Son devir tarihçilerinden. 1924’te Elazığ’da doğdu. Türklerin Müslüman olmadan önceki dönemlerdeki tarih ve kültürleri üzerine yaptığı araştırmaları ile tanındı. 1945’te Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi. Erzurum Lisesinde ve Hasanoğlan Köy Enstitüsünde tarih öğretmenliği yaptı.
Şemseddin Günaltay ve Afet İnan’ın okuttukları Orta Asya Türk Tarihini esas alarak bölümüne devam etmiş; Arkeoloji, Sinoloji ve Rusça derslerini de yardımcı branş alarak, 1944-45 yılında fakülteden mezun olmuştur. Mezuniyetinden sonra MEB’e başvurmuş, 30.06.1945’te Erzurum Lisesi Tarih-Coğrafya öğretmenliğine tayin edilmiş ve 31.10.1947 yılına kadar bu görevi sürdürmüştür. 1947 yılında çıkan bir kanundan faydalanarak Prof.Dr. Wolfram Eberhard’ın yanında doktora çalışmasına başlamış; “Uygur Devletinin Kuruluşu” isimli tezini hazırlayarak 1948 yılında doktor ünvanı almış, 1949 yılında G.T.T. kürsüsüne asistan olarak atanmıştır. Bahaeddin Ögel, çıkan bir yasa sonucu bilgi ve görgüsünü arttırmak üzere dört aylığına İran’a gönderilmiş, aynı yıl Alman Hükümeti’nin bursundan faydalanarak Almanya’ya gönderilmiştir.Almanya ve Türkiye’deki çalışmaları sonucu “Liao Devrinden Önceki Kitanlar” isimli doçentlik tezini hazırlamış ve 1957 yılında Eylemli Doçentliğe atanmıştır. “Alexandre Von Humbold Vakfı” bursundan faydalanarak 1959 yılında tekrar Almanya’ya gitmiştir. 1961 yılında Taiwan Hükümeti’nden Tai-pei’de ki “National Cheng-chi Üniversitesi”nde misafir öğretim üyeliği daveti almış, 1962-64 yılları arasında Taiwan’da görev yapmıştır. Sino-Turcica adlı eserini tez olarak sunmuş ve 1964 yılında Profesör ünvanı almıştır.
42 yıllık akademik hayatını Ankara Üniversitesi’nde geçirmiş, bölüm başkanlığı yapmış; MEB, MGK, TRT, DPT, TİB, TTK gibi pekçok kuruluşta danışman, raportör, üye veya idareci olarak görev almış; pekçok araştırma enstitüsünde çeşitli ünvanlarla faaliyet göstermiştir. Bahaeddin Ögel, Orta Asya Türk Tarihi ile ilgili Çin arşivlerine inerek araştırmalar yapan sayılı tarihçilerdendir. Özellikle Türk Kültür Tarihi alanında önemli çalışmalar hazırlamıştır. Alman ekol ve metotlarını Türk araştırmacılara tanıtmış ve Türk metotları ile kaynaştırarak özgün bir metot geliştirmiştir. Türk tarihinin bütünlüğü, Türklerin göçebeliği, Türk-Moğol meselesi gibi pekçok tarihsel mesele hakkında tezler ortaya atmıştır. Alanıyla ilgili 20 cilt kitap ve 120’den fazla makale yazmıştır. Almanya, İngiltere, İtalya, Danimarka, Macaristan, Avusturya, İran, Milliyetçi Çin(Taiwan), Moğolistan, SSCB(Türkmenistan,Tacikistan ve Azerbaycan) gibi ülkelerde ilmi çalışmalar yürütmüştür.
Almanca, İngilizce, Çince, Farsça, Rusça, Moğolca bilmektedir ve Çağdaş Türk Lehçeleri’ne vâkıftır. 7 mart 1989 günü akciğer kanseri sebebiyle hayatını kaybetmiştir.
