Hiçbir program, yama, eklenti vb. kullanmadan facebook’u 1 dk içinde Türkçe’ye çevirebilirsiniz.
1. Öncelikle kullanıcı adı ve şifrenizi girerek facebook’a giriş yapın.
2. Facebook’a girdikten sonra sağ üst tarafta “account” yazan yere tıklayın.
3.“Language” yazan yere tıklıyoruz.
4. Açılan sayfanın altında “Translations Application” yazan yere tıklayın lütfen.
5. Sağ üst tarafta “Add Application” linkine tıklıyoruz.
6. Sayfa altında bulunan “Add Translations” linkine tıklıyoruz.
7. Sağ üstte “English” yazan yere tıklıyoruz ve açılır pencereden “Türkçe”yi bulup, ona tıklıyoruz.
8. Ve işlem tamamdır. Artık facebook’unuz Türkçe. Profilinize girdiğinizde hemen hemen her şeyin Türkçe olduğunu görebilirsiniz.
[DIPNOT].[/DIPNOT]Yapmış olduğunuz bu işlem sayesinde artık nereden girerseniz girin facebook’u Türkçe olarak kullanabilirsiniz. Ayrıca bu Türkçeleştirme ile Facebook’u en son Türkçeleştirme çalışmalarıyla görüntülemiş olacaksınız. Bildiğiniz gibi bu Türkçeleştirme %100 değildir, ancak varolan en iyi derecede Türkçeleştirmedir.
facebook poker nasıl oynanır facebook poker hileleri facebook texas holdem poker facebook pokerde nasıl daha çok chip kazanılır
Facebook Poker Nasıl Oynanır?
Bildiğimiz pokerlerden daha değişik bir şekilde, her oyuncunun eline 2 tane kart vermek suretiyle yere de 5 kartın açılmasıyla oynan bir oyundur. Pokerdeki kuralların hepsi geçerlidir. Örnek vermek gerekirse;
*Full yapmak; Eğer elinizde iki tane aynı sayıdan varsa (7, 7) ve yere de iki tane daha aynı sayıdan açılırsa, toplam 4 kağıdınızda aynı olmuş olur ve kazanırsınız.
*Full Döper Yapmak; Mesela elinizde (Q, Q) var. Yerde ise Q, 7, 5, K, 10 var. Bu durumda 3 tane aynı sayınız olduğu için full döper yapmış olursunuz. “Sayılar örnektir.”
*Örneğin elimizdeki iki kağıtta kupa (2, 3) eğer yerede 3 tane kupa açılırsa toplam 5 kağıdınız kupa olacağı için renk yapmış olup oyundaki cipler sizin olur. (Yukarıdaki sayı örnektir. Başka bir oyuncuda yine 2 kupa ve daha büyük sayılar varsa, diğer oyuncu kazanır.) Bu yalnızca kupa için verilen bir örnek değildir. Maça, karo ve sinek içinde aynı kurallar geçerlidir.
*Kent veya sıra yapmak; Elinizdeki kağıtlar ardışık sayı ise (9, 10) veya ara kağıtlar (7, 10). Eğer yere de sayıların devamı yada tamamlayıcı açılırsa kent veya sıra yapmış olursunuz. Örneğin, elinizde (9, 10) var. Yerde açılan 5 kağıt içinde de (8, J, Q) var ise 5’li yapmış olursunuz. Tabi bu örnektir. 5’li sırayı farklı sayılarla da yapabilirsiniz.
*Döper; Eğer elinizdeki iki kağıtla yerdeki iki kağıt aynı olursa döper yapmış olursunuz. Örneğin elinizde (7, 10) var. Yerdeki 5 kağıt içinde de (7, 10) varsa döper yapmış olursunuz.
*Büyük sayı ile alma; Yere açılan kağıtlardan en büyük olan sayı elinizde var ise ve diğer oyuncularda o sayı yok ise kazanırsınız ama elinizdeki yerde açılan en büyük kağıdın başka oyuncularda da olma ihtimali olduğu için elinizdeki ikinci kağıdın büyük olmasıyla siz kazanırsınız. Eğer rakip oyuncuda sizin yan kağıdınızdan daha büyüğü varsa şansınıza küsün.
*Büyük kağıt ile alma; Eğer yere açılan kağıtlardan elinizde aynısı yok ve rakip oyuncularda da yok ise elinde sayısı en büyük olan oyuncu kazanır. Bu durumda yan kağıdın herhangi bir önemi yoktur. Örnek, yere açılan 5 kağıt (2, 4, 7, 10, K) sizin elinizde ise (A, J) var. Bu durumda (A) sizde olduğu için siz alırsınız.
Facebook Poker Nasıl Daha Çok chip Kazanabilirsiniz?
Öncelikle sağlam kağıtlar hariç emin olmadığınız kağıtlara girmeyin. Eğer yeri görme gibi bir imkanınız varsa görün ve poker nasıl oynanır makalemde yayınladığım gibi kurallar var ise ve birazda şansınız var ise büyük çipler kazanabilirsiniz. Ama dikkat edin kazanmaya başladıktan sonra bunun kaybetmesi de var. Nerde duracağınızı iyi bilin.
