Cuma Namazı tek başına kılınmaz. Öğle vaktinde cemaatle kılınır. Öğle ezânı okununca, önce dört rek’at Cum’a namazının ilk sünneti kılınır. Niyet ederken: “Niyet ettim, Allah rızası için Cuma Namazının ilk sünnetini kılmaya” denilir.
Bu namaz aynı öğle namazının sünneti gibi kılınır. Yani bütün rekatlarda Fâtiha ve zamm-ı süre okunur. İlk oturuşta sadece Etteahiyyatü okunur. Son oturuşta:
Sonra, câmi’ içinde, ikinci ezân okunur. Sonra, İmam hutbe okumak için minbere çıkar. Hutbe okunur. Hutbe okunurken cemâ’atin namaz kılması ve konuşması harâm olur. Hatîb efendi duâ ederken, cemâ’at sesli âmîn demez. İçinden sessiz denir. Namaz kılarken yapması harâm olan her şey, hutbe dinlerken de harâmdır. Hutbe okunup bittikten sonra müezzin kamet getirir. Sonra, cemâ’at ile iki rek’at Cum’a namazının farzı kılınır. Bu namaz aynı sabah namazının farzı gibi kılınır.
Niyet şöyle edilir: “Niyet ettim, Allah rızası için Cuma namazının farzını kılmaya, uydum hazır olan imama” Sonra, dört rek’at son sünneti, Niyeti şöyledir: “Niyet ettim Allah rızası için Cuma namazının son sünnetini kılmaya”. Bu sünnetde aynı ilk sünnet gibi kılınır. Böylece esas itibariyle Cuma namazı farzı ve sünnetleriyle birlikte kılınmış olur. Son sünnetin ardından zuhr-i ahir, niyetiyle dört rekat daha namaz kılınmaktadır. Niyet edilirken şöyle denilir: “Niyet ettim edâsı üzerime olup da henüz üzerimden sâkıt olmayan en son öğle namazının farzına”. Bu şekilde niyet edilirse, eğer o günün cuma namazı şartlarında bir noksanlıktan dolayı kabul olunmamışsa, öğle namazı kılınış olur. Kabul olunmuşsa, en son kazaya kalmış öğle namazına sayılır.
Bundan sonra, iki rek’at vaktin sünneti kılınır. “Vaktin sünnetine” diye niyet edilir. Cum’a sahîh olmadı ise, bu on rek’at, öğle namazı olur. Bundan sonra, Âyet-el-kürsî ve tesbîhler okunup, duâ edilir.
Duâ, hayrı çeker, belâ ve zararı defeder. Duâ, insanı belâdan korur, inmiş ve inecek musîbetlere karşı bir kalkandır. Belâların etkisini azaltır, Allah’ın kaderini hafifletir.
Dua ederken dikkat etmemiz gerekenler:
1- Şerefli Vakitleri Gözetmek; Senenin Arefe gününü, aylardan Ramazan ayını, haftanın Cuma gününü ve saatlerin de seher vaktini gözetmek. Nitekim Allah Teala ´Sabahın erken vakitlerinde de istiğfar ederlerdi´ buyurmaktadır. (Zariyat, 18) 2- Şerefli Halleri Fırsat Bilmek; Ebu Hureyre (ra) şöyle der: “Gök kapıları Allah yolunda, Allah´ın düşmanlarıyla çarpışanların safları düşman saflarına yaklaştığı zaman açılır ve yine o kapılar, yağmur yağdığı zaman, farz namazlar için kamet edildiği zaman açılırlar. Bu bakımdan bu vakitlerde dua etmeyi bir ganimet bilin. Kulun, rabbine en yakın olduğu hal secde ettiği haldir. Bu nedenle secdenizde çok dua ediniz!”(Müslim) “Oruçlu bir kimsenin duası geri çevrilmez.” (Tirmizi) 3- Kıbleye Yönelerek Dua Etmek; Selman-ı Farisi Resulullah’ın (cc) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Muhakkak Rabbimiz hicap edici ve Kerim dir. Kulları ellerini dergah-ı izzetine kaldırdıkları zaman o elleri boş çevirmekten hayâ eder. (Tirmizi) 4- Sessizce Ve İhlasla Dua Etmek; Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki Allah, bağırıp çağırarak haddi aşanları sevmez. (Araf, 55) Kur´an-ı Kerim’de mealen buyruluyor ki: İhlaslı olarak dua edin! (Mümin, 65) 5- Duayı Kafiyeli Okumaya Çalışmak; Hz. Peygamber (sav) duayı kafiyeli söylemek suretiyle ifrata kaçmayı şu hadisiyle yasaklamıştır: Duada seci (kafiyeli okumaktan) yapmaktan kaçının. Ey Allahım! Ben senden cenneti isterim ve cennete yaklaştırıcı söz ve amelleri isterim. Cehennemden sana sığınırım. Ona yaklaştırıcı söz ve amellerden de sana sığınırım, demeniz kafidir. 6- Yalvarış, Korku, İstek ve Sığınma; Onlar, hayırlara koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederler. (Enbiya, 90) Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah Teala bir kulunu sevdiği zaman, onun yalvarış ve yakarışlarını duymak için onu belalara müptela kılar. (Deylemi) 7- Duanın Kabul Olunacağına Kesinlikle İnanmak; Kabul edileceğine yüzde yüz inanarak Allah Teala’ya dua ediniz ve biliniz ki, muhakkak Allah Teala, gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez. (Tirmizi) Dua edenin ya günahı affolur veya hemen hayırlı karşılığını görür yahut ahirette mükâfatını bulunur. (Deylemi) 8- Duada Israrla Yapmak; İbn Mesut (ra) Hz. Peygamber’in, dua ettiği zaman duasını üç defa tekrarladığını, Allah´tan istediği zaman istediğini üç defa tekrarladığını söylemektedir. (Müslim) Herhangi biriniz acele etmedikçe duası Allah tarafından kabul olunur. Acele etmek şu demektir: Ben dua ettim, duam kabul edilmedi. Bu nedenle ey Allah´ın kulu! Dua ettiğin zaman Allah´tan çokça iste. Çünkü sen Kerim ve cömert bir zattan istiyorsun. (Müslim ve Buhari) 9- Allah´ın Zikriyle Duaya Başlamak; Hz Peygamber´den şöyle rivayet edilmektedir: Siz Allah Teala´dan bir ihtiyacınızı istediğiniz zaman, önce salavat getirmekle başlayınız. Çünkü Allah Teala’nın şanına yakışmaz ki, kendisinden iki türlü ihtiyaç istendiğinde birisini (salavat-ı şerifeyi) kabul edip diğerini reddetsin! 10- Duanın Kabulü Edep İledir; Duanın kabul olunmasının temeli edeptir ki o da, tevbe etmek, bütün varlığıyla Allah Teala´nın ibadetine yönelmektir. Malik Bin Dinar (ra) şöyle demiştir: İsrailoğullarında büyük bir kıtlık meydana geldi. Birkaç defa yağmur duasına çıkmalarına rağmen, yağmurun yüzünü göremediler. Bunun üzerine Allah Teala, peygamberlerine şöyle vahiy gönderdi: Onlara söyle ki, sizler necis bedenlerinizle benim huzuruma geliyorsunuz. Kana boyanmış ellerinizi benim dergâhıma uzatıyorsunuz. Mideleriniz haramla dolu olduğu halde geliyorsunuz. Şimdi ise benim gazabım sizin üzerinize daha da artar. Bu durumda bana gelmeniz sizi gittikçe benden uzaklaştırır; (bu söylediklerimden tevbe eder gelirseniz, o zaman size rahmet ederim. Aksi takdirde rahmetin yüzünü göremezsiniz. (İhya-i Ulum id-Din)
