Posts Tagged ‘zaman’

En güzel zaman şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

En güzel zaman konulu şiirler
Zaman ile ilgili şiirler
En güzel zaman şiirleri, zaman şiirleri

Sensiz zamana inat senli düşler

Güne doğmamış düşlerle başlıyorum,senli zamanları umut ederek.
Sayıkladığım her kelimede senli harfler olan cümleler kurarak,
Geçen her zamana seni sığdırmak zor değil aslında,
Ama sensizliğe hasretini sığdırmak ağır geliyor.
Kaç aşk boyu geliyor ki zaman avuçlarımda ?
Kaç rüyaya seni sığdırıyorum uzayan gecelere inat.

Sensizliğime saklanıp sokulurken kuytuluklarıma,
Hayat çok ıssız geliyor yokluğunda.
Bahar düşüyor gözlerime,
Üşüyorum sensiz, sessiz gözyaşlarım ürpertiyor beni.
Kuytu köşelere sığınan sonbahar yaprakları düşüyor önüme.
Bir yanımda yenilenen umutlar,diğer yanımda hüzünler üşüşüyor.
Hayat yalınayak kalıyor bazen sensiz yollarda.

Yokluğunun hüküm sürdüğü gecelerin sabahında,
Sen daha gözlerini açmadan güne,
süren rüyalarının bir yerinden,aniden
Süzülüvereceğim rüyalarına…
Yokluğundan arta kalan ,yarına ait olan herşeyi
Yakacağım gözlerinde.
Senli zamana sımsıkı sarılacağım özlemle.

Senli düşler kurarken sensiz zamanlarda,
Gözlerine yakıştıramıyorum hiç bir rengi,
Hangi renk olsa ela gözlerin kadar yakmayacak beni.
Hangi sevda olsa,sancılara sokmayacak beni senin sevdan kadar.
İçim yanıyor bana her bakışında.
Alıp başını her gidişinde bir tek gözlerin kalıyor düşlerimde.
Sensiz zamana inat,senli düşler kuruyorum bitmeyen yokluğunda…

AYŞE ÇETİNER

Bi geLsen

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Zaman gözümde çoğalır
Gün kararır , güneş doğmaz ..
Zamanı sayarım geçmez ,
Sayılar birikir beynimde sonra ..
Bir hamlede çıkarır atarım
Zamansız kalırım..
Sessiz ve sensiz sonra ..

Hayalinle konuşurum ,
Dokunurum severim ..
Konuşurum gülerim..
Sonra o da kaybolur ..
Kırılırım..
Ağlarım..
İçimden yine intiharlar geçer
Uyurum..
Uyumak mı ?
Bu öyle zor ki !

Depremler diner bir an ..
Sakin ve sessiz resimlerine bakarım ..
Şarkılar geçer içimden ..
Acırım kendime..
Ne bitiğim bilsen , ne kırılmış , ne harabeyim ..

Bu şehre kızarım sonra ,
Yollara
Evlere
İnsanlara !
En çok da onlara kızarım ..

Sonra adındaki harfler oyalar dilimi ..
alır sinirimi ..
Sen gibi ..

Uzatmanın alemi yok aslında
Her gün özlüyorum ..
Her gün ölüyorum..

Bi gelsen geçer hepsi ..
Bi gelsen ..

Ellerinden belli olur bir kadın…Mona Roza..

