Biliyorum konuşacak birşeyimiz kalmadı, paylaşacak hiç bir şeyimiz yok. Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum, seninle konuşuyorum… Bugün sana olan kırgınlığımı rafa kaldırdım, sevgimi aldım avuçlarımın arasına, ona sığınıyorum… Cümlelerimi kısalttım, kelimelerim buruk, gülüşlerim istenmeyen dudaklarımda…
Bir ihtimal gelişine sığındığımı farkettiysem de, engel olamadım gurursuz ama umutlu hasretine… Bugün gönlümü hoş tutmak istiyorum, imkansız olan her rüyaya inanasım geliyor… Bir çocuk gibi isteklerimi bastıramıyorum… Çalmayan telefonuma elim gidiyor, sana halen bende olduğunu ısrarla yazmaya çalışıyorum… Bende olan seni, hiç kırmadım, değiştirmedim ve hep korudum desem de, sendeki benin nasıl olduğunu, gülüp gülmediğini anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum…
İçimdeki güzelliğine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum! Üşüyorum, bu üşüme yalnızlığımdan geliyor ve sarıyor her tarafımı… Tutunabileceğim hiçbir güzellik yok, hatırlamaktan usanmayacağım anılarım dışında… Isınabilmek için onlara sarılıyorum… Anlamsız ve cevapsız sorular hıhzırca sırıtıyor, ben görmemeye çalışıyorum… Düşler uzak gibi görünüyordu ama yakındı…
Belki de görmeyi istemek gerekiyordu… Gözlerini aç desem kapatacaksın ama kapatma gözlerini! Kendime bir demet papatya aldım ama bakmadım falıma… Gözlerimi gelişlere verdim, gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş itiraf etti sonunda… Düşüncelerim gururlu, hayallerim ve sevdam değil… Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım, susturacaktım içimdeki isyanı, kavgaların ortasında bir güneş gibi doğup ısıtacaktım yüreğini, sevinçten ağlayacaktım bu defa, mutluyken hemen sarhoş olmuşum gibi, dokunacaktım, sarılacaktım. Ama gelmedin, gelemezdin belki de gelmeye de hiç niyetin yoktu aslında… Kendimi kandırdığımı anladığımda ağlıyordum…
Eskiden kimi şarkıların ne kadar anlamlı olduğunu düşünürken, şimdi ayrılığın ardından çalınan her şarkı umutsuzluğumu ve sevgimi anlatıyormuş gibi geliyor… Sevdiğim ne çok şarkı varmış, bunu senin gidişin gösterdi bana… Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda, denizde, gecede, uykumda… Nasıl beceriyorsun her yerde olabilmeyi… Bu bir marifetse eğer, neden benim yanımda degilsin ki? Gözyaşlarım asilliğini yitiriyor ve yenik düşüyorum sevdana…
Gittin! Belki de hiç gelmemiştin ben, geldiğini sandım… Ayak uyduramadım yorgunluğuna… Dudaklarına düşlerindeki öpüşü konduramadım…
Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi zaman bir kadın; dokunuşlarında kendini bulan… Ama! En çok da imkânsızın oldum…
Her gelişimde bir kez daha gönderdiğin oldum… İnanamadığın, Yenemediğin, üzerinden atlayamadığın korkuların oldum… Ağladığın, bağırdığın ya da sustuğun isyanın oldum, sessizce boşalan gözyaşların, birikmişliğin oldum… Yüreğindeki kadın ben olmak isterken yüreğine sığınan ve tozlanacak olan bir anı oldum… Haketmediklerin, artık yeter dediklerin ve herşeyin olmak isterken belki de hiçbir şeyin oldum… Söylesene ben gerçekten senin neyin oldum? Sesin hep uzakları çağırıyordu, ben üstüme alındım, sana geldim… Bilseydim, bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir miydim?
Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda sadece bir mevsim yaşanan ama bir ömür gibi gelen aşk… Kalbime henüz söyleyemedim gittiğini, öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum… Seni halen benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum… Gittin! Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların sonunda olması acıtıyor içimi… Suskunluğun en büyük silahındı, suskunluğunla vurdun beni asıl acı olan, canımı acıtan unutulmak…
Söylesene unutulmak kime yakışıyor? Unutan sen olsan da sana bile yakışmıyor …
Merak etme, üstüne giydirmedim bu duyguyu, unutulmayan olmak sende daha güzel duruyor… Görüyorsun işte, aşk’a ve sana ihanet etmiyorum benim kırgınlığım aşk’a… Sen üstüne alındın…
Üç kez çalmıyor artık postacı kapıyı Bir toz duman da yok varoşlardan yükselen Son çiçekçi terk etti bu kenti Sen durmadan bir hıçkırığa tutunuyorsun Gözyaşınla suluyorsun içindeki kaktüsü İçi patlamış bu kentin Hançerlenmiş bağırsak gibi kokuyor
Duyuyorum, ağır ağır atıyor adımını Evet gelen o sevgilim, gelen, gitme zamanı
Ya denize koşuyor damlalar, ya dağlara Artık yağmur düşmüyor bu kente Çeviren yok umut sokağında kum saatini İnanmıyorum mevsimlerin tükendiğine de Hepsi dönüp dönüp geliyor geri Tükenen biziz oysa zamanın kollarında
Sarıyor bizi hüzne açılan kucağı Sarıyor bizi sevgilim, gitme zamanı
Konuşmanın yetmediği yerdeyiz şimdi Anlatımın çıkmaz sokağında yani Ha diyorum ki unutmadan, bir de kendine anlat Ya da dinle tutabilirsen, salkımsöğüdün dallarıyla Oynaşan rüzgârda, yapraklarda çırpınan sesimi Ve bir türkü sıkıştır dudak kıvrımlarına
Buklendeki gül gibi, hani o sarı… Sarardı gülün rengi, sevgilim, gitme zamanı
Gün gelir bu aşk rüzgârla dokunur tenine Ve sen unutulmaz olursun Aşkın acı bir gülümseme olur yüzümde Yüzümdeki gülümseme bir acı.. Bir şey var ki kalbimin kapısına dayandı
Tepeye dikilmiş gün salıyor selamını Gözü ufukta günün, sevgilim, gitme zamanı
Kar dediğin gün beyazı, kahır yağdı başıma Sevince veda dedim, kederle uyumsuzum Dökülsün döküldüğü kadar saçlarım Savrulsun ömrüm Dönüp toplarsam namussuzum
Eşiniyor huysuz doru, vuruyor ayaklarını Yol istiyor sevgilim, bu yol, gitme zamanı
Kalamıyorum, oturamıyorum bir yerde Kıvranıp duruyorum aşkın ekseninde ve acının Bitsin diyorum, bitsin sözün düştüğü yerde Zamanın kalbinden uzanan bu zincirin halkası Ve başlıyor bitiş dönülmezliğine Sevişmeyle dolduruyoruz günü Öpüşme oluyor adı zamanın Yıldızların ve güneşin yeniden doğması oluyor
Doyuyor, yoruluyoruz; çevriliyor kapının tokmağı Gitme zamanı sevgilim, gelen, gitme zamanı
Yokluğun kadar hissediyorum varlığını Beni hissettiğin kadar yoruluyorum seni sevmekten soğukluğun söndürdükçe yürek yangınımı, sözlerin şah çekmeden mat ettikçe beynimi, Çırpındıkça batarken umursamazlığının denizinde Sonunu görüyorum başlayamadığım sevdanın Bir çiçeğin tabiata seslenemediği gibi, haykırıyorum seni sevdiğimi Susarak… Hiçbir yere ulaştıkça daha bi seviyorum seni Toprağın altında tohum sana olan aşkım, çaresizliğimin gözyaşlarıyla suluyorum ama Bakışının, gülüşünün güneşi olmadan Açamıyorum sevgimi sana. Bir çığ altında kalıyorum,seni gördüğüm her rüyadan uyandıkça Aslında baktığım her yerde gördüğüm kadar uzaksın bana, kokladığım her çiçekte hissettiğim kadar daha da yalnızım şimdi, okuduğum her dua kadar savunmasız kalbim Dönüşü olmayan bir yolun son durağında indirdim, İçimde biriktirdiğim sevgi sözcüklerini Ruhumdan akan çürümüş bir isyan bulandırdıkça umutlarımın rengini, İntihar kokmaya başlıyordu bütün güller. Artık son sözlerini söylüyordu hayat, son kozlarını oynuyordu mutluluğa karşı.. Varsın olsun , Ben bir ölüme gülerim, bir gülüme ölürüm…
Yeniden EskiyeEskiden Yeniye Sende Unutulursun… Sana verdiğim değeri bulamayacaksın, Sığınacağını sandığın limanlarda, Gün gelip yaptıklarından utanacaksın, Bir ıstırap kalacak ısırdığın dudaklarında,
Suçlusu benim, seni bu kadar şımarttığım için, Değerini bilemedin sana sunulan sevginin, Hak etmediğinden fazla değer verişim, Kanatlandırdı seni, ondandı böyle gidişin.
