞİİRİ
Her yerden daha güzel Bizim için burası, Okul, sevgili okul, Neşe, bilgi yuvası.
Güzel kitaplar burada, Bir çok arkadaş burada, İnsan nasıl sevinmez, Böyle yerde okur da ?
Senin çatın altına Girmez kötü duygular, Bilgi giren yerlerde Kalmaz artık kaygılar.
Her yerden daha güzel Bizim için burası, Okul, sevgili okul Neşe, bilgi yuvası
Atatürk Gülümsedi
Atatürk gülümsedi öğretmenim Siz sınıfa girince Dağıldı kara bulutlar Açıldı gonca
Baktı ki okul yenidir Siz yenisiniz düşünceler yeni Atatürk gülümsedi öğretmenim Saklayamadı sevincini
Baktı ki gençsiniz bilgili Eğitiyorsunuz yolunca yöntemince Atatürk gülümsedi öğretmenim Sevindi onca
Baktı ki karışmış aramıza Çiziyorsunuz yolu Atatürk gülümsedi öğretmenim Gözleri dolu dolu
Anlaşılan bütün yaz Atatürk gözünü kırpmamış Çünkü boşmuş sıralar Çünkü harf okunmamış
Kapkara bulutlar inmiş Işıklı gözlerine Bora gibi fırtına gibi Atatürk’üm Sanırım yönelmiş bilgisizliğe
Ama baktı ki gün doğmuş Bir koşu varmışız okula Özlemle açılmış kitaplar Bir iştah kızda oğlanda
Baktı ki zil çalmış sınıfa girmişsiniz Bütün bakışlar sizde Günaydın demiş derse başlıyorsunuz Sımsıcak bir sevgi gözlerinizde
Baktı ki Türkiyesi Türkiyemiz Aydın ufuklara yürüyor hızla Atatürk gülümsedi öğretmenim Övünüyor bizimle
Dağıldı kara bulutlar Biz sınıfa girince Atatürk gülümsedi öğretmenim Kürsüde kendini görünce.
İLKÖĞRETİM HAFTASI
Hani oyun oynardım geçen yıl sokaklarda. Şimdi okullu oldum, karşımda kara tahta. Öğretmenim anlattı, okumak çok güzelmiş. Bu sayede bu millet, tarihini öğrenmiş.
İlk günden ben ant içtim, çalışıp başarmaya. Küçüğümü severek büyüğümü saymaya. Türk’üm dedim, sonunda, gururla bağırarak Sanki uçtum o anda ne güzelmiş okumak.
Babam da söylüyordu, heyecan duymamıştım. Okulun verdiği şevk evden daha yüceymiş. Şimdi titredi tenim, kendimle barışığım. Arkadaşlar, ben şimdi okumaya aşığım.
Uykusuzluk Şiiri, uykusuzlukla ilgili şiirler, Uykusuzluk Şiirleri
Özdemir Asaf Uykusuzluk şiiri
uykusuzluk ve pencerede bir kedi gece boyu hiç konuşmadan durdu yağmurlar yağdı, dindi pencerede hep kedi ne geceye girdi, ne uyudu baktı, baktı, baktı belli değildi doğmadığı, doğduğu
sanki ona bir zaman hadi şimdi, yola çıkıp bir duygudan pencerenin dışında duran bir geceden indi, odaya girdi dedi hadi şimdi sende in uykudan
sevdi mi, sevmedi mi, belli etmedi sürdürüp suskunluğunu yeni huysuzluğu besledi aaaa kedi bu uykunun içindeydi
ankara yolundaydı bir gece bir gün marmaris yolundaydı kedi bütün uyku kapılarının önündeydi mırmırları, tırmalamalarıyla bir kadının düşlerindeydi ve bütün hırçınlığıyla anılarının önündeydi.
Özdemir Asaf
Uykusuzluk Şiir
bir uykusuzluk var içimde sonra huzursuzluk çok uzaktayım sanki yıldızlar kadar yakın, sen kadar uzak uyku akıyor gözlerimden ben değil hislerim uyuyor.
İsmail Yaprak
HER GECE Mİ BU UYKUSUZLUK?
Her gece mi bu uykusuzluk! Hele saatin tıkırtısı! Ya karasinek düşünceler! Çıldıracağım bu gidişle; Yatak değil sanki cehennem.