Cuma, Haziran 22nd, 2012

MONNA ROSA Mona roza siyah güler ak güller Geyve’nin gülleri beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona roza siyah güller ak güller Ulur aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa Mona roza bu gün bende bir hal …var Yağmur iğri iğri düşer toprağa Ulur aya karşı kirli çakallar Açma pencereni perdelerini çek Mona roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla mona roza benbir deliyim Açma pencereni perdelerini çek Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığına Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi Seni hatırlatır her zaman bana Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur Bir mumun ardında bekleyen rüzgar Işıksız ruhumu sallarda durur Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ellerin ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi Ellerinden belli olur bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin ve parmakların Zaman nede çabuk geçiyor mona Saat on ikidir söndü lambalar Uyuda turnalar gelsin rüyana Bakma göğe tuhaf tuhaf bu kadar Zaman nede çabuk geçiyor mona Akşamları gelir incir kuşları Konarlar bahçemin incirlerine Kiminin rengi ak kiminin sarı Ah beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları Ki ben mona roza bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar su kenarında Kırgın kırgın bakma yüzüme roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım uymaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söyler Kırgın kırgın bakma yüzüme roza Artık inan bana muhacir kızı Dinle ve kabul et itirafımı Bir garip bir soğuk bir mavi sızı Alev alev sardı her yanımı Artık inan bana muhacir kızı Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Meyveler sabırla olgunlaşırmış Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Altın bilezikler o kokulu ten Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne Bir tüy ki can verir bir gülümsesen Bir tüy ki kapalı geceye güne Altın bilezikler o kokulu ten Mona roza siyah güler ak güller Geyve’nin gülleri beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona roza siyah güller ak güller MONNA ROSA niçin yazıldı? Belki de mahşeri kalabalığa okunan bu şiirin hangi hislerle yazıldığını tahmin bile edemezsiniz? Bilinen gerçekleri arda, arda sıralamak sizleri aydınlatabilir. Dilenirse şairimiz hakkında kısaca bilgi vererek konuya girmek istiyorum. Şöyle ki; şiirimizin yazarı Sezai Karakoç ilk, ortaokulu ve liseyi Diyarbakır, Gaziantep, K.Maraş’ta tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal bilimler fakültesini kazanır. Ve gider, gider ama başına geleceklerden veya başına getireceği olaylardan habersizdir. Neden sonra başlar okula dersler devam ederken şairimim gönlünü kaptırır bir muhacir kızına ve işte bütün mesele başlar, başlar ki ne başlar. Sonu olmayan bir başlangıçtır. Kısa bir süreden sonra dayanamaz ve kendini o kıza açmaya karar verir. Uzun bir tasavvurdan sonra İstediği gibi yapar ve gönlünde biriktirdiği aşkı artık kaldıramaz olmuştur.teklifine ret cevabı alma riski yüksek olduğu halde bırakır kendini uçsuz bir ummana.istediği cevabı alamamıştır,bu samimi Anadolu çocuğu kırılmıştır işte o an. Lakin bu kırgınlık uzun sürmez (çünkü uzunu daha başlamamıştır.) azimle tekrar deneyecektir.lakin istediği gibi hiç olmayacaktır.Ve bu hep böyle sürer gider. Ta ki gelir ,gelir ve bir yerde tıkanır işte bu tıkandığı yer 4. sınıf olur.ama o samimi delikanlı hiç pes etmemiştir.tam dört yıl hep istemiştir onu ,kendinden. Ama istediği hiç olmamıştır.belkide bir gün olacaktır.! Artık okul bitmek üzeredir.tam dört yıl geçmiştir .Geçmiştir ,ya delmişte geçmiştir kimi sineleri. Mezuniyet merasimi düzenlenmektedir Ankara üniversitesinde öğrenciler 4 yılın yorgunluğunu ,bitirmenin sevinciyle bu merasimde birleştirecektir.lakin birleştiremeyenlerde vardır o mahşeri kalabalıkta onlar gerçekle yapışmış yüreklerini koyacaklardır ortaya. İşte burada Sezai Karakoç onların hepsine tercüman olacaktır o mükemmel ve emsalsiz sevgisiyle . Bu program da Sezai Karakoç yazdığı şiiriyle yerini almıştır.ve de işte o beklenen an gelir çatar. O yılların gerçekleri bir şamar gibi patlar ortada ve sesi yankılanır Ankara sokaklarında. Sezai Karakoç anons edilir. Yazdığı şiiri okumak üzere. Ankara siyasalın önü ana baba günü gibidir herkes ordadır bütün hocalar öğrenciler ve hatta misafirler lebalep dolup taşmıştır.merasim alanı.Sezai Karakoç şöyle bir kalabalığa bakar o buğulu gözlerle ,gönlünde yer alamadığı insanı aramaktadır mahşeri kalabalık içinde ve şiirini okumaya başlar. Mona roza siyah güler ak güller Geyve’nin gülleri beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona roza siyah güller ak güller … Şiir bitene kadar kalabalıktan hiç ses gelmez olur, ta ki son kıtayı okuyana dek ve kalabalıkta müthiş bir uğultu patlar. Herkes bir birine bir şeyler sormaktadır ama sadece bilinen bir gerçek var ki herkes bu şiirden çok etkilenmiştir hele biri var ki gönlünde fırtınalar kopmuştur tam dört yıl sonra geçte olsa anlamıştır ve işte o uğultunun arasından bir kız öğrenci sıyrılır kürsüye yaklaşır dört yılı harabeden ve sonrasını da edecek olan kişidir O,O MUAZZEZ AKKAYA’ dır.Ağlayarak ve yalvarmalı bir sesiyle -ben seni kabul ediyorum der. Ama çok geçtir artık çünkü bu samimi genciz bu ağır aşka dayanacak takati kalmamıştır kürsüye dönerek -şimdi de ben kabul etmiyorum der ne derece yürekten gelerek söylediği tartışılır ama beklide bir intikamdır ,beklide ilk defa gururu aşkının önüne geçmiştir delikanlının Ve bir daha Muazzez Akaya’yı hiç kimse görmemiştir çünkü o ret cevabının ardında intihar etmiştir. ve karakoç da bu şiirin ikincisini yazar (YAZAR HALA HAYATTA VE BEKARDIR…) Ve Monna Rosa Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi. Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara: Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi. Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara, Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara… Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun. Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü; Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun. Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti: Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun, Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü… Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa; Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar. Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa, İçine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar. Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar. Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa. Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır Ve kediler her gece sürünür yastıklara. Denizleri bahtiyar eden günler kısalır; Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara, Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır. Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır. Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık! Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi. Sana da Monna Rosa, taş bebeği bıraktık. Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi. Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık; Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi… Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık! Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim; Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura. Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim, İtimat edeceğim şu belalı yağmura. Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim Asılmış bir adamın iki eli yağmura. Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim. Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye. Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni Katıvermek sessizce söylenen bir türküye. Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya, Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni. Sana tavuskuşunun içime girdiğini Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu, Bana da bir çift ak kanat kaldığını Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi. Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara: Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi. Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara, Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara… (1952, Kış, Yılbaşı Gecesi) Sezai Karakoç



sevgililer günü şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

sevgililer günü şiir,
Sevgililer gününe özel Şiirler,
14 Şubat sevgililer günü şiir,

BENİ UNUTMA

Bir gun gelirde unuturmus insan
En sevdigi hatiralari bile
Bari sen her gece yorgun sesiyle
Saat on ikiyi vurdugu zaman
Beni unutma
Cunku ben her gece o saatlerde
Seni yasar ve seni dusunurum
Hayal icinde perisan yururum
Sen de karanligin sustugu yerde
Beni unutma
O saatlerde serpilir gulusun
Bir avuc su gibi icime, ey yar
Senin de basinda o cilgin ruzgar
Deli deli esiverirse bir gun
Beni unutma
Ben ayagimda carik, elimde asa
Senin icin su yollara dusmusum
Senelerce sonra sana donusum
Bir mahser gunune de raslasa
Beni unutma
Hala duruyorsa yesil elbisen
Onbir gun benim icin giy
Saksidaki penbe karanfilde cig
Ve bahcende yorgun bir kus gorursen
Beni unutma
Buyuk acilara tutustugum gun
Cok uzaklarda da olsan yine gel
Bu olurcesine sevdigine gel
Ne olur Tanriya kavustugum gun
Beni unutma.

Ümit Yaşar Oğuzcan

ROMANS

Kök olsam
gövdem ol isterim seni
Bir göl olsam gümüşten
Yüce bir çam ol koru beni
Usul uçan kartal olsam
Sen, özlemli şarkım ol derim
Bir yolcuyum yeryüzünde
Hep gexerim izinde.