Duâ, Vesile-i Rahmettir İnsanı maddi ve mânevi sıkıntılardan kurtarır Yunus’ (AS)’u balığın karnından en sıkışık ve sıkıntılı olduğu bir durumdan kurtarmaya vesile olan duâsını ruhumuzun sıkıldığı, içinden çıkamadığımız sıkıntılara düştüğümüz anlarda biz de tekrar edelim ve Allah’ın kudret ve rahmetini celb edelim: “Lâ ilâhe illa ente sübhaneke inni küntü minez’zalimin…”
Bilindiği gibi Hz Eyyub (as) sabır ve metaneti ile dillere destan olmuştu Bir rivayete göre o meşhur hastalığını on sekiz sene çekmişti Hiçbir zaman isyan etmeyen Hz Eyyub (AS)’e hanımı bir gün şöyle sorar:
“ Bu hastalığın bitmesi, çektiğin dertlerin gitmesi için Cenab-ı Hakk’a duâ etsen olmaz mı? der
Çekmiş olduğum darlık ve sıkıntılı zaman ise daha bu süreye ulaşmamıştır“ Benim bolluk ve refah içinde yaşadığım müddet 80 yıldır Bu durumda ben Allah’tan utanırım Ona (cc) bu halin üzerimden gitmesi için nasıl duâ ederim ki?
Bütün Peygamber ve nebilerin tek silahı olan duâ, günümüz insanı için de aynı görevi görmektedir Ve kıyamete kadar da görecektir Peygamber Efendimiz (SAV) buyurmaktadır ki: “Duâ Mü’min’in silahıdır”Yine sevgili Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmaktadır: “İki duâ reddolunmaz, yahut nadir olarak reddolunur: (Biri) Ezan okunurken yapılan duâ, diğeri de savaş şiddetlendiği zaman harp esnasında süngü süngüye yapılan duâdır”
Duâ’nın amaçlarını ve hedeflerini şöyle sıralamak da mümkün:
Duâ, mü’min’in silahıdır Duâ, ibadetin aslı ve özüdür Duâ, ömrün bereketini artırır Duâ, dinin temel ilkelerindendir Duâ, Allah katında duâdan makbul bir şey yoktur Duâ, kısaca istemektir İstemesini de bilmektir
Duâ ve zikirlerin ana kaynağına bakıldığı zaman, sevgili Peygamberimiz vardır Ana kaynak Hadis-i Şerifler olup günümüze kadar gelebilmiş ve kıyamete kadar da gidecektir Bir söz vardır: “Yer gök duâ üzerine durmaktadır” evet, bunu gören göz, duyan kulak, anlayan kalp, zikreden dil daha iyi görmektedir
Hem size kim diyor ki yan gelip yattın? Asıl insan Yaradanına muhtaçtırAkıl derki; geriye iyi bakmak gerekir Hani dünya malı için koşan, şan şöhret sahibi kişiler nerede? Herkesin gideceği yer belli değil mi? Madem belli! O halde neden bu dünyalık için telaş? “Muhannete muhtaç mı olalım?” diye bir deyim akla hakim olabilir Kimsenin muhannete muhtaç olması söz konusu değil Gayrisi palavradır “Yattığımız yerde rızk ayağa gelmiyor ki?”denilebilir; elbette gelmeyecek İnsana düşen şudur ki; çalışacak, tevekkül edecek, hamd edecek, şükredecek, yarın azığım yetmez telaşına düşmeyecek “ çünkü yarına çıkmaya kimsenin senedi yoktur” haram yemeyecek, başkasının rızkına-namusuna göz dikmeyecek, hayat çizgisini yaratanın istediği doğrultuda çizerse, hiçbir zaman dünya korkusu olmaz İnsan kendisini yaratana teslim olup, O’na sığındığı zaman korkmasına gerek yoktur Ki, bu dünyaya imtihan için geldik, eğlenmeye, mal-mülk yığmaya değil!
Varlıkta bir imtihan şekli, yokluk da bir imtihan şeklidir Sağlık da bir imtihan şekli, hastalıkta Bunu böyle bilip, buna göre yaşamak zorundadır insan
İnsanoğlu biraz nankörleşerek “ bunun sebebi de daha fazla kazanmak hırsıdır” kainatın, yaşadığı ortamın düzenini bozabilir Bu da yine kendisine ve başka canlılara zarar verecektir Muhtaç olan sadece ve sadece insandırKâinatı yaratan Allah’û Zü’l-Celal hiçbir şeye muhtaç değildir İnsan harici iki mahlukatın birbirine zarar vermesine insanın hayıflanması bile gerekmez, asıl onda hikmet araması gerekir Çünkü akıl sadece insana verilmiştir Diğer canlıların yaptıkları sadece insana ibret vermesi içindir Madem ki yüce Allah’a inanıyoruz, haşa, kuşku duymak neden? Başka canlılar arasındaki yok oluşa sadece ibret ve hikmet aşkı için bakmalıyız Kainatta bir zerre dahi, Rabbim’den habersiz hareket imkanı bulamazken, cüzi akıl ve olanak ile insan buna engel olma imkanı asla bulamaz ve verilmemiştir de Başka canlıların helakı ise, kendi sonunu hazırlayacaktır İnsan, hayatta bir imtihan için vardır İşte bu nedenle başına gelen bir musibet karşısında hiddetlenmeyip, en büyük silahı olan duaya sarılarak, kendisinin ve kâinatın sahibi olan Allah’a duâ etmek, yalvarmak olmalıdır Bir başka canlıdan medet ummak yerine, kendisini yaratandan istemek zorundadır Bu da halis ibadet ve halisane duâ ile olur Gayrisi nafiledir
İnsanlar görür diye ameli bırakmak riyadır ve insanlar görsün diye amel etmek ise şirktirDuâ, yapacağınız zaman, abdestli olmaya dikkat etmeli, birileri görsün diye değil, sadece durumunuzu Allah’a havale etmelisiniz Öyle ise bunlardan uzak durarak, yalnız siz ve Allah olmalı duâ esnasında Duâ ederken bir aracı koymaya da gerek yoktur Eğer bir aracı konulmak istenmişse, Allah’ın sevgililer mertebesindeki kullar hürmetine demek, duâyı daha da güzelleştirir Bunu söylemekte bir beis yoktur Duâ içten ve samimi olmalıdır Riya ve şirk asla bulaşmamalıdır Duanız sizin verdiğiniz, zikriniz kabul oluncaya kadar devam edin Ta ki, kanınızın her damlası bunu kabul etmiş olsun Siz dille söylemezken, vücut diliniz zikretsin Yolda yürürken , bir iş yaparken hatta uyurken bile vücut diliniz devam edebilsin Bu o kadar zor bir şey değil İnanarak, samimi bir şekilde yapılan duâ, siz isteseniz de istemeseniz de vücudunuzdaki tüylerin ayaklanmasına vesile olacaktır! İşte duanın doruk noktası da burasıdır Bu noktaya erişebildiğiniz zaman, ağzınızdan hep hayırlı söz çıkar, çevrenizde hayranlık uyandırırsınız ..