Belki senin gidişinde arkanda bir iz bırakacak, Ama sanma ki bu izler yüreğimden hep kalacak, Veda etmeden gidişin asla unutulmayacak, Senin unuttuğun yerde, unu
Sevmek inanmaktır. Güvenmektir duygulara.. Direnmektir sevmek.. Tüm acılara direnmek… Sevdiğini kendin gibi, kendinden de çok duyumsamaktır İki ten, iki kalp, iki gönül yoktur sevgide, tek bir yürek olunur. Sevmek paylaşmaktır, sevdiğinle kalbini bölüşmektir sevmek. Ve sevmek direnmektir, tüm acılarıyla direnmek. Sevmek sevilmeyi haketmesini bilmektir. Sevmek, sevgilinin baktığı yerde, sustuğu yerde olmaktır. Sevginin olduğu yerde dışa vurur istekler..
Sevme özgürlüğünü istersin, sevginin kabul edilmesini istersin,bir gün gelir bu istekler de son bulur, kendinden istersin artık, sevgiliyi daha çok sevmek istersin, hataları,kusurlarıyla sonsuz kılmak istersin sevgini… Beklentilerin son bulduğu duraktır, sevda denizinin son limanıdır. Sevmek, sevgili için yaşamaktır. Onun eli, kolu, gözü, kalbi olmaktır. Sevmek vermektir, sevdiğin için, almasını bilmektir.. Güvenmektir duygulara sevmek.. Sevdiğine seni seviyorum! diyebilmektir. Okuyabilmektir gözlerdeki sözcükleri. Haykırabilmektir sevgiyi hiç bağırmadan.. Sevmek sevgiliye bir nefes kadar, yakın olmaktır. Sevmek özveride bulunmaktır. Ve sevmek İNANMAKTIR !…
Sen benimle gökyüzünde koşmayı Sen benimle ölürken buluşmayı Paylaşabilir misin Güneşi koklayınca çatlayan bir tohumu Irmağın yüreğinde çiçeklenen yangını Her akşam yanlızlığı uyandıran toprağı Her sabah bir gölgeyi sevindiren yaprağı Paylaşabilir misin Sen benimle gökleri paylaşabilir misin Hani salkım saçaktır bulutlarda sevgiler Hani bir turna gibi üryan olunca yürek Bahçesinde umuda kanatlanır serviler Sen benimle yağmurun nefesini Sen benimle tomurcuğun sesini Bir hülyanın dalgın avuçlarında Gölgesini arayan bir kuşun kafesini Paylaşabilir misin Her limanda bekleyen benim yanlızlığımdır Her geminin demir attığı yerde Parçalanan kalbin çığlıklarıyla Dağılan kırmızı benim yanlızlığımdır Gemilerin güvertesinden sızan Tayfaların masum bakışlarında Kelepçeler vurulan benim yanlızlığımdır Denizin kollarında uyurken kadırgalar Zıpkınlanan balığın gözlerinde kıvranan Benim yanlızlığımdır Sen benimle karanlık gecelerde Alabilirmisin avuçlarında Denizin dibindeki bir ateş çiçeğini Sen benimle kumlara gömülmeyi Sen benimle ölürken de gülmeyi Paylaşabilir misin Yosunlarda ağlayan yitik bir defineyi Dalgalara tırmanan kalbin çüzgilerini Yıldızlara gül kokusu taşıyan Kaptanları ağlatan aşkın ezgilerini Paylaşa bilirmisin Rıhtımları kıskanan benim ayrılığımdır Karaya çıktığında vurulan her askerin Kanıyla ıslanan benim ayrılığımdır Kursunlanan deniz fenerlerinin Kapanan gözkapakları ardında Acıların heykelini yontan el Benim ayrılığımdır Sen benimle rüzgarı tutuşturan alevi Kasırgayı,tayfunu,suları yutan devi Paylaşabilir misin Benim ruhum kuşların öldüğü anda biter Senin ruhun kuşları öldürürken dirilir Benim ufuklara baktığım yerde Yorgun savaşçılar seferden döner Senin her umudu yıktığın yerde İçimizde yanan kandiller söner Şimşekler susunca tükenir sesin Bulutlar tutunmuyor kanlı kirpiklerine Sen bir yanardağı sevecek kadar Mavi değilsin Martılardan,mürekkep balığından Suları sevmeyi öğrenmelisin Adımların öylesine karanlık Bana doğru yürüdüğün her sabah Ansızın akşam olur Senin o kızıl dudaklarında Unuturum çiçeklerin adını Artık duymalısın uykuda