Posts Tagged ‘sonra’

İhanet ile ilgili şiir şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

İhanet Şiirleri
İhanetle İlgili Şiirler
İhanet Konulu Şiirler

İhanet

Sırtıma saplanan bu kanlı hançer
Bedenden ziyade cana ihanet
Sanma hiç acısı gün gelir geçer
Var olduğum her bir âna ihanet

Cümle anıların boynu hep bükük
Candan çok sevene reva mı bu yük?
Ettiğin kötülük o kadar büyük
Bugüne yarına düne ihanet

Şiirlerle ettim her iltifatı
Vefasız vicdanın ne kadar katı
Adının önünde hain sıfatı
İhanet derim ben buna ihanet

Senden bu boynumu büken karanlık
Gözümden bunca yaş döken karanlık
Sayende bahtıma çöken karanlık
Ufuktan doğacak güne ihanet

Hasan’a cezadır seninle cennet
Aklımı yitirip geçirsem cinnet
Sen gibi kalleşe eylemem mihnet
İhanet ettin sen bana ihanet

Hasan Hüseyin Yılmaz

İHANETİN YÜZÜ

Yapamıyorum ne sensiz bu şehirde
Nede seninle olamıyorum
Dar gelir oldu her yer
Duvarlar üstüme üstüme geliyor
Korkunç bir rüya sonrası kaçar olmuşum herkesten
Seni yüz üstü bırakıp gitmek istemezdim
Elimde değil seni sevsem de
Seninle olamam…
Nedenler girdi araya bir kere
Çünküler le başlayan cümleler
Ne kadar aşk olsa da bu sevdanın adı
Yaşananlar aşk olmadıktan sonra
Yürüyemez oldum aramızdaki ince çizgiden sonra
Her adım ihanet kokuyordu
Güller bile kırgındı bana
Neden? Diyordu her seferinde
Bazen yüreğim hesap soruyordu
Her şey hesapsızdı
Birden bire oluverdi
Seni sevmem gibi
İhanetimde birden bire oluverdi
Gözlerine bakıp artık seni seviyorum diyemem
Bile bile hayallerinle oynayamam
Bu aşk için tek kurtuluş ayrılık
Neden diye sorma
Çünkü,cevap verecek cesarete sahip değilim
İhanetin diğer yüzünü
Anlatamam

Dünya Gıda Günü İle İlgili Şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Dünya Gıda günü şiirleri, Dünya Gıda günüyle ilgili şiir, Dünya Gıda günü konulu şiirler

EKMEK

Çiftçi sürer tarlayı,
Sonra eker buğdayı,
Boy verir azar azar
Saplar gittikçe uzar.

Başaklar olgunlaşır,
İçleri dolgunlaşır.
Yazın artınca başak
Sararır her bir başak.
Biçerler ekinleri
Şenlenir harman yeri
Olup bitince harman,
Ayrılır Buğday saptan.

Bitmedi işler gene
Oradan değirmene
Buğdayı götürürler
Değirmen taşı döer
Ezer Un yapar bunu
Su,maya kor yoğurur
Yapar bir güzel hamur,
Sonra fırına atar,
Pişirir bize satar.

Güzel kokulu ekmek,
Olmaz seni sevmemek
Sensin her yemeğe baş,
Her yemeğe arkadaş!

HASAN ALİ YÜCEL

SÜT

Sütte sımsıcak varız
Aktır, ak eder bizi.
Daha iyi duyarız
İçince kendimizi.

Bir ev sevinci verir
Sanki annece bir su.
Bize ondan gelmiştir
Bu yaşama duygusu.

Fazıl Hüznü Dağlarca

Vücudumuz

Mini mini bir çocuktum,
Bilmiyordum vücut nedir.
Fakat şimdi öğrendim ki
Bu en Güzel makinedir.

Uzun yıllar çalıştırmak,
Hatalıkla yıpratmamak,
İsterim bu makineyi
Bakacağım ona iyi…

Yeme içme uyku filân
Zamanın yapacağım.
Sağlığıma, temizliğe
Yaşadıkça tapacağım.

İ. Hakkı Talas

ilköğretim haftası en güzel şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

İlköğretim haftası İle ilgili Şiirler
İlköğretim Haftası Şiirleri
İlköğretim haftası ve okulumuz ile İlgili şiirler


AÇILDI OKULUMUZ

Hazırlandı çantamız,
Kalemle defterimiz,
Artık öğrenci olduk,
Açıldı okulumuz.

Neşe dolu içimiz,
Sevinçliyiz hepimiz,
Çıktık aydınlık yola,
Açıldı okulumuz.

Göklerde bayrağımız,
Dudaklarda marşımız,
Andımız söyleniyor,
Açıldı okulumuz.

OKULUMUZ

Her yerden daha güzel
Bizim için burası,
Okul, sevgili okul,
Neşe, bilgi yuvası.
Güzel kitaplar burada,
Bir çok arkadaş burada,
İnsan nasıl sevinmez,
Böyle yerde okur da ?
Senin çatın altında
Girmez kötü duygular,
Bilgi giren yerlerde
Kalmaz artık kaygılar.
Her yerden daha güzel
Bizim için burası,
Okul, sevgili okul
Neşe, bilgi yuvası !

Rakım ÇALAPALA

İLKÖĞRETİM HAFTASI

Yüzyıllarca susadık,
Okumaya yazmaya
Bütün dünya koşarken,
Biz kalmışız pek yaya.
Köylerimiz okulsuz,
Şehirler okulsuzmuş.
Anadolu bakımsız,
Anavatan yolsuzmuş.
Atatürk bir gün çıkıp,
Milleti kurtarmasa,
Yüzyıllar aynı gider,
Biter miydi bu tasa ?
Büyük bir ulus için,
Geri kalmak ne acı…
İlköğretim Haftası,
Bir savaş başlangıcı.

İ.Hakkı TALAS

SINIFTA

Sınıf kendi evimiz,
Tertemiz tutmalıyız.
Çamurlanmasın yerler,
Sonra bize ne derler.
Açık kalsın pencere,
Kağıt atmayın yere,
Ya öğretmen girerse,
Ne ayıp size derse ?
Tahtayı kirletmeyin,
Duvarı pisletmeyin,
Herkes bizi kıskansın,
Üçüncü sınıf sansın.
Çocuklar uslu durun,
Rahat rahat oturun,
Kimse sevmez haşarı
Kavgacı çocukları!…

İlhami Bekir TEZ

Nazım Hikmet Ran Şiirleri – Nazım Hikmet Ranın Bütün Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

en güzel nazım şiirleri
en güzel nazım hikmet şiirleri

SALKIM SÖĞÜT

Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat
Atları rüzgâr
Atları
At

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!

Ağlama salkımsöğüt
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!

NAZIM HİKMET

BELKİ BEN

Belki ben
o günden
çok daha evvel,
köprü başında sallanarak
bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım
Belki ben
o günden
çok daha sonra ,
matruş çenemde ak bir sakalın izi
sağ kalacağım
Ve ben
o günden
çok daha sonra:
sağ kalırsam eğer,
şehrin meydan kenarlarında yaslanıp
duvarlara
son kavgadan benim gibi sağ kalan
ihtiyarlara,
bayram akşamlarında keman
çalacağım
Etrafta mükemmel bir gecenin
ışıklı kaldırımları
Ve yeni şarkılar söyleyen
yeni insanların
adımları

NAZIM HİKMET

BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM

Ben
senden önce ölmek isterim
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu
İyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek
Toprağa beraber dalacağız
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben
Ben
daha ölümü düşünmüyorum
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden
Kaynıyor kanım
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber
Ama ölüm de korkutmuyor beni
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor

NAZIM HİKMET

DOSTLUK

Biz haber etmeden haberimizi alırsın,
yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin

Gözümüzün dilinden anlar,
elimizin sırrını bilirsin

Namuslu bir kitap gibi güler,
alnımızın terini silersin

O gider, bu gider, şu gider,
dostluk, sen yanı başımızda kalırsın

NAZIM HİKMET

GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ

Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş’ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi
Ben de söyledim o türküyü!

Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

İşte:
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş’emiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
o «an»
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!

Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
Emret ki ölelim
emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
coşuyor!
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

Toprak bakır
gök bakır
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
Haykıralım!

NAZIM HİKMET


HENÜZ VAKİT VARKEN GÜLÜM

Henüz vakit varken, gülüm
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter rıhtımında dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam’a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli,
incecikten bir yağmurla karışarak
Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz
söğütlerin altından, gülüm,
ıslak salkım söğütlerin
Paris’in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,
en güzel, en yalansız,
sonra da ıslıkla bir şey çalarak
gebermeliyim bahtiyarlıktan
ve insanlara inanmalıyız
Yukarda taştan evler,
girintisiz, çıkıntısız,
birbirine bitişik
ve duvarları ayışığından
ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor
ve karşı yakada Luvur
aydınlanmış ışıklarla
aydınlanmış bizim için
billur sarayımız

Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda
kırmızı varillere oturmalıyız
Karşıda karanlığa giren kanal
Bir şat geçiyor,
selamlıyalım gülüm,
geçen sarı kamaralı şatı selamlıyalım
Belçika’ya mı yolu, Hollanda’ya mı?
Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın
tatlı tatlı gülümsüyor

Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm
Parisliler, Parisliler,
Paris yanıp yıkılmasın

NAZIM HİKMET

KADINLARIMIZ

Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru

NAZIM HİKMET

Cenap Şahabettin Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Cenap Şahabettinin yazdığı şiirler
Cehap Şahabettin şiirleri

Tâmât(1887)
Seçme Şiirleri (1934, ölümünden sonra)
Bütün Şiirleri (1984, ölümünden sonra)
˜Terâne-i Mehtap’

Uğur Aslan Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Uğur Aslan Şiiri
Uğur Aslan şiir Kitapları
Uğur aslan Şiirleri oku

Adı Mehmet (Ene Mehmet)
Aziz Yarim
Bazen
Beni Sana Yönlendir
Beni Tanırsın Sen
Bir Çiçek Aldım
Deniz Feneri
Er Mektubu
Gölgeli Adam
Gözlerin
Günahsız Aşk
Kavuşursak Biteriz Biz
Karagümrük yanıyor
Korkuyla Umut Arası
Lise Fotoğrafı
Metris
Namın Yürüsün
Satılık Aşk
Sen Ve Ben
Seni Yağmurdan Sonra Seveceğim
Sultaniyegah Sirto
Son Hıçkırık
Urfalı
Uyuyan Güzel
Yedi Zılgıt
Yollar

Kurtuluş Savaşı Destanı Şiiri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Kurtuluş Savaşı Destanı Şiiri
Kurtuluş Savaşı Destanı
Kurtuluş Savaşı Destanı şiir

Kurtuluş Savaşı Destanı

Altmışındaydı Asiye Teyze,
Kocasını kaybedeli yıllar olmuştu.
Oğlu Çanakkale savaşında şehitti,
Torunu daha on beşinde,
Bıyıkları yeni terlemiş Yahya
Şimdi sırtını vermiştir Kocatepe’ye.
Böyle durmak olmaz, dedi
Yurt toprağı giderken elden.
Çekti kara öküzü kağnıya,
Yükledi ne varsa yiyecek içecek evde.
Düştü yola öğle sıcağında.
Gündüzleri çöl sıcağı
Geceleri Sibirya soğuğu olurdu
Buralar bu mevsimde.
Ama dinler mi Asiye Teyze.
Yürü der kara öküze
Kocasından kalan tek yadigârdır kendisine.
Yürü der de!
Yaşlanmıştır artık kendisi gibi kara öküz de
Yürü der Asiye Teyze.
İnat ve inanç dolu içindeki ateşle
Yürü bre kara öküz yürü be!
Kağnının her yeri yıkık dökük,
Tekerleri patlak üstelik.
Bu kara öküz bu kağnıyı taşıyamaz
Emir Dağının yokuşu, bu halde aşılmaz.
Etrafına bakınır Asiye Teyze çaresiz,
Yardım edecek kimseler bulunmaz.
Ne yapsam der Asiye Teyze,
Ne yapsam da aşsam şu Emir Dağını,
İletsem şunları Kocatepe’ye.
Sonra çıkarmaya başlar üzerinde ne varsa
Yırtık pırtık fistanını, yazmasını, göyneğini
Ama utanır mahremiyeti ortadadır.
Ya beni böyle bir gören olsa ne yaparım, der.
Namus denilen şey nedir?
Diye sorar kendi kendine.
Altmışında bir kadının mahremi mi?
Şuracıkta ölsem beni böyle çıplak,
Yıkayıp kefensiz koyacaklar toprağa.
Çıplaklığımdan utanamayacağım belki;
Ama bu yurt toprağı alacak mı beni koynuna?
Vurmayacak mı yüzüme,
Ezilirken düşman ayağı altında?
Utanmayacak mıyım o zaman?
İşte namus; vatan işgal altındaysa
Atmaktır düşmanı yurttan, deyip
Doldurur kağnının tekerine
Tüm elbiselerini.
Ve geçer karşısına kara öküzün
Asıl der asıl kağnıyı
Asıl da aşalım yıkılası Emir Dağını.
Güneş kızgın demir gibi vurur,
Asiye Teyzenin saf beyaz tenine.
Bir yandan dikenler dolar,
Taşlar keser miadı dolmuş ayaklarını.
Diğer yandan keskin bir kılıç olur güneş,
Parça parça yarar her yanını.
Aldırır mı Asiye Teyze hiç,
Yürü der gurban olduğum
Yürü tek yadigârım!
Ve çaresiz Emir Dağı yıkılır,
Asiye Teyze’nin kanlı ayakları altında.
Aşılmıştır Emir Dağı aşılmasına da
Karanlık çökmüş gece yarısı olmuş
Buza keser şimdi yarılan her yer.
Gözlerinden yaşlar gelir,
Daha kirpiklerinde donar.
Sıcağa dayanan soğuğa da dayanır, der.
Yürü der kara öküze
Yürü Yahya’mın olduğu
Ulu Mustafa Kemal’in olduğu Afyon’a!
Yürü gün doğumuyla düşelim Kocatepe’ye!
Ve yürür kara öküzün yanında Asiye Teyze.
Kanlar akarken bedeninden
Donan yerlerini kurtuluş ateşiyle dağlar,
Yürüdüğü yollar bir kahramana tanıktır.
Kocatepe’deki tüfek seslerine,
Çanakkale Türküsü karışır.
Ve Yahya Tanır bu sesi,
Babası şehit olduktan sonra
Nenesi her gün söylerdi:
“Çanakkale içinde vurdular beni
Kimimiz nişanlı………………….”
Ses gittikçe kayboluyordu
Bir şahin gibi fırladı yerinden Yahya,
Sanki bir adımda vardı kağnının yanına.
Bir yana yığılmış kalmış kara öküz,
Asiye Teyzenin beyaz teni mosmor,
Üzerinde kıpkırmızı kan lekeleri,
Düşmüş öbür tarafa dirençsiz.
Yahya’nın verdiği suyu içmez,
Oğul der “Bu su cephedeki kahramanların
Bu su bağımsızlığa susamış yiğit evlatların”
Götür der beni “Sarı Saçlı Mavi Gözlü Dev’e”
Örter üstünü Asiye Teyzenin Yahya,
Çeker kağnıyı Kocatepe’ye…

Ağustos 2008
Yenisu Köyü / Silifke
Vedat Akdeniz

alıntı

Murathan Mungan Yalnız Bir Opera

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Murathan Mungan Yalnız Bir Opera şiiri
Yalnız Bir Opera Murathan Mungan

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
“Eylül’de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen” notunu buldum kapımda.
Altına saat:16.00 diye yazmıştın, ve 16.04’tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Herşeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak…
Böyle zamanlarda herşey birbirinin yerini alır
Çünkü herşey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Herşey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da herşeye nasıl iyi geldiğinden
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onlar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmişsinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen zaman sizi kanatır olmuş
Saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız herşeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her çağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çiçek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe…Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk…Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de…
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri…
panayır yerleri…
Ölü kelebekler…
Ölü kelebekler…
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır herşeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde herşey
Şimdi herşey doludizgin ve çoğul
Şimdi herşey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi herşey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Herşeyi hayata dönüştüren.