Cuma Namazı tek başına kılınmaz. Öğle vaktinde cemaatle kılınır. Öğle ezânı okununca, Hemen dört rek’at Cum’a namazının ilk sünneti kılınır. Niyet ederken “Niyet ettim, Allah rızası için Cuma Namazının ilk sünnetini kılmaya” denilir.
Bu namaz aynı öğle namazının sünneti gibi kılınır. Yani bütün rekatlarda Fâtiha ve zamm-ı süre okunur.
İlk oturuşta sadece Etteahiyyatü okunur. Son oturuşta “Etteahiyyatü, Allahumma Salli, Allahumme Barik, Rabbena duaları okunur.
Sonra, câmi’ içinde, ikinci ezân okunur.Sonra, İmam hutbe okumak için minbere çıkar. Hutbe okunur.
Hutbe okunurken cemâ’atin namaz kılması ve konuşması harâm olur. Hatîb efendi duâ ederken, cemâ’at sesli âmîn demez. İçinden sessiz denir. Namaz kılarken yapması harâm olan her şey, hutbe dinlerken de harâmdır. Hutbe okunup bittikten sonra müezzin kamet getirir.
Sonra, cemâ’at ile iki rek’at Cum’a namazının farzı kılınır. Bu namaz aynı sabah namazının farzı gibi kılınır. Niyet ederken şöyle denilir: “Niyet ettim, Allah rızası için Cuma namazının farzını kılmaya, uydum hazır olan imama””
Sonra, dört rek’at son sünneti, Niyeti şöyledir: “Niyet ettim Allah rızası için Cuma namazının son sünnetini kılmaya”. Bu sünnetde aynı ilk sünnet gibi kılınır.
Böylece esas itibariyle Cuma namazı farzı ve sünnetleriyle birlikte kılınmış olur.
Son sünnetin ardından zuhr-i ahir, niyetiyle dört rekat daha namaz kılınmaktadır. Niyet edilirken şöyle denilir: “Niyet ettim edâsı üzerime olup da henüz üzerimden sâkıt olmayan en son öğle namazının farzına. Bu şekilde niyet edilirse, eğer o günün cuma namazı şartlarında bir noksanlıktan dolayı kabul olunmamışsa, öğle namazı kılınış olur.; kabul olunmuşsa, en son kazaya kalmış öğle namazına sayılır. Bundan sonra, iki rek’at vaktin sünneti kılınır. “Vaktin sünnetine” diye niyet edilir. Cum’a sahîh olmadı ise, bu on rek’at, öğle namazı olur. Bundan sonra, Âyet-el-kürsî ve tesbîhler okunup, duâ edilir.
22 Mayıs 2012 Salı Günü Mübarek Üç Aylar Başlangıcı dir. Üç Aylar sonu Mübarek ramazan ayı ile biten rahmeti, bereketi ve mağfireti bol, feyizli ve bereketli bir zaman dilimidir. Bu aylar, kameri takvime göre Rece, Şaban ve Ramazan aylarıdır.
Bu aylar; Dini duyguların yoğunluk kazandığı merhamet, şefkat, yardımlaşma ve dayanışma hislerinin doruk noktaya ulaştığı aylardır.
Bu aylar, tövbe etmenin affın, manevi arınamnın ve kendini yenilenmenin habercisi olan Regaib, Mirac, Berat Kandili, Kadir Gecesi ve Ramazan Bayramı gibi mübarek gün ve geceleriyle bereketli bir maneviyat mevsimidir.
Sevgili Peygamberimizi (S.A.V) bu aylarda her zamankinde daha çok ibadet eder ve şöyle dua ederlerdi: “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını hakkımızda hayırlı kıl, bizi Ramazan ayına kavuştur.”