bile Kervanları gördüğün mesafeden Çöllerin feryadını Benim intizarımdır çölde kum fırtınası Bedevi bir infilaktır susuzluk Her serabın ortasında bunalan Her mecnun yüreğinin beyaz kıvrımlarında Leylayı arayan benim intizarımdır Hani bir ahunun can damarından Kelebekler uçar sılaya doğru Hani arslanları avlayan bir yiğidin Bir vahşinin pençelerinde solan Karanfili güvencindir ansızın Kelebeğin kanadında büyüyen Güvercinin renklerinde uyuyan Benim intizarımdır Sen benimle bir yılan derisini Bir akrebin gözlerinde ölümü Bir zakkum türküsünü Bir kaktüsün süsünü Paylaşa bilir misin Sen benimle kumlara gömülmeyi Sen benimle ölürken de gülmeyi Hani mum ışığında gölgeler de gariptir Evlerin duvarında gezinir çaresizlik Ağıtlar parçalanır içimizde köz gibi Bir yudum suya bile karışır da hüznümüz İncecik bir perdedir mutluluk,yanar gider Bilmez misin ki,umut bir kuştur konar gider Çoğalır kuşkuları tuzağa düşenlerin Hani bir ısırgandır güzel yüzlü han kızı Örümcek yuvasına bırakır ellerini Gergefinde laleye benzetir ahımızı Sen benimle mevsimlerin ardında Kımıldayan bir ihtilal gülünü Paylaşabilir misin Samerre’da hu çeken dervişin sızısını Hakan sarayında bir alınyazısını İstanbulda uyuyan devlerin rüyasını Erzurumda hüma kuşunun yuvasını Tanrı dağlarında çiğdemin sevdasını Paylaşabilir misin Sen benimle gökyüzünde koşmayı Sen benimle ölürken buluşmayı
Sevdiğim; Sevmediğim uzaklarda olmasaydın, Bu kadar ölmezdim. “Çıkmaz yollardan çktım senin için” Desem nafile. Gittiğin yerden dönülmez bilirim. Ama yokluğunda; “Sevda kokan gözlerini çok özledim” Desem yine nafile; Gittiğin yer uzaktır bilirim. Sevdiğim; Sevemediğim uzaklarda olmasaydın, İnan bana hiç ölmezdim. “Siyah gözlerinin beni süzdüğü yerde Siyah yalnızlarım var” desem, Ne kadar nafiledir? Gittiğin yer azab mıdır? Ölmekten de uzak mıdır? Siyah gözlerin neleri süzüyor? Hallerinden kimler anlıyor? Yokluğunu sevdiğim kadar, Varlığını kimler seviyor?
bırakıp gittin beni bütün kapılarda bütün çöllerde tek başıma kodun şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim vardığım hiç bir yerde değildin sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği
bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden
başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç bana bakıp görmediğin için ben yokken içini çektiğin için
“ Sen sustukça tenhalarda, Yirmi dokuz harf, iki yürek Bilmediğin kalabalıklara seni anlatacağım “
Kapat tüm kapılarını. Sadece dinle, En sevdiğimiz şarkı radyoda çalınıyor bak.. Uzaklığına inat Sen ellerini uzat bana Gözlerini kapat kirpiklerime. Saçlarını bırak yüreğime. Ve sokul nefesimin sen kokan nefesine. Kelimeler bir şiire başlamışken Yüreklerimiz Sevdanın raksına dursun.
Suskunluğuna doyamadım sevgili. Varlığında öldür beni. Seni anlattığım yerden sor bilmediklerimi Anlatma beni. Yorma kendini. Sen sustukça, Ben sustuğun yerde yüreklendiririm harflerimi. Seni anlatabildiğim kadar yaşatırım cesedimi. Seni anlatamadığım gün, Sonsuzluğa bağışlarım yufka gençliğimi. Adının harfleri and olsun ki, Gövdemin en körpe yerinden koparırım yaralarımı. Sen beni suskunluğuna bahşet yeter ki, Sustuğunda bıraktığın her boşluktan Ben bir hayatı bağışlarım sevda gözeneklerine.
Sustuğun yerde, İçime bir başka çekiyorum seni sevgili. Adının tüm harfleri ıslak dudaklarımda. Şiirlerim sevdanda ıslanmayı bekliyor Mürekkebimin en taze yerinde.