(Nicoloe Dragos)

İSTİYORUM GİDEYİM SEVDİĞİMLE

İstiyorum gideğim sevdiğimle.
İstiyorum boş vereyim sonu ne olacak.
İstiyorum düşünmeyeyim iyi mi kötü mü.
İstiyorum bilmeyeyim beni seviyor mu?
İstiyorum gideyim sevdiğimle.

(Bertold Brecht)

ADSIZ BİR ÇİÇEK

Rengini dunyaya ilk defa sunan
Adsiz bir cicek gibi parliyorsa gozlerim
Sevgilim
Bana ‘sen bir sairsin’ dedigin zaman.

Yalniz sana yaziyorum bu siiri
Istersen bir siir gibi okuma
Cunku her yil yeniden yazacagim onu
Sogukllar baslayince havalanip
Millerce yol katettikten sonra
Guneyi tadan bir kusun sevinciyle.

Ve yazmis olacagim bir de
Her donemde her cagda
Sevdanin kendine ozgu diliyle

Edip Cansever

Seviyorum Seni

Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan birşeyler gibi
Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi

Nazım Hikmet Ran

SEVİ

Çiçek değil bu sevi
Nasıl sunayım

Gözümün bakışından
Suların akışından
Kumrunun sekişinden

Anlamalısın

(Mehmed Kemal)

MESAJ

Ölebilirim genç yaşımda,
En güzel şiirlerimi götürebilirim.
Şimdi kavakyelleri esiyorken başımda,
Sevgilim,
Seni bir akşam üstü düşündürebilirim.

(Özdemir Asaf)

YALIN

Her seven
Sevilenin boy aynasıdır
Sevmek
Sevilenin o aynaya bakmasıdır.

Seni Düşünmek

Seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum

Nazım Hikmet Ran

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerin kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum

(Orhan Veli Kanık)

Eğer..

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Eğer
O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de

Can Yücel

Günaydın şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Günaydın konulu şiirler
Günaydın şiiri

Günaydın

GünaydınÇok uzaklarda düşler uyanır
Gece düşlere tutsak
Düşler sabaha düşman iken
Özleminde gecenin yeni bir gün başlar,
Bir örtü örtülür sessizce
Gizemli gerçeğine düşlerin
Bir çift göz açılınca sabaha
Günaydın olur..


Günaydın

Günaydin tavuklar, horozlar
Artik memnunum yaşamaktan
Sabah erkenden kalktigim zaman
Siz varsiniz;
Gündüz, işim var, arkadaşlarim,
Gece, yildizlar var, karim var,
Günaydin tavuklar, horozlar.

Necati Cumalı


Günaydın

Uyandıracağım seni,
Dudağımda adınla…
Buselerim teninde,
Binlerce “Günaydın!”la…

Bir kadını ağlatmak

Cuma, Haziran 22nd, 2012


Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya… En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!

İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra.

Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte.

Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli… Ve kadın ağlar; hem de çok!

Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü.

Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler.

İçlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.

Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.

Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı…

Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan…

İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.
Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar.

Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. E.. o zaman niye sarılsınlar ki!

Niye sarılalım ki!

Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.

Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.

Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.

Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.
O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!

Aziz Nesin

GÜlÜmse hayata…

Cuma, Haziran 22nd, 2012

GÜLÜMSE HAYATA…

Gözlerinin içi gülsün gülerken, bakışların pırıl pırıl olsun ve her
zaman nemli kalsın gözpınarların.

Kendini sevilebilecek bir insan
haline getirmeyi ve ondan sonrada kendini sevip kendine sarılmayı
unutma. Zamana güven.

Zamanın senin en büyük dostlarından bir…i
olduğunuda unutma.

Acılarının ve felaketlerinin ancak zamanın koynunda
uyuyabileceğini unutma.

Unutmaki başına gelenler günün birinde kişisel
tarihin ayrıntılarından biri olmaya mahkumdur.

Her çicek sevgilin olsun, her sevgilin ise bir çicek. Açık tut gönlünü tüm güzelliklere.

Yasalar, günahlar, yasaklar sen
olduğun için vardır.

Aydedenin
sihrini gönderdiği gecelerde uyuyarak çalma hayatından saatlerini.

Gecenin içinde yolculuğa çıkmayı unutma. İçinde hiç ölmeyecek bir
gençlik virüsü yarat ve kaç yaşında olursan ol,

her zaman 25 yaşında
kalman gerektiğini unutma.

Asla taviz verme, seni sen yapan
yanlarından. Onurlu bir yaşam sürebilmen için,şartlar ne olursa olsun
direnmeyi sakın unuma.

Kendine vuracağın her darbenin seni senden biraz
daha uzaklaştıracağını unutma.

Korkma mahallenin delisi
olmaktan,doğrucu davutlar ne kadar çoğalırsa mahallende, hayat mutlaka
daha iyiye gidecektir, unutma.

Hatanın affedilmeyecek olanından kaç,
ama hata yapmayayım diyede yakıp geçme yıllarını.

Unutmaki hiç hata
yapmayan bir insan yapabileceklerinin en iyisini yapamamış demektir
hayatta.

Korkma insanca korkularından. Ve korkunun kendisinden çok, onun beklentisinin daha korkutucu olduğunu unutma.

Bir anlamı olsun kendinle yaptığın kavgaların. Ve hep ileriye taşısın seni kavgada attığın her adım.

Açık
bırak pencereni ve sabah güneşinin rüzgarı önüne katarak perdelerle
yapacağı raksa dönük olsun bakışların.

Küçük mutlulukların görkemine
inandır kendini ve gülümse.

Umutların bitmesin asla ve umutların
bittiği yerin, hayatında bittiği yer olacağını asla unutma.

Ve şaire kulak ver:

SENDEN BİR TANE DAHA YOK BU DÜNYADA…
GÜLÜMSEMEYİ ASLA UNUTMA…

SEVGİYLE KALIN

Şiir ıhlamurlar çiçek açtığı zaman

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Şiir Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman

Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman
Bahattin Koç
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman

Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Bahattin KARAKOÇ

Çocuklara Kıymayın Efendiler..

