Demet Akbağ 23 Aralık 1959 tarihinde izmirde doğmuştur. Demet Akbağ Ünlü olmaya ilk adamı Yılmaz Erdoğan ile ortaklaşa oynadığı Bir Demet Tiyatro adlı komedi, güldürü tiyatro ile atmıştır.Demet Akbağ Geçen yıl yayınlanan istanbulun altınları dizisinde başrol oynamıştır.Demet Akbağ Ayrıca Ölümsüz Aşk dizisinde de rol almıştır.
Demet Akbağ Yılmaz Erdoğan ile sadece Bir Demet Tiyatro isimli tiyatroda çalışmamıştır,Bana Bir Şeyler Oluyor, Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü isimli oyunlarındada oynamıştır
Demet Akbağ’ın Aldığı Bazı Ödüller
-Magazin Gazetecileri Derneği – Komedi Sanatçısı Ödülü (1996) – Altın Kelebek – Yılın Komedi Sanatçısı (1997) – Magazin Gazetecileri Derneği – Komedi Sanatçısı Ödülü (1997) – Altın Kelebek – Yılın Komedi Sanatçısı (1998) -Antalya Altın Portakal – En İyi Kadın Oyuncu (2001) -Antalya Altın Portakal – En İyi yardımcı Kadın Oyuncu (1993) – Altın Kelebek – Yılın Komedi Sanatçısı (1996)
Kürt kökenli olan Ayşe Şasa, 1941 yılında İstanbul’da doğdu. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okudu, 1960 yılında mezun oldu. Robert Kolej’in İdari Bilimleri Bölümü’ne devam etti(1963-1965). 1963 yılından itibaren senaristlik yaptı. Bu yıllarda kendisini Marksist olarak tanımlıyordu. Kemal Tahir ile güçlü bir dostluk kurdu ve bu dostluğun onun üzerinden derin etkileri oldu. Son Kuşlar, Ah Güzel İstanbul, Utanç ve Gramofon Avrat gibi filmlere imza attı. 1993 yılında sinemayla ilgili Yeşilçam Günlüğü adlı denemeleri yayınlandı. Bu ana kadar başından 2 evlilik geçti. İkinci evliliğini Ünlü Yönetmen Atıf Yılmaz ile yaptı.
Aytaç Arman gerçek adı; Veysel İnce 22 Haziran 1949 Adana doğumlu. Sinema ve dizi oyuncusu.
Aytaç Arman, erkek sanat Enstitüsü’nü bitirdi. Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi’nde okurken; 1969’da Ekstra Ekspres gazetesinin açtığı şikeli artist yarışmasında (yarışmanın birincileri önceden belirlenmişti) erkek adaylar arasında 2. seçildi.
Aytaç Arman , 1971 yılında SES dergisinin açtığı ciddi Kapak Yıldızı Yarışması’nda, erkeklerde Tarık Akan’ın ardından 2. seçilerek sinema oyunculuğuna 2. derece rollerle başladı. Sinema oyuncusu hemşehrisi Yılmaz Güney’in “Baba” filminde oynayarak dikkat çekti.
Aytaç Arman , kısa sürede baş rol oyunculuğuna yükseldi. Sinemada ilk ödülünü 1981’de senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı “DÜŞMAN” adlı filmle SİYAD (Sinema Yazarları Derneği; En İyi Erkek Oyuncu) ödülü olarak aldı. Sinema kariyerinde, sıradan filmler yanında, dikkat çeken, festivallerde ödüller alan filmlerde rol aldı.