İstanbul – 1987

arılar rondu

Cuma, Haziran 22nd, 2012

arı rondu
arılar rondu Şiir,


ARI RONDU


Yaz geldi çiçekler açtı
Arılar hep çelıştı
Arı vız vız vız
Arı vız vız vız
Diye çalışır.

Önce menekşeyi koklar.
Sonra gülü severiz.
Arı balını
Arı balını
Biz çok severiz.

Fırtınalı havalarda
Karlı buzlu günlerde
Arı uyuklar
Arı uyuklar
Sıcak havada.

Yaz geldi nazlı çiçekler
Güzel güzel açalım
Haydi arılar
Haydi arılar
Biz çalışalım.

Atatürk Şiirleri Fazıl Hüsnü Dağlarca

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan Atatürk Şiirleri
Fazıl Hüsnü Dağlarca Atatürk Şiirleri

ON KASIM’LARDA YÜRÜMEK

Atatürk’üm işte 10 Kasım yine
Dalgalanır ağaçlarla oğullar
Dalgalanır oğullarla nineler
Dalgalanır ninelerle genç kızlar
Özlemin ta yüreğime işlemiş
Seni bulmak, seni görmek için ben
Bütün toprakaltıyla barışacağım ..

Ereceğim sana usta, barışta, başarıda
Öyle
Güçlüsün ki
Güçleneceğim
Öyle yücesin ki, yüceleceğim
Düşüne düşüne seni kocaman kocaman
Dağlara, dağlara karışacağım ..

Ozan mıyım, ordu muyum, su muyum anlaşılmaz
Çağlar upuzun allığı yüreğimde ülkünün
Sanki bayrak bir kalemdir, sanki gökler bir kağıt
Sanki ellerim gece
Sanki ellerim gündüz
Yazacağım seni daha, bir daha
Ben senin ölümünle yarışacağım …

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

—————————————————-

MUSTAFA KEMAL’İN OĞLU

Mustafa Kemal’in oğlu diyorlardı ona.
Sırtını okşamıştı Mustafa Kemal bir sabah erken.

Geçiyordu paşalarla beylerle,
Su içmişti tarlasından şuncağız.
Öbür çocuklardan ayırmıştı kendini artık,
Adını duyuyordu yüreğinde ateşçe,
Soluk alırken, ekmek yerken..

Köyün yetimiydi, ölmüştü babası Çanakkale’de,
Kale gibi tutardı omuzlarında başını.
İnce bacakları altında koca ayakları vardı
Sarıydı, kuruydu bozkırda bir çalı kadar,
On üçündeydi ama, göstermiyordu yaşını.

Bir zaman sonra top sesleri duyuldu uzaklardan,
Al al oldu dağların moru.
Eli silah tutanlar girmişti cephelere bir bir,
Kadınlar, çocuklar, dedeler toplandı cami avlusuna
Sordu cümlesi birbirine ne yapak?

Ansızın düşman askeri görüldü çayırda,
Geldi çattı köye gavurun zoru.
Devrisi gün bir haber ulaştı evlere, samanlıklara
Alanda ismi yazılacakmış herkesin.

O saat bir yangın sardı Mustafa Kemal’in oğlunu,
Kimi Kadir diyecek, kimi Mıstık, kimi Özdemir..
Ankara’dan gelen rüzgarlar önünde,
Ankara’ya uçan şahinlere karşı,
O, ne desin?
O, Mustafa Kemal’in oğlu, nasıl söyler
Adını, bir avuç düşmana?
Mustafa Kemal’in oğlu yenilmez, tutsak olmaz,
Adını vermez süngüler altında,
Kellesini verse bilem.
Hem ağaç ağaçtır; öküz öküzdür,
İsim yakışmalı cana.

…………

Bayrak mıydı ne, kartal kanadı mıydı ne,
Ses verdi göklerden adı.
O yürüyordu, köylünün dehşeti büyüyordu peşinde,
Büyüyordu gövdesi,
Büyüyordu dağ kadar.
Dur diye haykırdılar, namluları çevirip üstüne,
Durmadı…

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

————————————————-

MUSTAFA KEMAL’İN KAĞNISI

Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden.
Sanki elif elif uzuyordu, inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı, yasla
Her bir heceden ..

Mustafa Kemal’in kağnısı derdi kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik
Nam salmıştı asker içinde ..
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü
Doğrulmuştu yola önceden önceden ..

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar.
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı
Hafiftiler, inceden inceden ..

İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında.
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alın yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden niceden ..

Durdu birdenbire, Kocabaş, ova bayır durdu
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacur gucur
Nasıl durur Mustafa Kemal’in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden ..

Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş
Süs beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere iyceden iyceden ..

Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep .
Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı bacım
Kocabaş’ın yerine koştu kendini Elifçik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden …

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

————————————————-

KAHRAMAN

Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün;
Seni gördük sesimiz Hakk’a yalvardığı gün,
Seni gördük, bir mazi dağları sardı ses ses,
Bir Akdeniz dalgası buldu içinde herkes..

Sana çıkar bu yurdun ararsak son yolu da,
Kutlu bir Tanrı oldun güzel Anadolu’da.
O kadar eskisin ki şimdi ruhumuzda sen,
Bulursun bu sevgide asırları istersen.

Ararsan bakışında uzun ovalar erir,
Dinlersen gönül denen yüce dağlar ses verir.
Bir dünya, bir millete düşman olduğu zaman
Sana büyük hızını verdi nabzındaki kan..

Dört sınırın ucunu getirdin bir araya,
Dört bucak sevgisini topladın Ankara’ya.
Sesin, bir tılsım gibi, yurdu dolaştı yer yer
Ve senden öyle keskin hız aldı ki gönüller.

Yüzyılda giden vatan bir anda geri geldi,
Sonra sanki ruhundan kartal sesleri geldi;
Sanki yeni bir ışık süzüldü gözlerinden
Ve bir fert, tek başına, bir millet yarattın sen.

Bastığın yer tarihten yer alırmış, yok, değil:
Bir gününe bir tarih bağışlasak çok değil!
Çok değil, kanımızın rengini süze süze,
İsmini döğmelerle işlesek göğsümüze..

Çok değil göğsümüzün içine çizsek seni,
İsterse bundan sonra ufuk yansın, gök yansın;
Çünkü sen bu milletin umduğu kahramansın..
Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün;
Seni gördük sesimiz Hakk’a yalvardığı gün…

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

—————————————————-

BÜYÜK MİSAFİR

Bir sevinç incilemiş gözleri yaşlar yerine,
İzi üstünde gül açmış kapanan her yaranın.
Bir bahar yağmuru halinde derinden derine
Çağlıyor her yanı alkışla yeşil Marmara’nın.

Bu misafirdir, inan memleketin neyse varı,
Böyle bir yüz mü görür bir daha fâni ömrün?
Gelin ay Bahr-i Muhit’in köpüren dalgaları,
Kırk asırlık yolu bir hızda alan Türk’ü görün…

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

——————————————————

ANIT KABRİN KAPISI

Bu kapı başlar çok uzaklardan,
İzmir’de, Akdeniz’de,
Dört nala köpürürken atlarınız,
Kılıçların parıltısındaki haklardan.