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.

Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak bir testi gibi
ter damlalarıyla alnında…
barış budur işte.

Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman,
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek kanlarının,
barış budur işte.

Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencerden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ‘ışık! ışık! ‘ diye fısıldarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi gibi;
barış budur işte.

Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardısıra.
Ve sonunda hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağındaki acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.

Barış ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizelerinde şafağın.
Herkesin ‘kardeşim’ demesidir birbirine, ‘yarın yeni bir dünya kuracağız’ demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.

Ölüm çok az yer tuttuğu gün yüreklerde,
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların,
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın…
barış budur işte.

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış.
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
Tüm evren,
taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.

Barış budur işte…

Nazım Hikmet

Hiç bir..

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Hiç bir zaman olması gerektiği gibi değil; dedi insanlar.
Müziğin sesi, sözcüklerin yazılışı.
Hiç bir zaman olması gerektiği gibi değil, dedi,
bütün bize öğretilenler,
peşinden koştuğumuz aşklar,
öldüğümüz bütün ölümler,
yaşadığımız bütün hayatlar,

Hiç bir zaman olması gerektiği gibi değiller, yakın bile değiller.
Birbiri arkasında yaşadığımız bu hayatlar,
tarih olarak yığılmış, türlerin israfı,
ışığın ve yolun tıkanması,
olması gerektiği gibi değil,
hiç değil, dedi.

Bilmiyor muyum?
diye cevap verdim.
Uzaklaştım aynadan.
Sabahtı, öğlendi, akşamdı.

Hiçbir şey değişmiyordu.
Her şey yerli yerindeydi.
Bir şey patladı,
birşey kırıldı,
bir şey kaldı…

Bukowski

En güzel Babalar Günü Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Babalar Gününe özel en güzel şiirler, Babalar günü için şiirler

Baba
Sakın ha aldırma çileye derde,
Bunları çok çabuk aşarsın Baba
Ağzından kötüsöz çıkmaz biryerde
Sen hep şerefinle yaşarsın Baba.

Şefkatle kol kanat açarken bize,
Ciğerde hastalığa almışsın vize
Yer yoktur kalbinde karabir ize
Sen hep şerefinle yaşarsın Baba.

Bizim üstümüzde çoktur emeğin
Herkesede yeter aşın yemeğin
Söze hakkıyoktur birkaç ineğin
Sen hep şerefinle yaşarsın Baba.

Duygularım katkat kabardı yine,
Sanki Dev sokmuşlar küçük bir ine
Çoğu değişirken parayı Dine,
Sen hep şerefinle yaşarsın Baba.

Şu anda birdöksem gönül bendimi,
İnanki dolupta taşarsın Baba.
Şerefsizler bir b… sansın kendini,
Sen hep şerefinle yaşarsın BABA.

Durmuş Karakuş

Babalar Gününe

Yanağımda Kuruyan Bir Damlasın…
Geceden bir damla düşer gökyüzünden
Ve takılı kalır kirpiklerimde
İki kişi sedanın derinliğinde
Terennümde…

Birler bir’i bilebilirler mi? ..
Şimdilerde zaman uğultu renginde
Eriyip gidiyor tuval denen hüzünlerden
Ellerim yok ki tutayım
Yetmezmiş gibi
Yarenidir zamanın gözyaşım
Ardında ki ellerde özlem dolu kovayım
Döküyorlar zamanın peşinden geri gelsin diye..
Yada bilmem niye.

Onlar O’nu Görebilirler mi? ..
İç profilimin saman renkli duvarlarında
Özlemlerimin elinde bir fırça
Boyadıkça boyuyor, çizdikçe çiziyor
Ardında ne var ne yok demeden
Çizdiği yere göçüp gidiyor
Çizgi ötesini görmeden
Neyin ne olduğunu bilmeden.
Orada O var ya!

Yüzler Yüz’ü Tanıyabilirler mi? ..
Yalnızlar içinde bile yalnızken
“Şahadet parmağımı” kaldırıyorum
-Ben yalnızım ben yalnızım
Üşüyor parmağım sonsuzluğu delerken
Kimseler duymuyor Ondan başka
Yalnızlık ağlarken, vakit değimliydi çok erken
Ah! çok erken çok erken…
Avuçlarımda zaman boğulurken.
Sınıf Çok kalabalık
Yine ben çok yalnızım…

Zaman derken …sonra eklerdin
Ah aman! Çok yaman.
Aklımda kalmış, Kızılırmağın kıyısındaki taş ocağı
Kimbilir nasıl vuruyordun
hınçla toprağın bağrına kazmayı
Sonra yine ekliyordun,
Oğlum! Nefsin tanımamalı “azmayı”
Hani bir bisikletin varmış
Sonra askere gitmişsin,
babandan harçlık istemişsin
Baban, yani cicibıyığın Yusuf
Satmış bisikletini yollamış harçlığını.
Sende, askerden gelecende, velesbitine bineceksin…
Bilirim, en çok bir anana yangındın. Bir de avradına
Yani anama…
Helal sana. Harama uşkur yok…

Bilirsin senin gibiydim bende
Yani sen öyle derdin…
En Çok Z_amansız ayrılıklardan nefret ederdik
Sadece ikimiz, ne kızın ne karın
Ne çocuğun, nede oğulun!
Hep şuna kızdık ikimiz
Ardına dönmeden, gidiyorum bile demeden
Çekip gitimelere! Ah gitmelere
Suçluymuşum gibi neden bakıyorsun ki!
Bırakıp giden benmiyim sanki..
Giderken bıraktığın Gözlerin, halâ Gözlerimde saklı…

Orkun Işık

Babama

Sana, çiçekler getirdim baba,
Sana, torunlarından sevgiler
İğde kokularını getirdim sana,
Hanımeli ballarını…
İyot kokusunu Ege’nin..
Toprağın kokusunu örtmek için,
Bebek kokusu getirdim sana.