“ Beni sesinin yokluğuna alıştıran yüreğine “ Seni sensiz de yaşatabilecek kadar güçlü yüreğime “
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri… Yeryüzüne gönül indiremez onlar… Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar. Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar…Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez…Gönüllü sürgündür onlar…Gizliden gizliye hissederler bunu…Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere…Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir…Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri…Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını… Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden…Yorulur kendisini anlatamamaktan…Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir…Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır…O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır…İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır…İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer…Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık…Kaybolmuşluğa çok yakındır…Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır…Daha az acı çekiyordur artık…Ama daha mutsuzdur eskisinden….Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden… Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü…Kaybolmuşluğa yakındım…İçimdeki acı hızla eksiliyordu…Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi…Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi…Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi…Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı… Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil….Gerçekten değil…Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor….Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor… Konuşmaya susamıştık…Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye…Oysa böyle bir şey yoktu…Hep buradaydık…Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde…O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde…Hep o soluksuz kaldığımız yerde…Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde… Belki aynı gece,belki yıllar boyunca konuştuğumuz yerden bana geldik…susuz ve yorgun…Yaşamaya köpekler gibi aç,ama ölüme dünden razı… Bana geldik…Belki içimizdeki acıyı avutur,koptuğumuz ışığı ikna eder,biraz olsun hiç yaşamamış,hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar,içimizden bir ömür çalar,yitirdiğimiz ve anlayamadığımız ne varsa uzakta bırakır,buradan,bu hayattan yolumuza devam ederiz,sanmaya geldik… İçtik,şımardık,ağladık,hayatı özledik,çığlık attık;ardımızda bıraktığımız ve bir kez olsun sahiden dönüp bakmadığımız onca kırıl kalp,onca vazgeçiş,onca erteleyiş,onca unutuş bir gecede bağışlanır sandık… Ama olmadı…Bunu ilk ve son kez sevişirken anladık…Birbirimizin çıplak bedenlerine dokunduğumuzda…Aynı anda,belki de peş peşe,derinden,çok derinden öksüz kalan bir çocuk gibi kesik kesik ağlamaya başladık…Engel olmaya çalışsak da,yine de kahredici bir hoşluğu vardı bu ağlayışın içimizde…Bu hayatta sevgili olarak birlikte gidecek bir yerimiz yoktu…Geçmişimiz bizi geri çağırıyordu…Gidecek bir yerimiz yoktu,ama kaybolmamıştık…Bu yüzden kahredici bir boşluğu vardı göz yaşlarımızın… Sonra sabah oldu…Sonra acı ve özlemin yerini utangaç bir boşluk aldı…Bütün o eksik hazların yerini derin bir suçluluk duygusu aldı… Sonra o gitti,yaramda hiç unutamayacağım bir ürperti bırakarak gitti…Yaram ki,kimse onun kadar beni anlayamaz,yaram ki onun kadar kimse beni sevemez…Gözlerimden çok içimdeki yaramı sevdim ben…Çünkü ondan başka kimse bana beni gösteremedi…Herkese,ama herkese yalan söyledim,ama bir tek o biliyordu hepsini…Bir tek o gördü beni kendimi aldatırken…Onu unutmaya çok çalıştım…Yok saymaya…Hayat diye içine girmediğim akvaryum kalmadı…Her mevsim mutluluk modaydı…O akvaryumların içinde mutluymuşum gibi yaptım…Yaramı unutup herkes ne yapıyorsa onu yapmaya çalıştım…Akvaryumun içinde,herkes gibi camların dışında bir yeri özledim…Bana ait olmayan bir hayatta,hiçbir ortak yanım olmayan insanlarla akvaryumun dışını özledim…Yaramı unutup,neyi özlediklerini bilmeyen insanların özleyişlerini sevdim…Bilmiyorum,belki bunu da kendi yaramı unutmak içim yaptım hep…Anladım ki,nereye gitsem sonunda yarama dönüyorum…Ne yapsam,ne etsem döndüğüm tek yer yine o eski kalbim…Bütün o oyunlardan bana kalan o eski yadigar…Ne kadar sevse de