Can Yücel Atatürk Şiiri Atatürk Şiirleri Can Yücel
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Türk, öğün, çalış, güven! demiş a, Şimdilerde çalışan parasız, pulsuz Çalışıyor paralıya, Güvenen varsa, parasına güveniyor, Üstyanı, öğün babam öğün! Dövün babam dövün! Can YÜCEL
Hangi Atatürk?
Kimininki kalpaklı kiminki fraklı, kimi sert kimi güler yüzlü… Herkes kendine göre bir Atatürk portresi çiziyor. Peki bunların hangisi gerçek Atatürk?
Ben gözümle görmedim, anlattılar: Atatürk, Anadolu’nun direniş ruhunun nasıl örgütlendiğinden söz ederken ‘küçük kıvılcımlardan büyük yangınlar doğabileceğini’ söylemiş. Sonra bu söz “Küçük kıvılcımlar, büyük yangınlar doğurur” diye pankart olup asılmış. Nereye biliyor musunuz? İtfaiyenin girişine… Erbakan’dan Çelik’e kadar Ne demek istediğimizi anlatmak için Atatürkçüler listesine şöyle bir göz atmak yeterli: Adnan Hoca da Atatürkçü, Doğu Perinçek de… Popçu Çelik de Atatürkçü, ‘ordu göreve’ pankartı açan gençler de… Erbakan Başbakanken “En büyük Atatürkçü biziz” demişti; tabii onu hapseden Kenan Evren de… Eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, partisinin başkanı Tansu Çiller’in yarımyüz fotoğrafını Atatürk’ünkiyle eşleştirecek kadar Atatürkçüydü… Bu kadar farklı eğilimden insan, aynı liderden “Bizim önderimiz” diye söz ediyorsa bu işte bir yanlışlık olmalı. O zaman da sormak gerekiyor: Kaç farklı Atatürk var? Ve hangisi gerçek Atatürk?
Bir liderden kaç farklı kimlik çıkar? Devrimci Atatürk Aslında ‘Kuvvacı Atatürk’ demek daha doğru… Kuvvacılarınki, post bıyıklı, kalpaklı, antiemperyalist bir lider. Daha 1960’larda Deniz Gezmiş, anti-Amerikan gençlik mücadelesine başlarken babasına şöyle yazıyordu: “Sana müteşekkirim, çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni… Küçüklüğümden beri evde Kurtuluş savaşı anılarıyla büyüdüm. O zamandan beri yabancılardan nefret ettim. Biz Türkiye’nin ikinci kurtuluş savaşçılarıyız.” Bu antiemperyalist ve sivil direnişçi ruh, bugün de siyasal alanda pekçoklarına ilham veriyor. “Ordu göreve” diyen Türk Solu dergisi, kalpaklı Mustafa Kemal kapağıyla çıkıyor. Kemal Paşa’nın 1920’de bir komünist partisinin kurucusu olması, Lenin’e ‘ezilen milletleri emperyalizmin hegemonyasından kurtarmak için’ mektup yazması ‘Solcu Atatürk’çülerin dayanakları… Onun Anadolu halkına hitaben yayınladığı bir beyanname elden ele geziyor: “Müslüman kardeşlerim, komünist arkadaşlar…! Büyük devletler yeni bir Müslüman kurbanını boğazlıyorlar. Onu yok etmek azmindedirler. Fakat biz, elde silahımız, anavatan topraklarını savunarak ve haklarımızı haykırarak ölmesini bilenlerdeniz. Köylülerimiz topraklarını, yurtlarını ve köylerini istilacıya karşı müdafaa ederken, şehit düşerken emin olabilirler ki, yakın bir zamanda bütün İslamiyet, komünizmle birlik olarak onların intikamını alacaktır.”