Bak üçüncü pazarı geliyor Haziranın,
Ezgisi yanık türküler getirdim sana
Yılların söndüremediği
Yangın alanı yürekte,
Özlemlerimi getirdim sana.
Toprağın karanlığını kaybetmek için,
Sevginin ışığını getirdim sana.

Babam, yarım kalmış bir öykünün
Hazan yapraklarını getirdim sana
Bugün hergün gibi senin günün
Bugün hergün gibi senin özlemin
Babalar günün kutlu olsun.

Uyan Baba

Hadi uyan baba…
Sabah olmadan çık balığa
Oltan hasret kaldı sana
Çaparin paslanacak dura dura
Hem tam balığa çıkılacak hava
Hadi uyan baba!

Hadi uyan baba…
Tıraş takımların banyoda
Aynanın önünde durmakta
Hepsi bıraktığın yerde
Uzamıştır sakalların tıraş olsana
Hadi uyan baba!

Hadi uyan baba…
Bak palton eskidi dolapta
Güz geldi geçti,kış kapıda
Paltonu giy baba,hastalanma
Bu soğuk havada,ayazda
Hadi uyan baba!

Hadi baba uyansana…
Uyansana baba!
Üzerinde yeşiller var
Sen yeşili sevmezsin ki baba
Baba?
Sıkılırsın orada
O daracık dört duvar arasında
Baba hadi uyansana
Uyan baba uyansana
Uyansana…

Şehnaz Baykuş

Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim

Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim

Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici – hep , hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a
Bi helallaşmak ister elbet , diğ’mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim

CAN YÜCEL

Tut Yüreğimden Ustam ..

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Ustam!
Aklım firarda.
Gözbebeklerimde müebbet hüzün,
Dilimde ay kesiği bir yara,
Düşüm kırık dökük,
Umudumun boynu bükük,
Bir öksüzün omuzlarında sukut.
Yüreğim sana emanet sıkı tut.
Tut ki; kancık pusulara düşmesin.
Bir hain kurşunu gelip deşmesin.

Ustam,
Ne zaman o senin bildiğin zaman,
Ne sevda gördüğün masallardaki.
Eskiden,
Halı tezgahında dokunurdu aşklar,
Nakış nakış, körpe kız ellerinde.
Mendillere yazılırdı isimler,
Yüreklere kazılırdı gizlice.
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar, kavgalar iki kişilik.
Oysa şimdi;
Çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde.
Meşru sevdalardan,
Gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara,
Günahkar gecelerden.

Beni herkes sevdaya asi sanır,
Oysa aşk, beni nerde görse tanır,
Hasret tanır,
Zulüm tanır,
Ölüm tanır,
Yüzüm yüzümden utanır.

Yorgunum ustam;
Ne katıksız somun isterim senden,
Ne bir tas su,
Ne taş yastıkta bir gece uykusu.
Var gücünle asıl sükunetime,
Çığlığım kopsun,
Uzat ellerini güneşe dokun,
Uyandır uykusundan,
Tut yüreğimden ustam tut,
Tut beni, sür güne

Müthişşşş yaaaaaaa
SERKAN UÇAR

İlhan Selçuk Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Seni Düşünmek
Bir gün daha sensiz seni düşünmekle geçti buralarda
Bu özlem ne kötü bir şey,
Sesini duyup seni görememek,
Sesini duyup elini tutamamak,
Ne kadar acı bir şey
Ama bir avuntum var en azından
O da senin her zaman yanımda olduğunu hissetmek
Neden, ne için bilmiyorum ama
Seni daima özlüyorum
Sevgi de zaten uzakta olduğun zaman
Sürekli özlem içinde olmak değil midir?
Olsun senin hayalini kurup,
Seni düşünmek bile beni başka dünyalara götürmeye yetiyor zaten
Ama sana kavuşacağım günü iple çekiyorum
Şunu daima bilesin ki seni her zaman deliler gibi seveceğim


Bahar Yağmuru

Kırk ikindi yağmurları sonrası,
Açan bir güneş gibi içime doğdun,
Benim için bir gökkuşağı oldun,
Umut oldun,
Hayat oldun,
Seni sordum göklere seni sordum yağan yağmura,
Seni seviyor dediler,
Birlikte bir ömür geçir dediler,
Sakın ama sakın yitirme dediler,
Ne kadar güzel söylediler,
Artık benimle en güzel sevgiler.