Bu aylarda yapılacak dualar, tevbe istiğfarlar, kalıcı iyilik ve hayırlar, sevinç kederlerin gönülden paylaşılması rabbimizin Katında fazlasıyla bulacaktır
“Rüya Allah`tan dır Hulm (sıkıntılı rüya) şeytandandırÖyle ise sizden biri hoşuna gitmeyen kötü bir rüya (hulm) görecek olursa sol tarafına tükürsün ve ondan Allah`a istiaze etsin (sığınsın) (Böyle yaparsa şeytan) kendisine asla zarar edemiyecektir”
“Kim görmediği halde rüya görme iddiasına kalkarsa (kıyamet günü) arpa daneciğine düğüm atması teklif edilir Kim de kendisinden hoşlanmadıkları halde bir grubun konuşmasını dinleme gayretine düşerse kıyamet günü kulağına erimiş kurşun dökülür Kim bir sureti tasvir ederse (kıyamet günü) azaba uğrar ve bu yaptığına ruh üflemesi emredilir ama üfleyemez”
” Sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kur`an`da lanetlenmiş ağaçla sadece insanları denedik” (İsra60) mealindeki ayette geçen “rüya” için şu açıklamayı yaptı: “Bu Resulullah (sav) Mirac gecesinde Beytu`l-Mak-dis`e götürüldüğü zaman gözüyle görmesidir “Kur`an`da lanetlenmiş ağaç” da zakkum ağacıdır”
Resulullah (sav) bir gün: “Sizden bir rüya gören var mı?” diye sual buyurdular Cemaatten bir adam: “Evet ben (şöyle bir rüya gördüm): Sanki gökten inmiş bir terazi vardı Siz ve Ebu Bekir tartıldınız Sen Ebu Bekir`den ağır geldin Ebu Bekir`le Ömer de tartıldılar Ebu Bekir ağır geldiSonra Ömer`le Osman tartıldılar Ömer ağır bastıSonra terazi kaldırıldı” dedi (Adam sözünü bitirince) Resulullah (sav)`ın mübarek yüzlerinde memnuniyetsizlik gördük”
Tirmizi`de Ebu Said`den şu rivayet kaydedilmiştir: “En sadık rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır”
“Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle demişti:
“Benden sonra, nübüvvetten sadece mübeşşirat (müjdeciler) kalacaktır!”Yanındakiler sordu: “- Mübeşşirat da nedir`?” ” Salih rüyadır” diye cevap verdi” Muvatta’nın rivayetinde şu ziyade var: “Salih rüyayı salih kişi görür veya ona gösterilir”
“Zaman yaklaşınca, mu’minin rüyası, neredeyse yalan söylemeyecek Esasen mu’minin rüyası, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür” Buhari’nin rivayetinde şu ziyade var: “Nübüvvetten cüz olan şey yalan olamaz”
“Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) sık sık: “Sizden bir rüya gören yok mu?” diye sorardı Görenler de, O’na Allah’ın diledigi kadar anlatırlardı Bir sabah bize yine sordu: ” Sizden bir rüya gören yok mu ?” Kendisine: “- Bizden kimse bir şey görmedi!” dediler Bunun üzerine: ” Ama ben gördüm” dedi ve anlattı()
Hz Enes (radiyallahu anh) anlatıyor: “Hz Peygamber (aleyhissalatu vesselam)’in şöyle söylediğini isittim: “Ben bu gece, rü’yamda, kendimi Ukbe İbnu Rafi’in evinde imişim gördüm Orada bana İbnu Tab denen cinsten taze hurma getirildi Ben bu rüyayı şöyle te’vil ettim: “Yükselme dünyada bizimdir, ahirette de hayırlı akıbet bizimdir, dinimiz de tamamlanmıştır”
Hz Aişe (radiyallahu anha) anlatıyor: “Rüyamda hücreme üç ayın düştüğünü gördüm Rüyamı babam Ebu Bekr (radiyallahu anh)’e anlattım Sükut etti, cevap vermedi Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) vefat edip de odama defnedilince babam Ebu Bekr: “- İşte (rüyanda gördüğün) üç aydan biri ve en hayırlısı!” dedi”
nefret şiirleri,resimli nefret şiirleri,nefret şiirleri resimli,aşkın nefrete dönüşmesini anlatan şiir
NeFrEt sEndEn Gitti , bEniM içiMe yErleŞti !!!
NeFrEt sEndEn Gitti , bEniM içiMe yErleŞti !!!
Bittiği gün , sen benden gittiğin gün bakamadım yüzüne ! Ağlardım , dayanamazdım Dudaklarından alamadım gözlerimi sonra , birşeyler söyleyeceklerdi bana ! Söylemeni istemedim , acı verecekti Aldattım seni ! Bitti ! dedin Yıkıldım !!! Beni sevdiğin yalandı , bütün sevgi sözcüklerin de
Beni sevmek için yanan ellerin İntikam için mi böyle buz tuttu
İntikam !!! ? Canın yanmıştı ve bendim seçtiğin kurban Sevgi neydi senin için ? Hiçbirşey !!! Üzdün , kırdın , paramparça ettin , beni de , bendeki seni de ! Suçum neydi benim , söylesene ? Söyle hadi ! Ben
Seni sevimiştim acı çekiyorum Günahımı söyle bilmek istiyorum
Konuştukça küçülüyorsun gözümde Dinledim seni uzun uzun herşeye rağmen Bir kız yaralamıştı seni , nefretle tanışmıştın Ağlamıştın , üzülmüştün , kendine kızmıştın ve tüm kızlara ! Nefretini bırakacak bir liman arıyordun Buldun da sonunda ! Oynadın , aldattın , belki arkamdan binlerce kez güldün ! Oysa , öyle sevmiştim ki seni Öyle inandırıcı gelmişti ki oynadığın bu oyun bana Bitti ama ! Oyunu kurallarına göre oynadın ve kazandın ! Nefret senden gitti , benim içime yerleşti ! Şimdi , ben ne yapacağım ? Ölecek miyim ? Öldürecek miyim ?
3 Yaşında Erkek Olduğunu Reddetti 3 Yaşında Erkek Olduğunu Reddeden Çocuk
İngiltere’nin Essex kentinde yaşayan 4 yaşındaki Zach Avery 1 sene öncesine kadar erkek çizgi film kahramanlarına özeniyor ve tipik erkek çocuk davranışları sergiliyordu. 3 yaşına bastığında erkek çocuk gibi yaşamayı reddeden Zach saçlarını uzattı ve annesinden saçlarına kurdele takmasını istedi.
Zach’in anne-babası Theresa ile Darren Avery oğullarını doktora götürdüklerinde gerçeği öğrendi. Zach İngiltere’nin “Cinsiyet Kimlik Bozukluğu” hastalığına yakalanan en küçük hastalarından biriydi.
Zach’in dışında 3 çocuğu daha olan Theresa oğlunun bir gün gelip kendisine “Ben kızım” dediğini söyledi. Theresa sözlerine şöyle devam etti: “Erkek kimliğini reddettiğini ilk duyduğum zaman şaka yaptığını sandım. Neticede sadece 3 yaşında bir çocuktu. Fakat daha sonra cinsel organından rahatsız olduğunu onu kesmek istediğini söylediğini duyunca işin ciddiyetinin farkına vardım.”
Zach’in özel durumu yüzünden okulda zorluk çekmediğini, arkadaşlarının Zach’i Zach olduğu için sevdiklerini belirten Theresa şöyle konuştu: “Zach’in okulu bize çok destek oldu. Kızların da tercih edebildiği pantolonlu bir üniforma var. Şimdi onunla okula gidiyor. Ayrıca okul hem kızların hem de erkeklerin kullanabileceği bir tuvalet yaptırdı. Dolayısıyla şu an okul açısından Zach‘i rahatsız edebilecek bir konu gündemimizde yok.”
Usta oyuncu Cüneyt Türel bir süredir tedavi gördüğü hastanede vefat etti.Cüneyt Türelin ölüm nedeni hastalığının ne olduğu henüz belli değil..