Texas Hold’em Pokerin en girişken ve dinamik versiyonu olarak bilinir.
facebook yoville facebook yoville nasıl oynanır facebook yoville hileleri
The Sims benzeri, online oynanan ve oynamak için illa ki Facebook profili gerektiren bir oyun.. Yoville oyununda bir karakter olarak yaşıyorsunuz. Oyun yoville mahallesine geçiyor. Genel olarak oyunun amacı evinizi döşemek , en iyi döşenmiş eve sahip olmak. Bunun için fabrikada çalışıp para kazabilirsiniz. Ayrıca kumarhanesinden meydanına , pazarına kadar herşey var bu yovilleda . Üstelik oyundaki diğer oyuncularlada çok zevkli sohbet etmenizi sağlayan bir arayüzü var. Fakat arada bunu istismar edenlerde olmuyor değil ama olsun genel olarak çok güzel bir oyun. Oyunda haritadan istediğiniz yere gidebilirsiniz. Veya yanlardaki ok işareti ile yürüyebilirsiniz. Başkalarının kafasına tıklayarak onlara özel mesaj yollayabilirsiniz. Geri kalanı keşfetmekte sizlere kalmış. Ayrıca “Yoville Crew” adı verilen listeniz ne kadar kabarıksa, yani Facebooktaki arkadaşlarınızın kaçı Yoville oynuyorsa o kadar çok para alıyorsunuz.
1.50 kişilik bir ekip (crew) oluşturmanız gerekmekte 2.Bulunan her evden en az bir tanesine sahip olmanız lazım 3.Bankanızda 100.000 coin bulunması gerekmekte.
Oyunda vip olmak için; oyunda account settings yazan yere tıkla ve e-mailini yaz
Susmusum Farkında Olmadan Arkamda Bıraktım Artık Yüklerimi Taşıyamaz Oldum Farkında Olmadan Içimi Acıtıyor Bişeyler çokmu Alışmıştım Bu Yükü Taşımaya Bir Boşluk Var şimdi Adı Koyamadıgım Nedenleri Sormaz Oldum Artık Dedimya Yoruldum Artık Sebebini Bilemedigim Soruları Sormaktan Bir şeyi şimdi Daha Iyi Biliyorum Ben Yükümü Atsamda O Yük Hep Benle Olacak Sadece Agırlıgını Hissetmicem Okadar Alışmışımki Hep Varmış Gibi Gelecek Ama Gün Gelecek Alışacagım
işte haykırsam Gecelere karanlık sokaklara Güneşin doğmadığı karanlık yüreğime Anlarmısın beni Umutsuzluğumu; Sen nerden çıktın karşıma
Haykırsam korkularımı Desem ki mutluluğu bekliyorum Desem ki o sende var Anlarmısın beni Sarılsam sana sıkıca kal desem yanımda Gözlerimdesin desem her zaman
Korkuyorum desem yarınlardan Yıprandım desem aşktan Anlatamıyorum desem duygularımı Anlarmısın; hayır Ben bile anlamıyorum ki Sen beni hiç anlayamazsın
Gözlerimi kapatıp daldığımda düşlerine Hayallerimi bir sandala bindirip Yüzdürdüğümde bir okyanusta Seni özlediğim zamanlarda Kokunu aradığım güllerde Sen, güneşin doğduğu bir yerdeki İlk ışık gibiydin benim yüreğimde Aydınlığıydın karanlık dünyamın Doldurdun o sıcaklığınla bütün benliğimi. Seni alıp gitmek isterdim Bir bilenin hiç bilmediği bir yere. Sana bir türkü tutturmak isterdim. Olmayan sazımın bitmeyen nameleriyle. Sana bir yürek vermek isterdim Bitmeyen aşkımın tükenmez sevdasıyla Seni anlatmak istedim şiirlerde Seni tanıtmak istedim Tanıdığım şeklin ile mısralara Haykırmak istedim Ben seni çok seviyorum diye
Sen kurumuş bir gülün yaprakları Sen bitmeyen bugünün yarını karanlıklar içinde kaybolan bir anı istemiyorum seni ,dönme geri artık…
diz cöküp yalvarayımmı bir kez daha sana? Ne olur birdaha yüzüme öylece bakma Yıllarımı harcadım ben aşkımıza İstemiyorum seni ,dönme geri artık
Aşkımıza sahip cıkmalıydın Yıllardır beni hiç aramadın.. Beni resimlerinle başbaşa bıraktın. İstemiyorum seni, dönme geri artık
Bir eylüldü başlayan içimde Ağaçlar dökmüştü yapraklarını Çimenler sararmıştı Rengi solmuştu tüm çiçeklerin Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı Katar gidiyordu kuşlar uzaklara Deli deli esiyordu rüzgar Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar Sevmişliğim, sevilmişliğim O heyheyler, o delişmenlikler neydi Ne bu kadere boyun eğmişliğim Ne bu acıdan korlaşan yürek Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran Gamlı, yıkık eylül sonuma Bir ilk yaz tazeliği getirdin Masmavi göğünle Cana can katan güneşinle Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime Çiçekler açtı dokunduğun Çimler büyüdü yürüdüğün Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi Oldurduğun yemişlerin ağırlığından Dallarım yere değiyor Güneşi batmadan saçlarının Bir dolunay doğuyor bakışlarından Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma Baksana; parmak uçlarım ateş Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan Benimle meydan oku her çaresizliğe Benimle uyu, benimle uyan Birlikte varalım on üçüncü aylara
Ayrılık çanları çalsa ansızın Elveda sevgilim diyecek misin? Önünde diz çöksem, gitme kal desem Bakmadan ardına gidecek misin?
Ayrı yönde akan ırmaklar gibi Dalından uçuşan yapraklar gibi Ümitsiz, çaresiz aşıklar gibi Kalbinden aşkımı silecek misin? Son ümidi yere serecek misin?