11. Antalya Altın Portakal Film Yarışması’nda 1974’te; Süreyya Duru’nun yönettiği, baş rollerin Perihan Savaş’la paylaştığı, Bekir Yıldız’ın öyküsünden sinemaya uyarlanan “BEDRANA” adlı film, “En iyi 2. Film” ödülü aldı. 1977 yılnda baş rolünü Semra Özdamar’la paylaştığı; Süreyya Duru’nun yönettiği “KARA ÇARŞAFLI GELİN” 14. Antalya Altın Portakal Film Yarışması’nda “En İyi Film” ödülü kazandı. 1988 Antalya Altın Portakal Film Yarışması’nda, baş rolünü oynadığı, Ömer Kavur’un “GECE YOLCULUĞU” filmi “En İyi Film” ödülünü alırken, Aytaç Arman da “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü aldı. Bunları, sinema kariyerinde aldığı diğer ödüller takip etti. İlerleyen yıllarda oyunculuğunu sinemanın yanında televizyon oyunculuğu ile sürdürdü.
Sultan Dizisi Yılmaz Hakkında Bilgi Orhan Şimşek Kimdir Kısaca
Sultan dizisinde Yılmaz karakteriyle Sultan’ıın kardeşi rolünde oynayan Orhan Şimşek daha öncede Genco dizisinde Ahmet karakteriyle izleyiciyle buluşmuştu.
Orhan Şimşek 1985 İstanbul doğumlu. Orhan Şimşek, tiyatroya 2000-2002 yıllarında Kadıköy Halk Eğitim Deneme Sahnesinde adım attı. Burada eğitim gördüğü süre içersinde birçok oyunda rol aldı. 2004-2005 yıllarında Müjdat Gezen sanat merkezinde eğitim gördü. Kandemir Konduğun yazdığı “İnsanlığın Lüzümu Yok” adlı oyunda oynadı. 2005 yılında Haliç üniversitesi Konservatuar Tiyatro Bölümüne girdi, şu an 3.sınıf öğrencisi. Okulla birlikte 2006 yılında Tobav Atölye Çalışmalarına katıldı burada; Murat Karasu, Sumru Yavrucuk, Uğur Polat, Emre Kınay, Hasan Şahintürkten eğtim aldı. Ayrıca 2005 yılından beri ikinci eğitim kapım dediği Haluk Bilginerin Tiyatrosu Oyun Atölyesinde çalışmaktadır.
Kimseye söyleme gidişini, ben söylemedim. Elimde senin siparişin olmayan torbalarla geliyorum eve.. Ağlaya ağlaya öpüyorum yattığın yastığı yorganı Sanki beni az önce yolcu etmişsin gibi çıkıyorum sokaklara.. Üst komşuya hava atarak, bi fiyaka bi görsen.. Ne garip bu insanlar! Bütün mahalle, hatta alttaki bakkal bile seni geçen kasım öldü sanıyor… Ne garip bu insanlar! Hala her sabah bana selam veriliyor.. Sanki yaşıyormuşum gibi.. Ceyhun YILMAZ
Herhangi bir geminin. Limandan ayrılmasına bile ağlar oldum… Sonra akşamların gelişi gündüzlerin vedası üzdü beni. ”Sayende yaşadığıma bile efkarlanıyorum”. Artık gerisini sen düşün. Sebepsiz hüzünlerdir benim kirpiklerim. İster istemez öpüp kaçarlar beni. Hiçbir şey olmamış gibi. Nasıl bir selamına mutlu oluyorsam…. Sensizliğimde bir yağmur damlası. Bazen kahrediyor beni. Genç ölücem belki… Belki yaşayanlar kendi nefeslerine bile, İnanamayacaklar öldüğümde. Elbette her veda gibi hüzünle uğurlanacağım.. Kimileri üzülecek kimilerinden fazla. Az yaşadı diyecekler benim için az yaşadı.. Ama Çok Sevmişti…
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa “özgür dağ havası koklamış insanların örselenmiş gururuna…” siz, boğdunuz hayatı savruldu aşkların külleri kalplerimizden o sevinçler göz kırparak geçtiler düşlerimizden!
bilinir, dışarıda zemheri vardır ama barış için, aşk için yine de her mevsim bahardır
aşklarımızın gözbebeğinde kıvılcım her mevsim bahardır yine de…
Baş eğmişken önünde altı asır her zorluk, Göçtü bir çınar gibi koca imparatorluk!.. Çatırdattı bu göçüş göklerini vatanın, Duyunca silkindi Türk narasını “Ata”nın!…
Haykırdı kadın, erkek: “İhtilâl var, ihtilâl”! Çiğnenemez yerlerde mübarek, şanlı hilâl… Alev alev bayrağım kızıllıklarda yandı, Bütün millet “Kemal”in etrafında toplandı!..