Türel, bu yıl 10 Mayıs ile 5 Haziran tarihleri arasında düzenlenecek olan 18.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali için Elim Elinde adlı bir gösteri hazırlıyordu. Sanatçı, festivalde Başar Sabuncu ile birlikte Onur Ödülü’nü de alacaktı.
Cüneyt Türelin Oynadığı bazı sinema filmleri ve diziler şöyle;
1979 Paranın Kiri 1979 Savunma 1990 Duygu Çemberi 1995 Aşk Üzerine Söylenmemiş Her şey 1997 Kuşatma Altında Aşk 1998 Kaç Para Kaç 2000 Herkes Kendi Evinde 2001 Son 2002 Abdülhamit Düşerken 2002 Gülbeyaz 2002 Her Şey Aşk İçin 2003 Estağfurullah Yokuşu 2004 Arap Saçı 2005 Eylül 2005 Kayıt Dışı 2006 Çinliler Geliyor 2006 Sıla 2006 Tutkunum Sana 2007 Doktorlar 2009 Parmaklıklar Ardında 2010 Deli Saraylı 2010 Doktorlar
Camiler biz müslümanlar için, dua ve ibadetlerin Allah’a topluca arzedildiği, gönüllerin yıkandığı, elem ve sevinçlerin paylaşıldığı kutsal mekanlardır.Camiler, bilmediklerimizi öğrendiğimiz, ilim ve irfanımızı yükselttiğimiz bilgi ve irfan yuvalarımızdır.Camiler, dargınların barıştığı, kan davalarının unutulduğu, şerlerin def edildiği, öksüz ve yetimlerin sevindirildiği, açların doyurulduğu, fakirlerin giydirildiği ve hatta hastaların tedavi ettirildiği iyilik, şefkat ve yardım istasyonlarıdır.Camiler, şifa ve huzur evlerimiz, gerçek mutluluğu bulabiidiğimiz manevi sığınaklardır. Camiler, vatan sevgisinin ve milli bütünlüğün telkin edildiği, şehitlik ve gazilik ruhunun beslendiği, çalışma azminin işlendiği, güzel ahlakın telkin edildiği dini ve milli kültür kaynaklarımızdır.
Caminin önemi, hutbenin başında okuduğum ayet-i kerime’de ne güzel ifade ediliyor: “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve yalnız Allah’tan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda bulunanlardan olabilirler.”
Sevgili Peygamberimiz de caminin Allah (c.c.)’ın rahmetinin yeryüzüne ulaşmasına vesile teşkil ettiğini veciz bir ifade ile ortaya koyuyor ve şöyle buyuruyor:
“Ben yeryüzü halkına azap etmeyi murat attiğimde, mescidleri inşa, tamir, tanzif ve tenvir edenleri, benim rızam için birbirini sevenleri ve seher vaktinde istiğfar edenleri görünce, onlara azap etmekten vazgeçerim.”
Cami inşa etmek ne kadar önemli ise, inşa edilen camilerin bakım ve tamiri, iç ve dışının temizliği ve aydınlığı, çevresinin tanzimi, bahçesinin düzenlemesi ve cemaatın huzurla ibadet etmesinin sağlanması da o kadar önemlidir.
Peygamber Efendimiz bu noktayı da şöyle açıklıyor: “Bir kimse yaîmz Allah nzasını umarak küçük veya büyük bir mescid inşa etse, Allah da ona Cennet’ten bir köşk ihsan buyurur.”
İslam’ın camiye bakışı, hiç şüphesiz onu sadece namaz kılınan yer olarak görmek şeklinde değildir.
Camilerin ihya edilmesinin ve cemaatla süslenmesinin önemi aşağıdaki hadis-i Kutsî’de şöyle vurgulanıyor; “Benim yeryüzündeki evlerim mescidlerdir. Orada beni ziyaret edenler, o mescidleri ihya edenlerdir.”
Cami hizmetleri denilince ilk akla gelen husus: Camilerin bakım ve onarımı, tarihi camilerin sanatsal özellikleriyle muhafazası, çevre ve bahçesinin düzenlenmesi, cemaatın huşu ile ibadetini sağlayacak tarzda temiz ve tertipli tutulmasıdır. Bu konuda devlet ve millet işbirliğine, cami görevlisi ve cemaat dayanışmasına büyük ihtiyaç vardır. Aksi takdirde her biri aziz vatanımızın tapu senetleri mesabasinde olan ulu camileri, tarihi mabedleri temizlemek mümkün olmaz. Camilerin hiç olmazsa yılda bir defa da olsa halısına, kilimine, şadırvanına, minaresine ve ampulüne varıncaya kadar gözden geçrilmesi gerekir. Ecdad’n emaneti olan bu eserler bu ılgiye fazlasıyla layıktır, şu ayet-i kerimenin bize çok şeyi düşündürmesi gerekir “Ey Adem Oğulları! Mescide her gidişinizde güzel ve temiz elbiselerinizi giyin.” Güzel ve temiz elbiselerle gidilmesi istenilen camilerin nasıl olması gerektiğini düşünmek zor olmasa gerek.
Ulu camilere hizmet ederek, o eserleri bize emanet eden ecdadın duasını almak kadar güzel bir şey olabilir mi?
FarmVille Komşulardan Para Kazanma FarmVille Komşulara Yardım Ederek Para Kazanma
Farmville oynarken komşularınıza yardım ederek de para kazanabilirsiniz. Bunun İçin komşularınızın çiftliklerini tek tek ziyaret ederek kargaları kovalayabilir çıkmış otları temizleyebilirsiniz.
Aşağıda komşu listenizde istediğiniz komşunun üzerinde maus sol tuşuna tıklayın açılan pencerede Visit / Help …….. Farms yazısına tıklayın.
Seçtiğiniz arkadaşınızın çiftliğine gideceksiniz. Arkadaşınızın çiftliğinde karga yada ot varsa şöyle bir pencere açılacak.
Açılan penceredeki Accept yazısını tıklayın arkadaşınızın çiftliğine yardım etmiş olacak ve para kazanacaksınız. Tüm arkadaşlarınızı bu şekilde ziyaret edebilirsiniz.
Sitem etme öyle, Geçen yıllara, Kalbinde acılar, Gözlerinde nem. Boş yere yıkıldı, Bizim aşkımız, Kim kimi terk etti, Söyle bir tanem. Hani ben ölsemde, Aşkım yaşardı, Hani gözlerinden , Sevgim taşardı. Hani kalbin yalnız, Bana koşardı, Kim kimi unuttu, Söyle bir tanem.