insan,tükenip,yorulduğu bir saat var…Herkesin bencil bir ömrü var…İşte en çok o zaman hatırlarım o eski kalbimi,onca insana kendimden öç alırcasına dağıttığım kalbimi,çok sevdiğim bir yabancı gibi hatırlarım…Mahcup bir özlemle çağırırım onu dağıttığım yerlerden;hayatlardan,yorgun ve bencil sevgilerden… Utanarak…Sanki kendi kalbimi geri çağırmak bir suçmuş gibi çağırırım…Güzellik ve soyluluk saklıdır o kalpte…Kalbimdeki kimsesiz kalmış güzelliğe ve soyluluğa vurgunumdur ben…Onu her arzulayışımda karşıma Tanrı çıkar…Beni böyle eksik,böyle yarım,böyle susuz,böyle bir başına O bırakmıştır…Tanrı vardır ve benim bu sonsuz susuzluğum ondandır… Bu susuzluğu hissettiğim andan beridir hayattan korkmamayı öğrendim…Kime dokunsam Tanrı’ya sonsuz bir yakarış;kime dokunsam o büyük kopuşun sancısıydı;kime dokunsam kendimdeki ilk ağrıya dokunuş gibiydi…Kime dokunsam eksik,ve yanlış bir Tanrı’ya dokunmak gibiydi… Tanrı’yı unutmak,içimdeki aşkı unutmak gibidir bazen…Böyle zamanlarda kalkıp giden her şeyin peşine takılırım…Bütün zamanların,bütün trenlerin,bütün vaatlerin ve hızların arkasından giderim…Farklı olmak adına,kendim olmak adına,herkes gibi olmak adına koşarım giden her şeyin ardından…İçimdeki Tanrı’yı,içimdeki aşkı soluksuz,kimsesiz bırakarak koşarak giderim her şeyin ardından…Kendimi hatırlamamak için her anımı,her dakikamı tıka basa bu hayatla doldururum…içimdeki aşkı,içimdeki susuzluğu unutabilmek için bir projeye,bir yaz boz tahtasına dönüştürürüm kendimi…Her yerde ve herkesle olmak için kendimi boşlukta bir yerde yeniden yaratmaya çalışırım…Herkesle ve her yerde olmak için,beni her yere bir an önce yetişmek için,kendime bana ait olmayan bir kalp,bir yüz alıp kimsenin bilmediği,uğramadığı bir boşluğa yerleşirim…Herkes ve her şey olmaz için,beni çağırdıkları her yerde olmak için bu boşlukta yaşadım kimsesiz,bu boşlukta yüzüme çarpan kapılar,bu boşlukta hızlandıkça geciktiğim,bu boşlukta çırpındıkça yitirdiğim her şey bana aşksız geçen yıllarımı hatırlatır…Bana Tanrı’sız ömrümü,yüzümden yoksun geçen anlarımı hatırlatır…Böyle zamanlarda defalarca çiğneyip geçerim kendimi…Verdiğim sözleri,ettiğim yeminleri…Atarım kendimi herkesin ortasına…Gizlerimi atarım hoyrat gözlerin önüne…Önce ben başlarım kendimi yağmalamaya…O güvenmediğim hayatı ve zamanı yanıma alarak gizlediğim ne varsa ortaya dökerek…Öç alırcasına kendimden…Dökerim her şeyi ortaya…Herkesin kendinden kurtulmak için kışkırttığı yurtsuz ve kimsesiz bir gece için… Böylesi gecelerde herkes o eski yarasına haksızlık etmiştir;böylesi gecelerin sabahında herkes ezbere ve çabuk çabuk konuşur ve kimse kimsenin gözlerine korkusuzca bakmaz…Herkes bir an önce,eksik ve yanlış da olsa bir gece önceki ömrüne dönmek ister…Herkes susuz bıraktığı o eski kalbine dönmek ister… Bunları bilince,bunları hissederek yaşayınca kimseye kızamıyor insan…Öfke dönüp dolaşıp geliyor yine içte patlıyor…İçimde patlıyor…Çünkü kime kızıp,kimi lanetlesem en sonunda onu içimde buluyorum…Suçladığım herkeste biraz ben varım…Kimi yargılasam elimde kanı var…Kime bağlansam onda haksızlık ettiğim ömrüm ,susuz bıraktığım Tanrı’m var…Kime koşup sarılsam onda kolları bağlı erdemim var…Başkalarını yargıladıkça kendini tutsak eden,başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var…Oysa ne yapsam o yurtsuz gecem,susuz bıraktığım aşkım beni hiç unutmaz…Sorar hesabını…Defalarca gidip gelerek ömrümden,kimlerdi,diye sorar o kanayan yüz bana,kimdi bütün gece onda yargıladıkların…İtildiğim ve sığındığım yüzümden tek bir yanıt çıkar,tek bir ses…O ses der ki,bütün gece yargıladıkların aslında sensin…Bilirsin ki o ıssız gecede bunu sana söyleyen senin sesindir…Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur…İçinde soluksuz bıraktığın Tanrı’nın sesi,içinde öyle kimsesiz,öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir…Ne olur sus ve öfkelenme der bu ses bana…Boyun eğ bu sese…Kabullen onu…Bir kez olsun kendi sesinin önünde eğil der…Bir kez olsun kulak ver ona…Kulak ver ona,onun neleri yitirdiğini,neleri sonsuza dek kaybettiğini bir kez olsun anların ağzından duy…Yüzünden akan kanı bir kez olsun öp…Sadece gözyaşı değil onlar…Dokun onlara,dokun kendi kanına,yitirdiğin ve özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın…Orada bütün yargıladıkların var…Orada reddettiğin bütün ömrün var…Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa,hepsi kanında saklı…Seni terk