Dönünce yurt ananın gözleri bir pınara Can verdi ulu tanrım bu devrilen çınara!.. Saldı o yeniden kök, filiz, gövde, dal budak: Irkının şahlanışı ısırttı “Garb”a dudak!..
Çekince Mehmetçik’ler kılıçları kınından, Göl göl oldu her taraf korkak düşman kanından! Birleşti siperlerde gazilerle, şehitler, Yeni bir düzen verdi dünyaya koç yiğitler!..
Dile gelince otuz asırlık şanlı mazi, Türk’ün kara bahtını ağarttı “Büyük Gazi”!.. Son verip bu cenkte biz binbir kötü niyete, Kavuştuk sevgilimiz: İstiklâl, hürriyetle!..
Değildir zindan artık bize Anadolu’muz, Cumhuriyet nuruyla aydınlandı yolumuz!.. Onun kutsal sevgisi taşıyor içimizden, Gökler dolusu selâm, ölmez “Ata”ya bizden!..
Cemal Oğuz ÖCAL
BİZE SORARSANIZ ÇOCUKLAR
Bize sorarsanız çocuklar: Cumhuriyet ne demek; İşte bu bastığımız toprak, Ay-yıldızlı bayrak, Diye dalgalanırız çocuklar…
Bize sorarsanız çocuklar: Cumhuriyet ne demek; İşte bu okuyup yazdığımız Yazıdır dilimize uyan, Diye konuşuruz çocuklar…
Bize sorarsanız çocuklar: Cumhuriyet ne demek; İşte bu kılık kıyafet, Bütün uygar dünyanın Diye giyiniriz çocuklar…
Bize sorarsanız çocuklar: Cumhuriyet ne demek; İşte bu kadın-erkek eşitliği, Türk’ün benliğine yaraşır, Diye övünürüz çocuklar…
Bize sorarsanız çocuklar: Cumhuriyet ne demek; İşte bu millî egemenlik, Kendi kendimizi yönetmek, Diye güveniriz çocuklar…
Bize sorarsanız çocuklar: Cumhuriyet ne demek; İşte bu kalkınma yarışı, Çağdaş uygarlık seviyesi, Diye çalışırız çocuklar…
Bize sorarsanız çocuklar: Cumhuriyet ne demek; Türk milletinin temeli Atatürk inkılâpları, Diye savunuruz çocuklar…
Bize sorarsanız çocuklar: Cumhuriyet ne demek; İşte bu korkusuz yaşama, Karşılıklı sevgi saygı, Diye seviniriz çocuklar…
Bize sorarsanız çocuklar: Cumhuriyet ne demek; İşte bu okul ve eğitim, Size olan inancımız, Diye kazanırız çocuklar…
Bize sorarsanız çocuklar: Cumhuriyet ne demek; İşte bu kutlu gün Hepimize armağan Diye kavuşuruz çocuklar…
Atilla Yekta ÇIKAN Turgut Reis İlköğretim O. Öğretmeni/ANTALYA
Yılmaz Erdoğan Ankara Şiiri Ankara İle İlgili Şiir Yılmaz Erdoğan Ankara
Ankara
Ankara’ya öyle yakışırdı ki kar.. asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar… kimse keman çalmaz belki ama çok keman çalınsın balolarında diye yapılmış gri sisli binalar… alnının ortasında ciddi bir devlet asabiyeti. çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar, bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş! (biz bir şeyi delicesine severiz ama tanrım neyi?) kahve önü çatlak mozaik bel kemiğine tehdit kürsüler üstünde çok sigara içen öğrenciler bir daha asla yaşayamayacağı aşkları teğet geçerken hep onu sevmeyenleri severek hep onu sevenin gözlerinden kalabalıklara kaçarak karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara, yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını bir izmirli güzele dayatmak varken (hep kardeş olacak değiliz ya, yaşasın halkların sevgililiği!) soyut bir sevdaya beşik kertilmiş olan dağda çoban, şehirde şark çıbanı sayılan, fırat’ın büyük elleri ararat’ın kız yelleri cilo’nun derin nefesleri hülasa kente hukuk mukuk okun mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş anadolu çocukları, ankara’ ya öyle yakışırdı ki kar asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar (belki balkona kar seyretmeye çıkar diye sevdiğimiz kızlar çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman bu kar mevzuu kızlara yeterince ilginç gelmemiştir hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar hüzünlü gelmez insana ankara’da, yoksa bugün bir hayat yaşanmayacakmı duygusu çöker bütün bozkıra. Kimse keman çalmaz belki Belki bu fiim hiçbir zaman o kadar fiyakalı olmayacak ama Hiçbir lahmacunda o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin tadını vermeyecek bir daha Çok daha iyilerini yedim sonra bizzat Urfa’da hatta Ama hiçbirinde o kadar aç oturrnadım sofraya ankara’ya öyle yakışırdı ki kar çok yabancı bir soluk duyulur bazı bilinmez bir dilin ıslığından anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar öyle deme Ankara’yı sevmeyene bir zulümdür bu kadar insanın neden ankara’yı sevdiğini anlamadan ankara’da yaşamak yollarına hep sevdiğimiz insanların adlarını vermediler ama biz her duvara bilvesile onların adını yazarak yaşadık kül ve betondan mürekkep yaşadıkça yaşanılası gelen o tuhaf bozkır kokusunda. ankara’ya öyle yakışırdı ki kar. asfaltlar ışıldar… bir günden bir sürü gün yapan mesai saatlerinde hiçbir şey yapan hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan rakıyı bol sulu içen dokunmasın için deği! çabuk bitmesin diye devletimin tekel rakısı, hep kağıtlara bakarak, hep kağıtlardan bakarak hem neşet ertaş’ ı hem bülent ersoy’ u aynı anda sevmeyi başararak, karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı çok beğenmeyerek ama yine de bu tasarrufunu takdir ederek boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi yürüyen… memurlar……. ankara’ya öyle yakışırdı ki kar.. asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar… biz, şimdi kapalı birr kuruyemişçi dükkanının -ki bütün plan kar altında tuzsuz ay çekirdeği çitileyip yanı sıra bafra içmektir- kötü ışıklandırılmış vitrininden umutsuzca içeri bakan, kimliği gereğinden fazla sorgulanmış, merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş, -yani sistem kendi verdiği kimliği zırt pırt geri istemektedir- doğduğu yer yüzünden doğuştan kavgacı zannedilen ama pek çoğu kavgadan nefret eden kavgacı esmer cesur korkak çoğu kürt çoğu türk çocuklardık… ankara’ya öyle yakışırdı ki kar…. ha sonra belki ahmed arifin aklına hiçbir şairin aklına gelmeyecek -çünkü hiçkimse bir daha ankara’ yı O’nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir: kar altındadır varoşlar hasretim,nazlıdır ankara….. ustam yine sen bilirsin ama hangi aralıkta bir şair ölmüşse işte o,en netameli aydır bence. ankara’ya öyle yakışırdı ki kar… asfaltlar ışıldar… yalanlar… şimdi ve sonra ne zaman ankara’ya kar yağsa elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.