Kendini boş yere teselli edip Sevdadır nasılsa geçici deyip Yaşlı gözlerini gizlice silip Bakıp da yüzüme gülecek misin?
Parkın tozlu yollarında yalnız dolaşacaksın Mutsuz gökyüzünde bir-iki yıldız, ışık tutacak karanlığına Delikanlının biri uzanacak ellerine ansızın Çaresizliğine, yalnızlığına irkileceksin Ve daha sonra tarakta kalan saçlardan anlayacaksın ihtiyarladığını Dudaklarının pembeliği solacak Cilâsı çıkmış bir mobilya gibi eskiyecek güzelliğin Kahrolacaksın! Ve bir gün gelip, beni anlayacaksın. Oysa; vakit çoktan geçmiş olacak
Ama sen yine de sözlerime aldırma. Gözlerin zamansız ıslanmasın. Çünkü, artık çocuk değilsin Güneşin nereden doğduğunu bilirsin Başka bir İstanbul olmadığını bilirsin Ve seni nasıl sevdiğimi bilirsin Ama gitmek istiyorsan, yine de sen bilirsin…
Bu Nasıl Ayrılık
bu nasıl ayrılık, bu nasıl veda gözlerin kal diyor, dudakların git. bakışın anahtar, ellerin kilit, gözlerin aç diyor, dudakların git.
ayrılık dönüşü olmayan bir nehir yalnızlık bomboş bir şehir. kaç sevda kül oldu böyle kimbilir, gözlerin kal diyor, dudakların git.
gidersem bir daha dönmeyeceğim, kalırsam kalbime yenileceğim. çözemedim seni delireceğim. gözlerin kal diyor diyor, dudakların git.
duvardan insin mi resimlerimiz, yabancı olsun mu isimlerimiz. ya deli dolu günlerimiz, anılar kal diyor, dudakların git.
bu roman da biter belki birazdan, ne aşklar yıkıldı gururdan nazdan. ağlıyor besteler yine hicazdan, şarkılar kal diyor, dudakların git…
Nankör
Hani ”pazara kadar” değil ”Mezara kadardı” aşkımız Gel gör ki ”Pazartesine” kadar bile sürmedi Senin gibi nankörden Başka ne beklenirdi
Unut Yağmur tanesini Unut Saçların rengini gözlerin karasını Unut Şarkıları San defter yapraklarını Baktığın aynaların arkasını unut Unut Kahverengi fotoğrafları Adresleri unut Rüzgarı Rüzgar değince ağlatan saçlarını Unut Sil bütün isimleri Yak şiirleri Olmasınları olmayacakları olmadıları unut Bak yoksun Yokluğunu unut Bak gitmişin Gitm…eleri unut Varsın keşke desin bir ses içinden Keşkeleri unut oysaları unut Gözlerini unut Bu şehri unut Kor gibiyken içimde Kendin gidip beni burda kor gibilerini unut Unut Unuttuğunu Islak incir tanelerini Zeytinin rengini Ekmeğin buğusunu Sen mi geldinleri unut Unut işte Unutmak en iyisi Unut iyisi mi Hep ellerin sıcaktı ya En sıcak ellerindi Elin elime değdiğini unut Unut Yıldız yıldız İstanbul istanbul Akşam akşam Yavaş yavaş Şarkı şarkı Nasıl diyorlarsa nereye koyarsın böyle bir aşkı Öyle unut Hiçbir yere koyamadığım bu aşkı..!
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri… Yeryüzüne gönül indiremez onlar… Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar. Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar…Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez…Gönüllü sürgündür onlar…Gizliden gizliye hissederler bunu…Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere…Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir…Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri…Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını… Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden…Yorulur kendisini anlatamamaktan…Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir…Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır…O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır…İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır…İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer…Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık…Kaybolmuşluğa çok yakındır…Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır…Daha az acı çekiyordur artık…Ama daha mutsuzdur eskisinden….Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden… Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü…Kaybolmuşluğa yakındım…İçimdeki acı hızla eksiliyordu…Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi…Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi…Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi…Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı… Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil….Gerçekten değil…Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor….Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor… Konuşmaya susamıştık…Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye…Oysa böyle bir şey yoktu…Hep buradaydık…Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde…O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde…Hep o soluksuz kaldığımız yerde…Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde… Belki aynı gece,belki yıllar boyunca konuştuğumuz yerden bana geldik…susuz ve yorgun…Yaşamaya köpekler gibi aç,ama ölüme dünden razı… Bana geldik…Belki içimizdeki acıyı avutur,koptuğumuz ışığı ikna eder,biraz olsun hiç yaşamamış,hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar,içimizden bir ömür çalar,yitirdiğimiz ve anlayamadığımız ne varsa uzakta bırakır,buradan,bu hayattan yolumuza devam ederiz,sanmaya geldik… İçtik,şımardık,ağladık,hayatı özledik,çığlık attık;ardımızda bıraktığımız ve bir kez olsun sahiden dönüp bakmadığımız onca kırıl kalp,onca vazgeçiş,onca erteleyiş,onca unutuş bir gecede bağışlanır sandık… Ama olmadı…Bunu ilk ve son kez sevişirken anladık…Birbirimizin çıplak bedenlerine dokunduğumuzda…Aynı anda,belki de peş peşe,derinden,çok derinden öksüz kalan bir çocuk gibi kesik kesik ağlamaya başladık…Engel olmaya çalışsak da,yine de kahredici bir hoşluğu vardı bu ağlayışın içimizde…Bu hayatta sevgili olarak birlikte gidecek bir yerimiz yoktu…Geçmişimiz bizi geri çağırıyordu…Gidecek bir yerimiz yoktu,ama kaybolmamıştık…Bu yüzden kahredici bir boşluğu vardı göz yaşlarımızın… Sonra sabah oldu…Sonra acı ve özlemin yerini utangaç bir boşluk aldı…Bütün o eksik hazların yerini derin bir suçluluk duygusu aldı… Sonra o gitti,yaramda hiç unutamayacağım bir ürperti bırakarak gitti…Yaram ki,kimse onun kadar beni anlayamaz,yaram ki onun kadar kimse beni sevemez…Gözlerimden çok içimdeki yaramı sevdim ben…Çünkü ondan başka kimse bana beni gösteremedi…Herkese,ama herkese yalan söyledim,ama bir tek o biliyordu hepsini…Bir tek o gördü beni kendimi aldatırken…Onu unutmaya çok çalıştım…Yok saymaya…Hayat diye içine girmediğim akvaryum kalmadı…Her mevsim mutluluk modaydı…O akvaryumların içinde mutluymuşum gibi yaptım…Yaramı unutup herkes ne yapıyorsa onu yapmaya çalıştım…Akvaryumun içinde,herkes gibi camların dışında bir yeri özledim…Bana ait olmayan bir hayatta,hiçbir ortak yanım olmayan insanlarla akvaryumun dışını özledim…Yaramı unutup,neyi özlediklerini bilmeyen insanların özleyişlerini sevdim…Bilmiyorum,belki bunu da kendi yaramı unutmak içim yaptım hep…Anladım ki,nereye gitsem sonunda yarama dönüyorum…Ne yapsam,ne etsem döndüğüm tek yer yine o eski kalbim…Bütün o oyunlardan bana kalan o eski yadigar…Ne kadar sevse de insan,tükenip,yorulduğu bir saat var…Herkesin bencil bir ömrü var…İşte en çok o zaman hatırlarım o eski kalbimi,onca insana kendimden öç alırcasına dağıttığım kalbimi,çok sevdiğim bir yabancı gibi hatırlarım…Mahcup bir özlemle çağırırım onu dağıttığım yerlerden;hayatlardan,yorgun ve bencil sevgilerden… Utanarak…Sanki kendi kalbimi geri çağırmak bir suçmuş gibi çağırırım…Güzellik ve soyluluk saklıdır o kalpte…Kalbimdeki kimsesiz kalmış güzelliğe ve soyluluğa vurgunumdur ben…Onu her arzulayışımda karşıma Tanrı çıkar…Beni böyle eksik,böyle yarım,böyle susuz,böyle bir başına O bırakmıştır…Tanrı vardır ve benim bu sonsuz susuzluğum ondandır… Bu susuzluğu hissettiğim andan beridir hayattan korkmamayı öğrendim…Kime dokunsam Tanrı’ya sonsuz bir yakarış;kime dokunsam o büyük kopuşun sancısıydı;kime dokunsam kendimdeki ilk ağrıya dokunuş gibiydi…Kime dokunsam eksik,ve yanlış bir Tanrı’ya dokunmak gibiydi… Tanrı’yı unutmak,içimdeki aşkı unutmak gibidir bazen…Böyle zamanlarda kalkıp giden her şeyin peşine takılırım…Bütün zamanların,bütün trenlerin,bütün vaatlerin ve hızların arkasından giderim…Farklı olmak adına,kendim olmak adına,herkes gibi olmak adına koşarım giden her şeyin ardından…İçimdeki Tanrı’yı,içimdeki aşkı soluksuz,kimsesiz bırakarak koşarak giderim her şeyin ardından…Kendimi hatırlamamak için her anımı,her dakikamı tıka basa bu hayatla doldururum…içimdeki aşkı,içimdeki susuzluğu unutabilmek için bir projeye,bir yaz boz tahtasına dönüştürürüm kendimi…Her yerde ve herkesle olmak için kendimi boşlukta bir yerde yeniden yaratmaya çalışırım…Herkesle ve her yerde olmak için,beni her yere bir an önce yetişmek için,kendime bana ait olmayan bir kalp,bir yüz alıp kimsenin bilmediği,uğramadığı bir boşluğa yerleşirim…Herkes ve her şey olmaz için,beni çağırdıkları her yerde olmak için bu boşlukta yaşadım kimsesiz,bu boşlukta yüzüme çarpan kapılar,bu boşlukta hızlandıkça geciktiğim,bu boşlukta çırpındıkça yitirdiğim her şey bana aşksız geçen yıllarımı hatırlatır…Bana Tanrı’sız ömrümü,yüzümden yoksun geçen anlarımı hatırlatır…Böyle zamanlarda defalarca çiğneyip geçerim kendimi…Verdiğim sözleri,ettiğim yeminleri…Atarım kendimi herkesin ortasına…Gizlerimi atarım hoyrat gözlerin önüne…Önce ben başlarım kendimi yağmalamaya…O güvenmediğim hayatı ve zamanı yanıma alarak gizlediğim ne varsa ortaya dökerek…Öç alırcasına kendimden…Dökerim her şeyi ortaya…Herkesin kendinden kurtulmak için kışkırttığı yurtsuz ve kimsesiz bir gece için… Böylesi gecelerde herkes o eski yarasına haksızlık etmiştir;böylesi gecelerin sabahında herkes ezbere ve çabuk çabuk konuşur ve kimse kimsenin gözlerine korkusuzca bakmaz…Herkes bir an önce,eksik ve yanlış da olsa bir gece önceki ömrüne dönmek ister…Herkes