Çağırsam Gelir Miydin şiiri en güzel Ayrılık şiirleri en güzel Özlem şiirleri
Çağırsam Gelir Miydin? Sen hiç böyle görmedin beni ..yorgun ..yıkık ve bıkkın ..harabeler içinde ..umut mu ? çoktan terk etmiş beni …koca bir kent yıkılıyor içimde … bedenim ölüm sessizliğinde.. maviler adadığım bir sevda masalı da kayıp gitti ellerimden sessizce bu sarı duvarlar..dile gelseler ne olurdu sanki ! onlarda inadına yıkılıyor üzerime .. şarkılar nehir olup doluyor gözlerime .. kimsesizliğim tokat gibi çarpıyor yüzüme ..
çağırsam gelir miydin ?
Aklımdan geçtin şöyle bir an ! arasam dedim ..saat gecenin bilmem kaçıymış bana ne ..atla bir taksiye .. 15 bilemedin 20 dakika da burdasın .. gelirken uğra bi tekele .. kap şöyle iki şişe şarap ..köpek öldürenin den yok iki yetmez üç olsun .. bu yoklukta başka ne içilir ha aslan sütümü hala duruyor dolap da ama mezem yok ki ! üşümeyi de göze alacaksın bu arada .. dizlerine bir battaniye sererim nasıl olsa .. bir iki kadeh den sonra geçerdi üşümen .. geçerdi ama…içimin zindanında çürümüş bu yüreğin yaralarını serdikçe gözlerinin önüne bakabilir .. dokunabilir miydin !
çağırsam gelir miydin ?
Öyle sessiz öyle durgun ki içim .. hep duyduğun gülüşlerim den uzak .. gittikçe bir boşluğa düşüyorum ..aynaya da bakmıyorum nice zamandır saçlarımı öylesine topluyorum .. nasıl bir kadındım güzel miydim .. çirkin miydim .. unuttum ! hani şu nikotin de olmasa..sokağımı da unutucam nerdeyse ..bir tek o sebeb / den çıkıyorum evden ..çalan telefonlara da cevap vermiyorum.. ne bir kimseyi görmek .. ne duymak istemiyorum .. kaç ezan sesinde isyanlarım çığlık çığlık bağırdı içimde .. uyumayı ne çok istedim ve diledim..uyusam / uyusam ve hiç uyanmasam ! tanrı da duymuyor sesimi ya da aldırmıyor !
çağırsam gelir miydin ?
Gelseydin .. ömrü ayaza kesmiş bir ömrü dinleyebilir / kahır dolu bu halimi çekebilir miy din ? ağlama derdin biliyorum ama gözyaşları çoktan firar etmiş bu gözlerle kocaman sarılıp sana katıla katıla ağlasay dım omuzun da geçer miydi üşümesi yüreğimin ! ve gözlerine topladığın hüznümle giderken … kurşuna dizilmiş bir dağın hikayesini yazar mıydı ardımdan kalemin !
Çık benim şair tabiatım, çık orta yere Fakir güzelinden söyle Hasret ateşinden çal Çal, söyle benim derdimi sevdalı sesinle.
Hep bilinen şarkılar gibi olsun Hani, dil-i biçareden Sun da içsin yar elinden Yani bilinen şarkılardan olsun. Yeni sözler arama nafile Derdim yeni olsa anlarım Gel, hazırından söyle bu akşam Üzme yetişir, üzme firakınla harabım.
Sonunda ah çekeriz derinden Kim anlayacak sahiden olduğunu Sen söyle yalnız Zülfündedir baht-ı siyahım bestesini Dede’den.
Geldi pınar başına, Bir elinde güğümü. Çattı yay kaşlarını Görünce güldüğümü Bağlamıştı gönlümü Saçlarının düğümü Bilmiyordum bu örgü Acaba bir büğü mü? Sordum:”Nerdedir yerin? Nedir senin değerin? Yedi kral vurulmuş. Ne bu ceylan gözlerin? Hangisine varırsın Bu yedi ünlü erin? Şöyle dedi bakarak Göklere bakarak deri derin: Kralların taçları Beni bağlar büğü mü? Orduları açamaz Gönlümdeki düğümü Saraylar da süremem Dağlarda sürdüğümü Ve… Bin cihana değişmem Şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ…
fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına bir güvercin uçurup kıtalar arasından çağırdın beni geçerek birer birer sürgün kanyonlarını derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı yetim çığlıklarımı duyurmak üzere sana koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına
adını söylemek istemiyorum her hecesi amansız bir kor dudaklarımda her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım adını söylemek istemiyorum Rüveyda dediğim zaman anla ki, senin için yürüyor kelimeler çığlığımın atardamarlarından
hangi yıldızdır bilmem, gözlerin kayar da üzerime Rüveyda önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime sonra açılır önümde ıstırab vadileri silik renkleriyle adımlarıma çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir hayalin bittiği menfeze doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru
uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda oysa Rüveyda baştan başa ben kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim
kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden bir anlatsam nasıl utandığımı bir doğrulsam eğrildiğim yerden ağarır tanyeri nilüferlerin alaca bir at koşar içimde ezer toynaklarıyla anılarımı
sular köpürmemeliydi Rüveyda kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin ben zehire alışkınım, şerbete değil rüyalar nefret eder avare duruşumdan kabuslar çekerek ancak derdimi yeryüzünde sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber ben her gece bir mehdi türküsüyle çilekeş yargılamak için zeval kayıtlarını inkilap bekliyorum
hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin uzanır da gönlüme Rüveyda derinden bir ok saplanır bağrıma beynimi çağıran bir sese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru
artık eskisi gibi bakamıyorsun göklerinde bir belkıs otururdu Rüveyda binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin güneş bir ane gibi dururdu başucunda artık dokunamıyor kakülün bulutlara karalara bürünmüş saçlarında dolunay BEN BU KADAR ZULME LAYIK MIYIM RÜVEYDA
hangi ressamı vurur bilmem, endamın sarar da benliğimi ben beni tanımam kaldırımlarda kafesleri yutan kafese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru
kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına duydun mu orkideye dua eden birini bu ısmarlama yüzler yok mu Rüveyda bu yapmacık bebekler gözyaşı akıtırken gülenler yok mu beni kahrediyor geceler boyu
hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün soluk bir dünyanın mezarlarına gömerek gurbetimi kapadı karanlığa Yesrib, kapılarını meydan okuyuşun çağın ordularına bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır doruklarından öte hevese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru
yasını tutuyorum kararttığım düşlerin yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda amansız bir ütopya üfleyen pencereler lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi önümde, haksızlığın hesaba çekildiği hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer arkamda, kare kare ömrümü belirleyen hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler
söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını yeniden bir Nil olup taşar mıyım çölllere kim giydirir başıma tacını nihayetin kim takar bileğime hürriyet künyesini karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle Rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı asırlardır köhne barınaklarda küflenen, çürüyen çığlıklarımı
at vuruldu içim paramparça Rüveyda gölgelerin ardına sakladım kusurumu sen orada kayıtsızca gülümsüyor gibisin ben burda damla damla eriyip akıyorum yine de, çiğnetmem kimseye gururumu istenmediğim yeri sessizce terk ederim hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim
Kaç eşin boynu bükük, annenin bağrı yanık Kaç evde huzur yok, kapı, pencere kapanık. Kaç masum suçsuz yere yıllardan beri sanık Vicdanını dinlede gerçeği söyle Tanık.