edip ihmal edenler,seni bir türlü anlamak istemeyenler,seni yargılayıp dışarıda bırakanlar orada…Orada,seni deliler gibi sevenler ve senin içine bir türlü giremeyenler…Ne olur bir kes olsun onca insana dağıttığın kendini geriye çağır…Ne olur bir kez olsun anla,ömründen daha uzağa gidemezsin…Onca yıl susuz bıraktığın Tanrı’ndan daha uzağa gidemezsin…Ne olur anla,onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin…Ne olur bir kez olsun anla,yarını yok sayarak hiçbir yere gidemezsin… Yaşamak ne ki,hem kendini,hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil?..Yaşamak yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?Yaşamak her gittiğin yerde bıraktığın yüzleri kanayarak özlemek değil mi?.. Yaşamak,içindeki o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini bu hayatta aramak değil mi?.. Bu hayatın ne yengisi,ne yenilgisi teselli etti beni…Ne zaman kazandım,ne zaman,artık kurtuldum,desem,daha derin bir boşluk açıldı önüme…Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola,kazandıkça kaybettim,yükseldikçe alçaldım…Ne aklımdan kurtuldum,ne delirdim… İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmıştı ki,ne zaman aşkın bir güzellik görsem ertelediğim hayatım gelirdi aklıma…İçimdeki erdemi suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü… Çünkü ne zaman yasadışı bir gece yaşasam anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden… Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam;çok uzaktan,çok eski bir duygu bana rağmen,bana inat yanımdan geçip giderdi…Kimi sevsem hiç olmadığı kadar yalnızlaşırdı…Kimi sevsem bütün o yanlış hayatım gizlendiği yerden çıkıp gelirdi…Kimi anlamaya çalışsam hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme…Kime elimi uzatsam o unutulmuş ömrümle karşılaşırdım… Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim…Kime sarılsam verip de tutamadığım sözler çıkardı karşıma… İnsan her sabah doğan güneşten utanır…İnsan er ya da geç gelen mevsimlerden utanır… İnsan onca yıl susuz bıraktığı Tanrı’sından utanır… İnsan bunca işarete,bunca özleme rağmen bir türlü gidemediği yerden utanır… İnsan yalan bir hayattan onca yıl bir kurtuluş beklediğine utanır…
Hayata Dair Şiirler Hayatla İlgili Şiirler şiirler hayat şiirleri
Bir Hayatın Anatomisi
Hayat dediğin oyun üç,bilemedin beş perde Kural yoktur tınısı hep aynıdır her telde Açılışı dünyaya gelmekle yaparsın Sonra zamanı saati kendin göre kurarsın Dünyaya gelerek başlattığın diriliş Onbeşsene sonra olurmu sana bir serpiliş Farkında değilsindir yaşıyorsundur en güzel günleri Karşına çıkan ilk kızı sanarsınki bir huri Heyelana kapılmış kaya misali geçer zaman Birden yapaylnız kalırsın nedenini anlamadan İşte ilk perde tam burda kapanır Sınav denilen illetle ikinci perde aralanır Hazırsan geçersin sınavı ilk seferde Eğerki değilsen sayarsın olduğun yerde Aşılmayacak engel yoktur atlatırın bunuda Artık kendine güvenirsin sözlerin kalmaz havada Sahneye bi çıkarsın karşında kocaman kitle Kendince düşünürsün işte budur kapalı gişe Tadını alamadan elvedda derin mutlu günlere Çıkarsınsabah yeliyle uzun bir sefere Şafak saymakla geçermi dörtyüzaltmış gün Onbeş aydan daha yoksun kalır kısacık ömrün Onbeş aydan sonra hiç bozmadan kafiyeyi Kapatırsın uzun bir aradan sonra perdeyi Herkes gibi kurmak istersin mutlu mesur bir yuva Bu arada bir perde daha katılır kuyruğa Artık benimde olsun dersin bir kaç çocuk Derken anlarsınki kolay değilmiş yoksulluk Dertler belini büksede bunlarıda atlatırsın Hepsini bir bir katlayıp cebinde saklarsın Bundan sonra kalmamıştır ben diye birisi Sende anlarsın yalanmış aileden gerisi Yıllar birbirii kovalarken dört nala Yavrunda düşüverir uzun bir yola Çok geçmeden alırsın kucağına bir iki torun Onlar için herşeyi yaparsın dinlemezin hiçbir kanun Artık birşey düşünmezsin dalmadan önce uykuya Yüreğinde yer yoktur en ufak korkuya
Altmış beş senelik hapisten sonra hayat Açıklar kararını artık;\’\’hakkın beraat.\’\’ Yakan yapışır alaşağı eder ölüm ummadığın yerde Tam burada anlarsın açılmıştır artık son perde Önünden geçek üzeredir ayrılık treni Bir telaş başlar duymadan son sireni Şehadet getirerek çıkarsın dönüşü olmayan yola Yoktur artık hiçbir durakta bir nefeslik mola Ağır ağır uzaklaşırken kıpırdayamadan yerinden El bile sallayamazsın buğulu pencerenden Cenazende okunan senin içindir bu son beste Kimse bulamaz artık seni herzamanki adreste.!