Ülkücü Atatürk Ata’nın sağlığında yazılan tek biyografisinde H. C. Amstrong, ona ‘Bozkurt Atatürk’ ismini takmıştı. Nazım Hikmet’in tabiriyle ‘sarışın bir kurda’ benziyordu. MHP Kongresi’nde asılan bir afişte o Atatürk’ü, bıyıkları fırça darbeleriyle sarkıtılmış, sert bakışlı bir asker olarak tanımıştık. Ülkücülerinki, “Komünizm gördüğü yerde ezilmelidir” dediği önesürülen, daha 1933’te Sovyetler’in ilerde dağılabileceğini görüp “Oralardaki dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimize sahip çıkmalıyız” diyen bir ‘başbuğ’… Atatürk, 1927’de piyasaya çıkarılan 5 ve 10 liralık banknotların üzerine bozkurt resmi koydurmuştu. 1930’da tarihçilere ‘Türk tarihinin ana hatları’nı yazdırmaya başladığında, İslam’ın Türk tarihinin sadece bir bölümünü oluşturduğunu, oysa ondan önce de Türklere ait şanlı bir mazi bulunduğunu anlatmıştı. Alfabede, giyside, müzikte Osmanlı’yı çağrıştıran ne varsa silmeye çalışıyordu. Yıllar önce Celal Bayar’ın damadı Ahmet İhsan Gürsoy’dan dinlediğim bir anıyı burada nakletmekte yarar var. Gürsoy’un anlattığına göre Atatürk, 30’lu yıllarda Türk bayrağını da değiştirmeyi düşünmüş. Çünkü ayyıldız simgesinin Osmanlı’yı ve Arap dünyasını çağrıştırdığına inanıyormuş. Türklere yeni bir ulusal kimlik kazandırmaya çalışırken, ona İslamiyet öncesi köklerini hatırlatan bir bayrağın yakışacağını hesaplamış ve Göktürk’lerin bayrağını düşünmüş. O proje gerçek olsaydı, bugün Türk bayrağında ne olacaktı biliyor musunuz: Mavi fon üzerinde yeşil bir kurt profili…
Kürtlerin Atatürk’ü Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçtikten sonra Amasya’dan Kâzım (Karabekir) Paşa’ya çektiği telgrafta şöyle diyordu: “Ben Kürtleri ve hatta bir özkardeş olarak tekmil milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu cihana göstermek karar ve azmindeyim.” Bu kararla, Amasya protokolünde ‘Türklerin ve Kürtlerin oturdukları yerler’ diye adlandırılan ülke için milli mücadele başladı ve BMM kuruldu. Meclis’teki ilk tartışmalardan biri Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey’in, “Türklerin sağlığı korunmalıdır” demesiyle patlamış, Sivas Mebusu Emir Paşa, bu vatanda sadece Türklerin yaşamadığını hatırlatmıştı. O aşamada, Mustafa Kemal Paşa devreye girmiş ve ‘Meclis’in sadece Türklerden değil, Çerkezlerden, Kürtlerden, Lazlardan oluştuğunu ve bunların çıkarlarının ortak olduğunu’ vurgulamıştı. Kurtuluş Savaşı başlarken Kemal Paşa, Kürtlere özerklik verilmesinden bile söz etmişti. Kürt sorunu yeniden gündeme geldiğinde, şahinler, Dersim isyanını sertlikle bastıran Atatürk’ü örnek alırken, güvercinler Mustafa Kemal’in 1920’lerdeki sözlerini arşivden çıkardılar.
Dindar Atatürk Bitmek bilmez bir tartışma da Atatürk ve din meselesidir. Timur Selçuk, Yaşar Nuri Öztürk gibi Atatürkçü müminler Kur’an’la Nutuk’u bir arada saklar kütüphanelerinde… Başuçlarında Ata’nın Meclis açılışında ellerini kaldırmış dua ettiği fotoğrafı asılıdır. Fotoğrafın altında da Ocak 1923’teki konuşması vardır. “Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.” Onlara göre ‘Atatürk dinin özüne değil, din olarak kabul edilen geleneğe ve eskimiş kurumlara karşı tavır almış’tır ve vahiy ile akıl arasında uzlaşmazlık görmemiştir. Ateistler, buna bir başka Atatürk metniyle karşı çıkar. Onların elindeki metin, 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açış konuşmasıdır: “Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı siyasetler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipler gökten indirildiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”
Demokrat Atatürk Ve nihayet liberal-demokrat Atatürk… Özellikle Cumhuriyet’le yaşıt İktisat Kongresi’nde uygulamaya konan ekonomi politikası ve Celal Bayar’ın Başbakanlığı döneminde hayata geçirilen uygulamalar, Atatürk’ü, İş Bankası’nın kuruluşuna imza atmış bir ‘liberal devlet adamı’ yönüyle öne çıkarır. Hele İsmet Paşa’nın Başbakanlığında iki kez direkten dönen çok partili rejim arayışları onu ‘demokrat’ sıfatıyla bir arada değerlendirenlerin en inandırıcı kanıtıdır. Her ne kadar Cumhuriyet tarihi boyunca demokrasiyi askıya alan tüm askeri müdahaleler, Atatürkçülük adına yapılsa da, Cumhuriyet’in asıl hedefinin demokrasi olduğuna inananlar, ‘muhtaç oldukları kanıt’ı, onun Afet İnan’a verdiği el yazısı notlarında bulabilirler: “Artık bugün demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci asır, birçok müstebit hükümetlerin bu denizde boğulduğunu göstermiştir.”
Neden bu kargaşa? Baştaki soruya dönelim: Hangisi doğru bunların? Her biri gerçek belgelere, tanıklıklara, konuşmalara dayandırılan bu politik kimliklerin hangisi gerçek Atatürk? Bir insan aynı anda hem devrimci hem ülkücü, hem ‘Kürtler’in özerkliğinden yana’, hem Türkçü, hem dindar hem pozitivist, hem otoriter hem demokrat olamayacağına göre bu iddia sahiplerinden biri yalan söylüyor olmalı… Hangisi? Sanıyorum, bu zor sorunun yanıtını bulabilmek için 1920’lerin koşullarını ve Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet’in hangi şartlar altında gerçekleştirildiğini iyi bilmek gerek. Kurtuluş Savaşı verilirken, Anadolu ahalisinin kahir çoğunluğu, nihai amacın Saltanat ve Hilafet’i korumak olduğunu düşünüyordu. Kürtler’in bazısı özerklik peşindeydi. Komünistler, Sovyet devrimine özeniyordu. Bütün bu farklı eğilimlerden, ortak bir mücadele azmi yaratabilmenin yolu, hepsine yönelik sıcak mesajlar vermekten geçiyordu. O yüzdendir ki, Meclis’in açılışında eller açıldı, dualar edildi, Kürtler’e özerklik vaat edildi, muvazaalı bir resmi komünist parti kurulup Sovyet etkisindeki komünist hareket yok edildi. Ulus olma sürecinde din yerine tutkal olarak Türklük ruhu gerekiyordu; bozkurtlu bayrak düşünüldü. Ancak bunlar 1920’lere özgü geçici tedbirlerdi; hiçbiri bugün Atatürkçülük adına savunulamayacak kimliklerdi. O yüzden zaman zaman birbiriyle çelişen bu sözler, tavırlar, tutumlar kargaşasını, Atatürk’ün olgunluk dönemine ait notlarının, konuşmalarının, eylemlerinin süzgecinden geçirmek şart… Bu yapılmayıp da 1920’lerin kargaşasından rastgele bir fotoğraf çekince Atatürk, herkesin kullanımına açık “Binbir surat”lı bir lidere dönüşüyor ve ‘bunca yalancı’ içinde kimin doğruyu söylediğini bulmak, hepten güçleşiyor.