Duvarlar defter olup tahliye hesaplanır Her saniye bağrıma hançer gibi saplanır. Bütün ümitlerimiz ifadende toplanır Vicdanını dinlede gerçeği söyle TANIK.
Ölümü getirmiyor dualarla, dilekler. Yalana mağlup oldu bükülmeyen bilekler Eşim, dostum beni kötü biri bilecekler Vicdanını dinlede gerçeği söyle TANIK.
Her gecen gün toplumdan bir parça kopuyorum Neden suç işlemedim diye kahroluyorum. Biran benim yerime kendini koy-diyorum Vicdanını dinlede gerçeği söyle TANIK.
Kadınlar İle İlgili Şiir Kadın Konulu Şiirler Kadın Şiir
ADIM KADINDIR BENİM
Başımdaki yazmayı devrim ile düşürdüm Toprak kokan saçımı rüzgar ile uçurdum Orak vurdum ekine bebeme süt içirdim Salın benim peşimi adım kadındır benim
Eylemlemlerde eşime omuz verdim el ele Saçlarımı yoldular cehalete bak hele Panzerler ezdi geçti of demedim bile Ezdirmedim eşimi adım kadındır benim
İki evlat büyüttüm gözlerim,den sakındım Asker verdim vatana tezkereye bakındım Bana tabudu geldi öle öle dokundum Toprak aldı koçumu adım kadındır benim
Bir yavrum,da mapusta yargı günü bekliyor Ölüm orucu tutmuş bir damla su çekmiyor Duyan yok feryadımı kimse dönüp bakmıyor Kafesledim kuşumu adım kadındır benim
Yüreğimde yükselir eşsiz banaz kalesi Emektir alın terim bir damla yok hilesi Vurun boynumu ulan olmam hınzır kölesi Yapacağım işimi adım kadındır benim
Bir daha doğsam yine kadın doğardım Ne türbanı dolardım ne çarşafa sığardım Pir Sultan la Bedrettin le Nazım ile göğerdim Eğemezler başımı adım kadındır benim
GÜLESER YORULMAZ
YALNIZ BİR KADINA
Bir istasyon sessizliğinden iniyordun Yalnız gelmiştin bu şehre belli ki Saçlarına bir yağmur hoş geldin diyordu Kaçak bir yolcu gibiydi o gün İstanbul Konuşmuyor, ağırdan alıyordun Bir istasyon sessizliğinden iniyordun
Kimin kimsen yokmuş gibi duruyordun İstanbul seni tanımaya çalışıyordu Sen ser verip sır vermiyordun Bilmediğin sokaklara giriyordun Yüzünde tarifsiz şüpheler taşıyordun Kimin kimsen yokmuş gibi duruyordun
Bir vapurla Üsküdar’a geçiyordun Üsküdar’a nerden, neden geçiyordun Üç yüz altmış beş derece dönüyordu Etrafında İstanbul Sanırım git gide kayboluyordun Az sonra dönüp geriye Bir vapurla Üsküdar’a geçiyordun
Az bana bakıyor sonra sigara yakıyordun Yağmurda duruyor, rüzgârda geçiyordun Pek tekin olmayan muhitlerindeydin yalnızlığın Ellerin sıcak bir çay bardağına dokunuyordu Fiyakalı bir geceye iskemle çekiyordun Az bana bakıyor sonra sigara yakıyordun
Sanırım seni bu yüzden merak ediyordum Sen de diğer insanlar gibi konuşabiliyor muydun? Sen yine bana bakıyor ve sigara yakıyordun Gece müsaade isteyip kalkıyordu yanından İstanbul’a sığdıramadığım bir sabah oluyordu Bakınca geceden yalnız gözlerin görünüyordu Sanırım seni bu yüzden merak ediyordum
Tevfik Fikret Tarihi Kadim Şiiri Tarihi Kadim Tevfik Fikret Şiiri Tevfik Fikret Tarihi Kadim TARİH’İ KADİM Puan Ver : İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu. Ve başlar bize maval okumaya. Ninniler uydurup uyutur bizi dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun, zifiri karanlık hayatından. Gösterir bize evvel zamanı, tek doğru, en güzel örnek, der. Bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden. Senin tarih dediğin işte budur, alnında altı bin yıllık buruşuklar ve bir o kadar da kuşku. Başı geçmişe bir düşe değer, sürünür ayağı bomboş bir geleceğe, bir deri bir kemik, ayakta zorla durur.
Ben hiç tiksinmem ondan, karşıma alırım onu arada bir, anlat bakalım, derim, şu eskilerden. Bir parça feylesofa benzer o, bir parça sırtlana benzer, berbat suratıyla da bir hortlağa. Yoklar mezarını unutulmuş gecelerin, başlar paslı, boğuk bir sesle bir bir bana anlatmaya, sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse: Hep yıkım üstüne yıkım, acı üstüne acı! Ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu, çöküverir ağır gölgesi bir bulutun, kanlar yağar dört bir yana. En başta bir kanlı bayrak. Kanlı bir taç gelir arkasından. Sonra araçlar sökün eder kan içinde: Balta, topuz, yay, kılıç, mızrak, mancınık, top, tüfek, sapan. Arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri. En son alay alay esirler geçer. Yenen bir kişiye yenilen on kişi, çiğneyen haklı, yiğnenen hapı yuttu. Yıkımlara, acılara alkış tut, yüksekten bakanlar önünde eğil, insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk, doğruluk lafta, yürekte değil, iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda. Bir gerçek var, tek bir gerçek: Eli kolu bağlayan zincir. Bir tek şey var sözü geçen: yumruk. Hak güçlünün, kötünün yanı. Uzun lafın kısası: Ezmeyen ezilir! Nerde bir şeref var, iğreti. Nerde bir mutluluk var, yama. Bir şeyin ne başına inan ne sonuna. Din şehit ister, gökyüzü kurban. Her yanda durmadan kan akacak, durmadan her yanda kan!