Gözlerimden Çok Yaramı Sevdim…

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri… Yeryüzüne gönül indiremez onlar… Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar…Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez…Gönüllü sürgündür onlar…Gizliden gizliye hissederler bunu…Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere…Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir…Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri…Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını…
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden…Yorulur kendisini anlatamamaktan…Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir…Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır…O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır…İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır…İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer…Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık…Kaybolmuşluğa çok yakındır…Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır…Daha az acı çekiyordur artık…Ama daha mutsuzdur eskisinden….Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden…
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü…Kaybolmuşluğa yakındım…İçimdeki acı hızla eksiliyordu…Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi…Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi…Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi…Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı…
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil….Gerçekten değil…Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor….Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor…
Konuşmaya susamıştık…Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye…Oysa böyle bir şey yoktu…Hep buradaydık…Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde…O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde…Hep o soluksuz kaldığımız yerde…Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde…
Belki aynı gece,belki yıllar boyunca konuştuğumuz yerden bana geldik…susuz ve yorgun…Yaşamaya köpekler gibi aç,ama ölüme dünden razı…
Bana geldik…Belki içimizdeki acıyı avutur,koptuğumuz ışığı ikna eder,biraz olsun hiç yaşamamış,hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar,içimizden bir ömür çalar,yitirdiğimiz ve anlayamadığımız ne varsa uzakta bırakır,buradan,bu hayattan yolumuza devam ederiz,sanmaya geldik…
İçtik,şımardık,ağladık,hayatı özledik,çığlık attık;ardımızda bıraktığımız ve bir kez olsun sahiden dönüp bakmadığımız onca kırıl kalp,onca vazgeçiş,onca erteleyiş,onca unutuş bir gecede bağışlanır sandık…
Ama olmadı…Bunu ilk ve son kez sevişirken anladık…Birbirimizin çıplak bedenlerine dokunduğumuzda…Aynı anda,belki de peş peşe,derinden,çok derinden öksüz kalan bir çocuk gibi kesik kesik ağlamaya başladık…Engel olmaya çalışsak da,yine de kahredici bir hoşluğu vardı bu ağlayışın içimizde…Bu hayatta sevgili olarak birlikte gidecek bir yerimiz yoktu…Geçmişimiz bizi geri çağırıyordu…Gidecek bir yerimiz yoktu,ama kaybolmamıştık…Bu yüzden kahredici bir boşluğu vardı göz yaşlarımızın…
Sonra sabah oldu…Sonra acı ve özlemin yerini utangaç bir boşluk aldı…Bütün o eksik hazların yerini derin bir suçluluk duygusu aldı…
Sonra o gitti,yaramda hiç unutamayacağım bir ürperti bırakarak gitti…Yaram ki,kimse onun kadar beni anlayamaz,yaram ki onun kadar kimse beni sevemez…Gözlerimden çok içimdeki yaramı sevdim ben…Çünkü ondan başka kimse bana beni gösteremedi…Herkese,ama herkese yalan söyledim,ama bir tek o biliyordu hepsini…Bir tek o gördü beni kendimi aldatırken…Onu unutmaya çok çalıştım…Yok saymaya…Hayat diye içine girmediğim akvaryum kalmadı…Her mevsim mutluluk modaydı…O akvaryumların içinde mutluymuşum gibi yaptım…Yaramı unutup herkes ne yapıyorsa onu yapmaya çalıştım…Akvaryumun içinde,herkes gibi camların dışında bir yeri özledim…Bana ait olmayan bir hayatta,hiçbir ortak yanım olmayan insanlarla akvaryumun dışını özledim…Yaramı unutup,neyi özlediklerini bilmeyen insanların özleyişlerini sevdim…Bilmiyorum,belki bunu da kendi yaramı unutmak içim yaptım hep…Anladım ki,nereye gitsem sonunda yarama dönüyorum…Ne yapsam,ne etsem döndüğüm tek yer yine o eski kalbim…Bütün o oyunlardan bana kalan o eski yadigar…Ne kadar sevse de insan,tükenip,yorulduğu bir saat var…Herkesin bencil bir ömrü var…İşte en çok o zaman hatırlarım o eski kalbimi,onca insana kendimden öç alırcasına dağıttığım kalbimi,çok sevdiğim bir yabancı gibi hatırlarım…Mahcup bir özlemle çağırırım onu dağıttığım yerlerden;hayatlardan,yorgun ve bencil sevgilerden… Utanarak…Sanki kendi kalbimi geri çağırmak bir suçmuş gibi çağırırım…Güzellik ve soyluluk saklıdır o kalpte…Kalbimdeki kimsesiz kalmış güzelliğe ve soyluluğa vurgunumdur ben…Onu her arzulayışımda karşıma Tanrı çıkar…Beni böyle eksik,böyle yarım,böyle susuz,böyle bir başına O bırakmıştır…Tanrı vardır ve benim bu sonsuz susuzluğum ondandır…
Bu susuzluğu hissettiğim andan beridir hayattan korkmamayı öğrendim…Kime dokunsam Tanrı’ya sonsuz bir yakarış;kime dokunsam o büyük kopuşun sancısıydı;kime dokunsam kendimdeki ilk ağrıya dokunuş gibiydi…Kime dokunsam eksik,ve yanlış bir Tanrı’ya dokunmak gibiydi…
Tanrı’yı unutmak,içimdeki aşkı unutmak gibidir bazen…Böyle zamanlarda kalkıp giden her şeyin peşine takılırım…Bütün zamanların,bütün trenlerin,bütün vaatlerin ve hızların arkasından giderim…Farklı olmak adına,kendim olmak adına,herkes gibi olmak adına koşarım giden her şeyin ardından…İçimdeki Tanrı’yı,içimdeki aşkı soluksuz,kimsesiz bırakarak koşarak giderim her şeyin ardından…Kendimi hatırlamamak için her anımı,her dakikamı tıka basa bu hayatla doldururum…içimdeki aşkı,içimdeki susuzluğu unutabilmek için bir projeye,bir yaz boz tahtasına dönüştürürüm kendimi…Her yerde ve herkesle olmak için kendimi boşlukta bir yerde yeniden yaratmaya çalışırım…Herkesle ve her yerde olmak için,beni her yere bir an önce yetişmek için,kendime bana ait olmayan bir kalp,bir yüz alıp kimsenin bilmediği,uğramadığı bir boşluğa yerleşirim…Herkes ve her şey olmaz için,beni çağırdıkları her yerde olmak için bu boşlukta yaşadım kimsesiz,bu boşlukta yüzüme çarpan kapılar,bu boşlukta hızlandıkça geciktiğim,bu boşlukta çırpındıkça yitirdiğim her şey bana aşksız geçen yıllarımı hatırlatır…Bana Tanrı’sız ömrümü,yüzümden yoksun geçen anlarımı hatırlatır…Böyle zamanlarda defalarca çiğneyip geçerim kendimi…Verdiğim sözleri,ettiğim yeminleri…Atarım kendimi herkesin ortasına…Gizlerimi atarım hoyrat gözlerin önüne…Önce ben başlarım kendimi yağmalamaya…O güvenmediğim hayatı ve zamanı yanıma alarak gizlediğim ne varsa ortaya dökerek…Öç alırcasına kendimden…Dökerim her şeyi ortaya…Herkesin kendinden kurtulmak için kışkırttığı yurtsuz ve kimsesiz bir gece için…
Böylesi gecelerde herkes o eski yarasına haksızlık etmiştir;böylesi gecelerin sabahında herkes ezbere ve çabuk çabuk konuşur ve kimse kimsenin gözlerine korkusuzca bakmaz…Herkes bir an önce,eksik ve yanlış da olsa bir gece önceki ömrüne dönmek ister…Herkes susuz bıraktığı o eski kalbine dönmek ister…
Bunları bilince,bunları hissederek yaşayınca kimseye kızamıyor insan…Öfke dönüp dolaşıp geliyor yine içte patlıyor…İçimde patlıyor…Çünkü kime kızıp,kimi lanetlesem en sonunda onu içimde buluyorum…Suçladığım herkeste biraz ben varım…Kimi yargılasam elimde kanı var…Kime bağlansam onda haksızlık ettiğim ömrüm ,susuz bıraktığım Tanrı’m var…Kime koşup sarılsam onda kolları bağlı erdemim var…Başkalarını yargıladıkça kendini tutsak eden,başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var…Oysa ne yapsam o yurtsuz gecem,susuz bıraktığım aşkım beni hiç unutmaz…Sorar hesabını…Defalarca gidip gelerek ömrümden,kimlerdi,diye sorar o kanayan yüz bana,kimdi bütün gece onda yargıladıkların…İtildiğim ve sığındığım yüzümden tek bir yanıt çıkar,tek bir ses…O ses der ki,bütün gece yargıladıkların aslında sensin…Bilirsin ki o ıssız gecede bunu sana söyleyen senin sesindir…Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur…İçinde soluksuz bıraktığın Tanrı’nın sesi,içinde öyle kimsesiz,öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir…Ne olur sus ve öfkelenme der bu ses bana…Boyun eğ bu sese…Kabullen onu…Bir kez olsun kendi sesinin önünde eğil der…Bir kez olsun kulak ver ona…Kulak ver ona,onun neleri yitirdiğini,neleri sonsuza dek kaybettiğini bir kez olsun anların ağzından duy…Yüzünden akan kanı bir kez olsun öp…Sadece gözyaşı değil onlar…Dokun onlara,dokun kendi kanına,yitirdiğin ve özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın…Orada bütün yargıladıkların var…Orada reddettiğin bütün ömrün var…Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa,hepsi kanında saklı…Seni terk edip ihmal edenler,seni bir türlü anlamak istemeyenler,seni yargılayıp dışarıda bırakanlar orada…Orada,seni deliler gibi sevenler ve senin içine bir türlü giremeyenler…Ne olur bir kes olsun onca insana dağıttığın kendini geriye çağır…Ne olur bir kez olsun anla,ömründen daha uzağa gidemezsin…Onca yıl susuz bıraktığın Tanrı’ndan daha uzağa gidemezsin…Ne olur anla,onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin…Ne olur bir kez olsun anla,yarını yok sayarak hiçbir yere gidemezsin…
Yaşamak ne ki,hem kendini,hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil?..Yaşamak yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?Yaşamak her gittiğin yerde bıraktığın yüzleri kanayarak özlemek değil mi?..
Yaşamak,içindeki o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini bu hayatta aramak değil mi?..
Bu hayatın ne yengisi,ne yenilgisi teselli etti beni…Ne zaman kazandım,ne zaman,artık kurtuldum,desem,daha derin bir boşluk açıldı önüme…Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola,kazandıkça kaybettim,yükseldikçe alçaldım…Ne aklımdan kurtuldum,ne delirdim…
İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmıştı ki,ne zaman aşkın bir güzellik görsem ertelediğim hayatım gelirdi aklıma…İçimdeki erdemi suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü…
Çünkü ne zaman yasadışı bir gece yaşasam anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden…
Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam;çok uzaktan,çok eski bir duygu bana rağmen,bana inat yanımdan geçip giderdi…Kimi sevsem hiç olmadığı kadar yalnızlaşırdı…Kimi sevsem bütün o yanlış hayatım gizlendiği yerden çıkıp gelirdi…Kimi anlamaya çalışsam hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme…Kime elimi uzatsam o unutulmuş ömrümle karşılaşırdım…
Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim…Kime sarılsam verip de tutamadığım sözler çıkardı karşıma…
İnsan her sabah doğan güneşten utanır…İnsan er ya da geç gelen mevsimlerden utanır…
İnsan onca yıl susuz bıraktığı Tanrı’sından utanır…
İnsan bunca işarete,bunca özleme rağmen bir türlü gidemediği yerden utanır…
İnsan yalan bir hayattan onca yıl bir kurtuluş beklediğine utanır…