susuz bıraktığı o eski kalbine dönmek ister… Bunları bilince,bunları hissederek yaşayınca kimseye kızamıyor insan…Öfke dönüp dolaşıp geliyor yine içte patlıyor…İçimde patlıyor…Çünkü kime kızıp,kimi lanetlesem en sonunda onu içimde buluyorum…Suçladığım herkeste biraz ben varım…Kimi yargılasam elimde kanı var…Kime bağlansam onda haksızlık ettiğim ömrüm ,susuz bıraktığım Tanrı’m var…Kime koşup sarılsam onda kolları bağlı erdemim var…Başkalarını yargıladıkça kendini tutsak eden,başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var…Oysa ne yapsam o yurtsuz gecem,susuz bıraktığım aşkım beni hiç unutmaz…Sorar hesabını…Defalarca gidip gelerek ömrümden,kimlerdi,diye sorar o kanayan yüz bana,kimdi bütün gece onda yargıladıkların…İtildiğim ve sığındığım yüzümden tek bir yanıt çıkar,tek bir ses…O ses der ki,bütün gece yargıladıkların aslında sensin…Bilirsin ki o ıssız gecede bunu sana söyleyen senin sesindir…Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur…İçinde soluksuz bıraktığın Tanrı’nın sesi,içinde öyle kimsesiz,öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir…Ne olur sus ve öfkelenme der bu ses bana…Boyun eğ bu sese…Kabullen onu…Bir kez olsun kendi sesinin önünde eğil der…Bir kez olsun kulak ver ona…Kulak ver ona,onun neleri yitirdiğini,neleri sonsuza dek kaybettiğini bir kez olsun anların ağzından duy…Yüzünden akan kanı bir kez olsun öp…Sadece gözyaşı değil onlar…Dokun onlara,dokun kendi kanına,yitirdiğin ve özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın…Orada bütün yargıladıkların var…Orada reddettiğin bütün ömrün var…Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa,hepsi kanında saklı…Seni terk edip ihmal edenler,seni bir türlü anlamak istemeyenler,seni yargılayıp dışarıda bırakanlar orada…Orada,seni deliler gibi sevenler ve senin içine bir türlü giremeyenler…Ne olur bir kes olsun onca insana dağıttığın kendini geriye çağır…Ne olur bir kez olsun anla,ömründen daha uzağa gidemezsin…Onca yıl susuz bıraktığın Tanrı’ndan daha uzağa gidemezsin…Ne olur anla,onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin…Ne olur bir kez olsun anla,yarını yok sayarak hiçbir yere gidemezsin… Yaşamak ne ki,hem kendini,hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil?..Yaşamak yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?Yaşamak her gittiğin yerde bıraktığın yüzleri kanayarak özlemek değil mi?.. Yaşamak,içindeki o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini bu hayatta aramak değil mi?.. Bu hayatın ne yengisi,ne yenilgisi teselli etti beni…Ne zaman kazandım,ne zaman,artık kurtuldum,desem,daha derin bir boşluk açıldı önüme…Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola,kazandıkça kaybettim,yükseldikçe alçaldım…Ne aklımdan kurtuldum,ne delirdim… İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmıştı ki,ne zaman aşkın bir güzellik görsem ertelediğim hayatım gelirdi aklıma…İçimdeki erdemi suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü… Çünkü ne zaman yasadışı bir gece yaşasam anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden… Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam;çok uzaktan,çok eski bir duygu bana rağmen,bana inat yanımdan geçip giderdi…Kimi sevsem hiç olmadığı kadar yalnızlaşırdı…Kimi sevsem bütün o yanlış hayatım gizlendiği yerden çıkıp gelirdi…Kimi anlamaya çalışsam hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme…Kime elimi uzatsam o unutulmuş ömrümle karşılaşırdım… Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim…Kime sarılsam verip de tutamadığım sözler çıkardı karşıma… İnsan her sabah doğan güneşten utanır…İnsan er ya da geç gelen mevsimlerden utanır… İnsan onca yıl susuz bıraktığı Tanrı’sından utanır… İnsan bunca işarete,bunca özleme rağmen bir türlü gidemediği yerden utanır… İnsan yalan bir hayattan onca yıl bir kurtuluş beklediğine utanır…
Barlaham Manastırı nerede Barlaham Manastırı tarihi Barlaham Manastırı hakkında bilgi Hatay Barlaham Manastırı
Barlaham Manastırı
Barlaham Manastırı, Türkiye’nin Hatay ilinin Yayladağı ilçesinde harap hâlde bir manastırdır. Manastıra ulaşımın tek yolu Yeditepe beldesinden yaya olarak 2.5 saat boyunca dağa tırmanmaktır. Manastır, Türkiye-Suriye sınırına yakın bir konumdadır.
MÖ 3. yüzyılda, Selevkos İmparatorluğu döneminde manastırın yerinde Dorik bir tapınak vardı. MS 4. yüzyılda aziz olarak ilan edilmiş Barlaham (Barlaam) manastırın bulunduğu yere gelmiş, Zeus heykelini yıkarak keşişlerden oluşan bir topluluk kurmuştur. 6. yüzyılda bugünkü manastırın güneydoğru köşesine bir kilise yapılmış; ama bu kilise 526 Antakya Depremi’nde yıkılmıştır. Manastır 950-1050 yıllarında Gürcü papazlar tarafından tekrardan yapılmıştır. 1268 yılına kadar faaliyet gösteren mansatır, bu tarihte terk edilmiştir.
Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü, Kızkardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü! Işık ışık, dalga dalga bayrağım, Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım. Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder… Gölgende bana da, bana da yer ver ! Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar. Yurda ay yıldızın ışığı yeter.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün. Kızıllığında ısındık, Dağlardan çöllere düşürdüğü gün. Gölgene sığındık.
Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan; Barışın güvercini, savaşın kartalı… Yüksek yerlerde açan çiçeğim; Senin altında doğdum, Senin dibinde öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim: Yer yüzünde yer beğen ! Nereye dikilmek istersen, Söyle, seni oraya dikeyim !
–
BAYRAK NÂMUS DEMEKTİR
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır toprak; eğer uğruna ölen varsa vatandır!”
“Bayrağı yırtan, yakan; hain, namussuz alçak daha adi olanlar ülkesini satandır!”
Bayrağıma uzanan hâin el kırılmalı Milletimin yaralı yüreği sarılmalı Şan, şeref kirlenmeden huzura varılmalı
Bayrak haysiyet, herkes saygı ile eğilsin! Bayrak nâmus demektir, namussuzlar ne bilsin!
Şehitlerin kanından, rengi gülden kırmızı İlahi bir armağan üstünde ay yıldızı Sevdâlı yüreklerden silinmeyecek yazı
Tugbam sitesinde en güzel Sevgiliye nefret mesajları 2011 sizler için hazırlandı . Buyurun Kısa Sevgiliye nefret mesajları 2011 sevgiliye nefret sözleri sevgiliye sitem sözleri sevgiliye sitem dolu mesajlar sevgiliye yazılacak nefret nickleri
Son Sözlerimi Nefretle Haykırıyorum Sana Lanet Olsun Sana ve yaşadığımız Her Anımıza, Son Bir isteğim var Bu Hayata Nefretim Seninle Olsun Yaşadığın her Mutluluk Bir gül Gibi Solsun, Benim Solduğum Gibi!!!
Dünya’ya Ağlayarak geldim Nefret Ederek Gidiyorum! Sayende Sevgiyi öğrendim Huzurla, Nefreti de öğrendim Ağlarcasına
Gidebildiğin Kadar Git Uzaklara Mutlu Olamazsın Sahte Ve Yalan Aşklarla istediğin Kadar Dar Bak Hayata Nefretimle Karşılaşacaksın Baktığın Mutlu Yalanlarda
Tatlı Bir Rüyanın içinde Nefreti Tanıdığım, Tatdığım ve Yaşadığım Bir yalansın!!!
Gerçekleri Gördükçe Senden Nefret Ediyorum, Yalanlar içinde Bir hayatı Seninle Yaşıyorum!
Vurdum Duymaz Değilim Sadece Nefretimin Esiriyim, Buda Senin Eserin!!!
Keşke Ayrılıklar Olmasaydı Hayatta ve keşke Sevilende Sevseydi Seven Kadar Bu Yaşadıkca, Malesef Sevilen Nefreti Hakl Ediyor Seveni Anlamadıkca
Aldığım Nefes Bile Dağılırken Gökyüzüne ‘ Nefret ’ Yazıyor Gözümün gördüğü her yere
Bugün Bir Başka Bakıyorum hayata Yüreğim bitik kalbim Ezik, Aklımda ihanetin Karşımda ise Sadece Nefretim Var Sadece Bu Sözlerim Sanadır Yâr!!!
Nefreti içinde Eriten Bütün yanlışlıkları Elekten Geçirebilen Kişidir
Nefret olmadıkça Sevginin Değeri Anlaşılmaz
içimizdeki nefreti Biz Değil, Karşımızdakinin Yapacağı Hal Ve hareketler Ayarlar
Her Nefretin içinde Mutlaka Bir Mazii Vardır ve her Nefreti Uyandıran Mutlaka Bir Acının Eseridir
Gözlerimiz Bir Merhaba ile Değdi Birbirine, Ellerimiz Seviyorum Kelimesiyle Kenetlendi Sevgiyle ve şimdi kuru bir nefretle ağlıyorum eski günlerime
Oysa ki bir seven ve bir sevilendik bu hikayede ve şimdi nefretin içinde düşmanız iki cephede SEN ve BEN!!!
Sevgi Şiirleri Söylerken Dudaklarım Sana Şimdi Nefret Gözyaşlarına Mahkum Oldum Acırcasına, Hani beni Aldattığın Gün Varya, işte Nefretim Doğdu Güneş Gibi Karşına Elveda Sana Elveda Yaşananlara Nefretim Bitmeyecek yaşadıkca
Bir Yanım Sevgiyi Öğrendi Zamanla Diğer Yarım Nefreti Öğrendi Yaşadıkca!!!
imkansız bir aşk’mış bizimkisi sadece Nefreti Öğrenmekmiş Aramızdaki Sevgi
Gecenin Buz Tutmuş Karanlığında bile bedenim üşümez oldu, Yapmış Olduğun Bu hata içimdeki Nefreti Doğurdu şimdi git istediğin yere kaç kaçmak istediğin yere anılarım ve nefretim bırakmaz seni gittiğin yerde!!!
Hayata ve Sana 2 Çift Sözüm var ; 1) Lanet Olsun ve 2) Nefretim Mutluluğun Olsun…
Kim Derdi ki Nefretim Senin Olucak Ayrılıklar Beni Bulucak? Şimdi Ayrılıklar içinde Yapayalnızım Sen ise Nefretimin içinde yalancı bir baharsın
Uzakları hayat Ettim Seninle, Mutluluklar Kurdum ikimizin üstüne, Ya Sevecektim Seni Mertce Yada Nefret Edicektim Sevginden Erkekce ve nefret yendi sevgimizi kalleşce
Tugbam sitesinde en güzel Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri sizler için hazırlandı . Buyurun Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri
Edeb-Erkân Tasavvuf yolunun yolcusu, her an, uyurken, uyanıkken, kendisine kendisinden daha yakın olan Rabbinin huzurunda bulunduğunu hatırlayacak, bütün hareketlerini, sözlerini edebe uygun olarak yapacak, söyleyecektir. Direkler anlamına gelen “Erkân” sözü de yol törelerini bildirmektedir; bu bakımdan her hususta, tarikat erkânına da riayet etmesi gerektir. Bu çeşit harekette bulunmayanlar hakkında “Edeb-erkân bilmez” sözü kullanılır. * * * Edeb erenlere Bu deyim, biraz ayıp bir şey söyleneceği, toplulukta bahsedilmeme¬si gereken utanılacak bir söz edileceği zaman, “Hâşâ huzurdan, hâşâ huzurunuzdan, sözüm meclisten dışarı” deyimleri yerine kullanılır. * * * Edeb Yâ Hû Edebi edebsizden öğren * * * Tasavvufun en mühim unsurlarından biri, belki de birincisi “Edeb”tir. Tasavvufta edeb, her şeye ve her hususa teşmil edilmiştir.
Ehl-i irfan arasında aradım, kıldım taleb, Her hüner makbul imiş, illâ edeb, illâ edeb
sözü, sûfîlerin hareketlerinde en mühim şiardır. Canlıya, cansıza -ki zaten onlarca her şeyin canı vardır- insana, hayvana karşı sûfî, daima edebi koruyacaktır. Mesela kapı hızlı örtülemez; mümkün olduğu kadar sessiz örtülecektir. “Kapıyı kapat, kapattım” denemez; Allah kimsenin kapısını kapamasın, kapatmasın; “Kapıyı ört”, yahut “sırla” denecektir. Lambayı, mumu, elektriği söndümek sözü, edebe aykırıdır; kimsenin ışığı sönmesin; “Lambayı, elektriği dinlendirmek”, “Sırlamak” sözleri kullanılacaktır. Elektriği yakmak gibi bir sözde de anlam bakımından iltibas vardır; bu sözler yerine “uyarmak, uyandırmak” sözü söylenir. Hızlı konuşmak, birisi konuşurken sözünü kesmek, yahut bir başkasıyla konuşmaya kalkışmak, gizli konuşmak, kulağa bir şey söylemek, işaret etmek, bütün bunlar, edep haricidir. Gezerken yere, ayak sesi duyurmadan basılacaktır; çünkü yerin de canı vardır ve bizi başının üstünde taşımaktadır. Kapıdan içeriye girilirken, hele dışarıya çıkılırken arka dönülemez. Bunun için de ayakkabılar, dışarıya değil, içeriye doğru çevrilir; dışarıya çevirmek, git, bir daha gelme demektir. Odadan çıkılırken de arka çevrilemez, uyuyan kişinin uyandırılması gerekirse, hafifçe yastığına, parmaklarla vurularak ve hafif sesle “Agâh ol erenler” denir, bu suretle uyandırılır. Yatan, yastığını öpüp yorganıyla da görüşerek, yani üste gelen ucunu öperek sağ yanına yatar; kalkarken de böyle kalkar. Bir şey alınır, verilirken mutlaka onunla görüşülü, yani hafifçe bir yanından öpülü, yahut öpülü gibi dudağa götüülü. Yemek yenirken ağız şapırdatılmaz; çay, kahve içilirken ses çıkarılmaz. Fincan, kadeh, tabağa konurken görüşülerek ve ses çıkarmadan konur; alınırken de görüşülerek alınmıştır zaten. Gülünürken kahkaha, edebe aykırıdır. Bir yere gidilip makam sahibiyle görüşüldükten sonra yerine diz çöküp oturana makam sahibi “Aşk olsun” deyince gelen kişi, yere şükü secdesi eder ve “Eyvallah” der. Kalkarken de öyle kalkar. Hasılı tasavvuf ehli, her halini daima gören, bilen sahibinin, Rabbinin murakabası altındadır; bu yüzden de her hususta edebe riayet etmesi şarttır. iktizâ ederse sûfî, müşit, yahut tarikatte ulu tanınan birisi tarafından “Edeb Yâ Hû” diye uyandırılır. Hemen her dergâhta da ta’lıyk, yahut Celi sülüsle yazılmış bir “Edeb Yâ Hû” levhası bulunur.
Gaybî Sun’ullah, bir şiirini,
Edebdir tac-ı Rabbânî, komazlar her başa ânı, Olagör Gaybî ruhanî, edeb gözle, edeb gözle
beytiyle bitirir . “Edebi edebsizden öğren” atasözü de edebe riayet etmeyenlerin sözlerinden, hareketlerinden ibret alınmasını öğütleyen bir atasözüdü.