İşte böyle inler, sayıklar o, anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü ne yolda, nasıl sürdüğünü. Bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında. Duyarım sesinin titreyen kuyusunda yankısını korkunç bir iniltinin, ben de başlarım birdenbire titremeye, toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana. Savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık indir bu acıklı sahnenin perdesini! Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık! Sen de, gelenekçi iskelet, yazdığın kara yazılara bir son ver, aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık. Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var? Bizden iyi geceler onlara, bizden onlara iyi uykular! Kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş, koşuyorsun karanlıklara doğru? Kanla oynamış gibisin, kırmış geçirmişsin insanoğlunu. Sen buna kahramanlık mı dedin? Onun kökü kan ve hayvanlık be? Şehirler çiğne, ordular dağıt, kes, kopar, kır, sürükle, ez, vur, yak ve yık. Yalvarmalara yakarmalara boş ver, gözyaşlarına iniltilere aldırma. Ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri, ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun. Sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda, kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer, mezar taşına dönsün her ocak, damlar çöksün yetimlerin başına. Bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk! Hey bana bak, başbuğ musun ne? Yerin dibine bat, cakanla gösterişinle! Her başarı bir yıkım bir mezarlık, işte bir yavrucak yatıyor şurda, ey cihangir, onu gör de utan! Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril, nice acılar verdin bütün insanlara, inim inim inlettin bütün insanları. Parçalan, kararmış tac, tuz buz ol, hep senin yüzünden yoksulluğu insanların. Göz yaşından incilerin nerde hani? Nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen! Eski çağlar nasıl kanmış size? Ey kan içen kargalar, bütün karanlıklar sizinle dolu! Artık yeter fikri susturduğunuz, yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın. Hadi gidin tarih korusun sizi, -haydutlara en iyi sığınaktır gece-, gidin, yok olun siz de o mezarlıkta. İşte müjdelerin en güzeli, işte en gerçek özgürlük düşümüzdeki gelecek çağlarda: Ne savaş, ne savaşan, ne salgın, ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen, ne yakınma, ne de zulmün kahrı, ne tapılan, ne tapan, ben benim, sen de sen!
Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman, kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini, savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne? Belki duyulmadık bir öykü, belki korkunç bir masal. Çok sürmez köhne kitap, fikri gömen sayfaların bugün olmazsa yarın yırtılacak. Ama kim yapacak dersin bu işi? Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki, hangi güç kalkar, ben yaparım der? Yerlerin ve göklerin sahibi mi? Tamam, işte oldu şimdi! Yeri göğü elinde tutan o kibirli, o somurtkan ve dokunulmaz. Bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi? Gökyüzü, sen söyle, yüzyıllarca sel gibi akan su, – şimdi esrik bir ağzın türküsü, kuru sesi zindandaki bir adamın, iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi, bir geniş “oh!”, bir derin “eyvah!”, bir yakarış, bir övgü, Şimdi tüy gibi bir rüzgar, Şimdi ağzın bir kasırga. Dokunaklı bir yakınma şimdi, sabredemeyen bir başa kakma, bir titreme, bir çan sesi, bir savaş davulunun gümbürtüsü, için için ağlamasi çaresizliğin, kahrın iyilikbilir kişnemesi, bir söylev, apaçık, gürül gürül, Şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış, bir rahatlık bir iç sıkıntısı, Şimdi korkunç bir haykırma – bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla inleyen boş kubbe, sen söyle! Sen ki her sesi yankılayansın, söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde, daha yukarlardaki şu tanrı katına hangi sesin yankısı varabilmiş ki? Hangi dua kabul olmuş bugüne dek? Binlerim seni, göklerin tanrısı, din ulularından dinlerim seni: “Ne benzer var, ne noksanı, canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce. Odur veren yiyeceği içeceği, düşleri gerçek yapan o, bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan, açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan, el uzatan yoksullara ve çaresizlere, her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören…” Seni böyle övüp duruyorlar işte. Oysa senin en üstün özelliğin ne, “Ortaksız” oluşun değil mi? Kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak. Topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden. Ve topu ortaksız ve tek. Ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var, ve topunun yukarlarda bir gökyüzü. Bütün ordan gelir yüreğe doğan. Topunun güneşi, ayı, yıldızları var, ve topunun görünmez bir tanrısı. Topunun adanan bir cenneti var, ve topunun bir varlığı, bir yokluğu, ve topunun saygıdeğer bir peygamberi. Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar. Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar. Tanrılar ne derse onu yapacak halk, sabırla ve kahırla olacak iki büklüm. Ama tanrılar ne derse onu yapacak.
İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine. “Ne bileyim?” diyor kime sorsam. Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa? Belki aldanmak yaşamanın bir gereği. Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir, belki ben hiç bir şeyin farkında değilim, karıştırmaktayım “yok” la “var” ı. Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı? Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru. İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan. Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden. Kimbilir, öbür dünya belki de var. Madem bu beden o ölümsüzün işi, ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde? Hadi diyelim aslımız toprak bizim, sen gel onu kederden bir çamur yap. – her yeri kanla, göz yaşıyla dolu – insaf be, bu kadarı da olur mu? Sen gel hem yoktan var et, sonra da ettiğini boz, kötüle. Hiç bir yaradandan ummam bunu: Yaradan yok eder, ama perişan etmez!
En zorlu düşmanın işte, tanrı, boğmak ister seni ulu katında, çok iyi tanırsın sen o yılanı, onun kızgın zehrinden bir vakitler bize bir tadımlık vermiştin hani. Kuşku! En zalim en güçlü düşman. Bunu ya bildin ya koydun kafamıza, ya da bilemedin işin nereye varacağını. “şeytanlık, düzen, sapıklık” denen şey var ya, bugün yerinden yurdundan edecek seni o. Tapınağında ışıklarını söndürüyor, elleriyle parçalıyor heykelini. Sense, iler tutar yerin kalmamış, göçüp gidiyorsun olanca gücünle. Burçlarında yıkılmalar falan hani? Nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının? O kızgın soluğun hani nerde? Ne cehennemlerinde bir kaynama var? Ne büyük acını gören bir göz. Ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama. Oysa bir ufak parçası kopsa insanın, bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma. Sen Yeryüzü ve Gökyüzü’nle göç gir de, bir inilti bile duyulmasın ortalıkta. Tam tersi, kahkahadan geçilmiyor. Zaten yalana ağlasa ağlasa, bir ikiyüzlüler ağlar, bir de ahmaklar.