Deliksiz bir uykuysa vaadin, Günün dolmuş veya dolmamış, Gençliğime filan bakmadan, Derhal gelebilirsin ölüm; Kapı açıktır, lamba sönük.
CAHİT SITKI TARANCI
Uykusuzluk
Bir yudum su bazen istediğim Gecelerin dipsiz kuyusunda boğulurken Her saat başı kan ter içinde uyanırken kabuslardan Görmek istediğim sadece sendin Duymak istediğim sadece bir seni seviyordum Uyumaya korkuyorum artık gecelerde Nedenini tam kestiremesem de Bir teori var aslında bende Senin varlığın hep hayatımdayken Yetiyor üç beş saat göz kapama Bu kadar az saatin sorunu benle Uyandığımda yaşadğığım herşeyin Çok güzel bir rüya olması korkusundan Söyler misin sevgilim beynimde fink atarken düşünceler Nasıl uyuyabilirim rahatça senin elin olmadan elimde Zamanda zor geçiyor sensiz her an Senle olan saatlerse saniyeden farksız Sen sevgilim Söyle… Var mısın benle hayatın dipsizliğine adım atmaya…
Cenap Şahabettin Kış Ezgileri şiiri Cenap Şahabettin Kış Ezgileri şiiri oku cenap şahabettin elhanı şita şiiri Kış Ezgileri (Günümüz Türkçesiyle)
Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş, Eşini kaybeden bir kuş gibi kar Geçen ilkbahar günlerini arar… Ey kalplerin çılgın ezgileri Ey güvercinlerin marşları, O baharın işte yarını bu: Kapladı derin bir sessizliğe yeri karlar Ki sessizce sürekli ağlarlar.
Ey uçarken düşüp ölen kelebek, Bir beyaz melek kanadının saçağı gibi kar Seni solgun bahçelerde arar; Sen açarken çiçek üstünde Ufacık bir çiçekli yelpaze gibi, Naaşın üstünce şimdi ey ölü Başladı parça parça uçmaya karlar Ki gökten düşer düşer, ağlar!
Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar! Küçücük, beyaz başlı baykuşlar gibi kar Sizi dallarda, yuvalarda arar. Gittiniz, gittiniz ey kuşlar! Şimdi boş kaldı baştan başa yuvalar; Yuvalarda -feryatsız yetim gibi!- Son kalan mavi tüyleri kovalar karlar Ki havada uçar uçar, ağlar!
Ey kış günlerinin seması! Elinde yığın yığındır Yasemin yaprağı, güvercin kanadı, sabah bulutu… Dök ey sema -tabiatın ruhu uykudadır;- Kara toprağın üstüne bembeyaz çiçekler!
Yapraksız ve çiçeksiz olan her ağaçlık şimdi Bir gölgeler, siahlıklar ve ümitsizlikler yığınıdır. ey kış semasının eli, durma, durma çek Her ağacın üzerine bir beyaz örtü.
Göklerden emeller gibi yağıyor kar, Her tarafta hayalim gibi koşuyor kar. Sessiz bir rüzgarın saf kanadında uyuklarmış gibi Bir aralık durur, sonra uçarlar.
Soldan sağa, sağdan sola titreyerek ve kaçarak, Bazen uçmada tüyler gibi, bazen dökülmedeler. Karlar sükût ilahilerinin ezgileridir, Karlar melekler âleminin bahçelerinin çiçekleridir.
Ey semanın eli, kara toprak üzerine dök. Ey semanın eli, cömertliğin eli, kışın eli dök; Bahar çiçeklerinin yerine beyaz karı, Kuşların ezgilerinin yerine ümit sessizliğini!
Cenap Şahabettin şiirleri Cenap Şahabettinin yazdığı şiirler
ELHAN-I ŞİTA
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş, Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar Geçen eyyâm-ı nev-bahârı arar.
Ey kulûbun sürûd-ı şeydâsı, Ey kebûterlerin neşîdeleri, O bahârın bu işte ferdâsı: Kapladı bir derin sükûta yeri karlar Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.
Ey uçarken düşüp ölen kelebek, Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek gibi kar Seni solgun hadîkalarda arar.
Sen açarken çiçekler üstünde Ufacık bir çiçekli yelpâze Na’şın üstünde şimdi ey mürde Başladı parça parça pervâze karlar Ki semâdan düşer düşer ağlar.
Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar; Küçücük, ser-sefîd baykuşlar gibi kar Sizi dallarda lânelerde arar.