Cezmi Ersöz

Gülümser ; Yunus YAŞAR

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Yanı başlı bir sevda
Kuşkulu bir bekleyişle hükümlü
Gel desen bütün korkunç yargılar susacak
Katmerli günahlarda ezilecek zaman
Gel desen
Aşk anımsanmaz oysa
Yaşanır tıpkı şiirler gibi
Hep sen yüklü bir şarkı çalar kapımı ıslak akşamlarda
Kıskaç kıskaç daralır boğazımda gir diyemem
Yatılı bir yokluğun kalır içimde
Buruk ve sancılı
Sabah sabah sana bir şey söyleyeyimmi
Ben,ben oldum olası bir seni sevdim
Karaçam gözlerinin iz düşümü tam ortasında yüreğimin
Sevgilerim büyük olurdu
Evreni sığmazdı hasretliğim
Gel dinle beni
Ayrılığa yumukla yakınlaş biraz
Bir ilkindi sofrası dudaklarım sana kurudu
Tüm yargıları unut
Gel vede parçala yalnızlığı

Yoksa yoksa gelme dicem
Hep aynalarda kal dicem gülümser
Tutki usuma perçinlemişim seni
En ağır sevgilerle
Bakışların gözlerime günışığı neylersin
Bir şiirsin dilimde söküp atamadığım
En unuttuğum anda bile alıp başıma kaçışım sana
Kınadılar beni,kınadılar beni
Küfr etti anam doğurduğuna küfr etti