Bayrak bayrak olmuş şafaklardan,
Göklere sığmaz Allah Allah sesleri,
Geçer Hürriyet ebemkuşaklarında
Taklardan.

Mübarek ırmaklardan
Yıkanmış yemyeşil muradınız
Kavaklara sizden varılır şehitler
Mustafa Kemal’e kavaklardan…

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

Çanakkale Şehitleri Şiiri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Mehmet Akif Ersoy Çanakkale şehitlerine Şiiri
Mehmet Akifin Çanakkale Şiiri

Mehmet Akif Ersoy un Çanakkale şehitleri için yazdığı muhteşem şiiri;

Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı’
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedi serhaddi;
‘O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme’ dedi.
Asım’ın nesli…diyordum ya…nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
‘Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

Çanakkale Şiirleri Mehmet Akif Ersoy

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Çanakkale Şiirleri Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Akif Ersoy Çanakkale Şiirleri

Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı’
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedi serhaddi;
‘O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme’ dedi.
Asım’ın nesli…diyordum ya…nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
‘Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

——————————————-

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir, savrulur enkazı beşer.

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Kafa göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak
Vurulup, tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna yarap ne güneşler batıyor.

Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.

Mehmet Akif ERSOY

———————————————-

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar taşlar…
O, rûkü olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Vurulmuş temiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi…
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın.
Herc u merc ettiğin edvara ya yetmez o kitab…
Seni ancak ebediyyetler eder istiab.
“Bu, taşındır” diyerek Kabe’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle,
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran…
Sen ki İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki; a’sara gömülsen taşacaksın… Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

Hayat İle İlgili Şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Çok Güzel Hayat İle İlgili Şiirler Kısa,

Hayat Üzerine Şiirler,

YalanDünya

Boşa üzülmüş ,boşa gülmüşüm
Hepsi hayalmiş,rüya görmüşüm
Boş yere sana değer vermişim
Yalan dünya;boşa aldattın beni

Aldandım sözüne,düştüm peşine
Malına ,mülküne,güzelliğine…
Uysaydım keşke hakkın sözüne
Yalan dünya; boşa aldattın beni

Ne ana kaldı,ne baba; nerede evlat?
Her şeyi aldın , ettin mi rahat?
Görmedim gerçeği bende kabahat
Yalan dünya; boşa aldattın beni

Verdiğin bu muydu, bu nasıl yatak?
Doldurdun gözümü taş ile toprak
İster ağla , ister gül halime bir bak
Yalan dünya; boşa aldattın beni

Bir Hayatın Anatomisi

Hayat dediğin oyun üç,bilemedin beş perde
Kural yoktur tınısı hep aynıdır her telde
Açılışı dünyaya gelmekle yaparsın
Sonra zamanı saati kendin göre kurarsın
Dünyaya gelerek başlattığın diriliş
Onbeşsene sonra olurmu sana bir serpiliş
Farkında değilsindir yaşıyorsundur en güzel günleri
Karşına çıkan ilk kızı sanarsınki bir huri
Heyelana kapılmış kaya misali geçer zaman
Birden yapaylnız kalırsın nedenini anlamadan
İşte ilk perde tam burda kapanır
Sınav denilen illetle ikinci perde aralanır
Hazırsan geçersin sınavı ilk seferde
Eğerki değilsen sayarsın olduğun yerde
Aşılmayacak engel yoktur atlatırın bunuda
Artık kendine güvenirsin sözlerin kalmaz havada
Sahneye bi çıkarsın karşında kocaman kitle
Kendince düşünürsün işte budur kapalı gişe
Tadını alamadan elvedda derin mutlu günlere
Çıkarsınsabah yeliyle uzun bir sefere
Şafak saymakla geçermi dörtyüzaltmış gün
Onbeş aydan daha yoksun kalır kısacık ömrün
Onbeş aydan sonra hiç bozmadan kafiyeyi
Kapatırsın uzun bir aradan sonra perdeyi
Herkes gibi kurmak istersin mutlu mesur bir yuva
Bu arada bir perde daha katılır kuyruğa
Artık benimde olsun dersin bir kaç çocuk
Derken anlarsınki kolay değilmiş yoksulluk
Dertler belini büksede bunlarıda atlatırsın
Hepsini bir bir katlayıp cebinde saklarsın
Bundan sonra kalmamıştır ben diye birisi
Sende anlarsın yalanmış aileden gerisi
Yıllar birbirii kovalarken dört nala
Yavrunda düşüverir uzun bir yola
Çok geçmeden alırsın kucağına bir iki torun
Onlar için herşeyi yaparsın dinlemezin hiçbir kanun
Artık birşey düşünmezsin dalmadan önce uykuya
Yüreğinde yer yoktur en ufak korkuya

Altmış beş senelik hapisten sonra hayat
Açıklar kararını artık;’hakkın beraat’
Yakan yapışır alaşağı eder ölüm ummadığın yerde
Tam burada anlarsın açılmıştır artık son perde
Önünden geçek üzeredir ayrılık treni
Bir telaş başlar duymadan son sireni
Şehadet getirerek çıkarsın dönüşü olmayan yola
Yoktur artık hiçbir durakta bir nefeslik mola
Ağır ağır uzaklaşırken kıpırdayamadan yerinden
El bile sallayamazsın buğulu pencerenden
Cenazende okunan senin içindir bu son beste
Kimse bulamaz artık seni herzamanki adreste.!

Sonsuza Kadar

Güz gülleri gibi ömür olmasa
Engelleri aşsak sonsuza kadar
Gök ekinler biçilerek solmasa
Baharlar yaşasak sonsuza kadar

Yürek yangınları acıtır teni
Ateş hâleleri henüz çok yeni
Derin acılara atmayın beni
Huzura kavuşsak sonsuza kadar

Gönül güzelliği olmalı her an
Yürek sesleriyle geçmeli zaman
Hoyrat bakışları istemem aman
Kemale ulaşsak sonsuza kadar

Gülistan içinde güller açmalı
Nefisten, şeytandan hemen kaçmalı
Hakikati bulup her dem uçmalı
Hikmeti konuşsak sonsuza kadar

Sureti cemali seyretmek güzel
Âşıklarla olmak arife özel
Bülbül gülü için şakıyor gazel
Cananla buluşsak sonsuza kadar.

Ömür Dediğin

Debelenip dursun akıl ‘niçin’de,
Bir varmış bir yokmuş ömür dediğin.
Gönül sanki zindan, zindan içinde,
Bağrımdaki okmuş ömür dediğin.

Gel seyre dal bir ırmağın başında,
Çölün ortasında, dağın başında,
Bir gurbet ki gözlerinin yaşında,
Ne yaman firakmış ömür dediğin.

Adım adım menziline yürüyen,
Gece-gündüz damla, damla eriyen,
Bahtımın yeline düşüp titreyen,
Bir sarı yaprakmış ömür dediğin.

‘La rahate’..bitmez dertler, çileler..
Şeytanda tuzaklar, ‘ben’de hileler,
Yüzümde gül olup açsın haleler,
Ahiri toprakmış ömür dediğin…

Hayat Devam Ediyor

Hayat yaşamaksa bir lokma nasılsa gelir.
Bir bak doğaya.
Kelebek bile doyuyorsa eğer.
Ezdim diye sevinme üzül bence.
Ezildiğinde bile yemdir birilerine.
Bilen bilir bilmeyen inler dercesine.
Hayat devam ediyor.

Ne çağlayanlar dayanamadı kurudu.
Bir bak doğaya.
Karıncalar bile doyuyorsa eğer.
Basıp ezdiğine üzülme sevin bence.
Ölüsünü bile diğerleri ambara taşır.
Yaşam biri için biterken.
Öteki için yeniden başlamaktadır.
Hayat devam ediyor.