Ömür Dediğin
Debelenip dursun akıl ‘niçin’de, Bir varmış bir yokmuş ömür dediğin. Gönül sanki zindan, zindan içinde, Bağrımdaki okmuş ömür dediğin.
Gel seyre dal bir ırmağın başında, Çölün ortasında, dağın başında, Bir gurbet ki gözlerinin yaşında, Ne yaman firakmış ömür dediğin.
Adım adım menziline yürüyen, Gece-gündüz damla, damla eriyen, Bahtımın yeline düşüp titreyen, Bir sarı yaprakmış ömür dediğin.
‘La rahate’..bitmez dertler, çileler.. Şeytanda tuzaklar, ‘ben’de hileler, Yüzümde gül olup açsın haleler, Ahiri toprakmış ömür dediğin…
Ölüm Şiirleri Necip Fazıl kısakürek Necip Fazıl Kısakürek ölüm şiirleri Necip Fazıl Ölüm Şiirleri
Ölünün Odası Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş; Yerde çıplak bir gömlek; korkusundan dirilmiş. Sütbeyaz duvarlarda çivilerin gölgesi Artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi… Yatıyor yatağında dimdik, upuzun, ölü; Üstü, boynuna kadar bir çarşafla örtülü. Bezin üstünde ayak parmaklarının izi; Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi. Son nefesle göğsü boş, eli uzanmış yana; Gözleri renkli bir cam; mıhlı ahşap tavana. Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var; Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar. Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an; Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan. Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm; Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm
Ahmet Haşim O Belde, O Belde Şiiri Ahmet Haşim, O Belde Şiiri Ahmet Haşimin O Belde Şiiri
O Belde
Denizlerden Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin. Bilsen Melal-i hasret ü gurbetle ufk-ı şama bakan Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin! Ne sen, Ne ben, Ne de hüsnünde toplanan bu mesa, Ne de alam-ı fikre bir mersa Olan bu mai deniz, Melali anlamayan nesle aşina değiliz. Sana yalnız bir ince taze kadın Bana yalnızca eski bir budala Diyen bugünkü beşer, Bu sefil iştiha, bu kirli nazar, Bulamaz sende, bende bir ma’na, Ne bu akşamda bir gam-ı nermin Ne de durgun denizde bir muğber Lerze-i istitar ü istiğna Sen ve ben Ve deniz Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz Topluyor bu-yi ruhunu guya. Uzak Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz… O belde? Durur menatık-ı duşize-yi tahayyülde; Mai bir akşam Eder üstünde daima aram; Eteklerinde deniz Döker ervaha bir sükun-ı menam. Kadınlar orda güzel, ince, saf, leylidir, Hepsinin gözlerinde hüznün var Hepsi hemşiredir veyahud yar; Dilde tenvim-i ıstırabı bilir Dudaklarındaki giryende buseler, yahud, O gözlerindeki nili sükut-ı istifham Onların ruhu, şam-ı muğberden Mütekasif menekşelerdir ki Mütemadi sükun u samtı arar. Şu’le-i bi-ziya-yı hüzn-i kamer Mülteci sanki sade ellerine O kadar natüvan ki, ah, onlar, Onların hüzn-i lal ü müştereki, Sonra dalgın mesa, o hasta deniz Hepsi benzer o yerde birbirine… O belde Hangi bir kıt’a-i muhayyelde? Hangi bir nehr-i dur ile mahdud? Bir yalan yer midir veya mevcud Fakat bulunmayacak bir melaz-ı hulya mı? Bilmem… Yalnız Bildiğim, sen ve ben ve mai deniz Ve bu akşam ki eyliyor tehziz Bende evtar-ı hüzn ü ilhamı Uzak Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz…