1914 yılında doğdu. Deniz Harp Okulu mezunudur. 1933 yılında Deniz Asteğmeni olarak katıldığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda çeşitli kademelerde görev yapmış, 1960 yılında Tuğamiralliğe yükselmiştir. Aynı yıl Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı’na vekalet etmiş, 1961 yılında Boğazlar ve Marmara Deniz Kolordu Komutan Vekilliği’ne atanmıştır.
1964 yılında Koramiral rütbesiyle Donanma Komutanı olmuş, 1966 yılında Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı görevine atanmış, 1 Ekim 1966 tarihinde Koramiral rütbesiyle ve kendi isteği ile emekliye ayrılmıştır. 28.02.1974 tarihinde MİT Müsteşarlığı görevine getirilmiş, 26.09.1974 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etmiştir.
Bahri Savcı 1914 doğumlu siyaset bilimcisidir.Basri Savcı Balıkesir’in Sındırgı ilçesinde doğdu. İstanbul Erkek Lisesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi.Basri Savcı Aynı fakülteye öğretim üyesi olarak girdi ve 1945 yılında profesör oldu.
Basri Savcı Kurucu Meclis’te Üniversite Temsilciliği (6 Ocak 1961 – 15 Ekim 1961) ve aynı mecliste 1961 Anayasası’nı hazırlayan komisyonda bulundu. 9 Mart 1971 cuntacılarının hazırladıkları Devrim Konseyi ve Bakanlar Kurulu listesi içerisinde ismi bulunduğu iddia edildi.12 Mart döneminde tutuklandı. Basri Savcı 1983 yılında 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasası’na dayanılarak öğretim üyeliğinden uzaklaştırıldı. Ayrıca Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucu üyelerindendir.
Cenk Güvenç 29 Aralık 1991 tarihinde Seligenstadt, Almanya’da dünyaya geldi. Futbola Offenbach Kickers alt yapısında başladı. 2009 yılında Gaziantepspor ile 3 yıllık sözleşme imzaladı. Almanya ve Türk milli takımlarından teklif alan Cenk tercihini Türk milli takımından yana kullanmıştır. 2012 yılında Atletico Madrid ile anlaşmıştır. Cenk’in, Atletico Madrid’in B Takımı’nda forma giyeceği belirtilmiştir.
Mimar Sinan Hakkında Bilgi Mimar Sinan Hayatı Hakkında Bilgi
MİMAR SİNAN (1489 – 1588)
Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğdu. 1511′de Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul’a geldi. Üç sene sonra mimar olarak Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine katıldı. 1521 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad Seferine Yeniçeri olarak katıldı. 1522’de Rodos Seferine Atlı Sekban olarak katılıp, 1526 Mohaç Meydan Muharebesinden sonra, gösterdiği yararlıklar sebebiyle takdir edilerek Acemi Oğlanlar Yayabaşılığına (Bölük Komutanı) terfi ettirildi.
1533 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın İran Seferi sırasında Van Gölü’nde karşı sahile gitmek için Sinan iki haftada üç adet kadırga yapıp donatması ile büyük itibar kazandı. İran Seferinden dönüşte, Yeniçeri Ocağında itibarı yüksek olan Hasekilik rütbesi verildi. Bu rütbeyle, 1537 Korfu, Pulya ve 1538 Moldavya seferlerine katıldı. 1538 yılında Hassa başmimarı oldu.
Mimar Sinan’ın, Mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar: Haleb’de Husreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesidir. Haleb’deki Hüsreviye Külliyesinde, tek kubbeli cami tarzı ile, bu kubbenin köşelerine birer kubbe ilave edilerek yan mekanlı cami tarzı birleştirilmiş ve böylece Osmanlı mimarlarının İznik ve Bursa’daki eserlerine uyulmuştur. Külliyede ayrıca, avlu, medrese, hamam, imaret ve misafirhane gibi kısımlar bulunmaktadır. Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesinde renkli taş kakmalar ve süslemeler görülür. Külliyede cami, türbe ve diğer unsurlar ahenkli bir tarzda yerleştirilmiştir. Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseri olan Haseki Külliyesi, devrindeki bütün mimari unsurları taşımaktadır. Cami, medrese, sübyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşmeden oluşan külliyede cami, diğer kısımlardan tamamen ayrıdır.
Mimar Sinan’ın Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, onun sanatının gelişmesini gösteren basamaklardır. Bunların ilki İstanbul Şehzadebaşı Camii ve külliyesidir. Dört yarım kubbenin ortasında merkezi bir kubbe tarzında inşa edilen Şehzadebaşı Camii, daha sonra yapılan bütün camilere örnek teşkil etmiştir.
Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Kendi tabiriyle kalfalık döneminde, 1550-1557 yılları arasında yapılmıştır.
Mimar Sinan’ın en güzel eseri, seksen yaşında yaptığı ve ‘ustalık eserim’ diye takdim ettiği, Edirne’deki Selimiye Camiidir (1575).
Mimar Sinan, Mimarbaşı olduğu sürece birbirinden çok değişik konularla uğraştı. Zaman zaman eskileri restore etti. Bu konudaki en büyük çabalarını Ayasofya için harcadı. 1573’te Ayasofya’nın kubbesini onararak çevresine, takviyeli duvarlar yaptı ve eserin bu günlere sağlam olarak gelmesini sağladı. Eski eserlerle abidelerin yakınına yapılan ve onların görünümlerini bozan yapıların yıkılması da onun görevleri arasındaydı. Bu sebeplerle Zeyrek Camii ve Rumeli Hisarı civarına yapılan bazı ev ve dükkanların yıkımını sağladı.
İstanbul caddelerinin genişliği, evlerin yapımı ve lağımların bağlanmasıyla uğraştı. Sokakların darlığı sebebiyle ortaya çıkan yangın tehlikesine dikkat çekip bu hususta ferman yayınlattı. Günümüzde bile bir problem olan İstanbul’un kaldırımlarıyla bizzat ilgilenmesi çok ilgi çekicidir.
Mimar Sinan 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 364 eser vermiştir.
Eserlerinin bir kısmı İstanbul’dadır. Osmanlı ülkesinde damgasını vurmadığı bir köşe yok gibidir. 1588’de İstanbul’da vefat eden Mimar Sinan, Süleymaniye Camii’nin yanında kendi yaptığı sade türbeye gömüldü.
50 Cent, 6 Temmuz 1975 yılında dünyaya gelmiştir.Ünlü bir ABD’li rap müzik sanatçısı, albüm yapımcısı ve oyuncu olan şarkıcı, 2000’li yılların en çok satan siyahî sanatçıları arasında yer almaktadır.
Hayatı: Curtis Jackson, New York’un Queens mahallesinde zor şartlar altında büyümüştür. Küçüklükten beri en iyi arkadaşı Gaolrp Kemr’dir. Babasını tanımayan Curtis, 8 yaşına kadar annesinin yanında büyür. Annesi bir uyuşturucu satıcısıydı ve Curtis 8 yaşında iken annesi öldürüldü. Annesinin bir arkadaşı onu uyuşturucu konusunda bir sorun çıkartmış ve onu öldürmüştür. Annesinin ölümünden sonra Curtis büyükannesinde kalmaya başlar. Annesinin sayesinde uyuşturucu satıcılarına bağlantısı olan Curtis 12 yaşında iken o da uyuşturucu satmaya başlar. Lise yıllarında birkaç defa kısa süre için hapise düşen Curtis ilk ağır cezasını 19 yaşında alır. 21 yaşında iken şu an 13 yaşında olan oğlu Marquise dünyaya gelir. 50 Cent, ilk önce rap camiasında tanınmış prodüktör ve Run-DMC grubunun üyesi olan Jam Master Jay ve daha sonra dünyaca ünlü olan prodüktör Dr.Dre tarafından keşfedilir. Jam Master Jay’in yardımıyla ilk müzik anlaşmasını Columbia Records ile imzalar. İlk klip çekiminden önce 9 kurşun yiyerek hastanelik olan Jackson’un anlaşması bu olaydan sonra Columbia Records tarafından iptal edilir ve “Power of the Dollar” adlı albümü piyasaya sunulmaz. Azmini kaybetmeyen Curtis Jackson demo ve mixtape çıkarmaya devam eder. Tesadüfen cd’lerden birtanesi Eminem’in eline geçer. Jackson’un cd’sini beğenen Eminem, onunla bir anlaşma yapar. Bu kontrattan Jackson 1.000.000 $ alır ve “Get Rich or Die Tryin'” adlı ilk resmi albümünü müzik piyasasına sürer. “In da Club”, “P.I.M.P.” ve “If I Can’t” gibi şarkılarıyla rap ve hip-hop dünyasında kendisine bir isim yapar. 2006 yılında 32 milyon dolar, 2007 yılında 34 milyon dolar kazanarak yılda en fazla para kazanan 2. rapçidir.Forbes dergisinin 2007 ‘de belirlediği “En Zengin Hip-Hop”çılar sıralamasında Jay-Z ve Eminem’den sonra üçüncü sıradadır. Forbes’in Ağustos 2008’de açıkladığı geçen yıldan bu zaman geçen zaman dilimi içerisindeki kazançlarına göre sıralama yaptığı hip&hop yıldızları sıralamasında 50 cent 150 milyon $’lık kazancıyla Jay-Z ve P.Diddy’i geride bırakmıştır.Son Albümü Curtis’ide Ailenin üçüncü oğlu ve kendisinin üçüncü albümü olduğu için Curtis koymuştur.
Ömer Seyfettin kimdir Ömer Seyfettin hakkında bilgi
Ömer Seyfettin 11 Mart 1884’de Balıkesir/Gönen’de doğmuştur. Türk edebiyatının önde gelen hikâye yazarlarındandır. Asker, şair ve güçlü bir edebi yeteneği olan bir öğretmendir. Türk kısa hikâyeciliğinin kurucu ismidir. Ayrıca edebiyatta Türkçülük akımının kurucularındandır. Türkçe’de sadeleşmenin savunucusudur. Kısa ömrüne pek çok sayıda eser sığdırmıştır. Yüzbaşı Ömer Şevki Bey’le, Fatma Hanım’ın ikisi küçük yaşlarda ölen dört çocuğundan birisidir. Öğrenimine Gönen’de bir mahalle mektebinde başladı. Ömer Şevki Bey’in görevinin nakli dolayısıyla Gönen’den ayrılan aile İnebolu ve Ayancık’tan sonra İstanbul’a geldi. Ömer Seyfettin, önce Mekteb-i Osmanî’ye, 1893 ders yılı başında da Askerî Baytar Rüştiyesi’ne kaydedildi. Bu okulu 1896’da tamamlayarak Edirne Askerî İdadîsi’ne devam etti. 1900’de İdadî’yi bitirerek İstanbul’a döndü. Burada Mekteb-i Harbiye-i Şahâne’ye başladı. 1903 yılında Makedonya’da çıkan karışıklık üzerine “Sınıf-ı müstacele” denilen bir hakla imtihansız mezun oldu. Ömer Seyfettin, mezuniyetten sonra piyade asteğmeni rütbesiyle, merkezi Selanik’te bulunan Üçüncü Ordu’nun İzmir Redif Tümeni’ne bağlı Kuşadası Redif Taburu’na tayin edildi. 1906’da İzmir Jandarma Okulu’na öğretmen olarak atandı. Bu, Ömer Seyfettin için önemlidir; zira bu vesileyle İzmir’deki fikrî ve edebî faaliyetleri takip edecek ve bunlar içerisinde yer alan gençlerle tanışacaktır. Nitekim batı kültürünü tanıyan Baha Tevfik’ten Fransızca bilgisini artırmak için teşvik gördü; Necip Türkçü’den ise sade Türkçe ve millî bir dille yapılan millî edebiyat konusunda önemli fikirler aldı. Ömer Seyfettin Ocak 1909’da Selanik Üçüncü Ordu’da görevlendiridi. Selanik’te çıkmakta olan Hüsün ve Şiir dergisinin ismi Akil Koyuncu’nun istek ve ısrarı üzerine Genç Kalemler’e çevrildikten sonra 11 Nisan 1911’de Ömer Seyfettin’in Yeni Lisan isimli ilk başyazısı imzasız olarak yayımlandı. Genç Kalemler yazı heyetini oluşturanlar Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine dağılmak zorunda kaldı. Ömer Seyfettin yeniden orduya çağrıldı, Yanya Kuşatması’nda esir düştü. Nafliyon’da geçen 1 yıllık esareti sırasında sürekli okumuştu. “Mehdi”, “Hürriyet Bayrakları” gibi hikâyelerini bu dönemde yazdı. Hikâyeleri Türk Yurdu’nda yayımlandı. Esareti süresince gerek okuyarak, gerekse yaşayarak yazarlık hayatı için önemli olacak tecrübeler kazandı. Ömer Seyfettin 1913’te esareti bitince İstanbul’a döndü. 23 Ocak 1913’te Enver Paşa’nın organize ettiği Babıali Baskını’na katıldı. Daha sonra askerlikten ayrıldı, yazarlık ve öğretmenlikle hayatını kazanmaya başladı. Türk Sözü dergisinin başyazarlığına getirildi ve burada Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazdı. 1914 yılında Kabataş Sultanisi’nde öğretmenlik görevine başladı ve bu görevini ölümüne kadar sürdürdü. 1915’te İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Besim Ethem Bey’in kızı Calibe Hanım’la evlenmiştir. Bu evlilik Güner isimli bir kız çocuğuna rağmen bozulunca tekrar yalnızlığına döndü. 1917’den ölüm tarihi olan 6 Mart 1920’ye kadar geçen zaman birçok acı ve sıkıntıya rağmen verimli bir hikâyecilik dönemini içine alır. Bu dönemde 10 kitap dolduran 125 hikâye yazdı. Hikâye ve makaleleri Yeni Mecmua, Şair, Donanma, Büyük Mecmua, Yeni Dünya, Diken, Türk Kadını gibi dergilerle Vakit, Zaman ve İfham gazetelerinde yayımlandı. Bir yandan öğretmenlik yapmayı sürdürdü. Hastalığı 25 Şubat 1920’de artınca yazar, 4 Mart’ta hastahaneye kaldırıldı. 6 Mart 1920’de hayata gözlerini yumdu. Önce Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı’na defnedilir. Daha sonra mezarı buradan yol geçeceği veya araba garajı yapılacağı gerekçesiyle 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledildi. En yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem, onun hayatını ve mizacını anlatan, en kuvvetli hikâyelerini içeren Ömer Seyfettin ve Hayatı adlı bir kitap yazdı ve bu kitap 1935 yılında yayımlandı. Kısa bir süre sonra da bütün hikâyeleri bir kitap serisi halinde basılmıştır ve bu hikâyeler günümüzde de okunmaktadır. Eserleri;
Romanları: Ashâb-ı Kehfimiz (1918) Efruz Bey (1919) Yalnız Efe (1919, 1988)
Risale: Yarınki Turan Devleti
Öyküleri: Acaba Ne idi?-Acıklı Bir Hikâye-Aleko-And-Antiseptik-Aşk Dalgası-Aşk ve Ayak Parmakları-Apandisit-At-Ayın Takdiri-Ay Sonunda-Baharın Tesiri-Bahar ve Kelebekler-Balkon-Başını Vermeyen Şehit-Bekarlık Sultanlıktır-Beyaz Lale-Beynamaz-Birdenbire-Binecek Şey-Bir Hatıra-Bir Hayır-Bir Kayışın Tesiri-Bir Temiz Havlu Uğruna-Bir Vasiyetname-Bit-Bomba-Büyücü-Cesaret-Çanakkale’den Sonra-Çakmak-Çirkinliğin Esrarı-Dama Taşları-Devletin Menfaait Uğruna-Diyet-Dünyanın Düzeni-Düşünme Zamanı-Eleğimsağma-Elma-Efruz Bey-Falaka-Ferman-Fon Sadriştayn’ın Karısı-Fon Sadriştayn’ın Oğlu-Forsa-Gizli Mâbed-Gürültü-Havyar-Hafiften Bir Seda-Horoz-Hürriyet Bayrakları-İffet-İki Mebus-İlk Cinayet-İlk Düşen Ak-İlk Namaz-İnsanlık ve Köpek-İrtica Haberi-Kaç Yerinde-Kaşağı-Kerâmet-Kıskançlık-Kızıl Elma Neresi?-Koleksiyon-Korkunç Bir Ceza-Kumrular-Kurbağa Duası-Kurumuş Ağaçlar-Külah-Kütük-Lokanta Esrarı-Makul Bir Dönüş-Mehdi-Mehmaemken-Memlekete Mektup-Mermer Tezgah-Miras-Muayene- Muhteri-Müjde-Nakarat-Namus-Nasıl Kurtarmış?-Nadan-Nezle-Niçin Zengin Olmamış?-Nişanlılar-Nokta-Öpücüğün İlkel Bİçimi-Pamuk İpliği-Pembe İncili Kaftan-Perili Köşk-Pireler-Primo Türk Çocuğu-Ruzname-Rüşvet-Rütbe-Sivrisinek-Şefkate İman-Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür-Tavuklar-Teke Tek-Terakki-Teselli-Topuz-Tos-Tuhaf Bir Zulüm- Tuğra-Türbe-Türkçe Reçete-Uçurumun Kenarında-Uzun Ömer-Üç Nasihat-Velinimet-Vire-Yalnız Efe-Yeni Bir Hediye-Yemin-Yuf Borusu Seni Bekliyor-Yüksek Ökçeler-Yüzakı- Zeytin Ekmek-Akşam Sefası-Yiğit Çocuk-
Ömer Seyfettin 1884 yılında Balıkesir’in Gönen ilçesinde dünyaya gelen Ömer Seyfettin, öğrenimine Gönen’de başladı. Daha sonra Ayancık’ta ve İstanbul’daki Mekteb-i Osmaniye’de devam etti. 1893 yılında Askeri Baytar Rüşdiyesi’ne geçti ve 1896 yılında bitirdikten sonra, babasının asker olmasının da etkisiyle, Kuleli Askeri İdadi’sine kayıt oldu. Bir süre sonra Edirne Askeri İdadisi’ne geçti ve eğitimini bu okulda tamamladı.
Ömer Seyfettin 1900 yılında Edirne Askeri İdadisi’nden mezun olduktan sonra İstanbul’daki Mekteb-i Harbiye’ye kayıt oldu ve buradan piyâde asteğmeni rütbesiyle mezun oldu. Teğmen rütbesiyle 1903-1909 yılları arasında İzmir’de, üsteğmen rütbesiyle de Rumeli’de görev yaptı.
Askerlikten ayrılmasının ardından Selanik’e geçen Ömer Seyfettin, Genç Kalemler dergisinde yazı yazmaya başladı. İlk yazısı “Yeni Lisan”, 1911 yılında Genç Kalemler dergisinde yayımlandı. Balkan Savaşının başlaması üzerine askerliğe geri döndü ve bir yıl süreyle Yunanlıların elinde esir kaldı. Esaret hayatı süresince okumaya ve yazmaya önem verdi. Bu dönemde yazdığı en önemli hikayeler olan “Mehdi” ve “Hürriyet Bayrakları” Türk Yurdu dergisinde yayımlandı.
1913 yılında esirlikten kurtuldu ve İstanbul’a döndü, kısa bir süre sonra da askerlikten yine ayrıldı. Hayatına yazarlık ve öğretmenlik yaparak devam etmeye başladı. Türkçü bir akım izleyen “Türk Sözü” dergisinin başyazarlığına getirildi. 1914 yılında Kabataş Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak başladığı görevini ölümüne kadar sürdürdü.Ömer Seyfettin 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetti. Ömer Seyfettin’in Eserleri
Roman:Ashâb-ı Kehfimiz, Efruz Bey, Yalnız Efe
Öykü:Harem, Yüksek Ökçeler, Gizli Mabed, Beyaz Lale, Asilzâdeler, İlk Düşen Ak, Mahçupluk İmtihanı, Dalga, Nokta, Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür
1972 yılında Rize’de doğdu.Memur bir baba ile ev hanımı bir annenin 11 çocuğundan yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Genç yaşında anne ve babasını kaybettikten sonra bir dönem futbola merak saran sanatçı, Rize Belediye Spor, Salaha Spor gibi amatör futbol klüplerinde 6 yıl futbol oynadı.
Ancak, içindeki müzik sevgisinin önüne geçemeyerek 1991 yılında İstanbul’a gelen Davut, İstanbul’da çeşiti ticari faliyetlerde bulunduktan sonra (fırın, market, sürücü kursu vb…) ailesinin büyük desteğiyle 1998 yılında ilk albümü “Sarılsam da olmayi” ile müzik dünyasına merhaba dedi. Ancak Güloğlu, ilk alübümüyle beklediği başarıyı elde edemedi.Ancak Güloğlu yılmadı.
Değerli sanatçı Arif Sağ’ın açtığı kurslara devam ederek müzik birikimini geliştirdi. Özel kurslarla çalışmalarına devam etti. Bu müzikal eğitimi kendi bilgi ve yetenekleri ile birleştirdi. Karadeniz ritimlerini günümüz müzik anlayışıyla yoğurarak albümünde kendi müziğini buldu.
Bir çok eser besteleyen sanatçı bu albümünde kendi eserlerini seslendirirken diğer besteci ve söz yazarlarının eserlerini de yorumladı. ” NURCANIM ” albümünde dört eserin söz ve müziği, bir eserin müziği, bir eserin sözü kendisine aittir.
İlk albümü için ” ben beni yansıtamadım ” diyen sanatçı memnuniyetsizliğini dile getirirken, sanatın eğitim ve çalışmalara gebe olduğunu kendisine bir kez daha kanıtlamış oldu. Bu doğrultuda uzun süren çalışma ve araştırmalar neticesinde ” NURCANIM ” albümünü yaptı.
2001 yılının ocak ayında çıkan bu albümün ilk klibini , ” NURCANIM ” ikincisini ise ” BENİM BÜYÜK ALLAHIM ” adli parçalarına çekti. Son zamanlarda en çok satan albüm listelerinde uzun bir süre baş sırayı çeken bu albüm çekilen her yeni klip ile de satış grafiğini yükseltiyor ..
2,5 yıl aradan sonra bomba gibi bir albümle geri döndü. “Katula, Katula” ismini verdiği albümünü 2003 senesinde çıkaran Davut Güloğlu albümde söz yazarlığını da ortaya çıkardı. On iki şarkıdan oluşan albümün aranjörü Suat Aydoğan. Davut Güloğlu’nun , bir şarkıda söz ve müzik, üç şarkı da ise söz yazarlığı yaptığı albüm 1,5 senelik bir çalışmanın ürünü…Albümün stüdyo çalışmaları ise tam 1500 saat sürmüş. İlk albümdeki uğurun bozulmamasını isteyen sanatçı bu albümde de a’dan z’ye aynı ekiple çalıştı.
Zeynel Abidin’in çektiği fotoğraflarla yazın her rengini albüme taşıyan Davut Güloğlu ekranlara çıktığı ilk andan itibaren halkın büyük ilgi ve sevgisiyle karşılaştı. Her geçen gün sevenleri ve dinleyicileri artan sanatçı bu büyük ilgiyi verdiği her yeni konserde çok daha yoğun hissediyor.
Sanatçının en büyük hedefi ise kendini özünü ve kişiligini hiç bozmadan sanatında her geçen gün daha başarılı olmak ve bir gün Karadeniz müziğini Avrupa’ya taşıyıp sevdirmek.
Gideon Sundback (24 Nisan 1880, İsveç de doğdu – 21 Haziran 1954, ABD hayatını kaybetti)
Gideon Sundback İsveçli elektrik mühendisidir. Gideon Sundback fermuarın geliştiricisi olarak bilinir. Otto Fredrik Gideon Sundback İsveç’te doğdu. Gideon Sundback Çok zengin bir çiftçinin oğluydu. İsveç’te eğitimini tamamladıktan sonra Almanya’ya gitti. 1903 yılında mühendislik sınavına girdi. 1905 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etti. 1905 yılında Pittsburgh’da Westinghouse elektrik şirketinde çalışmaya başladı. 1906’da New Jersey’deki Universal Fastener şirketine geçti. Daha sonra aynı şirkette baş tasarımcılığa terfi etti. 1909’da Elvira Aronson ile evlendi. Sundback 1906 ile 1914 yılları arasında Talon isimli bir firmada çalışırken fermuar ile ilgili birçok gelişmeye imza attı. Elias Howe, Max Wolff, ve Whitcomb Judson gibi kendinden önceki mühendislerin bu alandaki çalışmalarını ilerletti. Sundback fermuarın gelişimine büyük katkılarda bulundu. Ayrıca fermuar üreten bir makine de yaptı. 1951 yılında mühendislik alanındaki başarılarından ötürü İsveç Kraliyet Akademisi tarafından altın madalya ile ödüllendirildi. 1954 yılında geçirdiği bir kalp krizi neticesinde yaşamını yitirdi. 2006 yılında ABD’li National Inventors Hall of Fame vakfı tarafından fermuar ile ilgili yaptığı çalışmalarından dolayı Gideon Sundback onurlandırıldı.
Mustafa Asım Köksal, 1913 yılında Kayseri`nin Develi ilçesinde doğdu. Mustafa Asım Köksal İlköğrenimini Develi Numune Mektebinde gördü. Develi Müftüsü İzzet Efendi`den medrese usulüne göre eğitimi aldı. Mustafa Asım Köksal Ankara`da bulunduğu sıralarda Kerkük alimlerinden Muhammet Efendinin öğrencisi oldu. İskilipli İbrahim Etem`den tasavvuf terbiyesi aldı. 1933 senesinde Diyanet İşleri Başkanlığında memuriyete başladı ve 31 yıl boyunca üst kurullarda çeşitli vazifelerde bulundu. 1964 senesinde İslam Tarihi adlı eserini yazabilmek için emekli oldu.
Asım Köksal 1983 yılında 18 ciltlik İslam Tarihi adlı eseriyle, Pakistan Siret Ödülünü kazanmıştır. 1995 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yılın kültür adamı seçilmiştir. Asım Köksal 1998 tarihinde vefat etmiştir.
Asım Köksal Eserleri
İslam Tarihi-Hz Muhammed Aleyhisselam ve İslamiyet 18 cilt, Hz.Hüseyin ve Kerbela Faciası, Peygamberler Tarihi, Gençlere Din Kılavuzu, Tevbe, Reddiye, Peygamberler (manzum), Peygamberimiz manzum bir siret, Sohbetler, Armağan, Ezanlar, Bir Amerikalının 23 Sorusuna Cevap, Türkçe Ezan Meselesi, Şeyh Bedrettin basılmamıştır, Şeyh Ahmet Kuddisi hayatı, mesleği, üstün kişiliği ve eserleri, İslam İlmihali.
Erdem Yener 8 Mayıs 1981 tarihinde İskenderun’da doğdu. Erdem Yener 13 yaşında şarkı yazmaya başladı, 18 yaşında gitar çalmaya başladı ve Ankara’da +4 grubu kurdu. Bu grup Erdem Yener’in ilk ve tek grubudur. Erdem Yener 2003 yılında İstanbul’da yerleşti ve Kirli isimli ilk albümünü 2008 yılında çıkardı. 2010 yılından beri de Avea’nın reklam yüzü olarak kendisini ekranlarda görüyoruz. Ayrıca Başrolde Aşk isimli dizide de rol alan Erdem Yener’i artık İnsanlar Alemi’nde Hüseyin karakteriyle izleyeceğiz.
Keith Haring 4 Mayıs 1958 tarihinde dünyaya geldi 16 Şubat 1990 tarihinde hayata gözlerini kapatmış grafik sanatçısıdır.
Keith Haring 1988 yılında yakalandığı AIDS hastalığına karşı verdiği mücadeleyi kaybederek 16 Şubat 1990 yılında hayata veda etmiştir.
Keith Haring’in kariyer hayatı, New York alt geçitlerine tebeşir ile çizdiği grafikler ile başladı. Yaptığı çizimler Tseng Kwong Chi adlı fotoğrafçı sayesinde ün kazandı ve bu zaman zarfında The Radiant Baby emekleyen bebek simgesi onun sembolü haline geldi. Onun çizimleri hayata dair önemli mesajlar vermekteydi. 1980 yılında New York’daki Club 57′de eserlerini sergilemeye başladı.
Keith Haring 1981 yılında kara kağıt üzerine ilk kabataslak tebeşir çizimlerini yapmış oldu. 1981 1982 yılları arasında ilk özel sergisini Tony Shafrazi sanat galerisinde yaptı. Bu arada Kenny Scharf, Madonna, Futura 2000 ve Jean-Michel Basquiat gibi ünlülerle arkadaş oldu.
Keith Haring 1984 yılında Avusturalya‘yı ziyaret etti ve kendine özgü sanatıyla Melbourne‘de duvar resimleri yapmaya başladı. Keith Haring 1985 yılında çeşitli ülke ve şehirlerde eserleri sergilenmeye başladı. Keith Haring’in sanatı Absolut votka ve Swatch saatleri reklamları için ilham kaynağı olmuştur.
Ünlü aktör 31 Aralık 1937 senesinde Güney Galler’de dünyaya geldi.Orta seviyeli bir ailenin tek oğlu olan Anthony, babasının fırıncılık mesleği ile geçimlerini sürdürmekteydiler.17 yaşına kadar babasına ayrdımcı olan ünlü aktör bir süre sonra Londra Royal Academy of Dramatic Arts’ta aktörlük eğitimlerini alır.1960 senesinde rol aldığı “The Quare Fellow” ile ilk kez sahne deneyimini tadar.4 sene boyunca şehrin bölge tiyatrosunda gösterilen gösterilerde ön plana çıkar.Seyirci ile ciddi anlamda tanışması ise “Kulius Caesar” ile Londrada gerçekleşmiştir.
Tiyatro kültürü bakımından İngiliz tiyatroculuğu geleneğini benimseyen ünlü oyuncu, öfkeli genç adam imajını kendiyle birleştirmeyi başarınca birçok eski veya yeni modern oyunlarda teklifler almaya başladı. Ünlü aktörün sinemada ilk deneyimi herkes tarafından söylenenin tersine 1968 senesinde rol aldığı “The Lion in Winter” adlı eser değil, 1967 yılındaki “The White Bus” filmiyle olmuştur.Devamında 1871 senesinde “Young Winston” adlı sinema filminde aldığı rol ile Amerikalı izleyicinin beğenisini kazanmış ve dikkatleri de üstüne çekmiştir.Bunun üzerine Amerika’daki sinemanın usta isimleri Anthony Hopkins’i takibe almışlar ve 1974 yılında bir TV dizisi olan “QB 7” de üslendiği Nazi yanlısı doktor rolü ile ses getirmiştir.
Aynı senelerde “Equus” oyunu sayesinde Broadway ile nihayet tanışan Anthony, 1977 senesinde bu oyunun sinema filmi uyarlanması sonucu çekimlerde yönetmen koltuğuna oturdu.Ünlü aktörün daha çok asabi, ciddi, soğuk kanlı rollerle akıllarda yer etmesi bu tarz filmlerin başrol oyunculuğunu da beraberinde getirdi.Ünlü aktörün rol aldığı bazı filmlere bakacak olursak; 1976 yılı yapımı “Audrey Rose” deki ruhu bir başka çocuğun ruhuyla değişen bir kızın psikolojik takıntılı babası Eliot Hoover rolünde görmekteyiz.1978 yapımı “Magic” adlı eserde Corky rolünde.Mel Gibson ile aynı başrolü paylaştığı film “Bounty” iftiraya maruz kalmış Kaptan Bligh rolünde görmekteyiz.
Daha sonraları birçok televizyon dizilerinde boy gösteren Anthony Hopkins televizyon da sinemaya göre daha farklı karakterlerde rol almıştır.Bunlardan birkaçı Adolf Hitler,çocuk hırsızı,Bruno Richard Hauptman, ve Notre Dame’ın Kamburu, 1991 senesinde Oscar ödülü kazanmayı sağlayan “Kuzuların Sessizliği” adlı sinema filminde oynadığı Jodie Foster karakteri ile başrollerini unutulmaz eser “Cannibal Lecter’ cani gibi birçok rolü başarılı bir şekilde canlandırmıştır.
The Remains of the Day filminde İngiliz Lordu Darlington’un aşırı disiplinli kahyası Stevens karakteri ile sinema severler ile 1993 yılında buluşmuştu.Yine aynı sene “Shadowlands” filminde merhametli bir yazar olarak oyunculuğunu sergilemiştir.1995 senesine geldiğimizde usta yönetmen Oliver Stone’un yönetmen koltuğuna oturduğu “Nixon”daki Başkan Richard M. Nixon karakteri ile izleyenlerin ilgisini bir kez daha üstüne çekmiştir.O senede birçok dalda Oscar adayı olarak gösterilmiştir.James Ivory’nin unutulmaz eseri “Surviving Picasso” adlı filminde Pablo Picasso ile ses getirdikten sonra 1997 senesinde Spielberg sinema filmi olan “Amistad”daki oyunculuğu ile Oscar’da “En iyi yardımcı erkek oyuncu” dalında aday sunuldu.
Aktörlük başarısının devamı olarak ses getirecek sinema filmlerinde bir bir baş rolleri kapmaya başladı.”Baba” rolleriyle izleyici karşısına çıkan ünlü oyuncu, 1998 senesinde oynadığı “Meet Joe Black” filminde William Parrish karakterini, “Mask of Zorro” da ise Don Diego Vega/Zorro karakteriyle boy gösterdi.Bu filmdeki rol paylaştığı arkadaşları ise Antonio Banderas ve Carherine Zeta-Jones’di.
Jon Turteltaub’un yönetmen koltuğuna oturduğu, 1999 senesi yapımı olan “Instinct”te herkesin bildiği antropolog ve primatolog Ethan Powell karakteriyle beğeni topladı.Ardından 2000 yılında vizyona giren “Grinç” sinema filmindeki etkileyici sesiyle herkesi hayran bırakan Anthony öykücülük işini de iyi yaptığını kanıtladı.Bunun yanı sıra yine aynı senelerde usta yönetmen John Woo’nun yönettiği, başrollerin de Tom Cruise, Thandie Newton ve Dougray Scott’un üstün performansını birleştirdiği “Mission İmpossible 2” adlı sinema eserinde izleyiciyi tekrar tekrar büyüledi.
Kuzuların Sessizliği sinema filminin devamı olarak gelen “Hannibal” adlı efsane filmde tekrar Hannibal Lecter’i canlandırdı.Bu kez filmde diğer filme göre başrolü Foster ile değil, Julianne Moore ile paylaştı.Daha sonraları “Hearts in Atlantis” ve “The Devil and Daniel Webmaster” isimli filmlerde rol şansı buldu.
Belli bir aktörlük kariyerine ve olgunluğuna erişene kadar sayısız birçok ödüle laik görüldü.Bu süreçte Bafta ödülleri, Akademi Ödülleri, Altın Küre Ödülleri, Emmy Ödülleri gibi festivallerin vazgeçilmez ismi oldu.Televizyonda en iyi aktör,sinemada en başarılı oyuncu gibi unvanlar birçok organizasyon kuruluşları tarafından yakıştırıldı.Hayatına birçok kadın girdi ve toplam 3 evlilik yaptı.İlk evliliği Petronella Barker ile oldu (1976- 1972).Daha sonrasında Jennifer Lynton ve Stella Arroyave ile evlilikler yaşadı.Günümüzde halen son karısı ile olan beraberliği sürmektedir.
Sultan Dizisi Yılmaz Hakkında Bilgi Orhan Şimşek Kimdir Kısaca
Sultan dizisinde Yılmaz karakteriyle Sultan’ıın kardeşi rolünde oynayan Orhan Şimşek daha öncede Genco dizisinde Ahmet karakteriyle izleyiciyle buluşmuştu.
Orhan Şimşek 1985 İstanbul doğumlu. Orhan Şimşek, tiyatroya 2000-2002 yıllarında Kadıköy Halk Eğitim Deneme Sahnesinde adım attı. Burada eğitim gördüğü süre içersinde birçok oyunda rol aldı. 2004-2005 yıllarında Müjdat Gezen sanat merkezinde eğitim gördü. Kandemir Konduğun yazdığı “İnsanlığın Lüzümu Yok” adlı oyunda oynadı. 2005 yılında Haliç üniversitesi Konservatuar Tiyatro Bölümüne girdi, şu an 3.sınıf öğrencisi. Okulla birlikte 2006 yılında Tobav Atölye Çalışmalarına katıldı burada; Murat Karasu, Sumru Yavrucuk, Uğur Polat, Emre Kınay, Hasan Şahintürkten eğtim aldı. Ayrıca 2005 yılından beri ikinci eğitim kapım dediği Haluk Bilginerin Tiyatrosu Oyun Atölyesinde çalışmaktadır.
Dany Achille Nounkeu 11 Nisan 1986 tarihinde Yaoundé, Kamerun’da doğdu. 1.86 boyundaki Kamerunlu futbolcunun mevkisi defanstır.
Futbol hayatına Fransa’nın FC Metz altyapısında başlayan Dany Nounkeu; 2005-2006 sezonunda Metz’de 2006-2008 yıllarında CSO Amnéville takımında 2008-2009 sezonunda Pau FC’de forma giymiştir. 1 Eylül 2010’da Gaziantepspor’a transfer olan Nounkeu 2012 yılında 4 yıllık anlaşma sağlayarak Galatasaray’a transfer olmuştur.
Yine bir yıl başı yaklaşıyor bu yıl başı sevdiklerinizle birlikte mutlu huzurlu bir yıla başlangıç yapmanızı ve tüm yılınızın aynı güzellikte geçmesini diliyorum.
Her yeniyıl bir başka güzel.. 2009 yeniyıl sizlere hayatınız boyunca unutamayacağız güzellikler yaşatsın. Yeniyıl ınız kutlu olsun.
Herkes bir başkasına yardım etseydi, herkesin işi yapılmış olur. Yeni yıl paylaşımlarımızın yılı olsun. Mutluluk, esenlik ve sevinçler getirsin. Mutlu yıllar dilerim.
Sağduyu aklın kapıcısıdır. Görevi: Kuşkulu fikirlerin içeri girmesine, ve de dışarı çıkmasına engel olmaktır.Yeni yılda hepizin mutlu, sağduyulu ve sağlıklı günler getirmesi dileğiyle..
Düşsüz büyük şeyler yapılamaz. 2009 yılında tüm düşlerinizin gerçekleşmesi dileğiyle..
Hiç hata yapmayan insan genellikle hiçbir şey yapamaz. 2009 yılında hatalarımızın az, başarılarımızın devamlı olması dileğiyle mutlu yıllar..
Sahip olduklarımızla yaşamayı öğrenmek bir süreç, bir katılım, yani yaşamımızın yoğrulmasıdır. Gelecek yıllar varlığımızı zenginleştirecek. Yeni yıl ilk adım.. Nice yıllar, mutlu yıllar..
Gül için dikene razı olur musunuz, yoksa dikeni de gülü de red mi edersiniz? Yeni yıllarda güllerle dolu günlerin dikenleri sizi düşmanları koruyan çitler olsun. Mutlu Yıllar!!
Nerede yaşam varsa, orada umut da vardır. Yeni yılda tüm umutlar ve başarılar seninle olsun. Mutlu Yıllar dilerim.
Zamanı yapamayacağımızı şeyleri istemekle geçirdiğimiz söylenir. Oysa gücümüz tüm zamanları zorlar. Yeter ki kendimize ve dostlarımızın gücüne inanalım. Yeni yılda inancımızı pekiştirmemiz ve mutlu olmamız dileklerimle..
Dünyayı değiştirmek istersen yüreğine inan , dostlarına güven, sevgine sarıl.. Yeni yıl senin başarılarının anahtarıyla tüm kapıları açacaktır.. Mutlu Yıllar!!
Susmak, dayanılması çok güç bir yanıttır. Yeni yılda tüm sorunların yanıtları seninle olsun.. Mutlu yarınlar, mutlu yıllar..
İnsan, armağanını kalbi ile birlikte vermezse ne değeri vardır. Yeni yıllar Tanrı’nın bizlere verdiği armağandır. En mutlu günler seninle olsun.. Armağanınla yücel..
En işe yaramayan günümüz hiç gülmediğimiz gündür. Yeni yılın dolu dolu ve geniş en içten gülümsemelere açılması dileğiyle mutlu yıllar..
Hepimizin tüm ilgisi gelecek olmalıdır, çünkü yaşamımızın geri kalanını orada geçireceğiz. 2009 yılı geleceğimize atacağımız ilk adımdır. Tüm adımlarımızın sağlam olması dileğiyle nice mutlu yıllar dilerim..
İdeal denen şey bir yıldıza benzer, ona hiçbir zaman ulaşamayız ama, tıpkı denizcilere olduğu gibi bize de yolumuzu gösteren odur. Yeni yılda tüm ideallerine kavuşman dileğiyle mutlu yıllar..
En büyük zaman hırsızı, yaşadığımız kararsızlıktır. 2006 yılı tüm kararlarımızın gerçekleşmesi ve mutluluğu getirmesi dileğiyle, nice mutlu yarınlara..
Şunu unutma: Her şeyin yok olduğunu düşündüğünüz anda, gelecek hâlâ yerindedir. Yeni yıl geleceğin ilk adımıdır. Mutluluk ve başarı dileklerimle..
Başaramadığınız zaman düş kırıklığına uğrayabilirsiniz ancak, yeniden denemezseniz işte o zaman sizin için her şey bitmiş demektir. 2006 yılının ülkemiz, ailemiz ve hepimiz için mutlu ve başarılarla dolu olması dileğiyle..
Bugün, yarına dünle beslenerek yol alır. 2009 yılı senin güzel yüreğinle birlikte sana mutluluk getirecektir, eminim. İyi yıllar dileğiyle ..
Bu dünyada mutlu olan insanlar; ayağa kalkıp istedikleri koşulları arayan, bulamazlarsa da yaratan insanlardır. Nice mutlu yıllar sana yakışacaktır..
Mutlu insan sevgisine ve kendine güvenendir. Sevgi bütün kapıları açar .. Yeni yılda sevgi dolu günler dilerim.. Mutlu yıllar.
Değişmez kural, değişmez kuralın olmayacağıdır. Yeni yılın en mutlu değişimlerle başarı, sağlık ve bol paralar getirmesi dileğiyle..
Yaşamı seviyor musun? Öyleyse zamanı harcama, çünkü yaşamın yapıldığı madde zamandır. 2009 yılının her anını dolu dolu yaşaman ve mutlu olman dileklerimle..
milli mücadele döneminde çıkan gazeteler, milli mücadele dönemindeki gazeteler Milli Mücadele Dönemi Gazete ve Dergileri şunlardır;
Milli Mücadele döneminde Anadolu’da Milli Mücadeleyi destekleyen ve desteklemeyen gazete ve dergiler çıkmıştır. Bu gazete ve dergilerin adları, kimler tarafından kuruldukları ve kuruldukları şehirler ayrıntıları şöyle;
İRADE-İ MİLLİYE
GAYEY-İ MİLLİYE
MÜCAHEDE-İ MİLLİYE
HAKİMİYET-İ MİLLİYE
BABALIK GAZETESİ
ÖĞÜD GAZETESİ
VARLIK GAZETESİ
İSTİKBAL GAZETESİ
SELAMET GAZETESİ ( Milli Mücadele lehine)
GÜZEL TRABZON
IŞIK GAZETESİ
KARADENİZ GAZETESİ
YENİ GİRESUN GAZETESİ
GÜNEŞ GAZETESİ
ORDU BUCAK GAZETESİ
AHALİ (Samsunda çıkan Milli Mücadele dönemi gazetelerinden)
AKSİSEDA GAZETESİ
HİLAL GAZETESİ
DERTLİ GAZETESİ
TÜRKOĞLU GAZETESİ
KÜRSİİ MİLLET GAZETESİ
GAMLI GAZETESİ
KÜÇÜK MECMUA GAZETESİ
Türk Ulusal Kurtuluş savaşı basın tarihimizin 1 numaralı gazetesi İRADE-İ MİLLİYE gazetesi 14 Eylül 1919 da Mustafa Kemal’in direktifleriyle açılıp, Mustafa Kemal’in 18 Aralık 1919 tarihinde Anakaraya gelişine kadar tüm yazılarının Atatürk’ün direktifleriyle yazıldığı 1922 yılında matbaasının yanması ve İstiklal mahkemesince kapanan gazetedir.
İradeyi Milliye istiklal mahkemesince kapatıldığı sıralarda 2 Mart 1921’de GAYEY-İ MİLLİYE adı ile Maksud Azmi tarafından bir gazete daha çıkarıldı.
23 Mart 1922’de Hilmi Abidin ve Hayri Lutfi taraflarından MÜCAHEDE-İ MİLLİYE adıyla bir gazete çıkarıldı.
Yazı işleri müdürlüğüne Recep Zühtü’nün getirildiği ilk sayısının 10 Ocak 1920 de 68* 100 edadlarında haftada iki defa olmak üzere fiyatı 3 kuruştan satılan HAKİMİYET-İ MİLLİYE diğer bir gazetedir.
BABALIK GAZETESİ; 11 yıldır, haftada iki defa çıkan 5 Nisan 1921 de günlük y ayına başlayan ve Mustafa Kemal’i Samsundan Erzurum’dan Sivas dan bu yana, Ankara’ya kadar çizdiği çizgiyi izleye gelmiş, ulusal meclisin açılışını halka müjdelemiş, fırkacılık ihtiraslarının, küçük menfaatlerin daima üstünde kalmasını bilmiş, ileri fikirlerin baş savunucusu olarak ortaya açıkmış bir gazetedir. Başyazar ve Mesul Müdür, Samizade Süreyya dır. İstanbul’dan kaçıp gelmiş, ateşli çok aydın bir genç olan Süreyya, bayrama rastlayan düşman taarruzunu da hesaba katarak, bayram şekerlerine harcanacak paranın orduya verilmesi için kampanya açtı. Başarılı da olmuştur..
Türk ulusal Kurtuluş savaşı boyunca Babalık gazetesi bir çok ateşli gençlerde yer almıştır. SERVER (İskit) bunlardan biridir.
ÖĞÜD GAZETESİ; Abdülgani efendinin sahibi bulunduğu matbaa ve Öğüd gazetesi önce Afyonkarahisar’da kurulmuştur. 290’ıncı sayıya kadar NASİHAT adı ile çıktıktan sonra bu adı almıştır.
VARLIK GAZETESİ; doğunun tek gazetesi Albayrak’ın kapanmasıyla bütün doğu gazetesiz kalmıştı. Bunu gören Karabekir Paşa Sarıkamıştan ki askeri mabada derhal bir gazete kurmuş, Varlık adını verdiği bu gazete ile doğuya ses verilmiştir. Sair Feyzullah idaresinde çıkartılan bu gazetenin ömrü kısa olmuştur.
İSTİKBAL GAZETESİ; CHP’nin ateşli politikacısı ve milletvekili Faik Ahmet Barutçu’nun 10 Aralık 1918 de kurduğu bir gazetedir.
1916 yılında Rus işgaline düşen Trabzon 1918 yılının son aylarında kutulunca, şehir yeniden uyanmıştı. Birinci dünya Savaşının patlamasıyla, hukuk son sınıftan askere alınan Faik Ahmet ( Barutçu) Trabzon’a baba ocağına dönmüş, Türk Kurtuluş hareketini destekleyecek bir gazetenin çıkarılması için arkadaşlarıyla anlaşmıştı. 10 Aralık 1918 de çıkan İstikbal haftada iki defa küçük boyda fakat savunduğu fikirler bakımından çok güçlü idi.o sırada Trabzon bir de Pontus’çuların merkezi haline sokulmak isteniyor, şehirde birkaç Rumca gazete de çıkarıyordu. Erzurum kongresine dikilen gözler içinde en umutlusu İstikbalcilerin gözleriydi. 1920 de kendi kurduğu matbaada çıkan İstikbal 27 Ocak 1921 den itibaren günlük olmuş ve Türk zaferlerinin müjdelerini vermiştir. Gazete Türk Kurtuluş savaşı sonuna kadar yaşamıştır..
Voleybol Amerikalı William Morgan tarafından 1895’te A.B.D’de bulundu.Morgan YMCA adlı bir dernek üyesi olarak gençlerin spor yapması için bu oyunu geliştirmiştir.Morgan ,bu oyunu Basketboldan daha az fiziksel temas gerektiren bir oyun oluşturmak üzere basketbol,beyzbol,tenis ve hentbolun bazı özelliklerini biraraya getirmiş ve bu oyuna MINTONETTE adını vermiştir. Morgan fileyi tenisten ödünç almış ve onu yerden yaklaşık 183 cm. yükselterek ortalama insan boyunun biraz üzerine çıkarmıştır.1896 yılında Springfield kolejinde Y.M.C.A kongresi toplandığında Dr. Mintonette adını VOLLEYBALL olarak değiştirmiştir. Çünkü önemli olan topu öne-geriye getirmektir ve bu ingilizce volley anlamına gelmektedir. Bir oyun olarak voleybol önceleri A.B.D. iş adamları tarafından oyun sahalarında görülmüştür.1900 yılında Kanada bu sporu benimseyen ilk ülke olmuş ve uluslararası bir kuruluş olan Y.M.C.A. voleybolun bütün dünyaya yayılmasına öncülük etmiştir ve ayrıca aynı yılda voleybol için özel top tasarlanmıştır. İlk uluslararası turnuva 1913 yılında Asya kıtasında düzenlenmiş ve turnuvaya Çin ,Japonya ve Filipinler katılmıştır. 1916’da Filipinler’de topu belli bir açıyla yükselterek başka oyuncu tarafından vurulması şeklinde hücüma yönelik bir stil geliştirilmiştir. Birinci Dünya savaşında Avrupa’ya gelen A.B.D. askerleri voleybolu tanıtmaya başlamışlar ve 1917 yılında Y.M.C.A. üyesi A.B.D. askerleri bu sporu Fransa’ya götürmüşlerdir.1917 yılında Çekoslavakya’da oynanmaya başlamıştır.Aynı yılda oyun puanı 21’den 15’e düşürülmüştür.2.13 metre olan file yüksekliği 2.43 metreye yükseltilmiştir.1918 yılında sahadaki oyuncu sayısı 6 oyuncuyla sınırlı tutulmuştur. Voleybol 1920’de Polonya’da oynanmaya başlanmış ancak her ülke oyun kurallarını değişik olarak belirlemiştir.Örneğin Asya kıtasında voleybol 9 kişiyle ve alçak filede oynanmıştır.1922’de her takım için üç vuruştan sonra topu karşıya atma kararı alınmıştır. 1922’de ilk defa Y.M.C.A. ulusal şampiyonası Brooklyn Newyorkta 11 eyaletten 27 takımın katılımıyla gerçekleşmiştir. 1928’de turnuvalara ve kurallara ihtiyaç duyulduğu görülmüş ve USVBA(Birleşik Devletler Voleybol Federasyonu) kurulmuştur.Voleybol sahasının YMCA takımı dışındakilere açılımı ile ilk defa ABD açık hava oyunu gerçekleşmiştir. 1930’da ilk defa ikili plaj voleybolu gerçekleşmiştir. 1934’te ulusal voleybol hakemleri onaylanmış ve aynı yıl Stocholm’de IAHF (Uluslararası Hentbol Federasyonu ) kongresinde Polonya başkanı bir teknik komite kurulmasını teklif etmiş ve kurulmuştur. 1936’da Berlin’de Olimpiyatlar sırasında II. Kongre yapılmış ve uluslararası bir komitenin kurulmasına karar verilmiştir.Ancak 2. Dünya savaşının çıkması bu girişimi etkilemiştir. 1937’de Boston’daki Amatör Sporlar Birliği toplantısında A.B.D. voleybol federasyonunu ulusal,resmi ,idari örgüt olarak kabul etmiştir. 1938 yılında Amerika’da uygulanan kurallar küçük değişiklerle uluslararası kurallar olarak kabul edilmiştir. 1947’de Pariste yapılan uluslararası kongrede Uluslararası Voleybol Federasyonu belirlenmiştir. Bu federasyona ilk üye olan ülkeler ; A.B.D., Brezilya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya, Macaristan, Mısır, Portekiz, Polonya, Uruguay ve Yugoslavya’ dır.
• 1948’de ilk ikili plaj voleybolu turnuvası yapılmıştır. • 1949’da ilk dünya şampiyonası Prag Çekoslavakya’da yapılmıştır. • 1961 yılında Marsilya’da Olimpik branş olarak kabul edilmiştir. • 1964 yılında Tokya’da yapılan Olimpiyatlarda erkekler ve bayanlar voleybol müsabakaları Olimpiyat programına konulmuştur. • 1964 yılında Tokya’da bayanların bir defaya mahsus müsabakaya katılabilecekleri kararı alınmıştır. • 1966 yılında Prag’da bayanların Olimpiyatlara katılmaması kararı kaldırılmıştır. • 1974’de Meksika’daki Dünya şampiyonası Japonya’da Televizyondan yayınlanmıştır. • 1987’de uluslararası voleybol federasyonu Dünya plaj voleybolu serisini programa almıştır. • 1989’da uluslararası voleybol federasyonu voleybol sporuna yardım programı oluşturmuştur. • 1990’da Dünya Ligi kurulmuştur. • 1992’de Amerika’da 4 kişilik profesyonel plaj ligi başlamıştır. • 1995’te voleybol sporu 100 yaşındaydı. • 1996’da ikili plaj voleybolu olimpiyat programına alınmıştır.
TÜRKİYE’DE VOLEYBOL
Voleybol Türkiye’ye 1919 yılında Amerikalılar tarafından getirilmiştir.Bu sporu Türkiye’ye tanıtan kişi Dr.DEAVER isimli bir Y.M.C.A.üyesidir.Dr.Deaver 1919-1925 yılları arasında Y.M.C.A. müdürlüğünü yapmış ve adı geçen derneğin Çarşıkapı’daki spor salonunda başlayan voleybol müsabakaları İstanbul’luların ilgisini çekmiş ve rahbet görmüştür.Aynı zamanda Cağaloğlu’nda bulunan Erkek Muallim Mektebinde beden eğitimi öğretmeni Selim Sırrı Tarcan, Y.M.C.A. derneğinde oynanan voleybolla ilgilenmiş ve öğrencilerine bu sporu öğretmiştir.1920-1924 yılları arasında Selim Sırrı Tarcan’ın yetiştirdiği öğretmenler, voleybol öğretmeni olarak görev aldıkları yerlere bu sporu götürmüşler ,yayılmasına neden olmuşlardır. İstanbul’daki bütün okullarda(Kabataş,Galatasaray,Vefa,İstanbul L.) voleybol futboldan daha öncelikli hale gelmiştir.Bu liselerden mezun olup eski mühendis mektebine geçenler voleybolu 1924-1944 yıllarında buranın sembolü haline getirmiş ,İstanbul şampiyonaları ilgi görmüştür. 1949’da Türkiye voleybol şampiyonası yapıldı.Bu şampiyonaya Beyoğlu, G.S, Altınordu, Moda, Kurtuluş, Vefa, Kadıköy kulüpleri katıldı. 1952’de Ayhan Demir üniversite takımını Mısır’a götürmüş ve modern voleybol ile karşılaşılmıştır. 1953’de ülkemizde Yugoslavya’da oynanan maçlarla oyun sistemimiz değiştirilmeye başlanmış ve 1956’da ilk defa Dünya şampiyonasına katılarak Dünya voleybolu hakkında ,kurallar konusunda bilgi sahibi olunmuştur. Bu arada ülkemize getirilen Yugoslav antrenör gençlerimize modern voleybolu öğretmeye başlamıştır.
TÜRKİYE VOLEYBOL FEDERASYONU İstanbul şampiyonası 1928’den beri düzenli olarak yapılmaktayken, Türkiye voleybol şampiyonası da 1949’dan itibaren düzenlenmeye başlanmıştır.Türkiye 1948’de Uluslararası Voleybol Federasyonuna üye olmuştur. Bu duruma rağmen ülkemiz de ayrı bir federasyon kurulmamış, Voleybol,Basketbol ve El topu spor oyunları federasyonu olarak idare edilmiştir.Kulüplerde çoğu zaman basketbol takımları biraraya gelerek voleybol takımı kurmuşlardır. 1958’de yetkililer,federasyonları ayırmış ‘Voleybol ve El Topu’ federasyonu kurmuşlardır.Bu büyük bir aşama olmuştur. 1958’de ilk defa erkeklerde Avrupa şampiyonasına katılan takımımız diğer yıllardaki tüm şampiyonalarda yer almıştır.Kız takımımız 1963’de oynanan Avrupa şampiyonasına katılmıştır.1967’de 35 takımın katılımıyla Avrupa şampiyonasını ülkemizde organize ederek modern voleybolun ülkemize yayılmasını sağlamıştır. Türkiye ,1998 yılında ilk defa elemelerden geçerek Japonya’da yapılan Dünya voleybol şampiyonasına katılmıştır.
Alanın boyutları değişiklik göstermekle birlikte, ideal boyutlar 26 m x 14 m’dir. Oyun alanı bir orta çizgiyle ikiye ayrılır. Bu çizginin tam ortasında, orta yuvarlak denen bir daire çizilidir. Basketbol alanının karşılıklı olarak kısa kenar çizgilerinde birer pota bulunur. Pota, kenar çizgisinden 1,2 metre içeridedir ve 1,8 m x 1,2 m boyutlarında bir sac levhadır. Pota üzerinde, yerden 3,05 metre yükseklikte bir sepet vardır. Sepet, 45 cm çapında demir bir çember ile buna asılı, alt kısmı açık, beyaz bir fileden oluşur. Basketbol elle oynanır ve atılan top yukarıdan çembere girip fileden geçerek aşağıya düşünce sayı olur. Basketbol topunun çevresi yaklaşık 75-78 cm, ağırlığı 600-650 gram kadardır.alıntıdır
Basketbolun Tarihçesi ve Oyun Kuralları
Beşer kişilik takımlar halinde elle ve topla oynanan, yüksekliği 3,05 m olan pota adı verilen çemberden geçirerek kazanmaya çalışılan takım oyunudur. Tüm dünyada popüler olan bir spor türüdür. İlk olarak 1891 yılında James Naismith tarafından oynatılmıştır.James Naismith’in basketbolu Mayas kabilesinin tlahiotenie oyunundan esinlediği düşünülmektedir.
Basketbol, ABD’nin Massachusetts eyaletinde, Springfield Genç Erkekler Birliği (YMCA) Eğitim Okulu’nda beden eğitimi öğretmeni olan James Naismith tarafından 1891′de yapılmıştır. Atlet ve beyzbolculara kış antremanı yaptırmak amacıyla geliştirilen bu oyunda amaç, tahtadan yapılmış sepetlere topun sokulmasıydı. İlk oynayış şeklinde, 7 kişilik iki takım arasında 20′şer dakikalık üç devre üzerinden oynanmıştır. Oyunun asıl hedefini sepetler oluşturduğundan, Dr. Naismitih tarafından bu oyuna “sepet topu” anlamına gelen basketbol adı verilmiştir. Basketbol, yapılmasından kısa bir süre sonra YMCA’yı aşarak bütün okullara, üniversitelere ve hatta semtlerde bulunan cimnastik salonlarına kadar yayılmıştır. Gençlerde bu spora karşı uyanan istek ve heyecanda kulüpleri basketbol şubeleri açıp takımlar kurmaya zorlamış ve böylece basketbol, Amerika’nın en popüler ulusal oyunu haline gelmiştir.
Basketbolun Avrupa’daki ilk denemesi, 1893 yılında Paris’in Trevise sokağındaki eski bir jimnastik salonunda yapılmıştır. Daha sonraları, özellikle I. Dünya Savaşı sırasında, basketbolun Avrupa’da yayılmasında Amerikalı askerlerin büyük etkisi olmuştur. Hızla gelişme gösteren basketbol böylece Avrupa’da en gözde sporlar arasında yerini almıştır. Amerika, 1897 yılında erkeklerde, ardından 1900 yılında bayanlar arasında ilk milli basketbol şampiyonlarını düzenleyerek, bu sporu ülke çapında popüler hale getirmiştir. Amerikalılar milli spor olarak benimsedikleri basketbolu, 1904 St. Louis Olimpiyat Oyunları’nda kulüp takımları arasında maçlar düzenleyerek, Olimpiyat Oyunları’na katılan tüm ülkelere tanıtmışlardır. 1905 yılında dünyanın en büyük spor salonlarından New York Madison Square Garden, kapılarını basketbola açmıştır. Uzakdoğu’da da 1913 yılından itibaren karşılaşmalar yapılmaya başlanmıştır. Böylece bu oyun birkaç yıl içinde Kanada, Fransa, İngiltere, Avustralya, Çin ve Hindistan başta olmak üzere, tüm dünya ülkelerine hızla yayılmış, özellikle büyük kentlerdeki geniş spor alanlarında yapılan üniversiteler arası karşılaşmalar, basketbolun seyirlik spor olarak yayılmasında önemli katkılar sağlamıştır. Uluslararası Amatör Basketbol Federasyonu (FIBA), uluslararası karşılaşmaları yönetmek amacıyla, 20 Haziran 1932′de İsviçre’nin Cenevre şehrinde İsviçre, Yunanistan, İtalya, Portekiz, Arjantin, Romanya ve Çekoslovakya Basketbol Federasyonları’nın işbirliği ile oluşturulmuştur. FIBA her dört yılda bir, Olimpiyat Oyunları’nın düzenlendiği şehirde toplanarak, basketbolu daha çekici hale getirmek için gerekli kural değişikliklerini yapmaktadır. Avrupa Basketbol Şampiyonası 1935 yılında başlamış olup, 2 yılda bir düzenlenmektedir. Amatör bir spor dalı olarak basketbol, ilk kez 1936′da Berlin’de düzenlenen Olimpiyat Oyunları’na dahil edilmiştir. 1951 yılında başlayan Erkekler Dünya Şampiyonası’nı 1953′te Bayanlar Dünya Şampiyonası izlemiş, Olimpiyat Oyunları’na basketbol dalında bayanlar ilk kez 1976′da katılmışlardır. Avrupa ligi ise 1995-96 sezonunda başlamıştır. Basketbol çoğunlukla kapalı salonda oynanır. Dikdörtgen biçimindeki basketbol alanının tabanı sert tahtadan yapılır. Alanın boyutları değişiklik göstermekle birlikte, ideal boyutlar 28 m x 15 m’dir. Oyun alanı bir orta çizgiyle ikiye ayrılır. Bu çizginin tam ortasında, orta yuvarlak denen bir daire çizilidir. Basketbol alanının karşılıklı olarak kısa kenar çizgilerinde birer pota bulunur. Pota, kenar çizgisinden 1,2 metre içeridedir ve 1,8 m x 1,2 m boyutlarındadır ve çoğunlukla panyalarda cam beyazı plastik kullanılır. Pota üzerinde, yerden 3,05 metre yükseklikte bir sepet bulunur. Sepet, 45 cm çapında demir bir çember ile buna asılı, alt kısmı açık, beyaz bir fileden oluşur. Basketbol elle oynanır ve atılan top yukarıdan çembere girip fileden geçerek aşağıya düşünce sayı olur. Basketbol topunun çevresi yaklaşık 75-78 cm, ağırlığı 600-650 gramdır.•
Basketbol oyun kuralları
• Basketbol müsabakaları iki hakem tarafından yönetilir. Misafir takım sahayı seçme hakkına sahiptir. Her devreden sonra saha değişimi yapılır. • Oyun, orta saha çizgisinde her takımdan birer oyuncu arasında yapılan hava atışı ile başlar. Hava atışına çıkan oyuncular, topu tek elleri ile takım arkadaşlarına kazandırma hedefini taşır. • Oyun, 10′ar dakikalık dört periyottan oluşur. Beraberlik durumunda uzatma periyodu oynanır. Her takım ilk üç periyotta ve uzatma periyodunda 2′şer dakikalık bir, dördüncü periyotta iki mola hakkına sahiptir. İkinci ile üçüncü periyot arasında 15 dakikalık devre arası verilir. • Hücum eden takım, kendi sahasını 8 saniye içinde terk etmek, 24 saniye içinde de hücumunu tamamlamak zorundadır, aksi halde top kullanma hakkı rakip takıma geçer. • Oyuncu topla birlikte, top sürme (dribbling), pas atma (passing), şut atma (shooting) aktivitelerini yapma şansına sahiptir. Bir oyuncu top sürerken, topu eline alarak durdurursa, tekrar top sürme şansına sahip değildir; topu istediği yöne ve kişiye pas ya da şut atmak zorundadır. • Her takım 5 kişiden oluşur ve takımların sınırsız oyuncu değişikliği hakkı vardır. Eğer faul hakkını doldurmamışsa, her çıkan oyuncu tekrar oyuna dahil olabilir. Bir takımdaki beş oyuncudan biri ortada (post), ikisi savunma (guard) ve ikiside hücum (forward) oyuncusudur. • Oyunu bir baş hakem ve yardımcı hakem olarak iki hakem yönetir. • Her oyuncu beş faulle oyun dışında kalır, tekrar o maç için oyuna dahil olamaz. Her oyuncunun bireysel olarak yaptığı faul sayısının toplamı, takım faullerini de belirler. Toplamda dört takım faulüne ulaşan takımın daha sonra yaptığı her faul, karşı takıma serbest atış kullanma hakkı kazandırır. • Hakem tarafından durdurulmadıkça, top potadan veya çemberden dönerse oyun devam eder. Ayrıca, oyuncu sahayı belirleyen çizgilerin dışına temas etmedikçe, top oyun çizgilerinin dışına değmeden havadan saha çizgisinin dışına çıksa dahi, oyuncu topu içeri çevirebilirse de oyun devam eder. • Her sayı atışından sonra veya hakemin düdüğü çalmasının ardından, oyun ve oyun zamanı durur. Sayı yiyen takımın pota gerisindeki çizgi arkasından topu oyuna sokması ile hem zaman hem de oyun tekrar başlar. Oyun içindeki diğer durumlara göre, hakemin gösterdiği yerlerden, top oyuna sokulur. • Üç sayı çizgisi içinden yapılan her başarılı atış iki sayı, üç sayı çizgisi gerisinden yapılan her başarılı atış üç sayı olarak değerlendirilir. Faullerden veya kural ihlallerinden dolayı kazanılan başarılı serbest atışlar bir sayı olarak değerlendirilir. • Oyuncular iki durumda cezalandırılır: 1- Bireysel kural ihlalleri 2- Faul yapılan durumlar. Kural ihlali veya hatası (hatalı yürüme, topun çizgi dışına çıkması, hücum oyuncusunun üç saniyeden fazla post içinde durması v.b) top kullanma hakkını karşı takıma verir. Yapılan bireysel fauller ( itme, çekme, vurma, tutma v.b) ise oyuncunun faul cezası almasını sağladığı gibi faulün yapıldığı yer göz önünde bulundurularak, rakip topu yandan oyuna sokar, ya da serbest atış yapma hakkı kazanır.
• Serbest atış hakkı adedi, faulun yapıldığı zaman, yer ve çeşidine göre değişir. Şut atışı sırasında faul yapılmış ve atış sayı olmamışsa, atışı yapan takıma iki serbest atış hakkı verilir. Eğer atış sayı olmuşsa, bir serbest atış hakkı verilir. Bir takım, bir devredeki “takım faul” sınırını geçmiş ve atış sahası dışında faul yapmışsa, o zaman bire-bir denen serbest atış hakkını kullanır. Bu atışta kural, ilk atış sayı olursa, ikinci atış yapma hakkı kazanmaktır. Bire-bir’de ilk atışı kaçıran ikinci atışı yapamaz, top potadan oyun alanına dönerse, oyun devam eder. Teknik faullerde (oyunu geciktirme, sportmenlik dışı davranışlar, hakeme itiraz, izinsiz oyuna girme v.b) iki serbest atış hakkı verilir.
Basketbol şu anda dünyada en iyi oyun olarak gösteriliyor.En iyi ligler ise NBA ve NCAA (kolejler arası profsyenel basketbol) olarak bilinir Alıntı
Ülker’in kurucusu olan Sabri Ülker, 92 yaşında hayata veda etti. Baba Ülker’in yaşlılığa bağlı nedenlerle vefat ettiği öğrenildi.
SABRİ ÜLKER KİMDİR? Cumhuriyetin ilk kuşak sanayicilerinden Sabri Ülker, 1920 yılında Kırım’da doğdu. Ailesi 1929 yılında Türkiye’ye göç ederek İstanbul’a yerleşti. İlkokul yıllarında yaz tatillerinde ağabeyi Asım Ülker ile birlikte Besler Bisküvi Fabrikası’nda çalıştı. İlkokuldan sonra İstanbul Erkek Lisesi’ne kaydoldu. Orta ikinci sınıfta iken parasız yatılı sınavını kazanarak Bilecik Lisesi’ne gitti. Ortaokulu Bilecik’te, liseyi Kütahya’da okudu. Yüksek öğrenimini Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Mekteb-i Âli’de tamamladı.
NOHUTÇU HAN’DA BAŞLAYAN HİKAYE Nohutçu Han Eminönü’nde 63 yıl önce 6-7 kazanda bisküvi üretimiyle başlayan serüveninde Ülker, bir gıda devine dönüştü. Sabri Ülker’in 3 işçi ile günde 200 kilo bisküvi üretimiyle başladığı mütevazı iş; bugün dünyaya çikolata-bisküvi ihracatı gerçekleştiriyor. Ülker’in doğumundan bugüne yolculuğu oldukça uzun, öyküsü başarılarla dolu.