Tugbam sitesinde en güzel Atasözlerimiz sizler için hazırlandı . Buyurun Atasözlerimiz
Aç ayı oynamaz. Aç bırakma hırsız edersin, çok söyleme arsız edersin. Aç koynunda azık durmaz. Aç köpek fırın yıkar. Aç tavuk rüyasında kendini darı ambarında görür. Aça dokuz yorgan örtmüşler, yine uyuyamamış. Açın imanı olmaz. Açın karnı doyar gözü doymaz. Açlık ile tokluğun arası bir dilim ekmek. Adam eşeğinden, kadın döşeğinden belli olur. Adamak kolay, ödemek güçtür. Adamakla mal tükenmez. Adamın iyisi iş başında belli olur. Ağaca balta vurmuşlar “sapı bedenimden” demiş. Ağaca çıkan keçinin doğurduğu oğlak dala bakarmış. Ağaca dayanma kurur, insana güvenme ölür. Ağaç ne kadar meyve verirse, dalı o kadar yere eğilir. Ağaç ne kadar uzarsa uzasın göğe değmez. Ağaç ne kadar yüksek olsa da yaprakları yere düşer. Ağaç yas iken eğilir. Ağaçtan maşa Yörükken paşa olmaz. Ağır kazan geç kaynar. Ağır tas batman döver. Ağız yemeyince yüz utanmaz. Ağlama ölü için, ağla deli için. Ağlamayan çocuğa meme vermezler. Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar. Ağlayak da gözden mi olak? Ağrısız baş mezarda gerek. Ağzı açık ayran delisi. Ahmak misafir ev sahibini ağırlar. Ak akçe kara gün içindir. Ak koyunun kara kuzusu da olur. Akan su yosun tutmaz. Akçe bulsam, çıkı yok Akıl akıldan üstündür. Akıl yasta değil baştadır. Akıllı düşünene kadar, deli oğlunu evermiş, torunu olmuş. Akıllı evladın var, neylersin mali, akılsız evladın var neylersin mali? Akılsız bastan sefil taban ne çeker. Akılsız başın cezasını ayaklar çeker. Akılsız köpeği yol kocatır. Akılsızın şaşkını beyaz giyer kış günü. Akrabanın akrabaya ettiğini akrep etmez. Akranıyla konuşmayanın sesi, semadan gelir. Akşam gelen misafirin, yiyeceği bulgur sıkısı, yatacağı ahır sekisi. Akşamın hayrından sabahın şerri hayırlıdır. Al elmaya tas atan çok olur. Al yakışırken, el bakışırken. Alacağın bir iğne, çeliğin okkasını orantıya vurursun. Alışmış kudurmuştan beterdir. Alim unutmuş, kalem unutmamış. Allah aptala eşeğini kaybettirir, sonra buldurup sevindirir. Allah şaşırttı mı, dayıya hala dedirtirmiş. Allı yelek, pullu yelek, canfes neye gerek? Alma mazlumun ahini çıkar aheste aheste. Altın esik gümüş eşiğe muhtaçtır. Altın yere düşmekle pul olmaz. Altının kıymetini sarraf bilir. Anan turp, baban şalgam, sen içinde gülbe şeker. Ananın bastığı yerde yavru ölmez. Anasına bak kızını al, astarına bak bezini al. Anlayana Sivrisinek saz anlamayana davul zurna az. Aptal düğünden çocuk oyundan usanmaz. Aptalın karnı doyunca gözü yolda olur. Ar gözden, kar yüzden anlaşılır. Ar namus tertemiz. Arap eli öpmek, dudak karartmaz. Arayan belasını da devasını da bulur. Ari satmış namusu tellala vermiş. Arife günü yalan söyleyenin, bayram günü yüzü kara çıkar. Arkadaş dediğinin gölgesinde suç islenir. Arkadaşlık pazara kadar değil mezara kadardır. Arkalı it kurdu boğar. Armudu sapıyla, üzümü çöpüyle, pekmezi küpüyle. Arpa ekinde buğday bekleme. Asil azmaz, bal kokmaz, kokarsa yağ kokar, aslı ayrandır. Aslan yattığı yerden belli olur. Aslında olan tırnağına getirir. Aş sabahın iş sabahın. At alırsan yazın, deve alırsan güzün, avrat alırsan gezin ha gezin. At binenin kılıç kuşananındır. At ile avrat yiğidin ikbalindendir. At karnından, yiğit burnundan bellidir. At olacak tay yürüyüşünden belli olur. At ölür de, itler bayram eder At sahibinin altında kişner. At ver hısım ol, kız ver hasım ol. At, sahibine göre kişner. Ata et, ite ot verilmez. Atasözü tutmayan, uluya uluya kalır. Ateş düştüğü yeri yakar. Atın iyisi arkadan gelmez. Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler. Atın ölümü arpadan olsun. Atlar tepişirken arada eşekler ezilir. Atlı, itli sığmış, bir çocuk sığmamış. Av alma, komşu al. Avradı er zapdetmez, ar zapt eder. Ay bozmaz, süt kokmaz. Kokarsa ayran kokar, çünkü aslı süttür. Ayağa dokunmadık taş, başa gelmedik iş olmaz. Ayağın sığmayacağı yere baş sokulmaz. Aydan gelen halı üstüne, günde gelen kül üstüne. Aylak sirke baldan tatlıdır. Az sabırda, çok keramet vardır. Az tamah, çok ziyan getirir. Az yasa, uz yasa, akıbet gelecek basa. Azıtmış, kudurmuştan beterdir.