Hani Harun’dan kalan mallar.
Karşındakinde büyük mal var.
Bitirmen mümkün değil.
Yüklen ezdim diye sevin..
Ye yiyebildiğin kadar.
Öyle bir yürek ki bitiremezsin.
Kendini geleceğine bırakmış zaten.
Hayat devam ediyor.

Neler çaldın dünyada görebildin mi?
Çantana bakma bulamazsın.
Aldıklarını sende bırakacaksın.
Bırakmasan bile alacaklar elinden.
Ağlama o zaman.
Bir bak doğaya hepsi geçiciydi de.
İşte o zaman iş işten geçmiştir.
Hayat devam ediyor.

Bütün kalbimle her şeyi vereceğim.
Dönülmez yolda bende yalnız gideceğim.
Hissetmekse acıyı sende bileceksin.
Doğduğumda yalnızdım ya.
Ben o yalnızlığıma geri döndüm.
Yürü artık sen git gidebiliyorsan.
O anılarla maddiyatınla mutlu ol yeter.
Geriye bir söz kalır.
Hayat devam ediyor.

Hayat Yolu

Zaman çizgisinde kaybolan yollar,
Yürümen içindir durmadan yürü.
Sağından solundan uzanan eller,
Üstüne kirini sürmeden yürü.

Dört yana dizilmiş kahpeler mertler,
Karşında sıralı çileler dertler.
Arkandan kuyuyu kazar namertler,
Sırrını düşmana vermeden yürü.

Hayal mi gerçek mi düşün bir kere.
Nefsine hükmeden düşer mi yere?
Yüreğin mahkûmsa bitmez kedere,
Mutluluk düşleri kurmadan yürü.

Sevdanı nadasa bırak yaşasın,
Hasreti bitirmez arttırır yasın.
Deryada fırtına ortasındasın,
Dümeni meçhule kırmadan yürü.

Haritan çizildi doğmadan önce,
Düzenin kuruldu inceden ince.
Çıkmayan sokağa gafil girince,
Kadere hesabı sormadan yürü.

Durağı bulunmaz ömür yolunun,
Zannetme hayatı bitti ölünün.
Üstüne eğilen rahmet dalının,
Köküne baltayla vurmadan yürü.

Sevdanın çamurlu bataklığında,
Ürkek bir ceylanın ataklığında,
Masum meleklerin yüz aklığında,
Ruhuna kirleri sarmadan yürü.

Hakkın huzurunda çıktın sefere.
Geçici mekânın adı yerküre.
Er geç döneceksin geldiğin yere,
Günah kuyusuna girmeden yürü.

Kimseye olmadan ne borç ne diyet,
Onurlu yaşamak ömre meziyet.
Yunus’un yolundan gitmekse niyet,
Kötülük sırrına ermeden yürü.

Kadın İle İlgili Şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Kadına Dair Şiirler,

Kadın Şiirleri Kısa,

ADIM KADINDIR BENİM

Başımdaki yazmayı devrim ile düşürdüm
Toprak kokan saçımı rüzgar ile uçurdum
Orak vurdum ekine bebeme süt içirdim
Salın benim peşimi adım kadındır benim

Eylemlemlerde eşime omuz verdim el ele
Saçlarımı yoldular cehalete bak hele
Panzerler ezdi geçti of demedim bile
Ezdirmedim eşimi adım kadındır benim

İki evlat büyüttüm gözlerim,den sakındım
Asker verdim vatana tezkereye bakındım
Bana tabudu geldi öle öle dokundum
Toprak aldı koçumu adım kadındır benim

Bir yavrum,da mapusta yargı günü bekliyor
Ölüm orucu tutmuş bir damla su çekmiyor
Duyan yok feryadımı kimse dönüp bakmıyor
Kafesledim kuşumu adım kadındır benim

Yüreğimde yükselir eşsiz banaz kalesi
Emektir alın terim bir damla yok hilesi
Vurun boynumu ulan olmam hınzır kölesi
Yapacağım işimi adım kadındır benim

Bir daha doğsam yine kadın doğardım
Ne türbanı dolardım ne çarşafa sığardım
Pir Sultan la Bedrettin le Nazım ile göğerdim
Eğemezler başımı adım kadındır benim

BENİ AĞLATAN KADIN

Beni ağlatan kadın;
Sen kimsin,
Bir melek mi!
Bir huri mi!
Yoksa beni benden çalan
Bir şeytan mı?
Sen kimsin?
Gecemin karanlığında
Yıldızım mı!
Gündüzüm de
Güneşim mi?
Aşımda ekmeğimde
Tuzum biberim
Acım zehirim
Sen kimsin…
Saatim yoluna ayarlı
Kalbim yürüyüşüne atıyor.
Gözlerim cemaline hayran
Bütün şarkılar bizi,
Bütün şiirler ikimizi
Bütün geceler benliğimizi
Aşkımız,telefon tellerine kilitlenmiş
Rüyalarım,uyur gezer
Şu koskoca dünyada
Kimse beni ağlatamadı
Bir sen yaptın bu işi,
Beni ağlatan kadın,
Sen kimsin!…
Kimsin?
Necisin?
Gülüp kaçıverdin bir ahu mu?
Hücrelerimi uyuşturan
Peri mi!…
Söyle Allah aşkına;
Beni ağlatan kadın
Sen kimsin…

O Kadın

Bunca nefret, kızgınlık
Ve yatağıma giren onca kadın
Silmeliydi, bir ölü gibi ismini
Bu kadar uykusuzluk çekmemeliydim
Resimlerini;
Bıyıkları yeni terleyen bir çocuğun
Sigara paketini saklar gibi, saklamamalıydım.
Her gece, Evet! Her gece,
İlk defa içer gibi,
O resimlere duyduğum heyecanım.

Ağacına tutunan bir sarmaşık,
Tanrıya sığınan bir günahkar gibiyim.
Ben sana anlatamam
Anlatırsam, anlarsın.
Anlatırsam, acırsın.
Yeniden sevmek istersin, dokunamazsın
Çünkü hiçbir şey, bıraktığın yerde değildir
Toplamak istersin, dağılırsın.
İşte bu yüzden, ben sana anlatamam.
Anlatırsam, ağlarsın

SEN İSTANBUL GİBİ GİZEMLİ KADIN

geceler agladı hep karanlıklarda
gözlerinin güzelligine.
yapraklar sarardı,güller kurudu,
dudaklarının muhteşemligine.
denizler kudurdu,rüzgar çıldırdı,
saçlarının özelliginden.
dar geldi dügmelere gömlegin dikişleri,
minik şehvetlerin yaktı, kül etti.
çizgisi,hatı,işvesi, nazı,
çıldırdı tüm güzeller,hurileri kızdırdı.
yerler sarsıldı, çatladı alem,
bastıgın yerlerde acı güller fışkırdı,
günler gece oldu, lal oldu o şuh diller.
kuşlar gülüşüne hep hayran oldu,
mecnuna unutturdu bekleyen leylasını,
aşıklar hep mecnun, kerem deli divane.
nice kem gözler hep sana kızgın,
adını duyup ta kalan olmadı,
sesini duyupta giden olmadı.
sen bir ahu derya, afeti güzel,
sen güzeller güzeli,abu hayatım,
söyle, giderken ne bıraktın ellerime
senden hatıra.
kadınlar içinde muhteşem kadın,
sen, istanbul gibi muhteşem kadın.

YALNIZ BİR KADINA

Bir istasyon sessizliğinden iniyordun
Yalnız gelmiştin bu şehre belli ki
Saçlarına bir yağmur hoş geldin diyordu
Kaçak bir yolcu gibiydi o gün İstanbul
Konuşmuyor, ağırdan alıyordun
Bir istasyon sessizliğinden iniyordun

Kimin kimsen yokmuş gibi duruyordun
İstanbul seni tanımaya çalışıyordu
Sen ser verip sır vermiyordun
Bilmediğin sokaklara giriyordun
Yüzünde tarifsiz şüpheler taşıyordun
Kimin kimsen yokmuş gibi duruyordun

Bir vapurla Üsküdar’a geçiyordun
Üsküdar’a nerden, neden geçiyordun
Üç yüz altmış beş derece dönüyordu
Etrafında İstanbul
Sanırım git gide kayboluyordun
Az sonra dönüp geriye
Bir vapurla Üsküdar’a geçiyordun

Az bana bakıyor sonra sigara yakıyordun
Yağmurda duruyor, rüzgârda geçiyordun
Pek tekin olmayan muhitlerindeydin yalnızlığın
Ellerin sıcak bir çay bardağına dokunuyordu
Fiyakalı bir geceye iskemle çekiyordun
Az bana bakıyor sonra sigara yakıyordun

Sanırım seni bu yüzden merak ediyordum
Sen de diğer insanlar gibi konuşabiliyor muydun?
Sen yine bana bakıyor ve sigara yakıyordun
Gece müsaade isteyip kalkıyordu yanından
İstanbul’a sığdıramadığım bir sabah oluyordu
Bakınca geceden yalnız gözlerin görünüyordu
Sanırım seni bu yüzden merak ediyordum

ADI KADIN YÜREĞİ YANGIN

Adı kadın
Anadır bacıdır kadın
Candır cananadır, eşdir kadın
Eli öpül esidir, duygu selidir kadın

Anlattıkça çoğalan, çoğaldıkça güçlenen kadın
Adı kadın yüreği yangın, acılarla yoğrulan kadın
Gözyaşlarını içine akıtan kadın
Eşinin şekillendirdiği kalıba giren kadın

Sorgusuz sualsiz istenileni yapan kadın
Gözü yaşlı, bağrı yaslı kadın
Daha küçücük bir kızken gelin edilen kadın
Ne olduğunu anlamadan bebe karnına koyulan kadın

Küçücük bir çocukken çocuk doğuran kadın
Ummanda kaybolan kadın
Adı kadın
Yüreği yangın kadın…

Kadın Vardır

Kadın vardır,kocasını şah eder
Kadın vardır,padişaha ah eder
Kadın vardır,geceyi sabah eder
Kadın vardır,koca illallah eder

Kadın vardır,dikenini gül eder
Kadın vardır,gülüde diken eder
Kadın vardır,insanı bülbül eder
Kadın vardır,yakar,yıkar kül eder

Kadın vardır,samanlığı seyran eder
Kadın vardır,sarayıda viran eder
Kadın vardır,her haliyle hayran eder
Kadın vardır,hayatı zindan eder

Kadın vardır,alay misafir eder
Kadın vardır,biride kafir eder
Kadın vardır,ilhamdır şair eder
Kadın vardır,hayatı zehir eder

Kadın vardır,yuva için cenk eder
Kadın vardır,düşmanına denk eder
Kadın vardır,aşk ile ahenk eder
Kadın vardır,hayatını felç eder

Anneanne İle İlgili Şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Anneanne Şiirleri

Anneanne İle İlgili Şiir


ANNEANNE

Sana sevgimi anlatmak biliyorum imkansız
Dünyada imkansız olan bir tek şey bu benim için
Çünkü senin sevgin ölçülmez
Ana yüreğinden fazlaydı senin bana sevgin

Anca bu anlatır senin iyi olduğunu
Hatırlıyorum seninle geçen saatlerimizi
Seni yılan ısıracak diye benim paniğim
O gün senden o tatlı öpücüğü almak hayatımda en güzel anımdı

Ne kızlar ne arabalar ne evler vs…
Bunların hiç biri seni tutamaz anneanne
Çok erken gittin anneanne
Ben daha 9 yaşındaydım

Ben sana doyamadım
O güzel yüzüne doyamadım
Hani sen hasta olduğunda bir yastık almıştık ya…
Sen öldükten beri hep onla yatıyorum

Her akşam yastığa bakarak ağlıyorum
Elimden bir şey gelmiyor dua ediyorum
Senden sonra en sevdiğim şey vatan
Hayatım boyunca onu koruyacağım

15 yaşındayım anneanne
Bir Zonguldak çocuğuyum
Annem hastanede dedeme bakarken
Senin elinde büyüdüm

Senin hakkını ödeyemedim en çok buna yanarım
Delin tutulduğunda benim fotoğrafıma işret etmişin
Biz şehirdeydik anneanne benim fotoğrafımı öpmüşsün
Biz kötü haberi duyunca geldik

Bana bir sarılışın vardı ya onu ben ne annemden ne babamdan aldım
Kimseden de almam beni öperek öldün
Dayım ise son anda yetişti fakat sen ölmüştün
Tabuta baktı ve bayıldı

Bende baktım sana bir kez sanki gülüyordun
Ama ben ağlıyordum
Lütfen geri gel
Anneanne lütfen! ! !

Nasri Aydemir

İyi Günler İlerde Anneanne

iyi günler ilerde anneanne
iyi günler ilerde
bense yirmidört saatlik
günlerdeyim anneanne

rüyalarında senin ne kıyamet kopuyor
ne de bir gül düşüyor dalından
sen böyle istersin bilirim
gülümseyerek anneanne

oysa ne sarışın kızlar
göz kırpıyor esmer delikanlılara
ne de ortadoğu
bir gül bahçesi oluyor

yine de iyi günler
ilerde anneanne
esmerliğimiz
kıyamet herkese

halime bakıp üzülme anneanne
bir bakarsın dayımla beraber
ortak bir iş kurar
belki bir süpermarket açarız

ne dersin, kasada da
muzaffer durur, gülümseyerek
yok yok olur, dandy, pop-corn
ve kalve çorba satarız.

kahrolsun amerika deriz sonra
kahrolsun fransa için ve mançurya
kahrolur biz böyle deyince
devr-i daim düzeniyle dönen dünya

mançurya da kahrolur
niye kahrolacaksa

anneanne, müzmin
başağrılarım artıyor
işte yaşamak bu deyip dostlar
müttefiklere gülümsediğinde

anneanne, ah anneanne
çıkış yok ve bu tereke
rahmetli dedemin yüreğinden
daha eski bir mesele

yüreğimiz bölüştürülemez
iyi günler ilerde

sade ekmeği bildiğimiz
günler geçmişte
ve güzeldi anneanne
şimdi ekmek dile gelse
boğazımızdan geçişine
utandığını söylerdi

iyi günler yok!
iyi günler yok anneanne

kıyamet bize
kıyamet bize
kıyamet bize

kıyam/et bize

Hüseyin Atlansoy


Baldır Yusufum

Annesiz babasız kaynaşamazlar
Torunlar dedesiz oynaşamazlar
Babaanne anneanne paylaşamazlar
Torunlar petekte baldır Yusuf’um

Çok sağlam kurulmuş ailede temel
Elifi doğuran kızınız emel
Ereni unutma onada yönel
Biri çiçek biri güldür Yusuf’um

Büyükbabasına muştuyu verin
Hastaneye varıp emeli görün
Elif yavrunuzu beraber sevin
Tatlı akrabalık baldır Yusuf’um

Allahım beş torun bahşetmiş sana
Beşinide birden bas kucağına
Can kafeste iken sev kana kana
Onlar sazlardaki teldir Yusuf’um

Anneanne torundan alsın muradın
Adınsa Yusuf’tur Başer soyadın
Bundan keri mutlu geçsin hayatın
Sonumuz ahrete yoldur Yusuf’um

Dedelikte göster büyük başarı
Torunlar dünyanın en kutsal varı
Damadı gelini atma dışarı
Kırılır bir başı eldir Yusuf’um

Biraz düşün batın ile zahiri
İnsanların en son topraktır yeri
Yüksele yardım et duyma gahiri
Kitaplar elinde kaldı Yusuf’um

Osman Yüksel

Anneanne

Gökgözlüm…
çok zaman oldu
bana sarılmayalı sen
çok zaman oldu
anneanne
çocukluğumu özledim ben
fındık bahçelerinde
koşarken
ömrümün çoğu daha
önümde dağ gibi
dururken
ve bilmezken
hastalık nedir
yaşlılık nedir
aklım ermezken
hep sen vardin yanimda
yanimda değilsen
hemen ardimda..
bilmezdim çiçekler
ne işe yarar
ben
evelek mantarlari arardim
dört dönerek
bahçelerde
gözüne girmek ve
seni mutlu etmek için
bana
aferin oğlum
demen için
şimdi söyle
niçin
anneanne
ne zaman bir bahçeye
adimimi atsam
buruk olurum ben
o an
bir avucumda
çocukluğum
bir avucumda
ellerin
koşmak isterim
findik bahçelerinden
sana
hernerdeysen…….
Mete Çakır

Benim Çocuklarım Anneanne Diyemediler

Ne büyük eksiklik anneciğim yokluğun.
Benim kızım,oğlum
Seni tanımadılar.
Sarılıp da boynuna anneanne diyemediler.

Ellerini öpüp bayramlarda,harçlık alamadılar.
Masallarını dinleyemediler,
Kucağında,ayağında uyutamadın sen onları,
Senin güzelim yeşil gözlerini görmediler.

Okula gönderip,
Karşılayamadın dönüşlerinde,
Ders çalışmadılar dizinin dibinde.
Senle başbaşa olamadılar gönüllerince.

Anneanne demeyi bilemediler,
Elbette dede de demediler babama,
Mehmet Babam dedeleri idi ve,
Bu duyguyu, bu kelimeyi biliyorlar.

Anneanne diye bildikleri ise,
Yeşil demir bir çerçeve ile sarılmış çepeçevre,
Bir mezar.
Gidilen, eller açılarak dualar edilen,
Bir toprak parçası,
Bir mermer isim levhası.
Bayramlar,özel günler ötesi,
Her dertleşmek istenildiğinde gidilen,
Bir ömür törpüsü.

Hep soruyorlar anneciğim seni,
Hep anlatıyorum,
Pelinsu biliyor,bu sohbetin sonunun gözyaşı ile biteceğini,
Anlatırken beraber yaptıklarımızı,
Sohbetlerimizi,
Kısacık ömründe bana kattıklarını,
Vefa, sadakat, çalışkanlık, dürüstlük,
Sevgi doyasıya coşkulu,heyecanlı,mutlu,
Sahiplenme,kıskanma,paylaşmama,
Dinliyor koskoca iri gözlerle,
Uykuya dalarken koynumda,
Sana dualar okuyor annem.

Bak yine anneler günü,
Anneanne günü geldi çocuklarımın.
Pazar günü ellerimizde çiçeklerle sana geleceğiz.
Akıllarında kalan hep bu günler olacak sana dair.
Fotoğraflar,ve bu toprak parçası.
Anneanne demeyi öğrenemeyecekler belki
Bu eksik hiç kapanmayacak,
Ama anneciğim seni asla unutmayacaklar.
Hep getireceğim sana onları.
Seslerini duyacaksın sarılamasanda,
Göreceksin yüzlerini.
Küçücük elleriyle dualar okuyacak,
Gözlerinde yaşlarla
Anneanneciğim anneler günün kutlu olsun diyecekler.
Günün kutlu olsun bir tanem.
Allahısmarladık.

Aynur Meydan

Anneanne Evi

Resmim çerçevede
Evin baş köşesinde…
Sevilmek, şımartılmak
Zirvelerde…
Bahçe kapısından girerken daha
Akşamsefaları,
Pencerenin önündeki saksılarda
Sardunyalar, karanfiller, güller…
Ama asıl ben gelince
Açar bu evde güller…
Mutluluk ben demek…
Her şey benim içindir zaten:
Ne istesem önüme serilir,
Sütlaç ister canım,
Hemen sakızlısı pişirilir…
Portakal, mandalina, elma
Dilim dilim,
Zorla ağzıma verilir…
Tuttuğum yarım oruçlar için
Para da ödenir…
Hiç aç kalmadığım,
Hiç üşümediğim,
Hiç azarlanmadığım ev…
Anneanne evi…
Çocukluğumun en güzel evi,
Hep özlemle beklendiğim ev,
Anılarımın burcu burcu koktuğu,
Özlemlerimin yüzüme güldüğü ev…

Anneanne evi
Çocuk ruhumun süzme sevgileri…

Mahmut Mustafa Kılınçer

En Çok Okunan Şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Çok Okunan Şiirler


En Çok Okunan Şiirler Neler


HERŞEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kada…Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…

Can Yücel

Zindandan Mehmet’e Mektup

Zindan iki hece Mehmed’im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam boynunda yafta…
Halimi düşünüp yanma Mehmed’ im!
Kavuşmak mı? … Belki… Daha ölmedim!

Avlu… Bir uzun yol… Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yolda tutuktur hapse düşeli…
Git vegel… yüz adım… Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak

Bir alem ki, gökler boru i…Zindan iki hece Mehmed’im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam boynunda yafta…
Halimi düşünüp yanma Mehmed’ im!
Kavuşmak mı? … Belki… Daha ölmedim!

Avlu… Bir uzun yol… Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yolda tutuktur hapse düşeli…
Git vegel… yüz adım… Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak

Bir alem ki, gökler boru içinde!
Akıl olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu sus mu unut mu,,?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, Bir kaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil…

Müdür bey dert dinler bu gün ‘maruzat’!
Çatık kaş… hükümet dedikleri zat…
Beni Allah tutmuş kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem…
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, Bir yırtıcı zil;
Sayım var, Maltada hizaya dizil!
Tek yekün içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemiyet
Urbalarla kemik, Mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, Nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat…
Yalnız seccademin yüzünde şevkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem;
Öp beni anlımdan, Sen öp seccadem!

Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, Duman duman erisin!

Peykeler duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
gömülmüş duvara, baş baş gölgeler
Duvar katil duvar, yolumu biçtin!
kanla dolu sünger… beynimi içtin!

sükut… kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.
Yerinde mi acep ölü ve mezar
yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir…
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir elden kader bu emir…
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünya ya kapalı, Allah’a açık.

Dua dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış…
Bir soluk, Bir tütsü Bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zahir şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş…
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa dim dik doğrul ve sevin!

Mehmed’im sevinin başlar yüksekte!
Ölsekte sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Necip Fazıl Kısakürek

İMKANSIZ AŞK

Falcı kadın yalan söylüyor yalan

Bizi birbirimiz için yaratmış Tanrımız

Nasıl mümkün değilse

Yıldızları toplamak gökyüzünden

Öylesine imkansız bir şey aşkımız

Kurudu gölgesinde oturduğumuz ağaçlar

Bahçelerde sevdiğin çiçekler kalmadı

Sadece hatıralarda ebedi olan

Vazgeçemediğimiz, unutamadığımız

Onlar bile bize yar olmadı

Unut benden kalan ne varsa

Unutmak tesellidir ya…Falcı kadın yalan söylüyor yalan

Bizi birbirimiz için yaratmış Tanrımız

Nasıl mümkün değilse

Yıldızları toplamak gökyüzünden

Öylesine imkansız bir şey aşkımız

Kurudu gölgesinde oturduğumuz ağaçlar

Bahçelerde sevdiğin çiçekler kalmadı

Sadece hatıralarda ebedi olan

Vazgeçemediğimiz, unutamadığımız

Onlar bile bize yar olmadı

Unut benden kalan ne varsa

Unutmak tesellidir yalnızlığın

Güneşi bir kadeh şarap gibi içip

Delicesine sarhoş olmak

En güzel tarafı imkansızlığın

Ümitlerimiz fırtınalı denizler ortasında

Bir hurda teknedir şimdi

Dalgalar dünden daha zalim

Rüzgar daha hoyrat

Ne bulut var ufuklarda ne gemi

Mevsimler toz pembe değil

Gündüzler gecedir, geceler zindan

Güneşin doğmasını beklemek boşuna

Boşuna artık medet ummak

Taş kalpli zamandan

İnan ki! Kırılmış bir ayna gibi

Paramparça, kırık dökük aşkımız

Çaresizliğin, ümitsizliğin türküsü

Türkülerin en içlisi, en hüzünlüsü

Büyük aşkımız

Ümit Yaşar Oğuzcan

YALNIZLIK ŞİİRİ

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.

Orhan Veli Kanık

AŞK DERSI

Yabancı bir televizyon görüncesinde
Bitkilerin nasıl çiftleştiğin seyrederken ağlıyorum
Derken aklıma geliyor Güler’le ilk seviştiğimiz
Orda da ağladığımı gülerek hatırlıyorum

YOKLUĞUNDAKİ SEN
Yine yalnız değilim her zamanki gibi
Bu Uzakdoğu gecesinde yokluğunlayım

Aramızda yirmibeşbin kilometre
Sen kıştasın ben yazdayım
Sen bir yarısında dünyanın
Ben öte yarısındayım
Yine de bırakmıyor ellerimi yokluğun
Daha da bir gönlümcesin
Varlığından bin kat güzel
O yalımsal çıplaklığın yalaz yalaz
Ve en gizlerden konuşurken ellerin
İçimden gelmiyor mektup yazmak demeden
Sevişiyoruz yirmibeşbin kilometreden

SENI SEVIYORDUM

Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi…

Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi

İnsan hergün anımsarmı aynı gözleri

SENİ SEVİYORDUM ve senin haberin yoktu

Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü ve burnun, herkesden başkaydı işte…

Güldüğü zaman yukarıya bakardı;

Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı…

Ne güzeldiler sen bilmiyordun…

BEN SENİ SEVİYORDUM…

Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler

Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu

Geri dönüyordu, çoğalıyordu

Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi, herseyi erteliyişim oluyordun

Kalp ağrısı oluyordun,

Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun,

Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk,

Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyorduk ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk

Cesurduk…

Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kızmızıydı bütün karanfiller…

Ben SENİ SEVİYORDUM sen bilmiyordun…

Sevinçlerim oluyordun arasıra sen hiç bilmiyordun

Sonra herhangi biri oldun, bütün sevinçlerim bittikten sonra

Yağmurlar yağdı, serin haziran akşamları

Derken bir gün uzaktan gördüm seni…

Saçların bana inat başın herseye meydan okuyarak işte yine aynı

Kalbimi acıttı her zaman ki gibi…

Değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun

Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir yada boşver bilme en iyisi…

BİRGÜN ANLARSIN

Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına…
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

Ahmet Arif En Güzel Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

En Güzel Ahmet Arif Şiirleri

Ahmet Arif Şiirleri

Anadolu

Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?

Utanırım,
Utanırım fukaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak…
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım…
Görüyor musun ?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu’yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri…
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda…
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?

Hasretinden Prangalar Eskittim

Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana…
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni…
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini…

Sevdan Beni

Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni…

Uy Havar

Yangınlar,
Kahpe fakları,
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de başa
Seher vakti leylim -leylim
Cellat nişangahlar aynasındasın.
Oy sevmişim ben seni…

Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
He canım…
Çiçekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur alnım şakına
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
Şahmurat Suyu kan akar
Ve ben şairim.

Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kınsız bir rüzgar
Mısra dökeyim.
Oy sevmişem ben seni…

Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut, dağlarla.

Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamın
Yarının çocukları, gülleri için
Herbirinin ayvatüyü, çilleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.

Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan-ter içinde, asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni.

Ahmet Arifin Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Ahmet Arifin Şiirleri


Ahmet Arif Şiirleri


OTUZÜÇ KURŞUN

1.

Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı…

Yiğitlik inkar gelinmez
Tek’e – tek doğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yana, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzüç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda…

2.

Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere…
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
Ilk atımda uçuran
Usta elleri…

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri…
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi…

3.

Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun…

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…

4.

Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden…

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına…

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…

5.

Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…

Anadolu

Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?

Utanırım,
Utanırım fukaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak…
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım…
Görüyor musun ?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu’yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri…
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda…
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?

Hasretinden Prangalar Eskittim

Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana…
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni…
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini…

Sevdan Beni

Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni…

Uy Havar

Yangınlar,
Kahpe fakları,
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de başa
Seher vakti leylim -leylim
Cellat nişangahlar aynasındasın.
Oy sevmişim ben seni…

Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
He canım…
Çiçekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur alnım şakına
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
Şahmurat Suyu kan akar
Ve ben şairim.

Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kınsız bir rüzgar
Mısra dökeyim.
Oy sevmişem ben seni…

Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut, dağlarla.

Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamın
Yarının çocukları, gülleri için
Herbirinin ayvatüyü, çilleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.

Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan-ter içinde, asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni.

Kalp Krizi ve Sıcak Su

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Çinliler ve Japonlar yemeklerinden sonra soğuk su değil sıcak çay içerler.
Belki biz de yemekten sonra sıcak bir şeyler içme alışkanlığımızı onlardan edindik.Ya da onlar bizlerden örnek aldı.

Eğer yemeklerden sonra soğuk şeyler içiyorsanız bu yazı size hitap ediyor.
Yemekten sonra soğuk bir şeyler içmek sizi rahatlatabilir.
Ancak tükettiğiniz soğuk su katılaşarak yağlı bir madde haline döner ve
yavaş bir şekilde sindirilir. Bu asitli tepkime bozularak bağırsakta katı
maddelerden daha hızlı bir şekilde emilir. Bir kısmı bağırsağa yapışır.
Kısa bir süre sonra tamamen yağ haline döner ve kansere yol açar.
Yemekten sonra sıcak su veya çorba içmek en iyisidir.

Kalp krizi hakkında önemli birkaç bilgi..

– Kalp krizi belirtisi her zaman sol kolun uyuşması değildir.
– Çenedeki şiddetli ağrıların da farkında olun.
– İlk göğüs ağrınız kalp krizi sırasında gerçekleşmez. (Daha önce mutlaka
göğüs ağrınız olmuştur)
– Mide bulantısı ve şiddetli terleme de önemli kalp krizi belirtilerindendir.
– Kalp krizi geçiren insanların %60 ı uyurken ölür.
– Göğüsteki ağrılar sizi uykudan uyandırabilir.
Lütfen dikkatli olun ve olanların farkına varın.

Kalp Hastalarına Müjde…..

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Boston Çocuk hastanesinde görevli araştırmacılar, kalp sinir sistemini yenileyici NRG1 faktörünün kalp krizinden sonra hasarlı kalbe enjekte edilmesiyle, hasarlı kalp dokularını yenileyebildiğini ortaya çıkardılar.

Cell dergisinde yayınlanan ve fareler üzerinde yapılan araştırmada, kalp krizinden sonra hasarlı kalp dokularına enjekte edilen NRG1 faktörünün, kardiyak fonksiyonunu tekrar eski durumuna getirdiği görüldü. Kalp krizi geçiren farelere 12 hafta boyunca her gün NRG1 faktörü enjekte edien araştırmacılar, 12 haftanın sonunda kalbin yine eskisi gibi pompalamaya başladığı tespit ettiler.
Hasara uğramış kalp dokuları genelde yenilenmiyor. NRG1 büyüme faktörünün uygulanmasıyla, kalp dokularının yenilenmesi konusunda kardiyak kök hücrelerine ihtiyaç kalmıyor. Araştırmacılar daha önce, kardiyak kök hücreleriyle kalp dokularının yenilenebileceği üzerinde çalışıyorlardı.

Bir sonraki araştırmada ise, daha büyük memeliler ve insanlar üzerinde araştırmaların yapılacağı ve aynı etkinin insanlarda da görülüp görülmeyeceği belirlenecek.

[DIPNOT]Alıntı…[/DIPNOT]