Gittiniz, gittiniz ey mürgan, Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar, Yuvalarda -yetîm-i bî-efgan:- Son kalan mâi tüyler kovalar karlar Ki havâda uçar uçar ağlar.
HAKİKAT-I SEVDÂ
Bir şüphe-i hissiyye ile dalgalanır dil; Bir heykel-i gül-rû dikilir kalb üzerinde; İnsan bütün ahzân ü meserrâta muâdil Bir tatlı dönüş hisseder âvâre serinde
Her cevf-i hayâtî, sevilen şeyden ibaret Bir lem’a-i nev, şa’şaasıyla eder ihfâ; Bir berk arkasından ederek ömrü temâşâ Bin müddet için göz kamaşır… İşte muhabbet!
Pek boştur o his, lakin o boşlukla dolar dil; Âfâk-ı hayatiyyedeki cevfi o örter; Herkes hep o boşlukta arar bir tutacak yer Pîrâmen-i ömründeki girdâbâ mukâbil
Sevdâya mukabil duyulur rûhta her gâh Bir def-i pey-â-pey ile bir cezb-i pey-â-pey; Bir istiyor insan onu, bir istemiyor, âh Sevmek bile doğmak gibi, ölmek gibi bir şey!
SENİN İÇİN
Sesin işler gibi bir şuh kanat gamlarıma Seni dinlerken olur kalbim uçan kuşlara eş, Gün batarken sanırım gölgeni bir başka güneş; Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma.
Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi Bir kuş okşar gibi sen saçlarımı okşarken. Koklarım ellerini gülleri koklar gibi ben; Avucundan alırım kış günü bir yaz ateşi.
Gönlüme avdet eder her unutulmuş nisan Ne zaman gençliğini yolda hıraman görsem. Eskiden pembe dudaklarda dağılmış busem Toplanır leblerime, bir gece dalgın dursan.
Seni zambak gibi gördükçe açık pencerede Gül açar bahtımın evvelki hazanlık korusu Genç eder ufkumu hülyalarımın genç kokusu; Sorarım ak saçımın örttüğü yıllar nerde?
Cebhemi varsın o solgun seneler soldursun Yeni yıldız gibi doğdukça güzel her akşam, Gençliğin böyle benimken kocaman, hiç kocamam .. . Ruhum, ölsem bile ben, sen yaşayan ruhumsun
Ahmet Haşimin Şiirleri Ahmet Haşimin tüm şiirleri Ahmet Haşim şiir Ahmet Haşim şiirleri oku Ahmet Haşim Şiiri Merdiven
AĞAÇ
Gün bitti. Agacta nes`e söndü. Yaprak ates oldu, kus da yakut; Yaprakla kusun pariltisindan Havzun suyu erguvana döndü
Bir Günün Sonunda Arzu
Yorgun gözümün halklarında Güller gibi fecr oldu nümayan, Güller gibi…sonsuz, iri güller Güller ki kamıştan daha nalan; Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar Tekrarını ömrün eder ilan. Kuşlar mıdır onlar ki her akşam Alemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam Bir sırma kemerdir suya baksam; Üstümde sema: Kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam Göllerde bu dem bir kamış olsam!
AKŞAM YİNE TOPLANDI DERİNDE
Canan gülüyor eski yerinde Canan ki gündüzleri gelmez Akşam görünür havuz üzerinde,
Mehtab, kemer taze belinde Üstünde sema, gizli bir örtü Yıldızlar, onun gülüdür elinde
BAHÇE
Bir Acem bahçesi, bir seccade Dolduran havzı ateşten bade. Ne kadar gamlı bu akşam vakti Bakışın benzemiyor mutade.
Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar Dalmış üstündeki kuşlar yâda. Bize bir zevk-i tahattur kaldı Bu sönen, gölgelenen dünyada.
BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU
Yorgun gözümün halkalarında Güller gibi fecr oldu nümâyân, Güller gibi… sonsuz iri güller, Gün doğdu yazık arkalarından! Altın kulelerden yine kuşlar, Tekrârını ömrün eder i’lân, Kuşlar mıdır onlar ki her akşam, Âlemlerimizden sefer eyler? Akşam, yine akşam, yine akşam, Bir sırma kemerdir suya baksam; Akşam, yine akşam, yine akşam, Göllerde bu dem bir kaçmış olsam!
BİRLİKTE
Bütün bizimçündür Nukuş-ı encüm-i vahdetle işlenen bir tül Gibi üstünde titreyen bu sema; Gecenin dallarında şimdi açan Bu kamer, Bu altın gül…
Bütün bizimçündür Ne varsa aşk ile bidar-ı ra’şe, ya naim, Ne varsa aid olan leyl-i hande-me’nusa, Sana aid lebimdeki buse, Lebinin surh-ı bizevali benim. BİR YAZ GECESİ HATIRASI
İsveyle, fısıltıyla, gülüşle Olmuş sebi sevda yine bihap Oklar gibi saplanmada kalbe Düştükce semadan yere mehtap…
Buseyle kilitlenmiş ağızlar Gözler neler eyler neler israp! … Uçmakta bu ateşli havada Vuslat demi bir kuş gibi bitap…
BÜLBÜL
Bir gamlı hazânın seherinde, Isrâra ne hâcet yine bülbül?
Bil, kalbimizin bahçelerinde, Cân verdi senin söylediğin gül.
Savrulmada gül şimdi havada, Gün doğmada bir başka ziyâda.
Ahmet Haşim Yollar Şiirİ Şiir Ahmet Haşim Yollar Ahmet Haşim Yollar
YOLLAR
Bir lamba hüzniyle Kısıldı altın ufuklarda akşamın güneşi; Söndü göllerde aks-i girye-veşi Gecenin âvdet-i sükûniyle..
Yollar Ki gider kimsesiz, tehî, ebedi, Yollar Hep birer hatt-ı pür sûkt oldu Akşamın sine-i gubârında. Onlar Hangi bir belde-i hayâle gider, Böyle sessiz ve kimsesiz şimdi?
Meftûr Ve muhteriz yine bir nefha-i hayâl esiyor; Bu nefha dalları bîtâb ü bîmecâl uyutur. Sonra eyler giyâhı nâlende, Sonra âgûş-ı ufk içinde ölür…
Ey kalb! Seni öldürmesin bir sâye-i şeb, İşte bir dest-i sâhir ü mahfî Sana nûr-ı nücûmu indirdi.
Kuruldu işte, mesâfât içinde, lâl-i mesâ Bütün meâbid-i hiss ü meâbid-i hülyâ Bütün meâbid-i meçhule-i ümîd-i beşer…
Gurûb içinde bir eşkâl-i bîhudud-ı zeheb Zücâc-ı san’at ü fikretle yükselirler hep; Büyük denizlere benzer eteklerinde sükût, Sükût-ı nâ-mütenâhi, sükût-ı na-mahdût, Sükût-ı afv u emel.
Bir el Derîçelerde bir altın ziyâ yakıp indi. Aktı âb-ı sükûta yıldızlar Bütün sular zehebî lerzelerle işlendi.
Tâ öteden, Şimdi zer gözleriyle tâ öteden, Gam-ı ervâhı vecde da’vet eder Bütün meâbid-i meçhule-i ümîd-i beşer. Bütün meâbid-i vecdin soluk ilaheleri Birer birer iniyor gözlerinde rüyalar; Dudaklarında ziyâdâr ve muhteriz titrer Akşamın buse-i huzû-eseri.
oluk ve gölgeli simalarında reng-i mesâ Nakşeder bir teheyyüc-i rüyâ: Biri yorgun semâ-yı lâle bakar, Biri bir gölge meşy ü gâşyile Miyâh-ı râkide-i samt ü hâb içinde akar; Biri bir erganûn-ı eb’âdı Dinliyor gölgelerde ser-be-zemin, Biri altın gözüyle, güyâ ki, Sana ey kalb-i mübhem ü bâkî “Gel!” diyor. Lakin İniyor İşte leylin zalâm-ı bîdâdı…
Yollar Ah ey kimsesiz giden yollar, Yolların ey sükût-ı hüzn-eseri, Bugünün inmeden şeb-i kederi, Meâbid-i emel ü histe sönmeden bu ziyâ, Ölmeden onların ilaheleri, Ah gitmez mi, kimsesiz, sessiz Yollar, Ah gitmez mi hatt-ı sâkitiniz, Şimdi zer gözleriyle, tâ öteden Tâ öteden Gam-ı ervâhı vecde da’vet eden Uzak meâbid-i pür-nûr-ı vecd ü rüyâya Ki câ-be-câ kapıyor bâb-ı vâ’dini sâye…
Tevfik Fikret Tarihi Kadim Şiiri Tarihi Kadim Tevfik Fikret Şiiri Tevfik Fikret Tarihi Kadim TARİH’İ KADİM Puan Ver : İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu. Ve başlar bize maval okumaya. Ninniler uydurup uyutur bizi dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun, zifiri karanlık hayatından. Gösterir bize evvel zamanı, tek doğru, en güzel örnek, der. Bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden. Senin tarih dediğin işte budur, alnında altı bin yıllık buruşuklar ve bir o kadar da kuşku. Başı geçmişe bir düşe değer, sürünür ayağı bomboş bir geleceğe, bir deri bir kemik, ayakta zorla durur.
Ben hiç tiksinmem ondan, karşıma alırım onu arada bir, anlat bakalım, derim, şu eskilerden. Bir parça feylesofa benzer o, bir parça sırtlana benzer, berbat suratıyla da bir hortlağa. Yoklar mezarını unutulmuş gecelerin, başlar paslı, boğuk bir sesle bir bir bana anlatmaya, sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse: Hep yıkım üstüne yıkım, acı üstüne acı! Ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu, çöküverir ağır gölgesi bir bulutun, kanlar yağar dört bir yana. En başta bir kanlı bayrak. Kanlı bir taç gelir arkasından. Sonra araçlar sökün eder kan içinde: Balta, topuz, yay, kılıç, mızrak, mancınık, top, tüfek, sapan. Arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri. En son alay alay esirler geçer. Yenen bir kişiye yenilen on kişi, çiğneyen haklı, yiğnenen hapı yuttu. Yıkımlara, acılara alkış tut, yüksekten bakanlar önünde eğil, insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk, doğruluk lafta, yürekte değil, iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda. Bir gerçek var, tek bir gerçek: Eli kolu bağlayan zincir. Bir tek şey var sözü geçen: yumruk. Hak güçlünün, kötünün yanı. Uzun lafın kısası: Ezmeyen ezilir! Nerde bir şeref var, iğreti. Nerde bir mutluluk var, yama. Bir şeyin ne başına inan ne sonuna. Din şehit ister, gökyüzü kurban. Her yanda durmadan kan akacak, durmadan her yanda kan!
İşte böyle inler, sayıklar o, anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü ne yolda, nasıl sürdüğünü. Bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında. Duyarım sesinin titreyen kuyusunda yankısını korkunç bir iniltinin, ben de başlarım birdenbire titremeye, toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana. Savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık indir bu acıklı sahnenin perdesini! Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık! Sen de, gelenekçi iskelet, yazdığın kara yazılara bir son ver, aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık. Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var? Bizden iyi geceler onlara, bizden onlara iyi uykular! Kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş, koşuyorsun karanlıklara doğru? Kanla oynamış gibisin, kırmış geçirmişsin insanoğlunu. Sen buna kahramanlık mı dedin? Onun kökü kan ve hayvanlık be? Şehirler çiğne, ordular dağıt, kes, kopar, kır, sürükle, ez, vur, yak ve yık. Yalvarmalara yakarmalara boş ver, gözyaşlarına iniltilere aldırma. Ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri, ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun. Sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda, kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer, mezar taşına dönsün her ocak, damlar çöksün yetimlerin başına. Bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk! Hey bana bak, başbuğ musun ne? Yerin dibine bat, cakanla gösterişinle! Her başarı bir yıkım bir mezarlık, işte bir yavrucak yatıyor şurda, ey cihangir, onu gör de utan! Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril, nice acılar verdin bütün insanlara, inim inim inlettin bütün insanları. Parçalan, kararmış tac, tuz buz ol, hep senin yüzünden yoksulluğu insanların. Göz yaşından incilerin nerde hani? Nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen! Eski çağlar nasıl kanmış size? Ey kan içen kargalar, bütün karanlıklar sizinle dolu! Artık yeter fikri susturduğunuz, yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın. Hadi gidin tarih korusun sizi, -haydutlara en iyi sığınaktır gece-, gidin, yok olun siz de o mezarlıkta. İşte müjdelerin en güzeli, işte en gerçek özgürlük düşümüzdeki gelecek çağlarda: Ne savaş, ne savaşan, ne salgın, ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen, ne yakınma, ne de zulmün kahrı, ne tapılan, ne tapan, ben benim, sen de sen!
Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman, kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini, savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne? Belki duyulmadık bir öykü, belki korkunç bir masal. Çok sürmez köhne kitap, fikri gömen sayfaların bugün olmazsa yarın yırtılacak. Ama kim yapacak dersin bu işi? Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki, hangi güç kalkar, ben yaparım der? Yerlerin ve göklerin sahibi mi? Tamam, işte oldu şimdi! Yeri göğü elinde tutan o kibirli, o somurtkan ve dokunulmaz. Bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi? Gökyüzü, sen söyle, yüzyıllarca sel gibi akan su, – şimdi esrik bir ağzın türküsü, kuru sesi zindandaki bir adamın, iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi, bir geniş “oh!”, bir derin “eyvah!”, bir yakarış, bir övgü, Şimdi tüy gibi bir rüzgar, Şimdi ağzın bir kasırga. Dokunaklı bir yakınma şimdi, sabredemeyen bir başa kakma, bir titreme, bir çan sesi, bir savaş davulunun gümbürtüsü, için için ağlamasi çaresizliğin, kahrın iyilikbilir kişnemesi, bir söylev, apaçık, gürül gürül, Şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış, bir rahatlık bir iç sıkıntısı, Şimdi korkunç bir haykırma – bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla inleyen boş kubbe, sen söyle! Sen ki her sesi yankılayansın, söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde, daha yukarlardaki şu tanrı katına hangi sesin yankısı varabilmiş ki? Hangi dua kabul olmuş bugüne dek? Binlerim seni, göklerin tanrısı, din ulularından dinlerim seni: “Ne benzer var, ne noksanı, canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce. Odur veren yiyeceği içeceği, düşleri gerçek yapan o, bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan, açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan, el uzatan yoksullara ve çaresizlere, her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören…” Seni böyle övüp duruyorlar işte. Oysa senin en üstün özelliğin ne, “Ortaksız” oluşun değil mi? Kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak. Topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden. Ve topu ortaksız ve tek. Ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var, ve topunun yukarlarda bir gökyüzü. Bütün ordan gelir yüreğe doğan. Topunun güneşi, ayı, yıldızları var, ve topunun görünmez bir tanrısı. Topunun adanan bir cenneti var, ve topunun bir varlığı, bir yokluğu, ve topunun saygıdeğer bir peygamberi. Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar. Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar. Tanrılar ne derse onu yapacak halk, sabırla ve kahırla olacak iki büklüm. Ama tanrılar ne derse onu yapacak.
İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine. “Ne bileyim?” diyor kime sorsam. Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa? Belki aldanmak yaşamanın bir gereği. Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir, belki ben hiç bir şeyin farkında değilim, karıştırmaktayım “yok” la “var” ı. Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı? Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru. İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan. Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden. Kimbilir, öbür dünya belki de var. Madem bu beden o ölümsüzün işi, ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde? Hadi diyelim aslımız toprak bizim, sen gel onu kederden bir çamur yap. – her yeri kanla, göz yaşıyla dolu – insaf be, bu kadarı da olur mu? Sen gel hem yoktan var et, sonra da ettiğini boz, kötüle. Hiç bir yaradandan ummam bunu: Yaradan yok eder, ama perişan etmez!
En zorlu düşmanın işte, tanrı, boğmak ister seni ulu katında, çok iyi tanırsın sen o yılanı, onun kızgın zehrinden bir vakitler bize bir tadımlık vermiştin hani. Kuşku! En zalim en güçlü düşman. Bunu ya bildin ya koydun kafamıza, ya da bilemedin işin nereye varacağını. “şeytanlık, düzen, sapıklık” denen şey var ya, bugün yerinden yurdundan edecek seni o. Tapınağında ışıklarını söndürüyor, elleriyle parçalıyor heykelini. Sense, iler tutar yerin kalmamış, göçüp gidiyorsun olanca gücünle. Burçlarında yıkılmalar falan hani? Nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının? O kızgın soluğun hani nerde? Ne cehennemlerinde bir kaynama var? Ne büyük acını gören bir göz. Ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama. Oysa bir ufak parçası kopsa insanın, bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma. Sen Yeryüzü ve Gökyüzü’nle göç gir de, bir inilti bile duyulmasın ortalıkta. Tam tersi, kahkahadan geçilmiyor. Zaten yalana ağlasa ağlasa, bir ikiyüzlüler ağlar, bir de ahmaklar.
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını neden akşam oluyorum tren kalkınca kırlangıçlar birdenbire çekip gidince mendiller sallanınca neden tıkanıyorum öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki az öceki çiçekler nasıl da diken diken gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
akarsuya bırakılan mektup hasan hüseyin korkmazgil akarsuya bırakılan mektup sözleri Hasan Hüseyin Korkmazgil Akarsuya Bırakılan Mektup şiiri
Akarsuya Bırakılan Mektup
incecikti gül dalıydı dokunsam kırılacaktı dokunmadım kurudu gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını neden akşam oluyorum tren kalkınca kırlangıçlar birdenbire çekip gidince mendiller sallanınca neden tıkanıyorum öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki az önceki çiçekler nasıl da diken diken gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Şimdi Ramazan ayı , Evrende islâm yaşamakta, Ya da soluk almakta, Bu güzelim havayı . . .
Ne güzel bir Dîn’dir bu! . . . İşte Kutsal Kitab’ı! Her harfi bin güzellik, Hurufat’ı bir derya! Anlayanı eğitir, Çağlardır, çağlar durur, Kaynağından iyilik. . .
Ama o Ne? . . . Sınır’da bir hareket!. . . Kahr’olası terörist! Dinden çıkmış o meret! Ne Subay dinler,ne Uzman, Ne Mehmet , ne Korucu. . . Her gün Şehit, Yaralı, Ülkem’de yas tutar şimdi, Ana, Baba maralı . . .
Be hey Dinsiz,İmansız! . . . Yetti artık yetti be! Dön artık dağlardaki; Pislik kokan inine ! . . .
Kurumuş toprağa düşer gözyaşlarım gibi eylül yağmurları…
Yaşanan bir an’dan geriye kalan siyah beyaz bir fotoğraf.
Yaz bitti.
Ayrılıkların yazgısı neden eylül?
Bu eylül bahçesi yağan yağmur serinliğince ıssız, yokluğun kadar.
Nereden bileceksin duvarlarla çevrili sensizliğin adresini, kendine küskün her yalnızlığımın yolunda ne çileler çektiğimi haykırmasam bu eylül yağmurlarına…
Şimdi sana bırakıyorum bu eylül tarihimi; sarıl bana, koca bir düşü barındıran yürek gibi…
Avuçlarında yağmur damlaları ve başucunda yıldızlar; savrulan her yaprak suskunluğu anlatır elbet bir gün sana neden kırgın olduğunu yüreğimin, ayrılıklara…
Çekildi gözlerin lacivert sulardan Ay gitti Hani bu sondu Hani ağlamak yoktu Geride yosun kokusu Ve sarkılan egenin Geride korku Yaz bitti Ay düştü ellerimden İsmin Şimdi Şurada, Üstünde Şu İskelenin Yaz bitti Sesin Ay düştü içimden Bütün şarkılar gibi kederli Unutulmuş bir akşam tanışıklığı kadar derbeder Her şeyi aslına döndüren bir ateş, aşk ve nâr İşte sonbahar Yaz bitti Çekerek içimden ne varsa İyot kokan deniz kokan sen kokan Rüzgarı saçlarına benzetmek Ve saçlarını rüzgara verişini beklemek Bir taburenin üstünde Oturup seni özlemek bitti Ay gitti ellerimden Yaz bitti Hadi ömre yürüyelim Geriye şiirler kalsın Belki kimsesiz anılar Sevdanın yoksullarına dağıtacak kadar Belki bir imbatla Bir martı kanadında ya da Yarım bırakılmış bir akşam şarkısında En iyisi bir dalganın köpüğünde kalsın adın Anlaşılan Artık olmamalısın Radyolarda şarkılar dinlemeliyim Hangisi sana benziyorsa Ben de biraz söylemeliyim Güneşi avuçlarımıza bırakan Bir temmuzun ardından Yürüyüp gitmeliyim Seni lacivert sularından çıkarıp egenin Okyanusların bitimsiz mavilerine terk etmeliyim Kimbilir Belki de artık üşümeliyim Hey sonbahar Ben şimdi seni sevmeliyim Yaz bitti Sesin Ay düştü Mavi neonları söndü Sahil çay bahçelerinin Ortalıkta birkaç sarı yaprak Yarım bir çay Ve sadece hatıralar, var Yaz bitti