Yoksa yoksa gelme dicem
Hep böyle aynalarda kal dicem gülümser
Tutki otuz tonluk kantarlar tartmıyorlar yalnızlığımı
En sevdiğim antalyaya tokatlıyor ağıtları poyratça
Piri reis vapuruna yüklendi bu akşam liman dolusu umutlarım
Mersin açıklarında olacak sabaha
Seni arıyacak ve ben otel bonjurda gözlerini desenliycem duvarlara
Bakışlarında bir ikinci baharı yazacak takvimler
Yüreğimde, yüreğimde öyle büyüdükü hasretin ağrı dağı kadar

Öyle deme yar unutmak ne mümkün
Gözleri bağlı dolap atları gibi döndü durdu yokluğun
Dur diyen yok bilen yok gitti gelmez trenlerindeydi yetişini
Ogün bugündür küstümdü sokaklara kala kaldım kan bulanmış kuytularda
Yalnızlıklar bana ben sana aşina
Bir türlü alışamadım yok oluşuna

Haberin ola haberin ola
Beklentiler bulvarında sana deyin ne varsa silip süpürdü zaman
Bir bostan korkuluğu bedenim kaldı yitiversen devrilir
Bu yirminci şiir serkin tahta tabaklara işlemişim
Süzme balı dudaklarından taşan tüm anaçutkuları
Konya kaşıklarında asılı adı konmamaış sevdaların yaşmağa
Tüm güneyim tanığımdır
On şiir yazsam dokuzu seni anlatır

Kim ne derse desin
Adresimdir yüreğin
Herkes bilsin istiyorum
Sevmenin böylesini
Yoksa yoksa gelme dicem
Hep böyle kal dicem aynalarda gülümser
Tutki yüreğimi zor zapediyorum yokluğunda
Ellerine kavuşmasam bir bıçak kesimi kalıyorum zamanla
Bazen gelirsin düşlerime
Aynalara düşerdi güzelliğin safinaz
Bütün günahlarını kabulleniyorum Uzaktanda olsa
Gül biraz, gül biraz

Yar Olamadin ; Cemal SAFİ

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Vurduğun her yerden gül biter sanma!
Sen beni ilk defa yaralamadın
Ben sana kul köle olurdum amma
Sen bana bir günlük yar olamadın

Bu kadar yüklenmek var mı susana
Yerimde olup da çıldırmasana
Ben gönül köşkümü açtım da sana
Sen sokak kapını aralamadın

Hançerle mavzerle yıkılmazdım da
Süründüm aklımı senle bozdum da
Ben sana yüzlerce roman yazdım da
Sen bana bir satır karalamadın

Onbinde bir kula kısmet olsam da
Kadrimi bilmedin nimet olsam da
Ben senin bağına rahmet olsam da
Sen benim dağıma kar olamadın

Kalplere şifalar sunan meyvaydım
Her keyfe kedere derde devaydım
Ben senin bahtına gülen ayvaydım
Sen bana ağlayan nar olamadın

Yıllara maloldu gözümden düşmen
Ey şimdi aynayla kavgalı düşman
Her zaman mahçupsan her zaman pişman
Sen kendi kendine yar olamadın

Sensizliğe Sessizce Katlanırım

Cuma, Haziran 22nd, 2012

bir mechullerdeyim şimdi
nerden estiğini bilmediğim bir rüzgar
Sessizce penceremden girdi

ayrılık ayrılık sanki alıp verdiğim nefesimdi
donup kaldım içim buz gibi
şimdi sensizim bu hayatım münzevi
sevgimi kalbimi ciğerimi
jilet gibi kesipte gecti

ayrılık karanlık bir oda gibi
yazıp çizersin ama söyleyemezsin
nerde nasıl durduğunu bilemezsin
hissedersin belki ama gitmiştir
gittiğini göremezsin

ağlıyorsun geceleri
hani kuru yapraklara yazmıştın o günleri
sonbahar da dökülüp gitsin
bak sonbahar gelmeden bitti
adını koyamadığın yalnızlığın
adını koyamadığın karanlığın
adını koyamadığın rüzgarın
anılarını acılarını sildi geçti

peki unutabildin mi
sen başka gözler de aşkını görebildin mi
bak bak ben seni yazıyorum
ne cok zaman geçmiş
saatler sana durmuş

bak yine o şarkı
ben seni unutamadım ki
ben senden ayrılamadım ki
yıllar yıllar neleri götürdü özünden
hatırladın demi
peki beraber söylenen bu şarkı ne oldu şimdi
sözler sözler şimdi ağır mı geldi

bak şimdi ayrılık vakti
odamı aydınlatan yıldızlarım unuttu seni
senden kalan ne varsa sildim geçtim
sanki titretiyor kalbimi
acılarım ,kapandı artık sana olan tüm sayfalarım
severek ayırdın sol yanımı

(Ayna) Lar göstermiyor gerçekleri
bitmez demiştik bak gör nasıl da bitti
sol yanım sanki acıyor gibi ama gittin ya
dayanırım dayanırım
Sensizliğe Sessizce Katlanırım

Ankara Şiiri Yılmaz Erdoğan

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Yılmaz Erdoğan Ankara Şiiri
Ankara İle İlgili Şiir
Yılmaz Erdoğan Ankara

Ankara

Ankara’ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar…
kimse keman çalmaz belki ama
çok keman çalınsın balolarında
diye yapılmış
gri sisli binalar…
alnının ortasında
ciddi bir devlet asabiyeti.
çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek
bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
(biz bir şeyi delicesine severiz
ama tanrım neyi?)
kahve önü çatlak mozaik
bel kemiğine tehdit
kürsüler üstünde
çok sigara içen
öğrenciler
bir daha asla yaşayamayacağı
aşkları teğet geçerken
hep onu sevmeyenleri severek
hep onu sevenin gözlerinden
kalabalıklara kaçarak
karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
bir izmirli güzele dayatmak varken
(hep kardeş olacak değiliz ya,
yaşasın halkların sevgililiği!)
soyut bir sevdaya
beşik kertilmiş olan
dağda çoban,
şehirde şark çıbanı sayılan,
fırat’ın büyük elleri
ararat’ın kız yelleri
cilo’nun derin nefesleri
hülasa kente hukuk mukuk okun
mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş
anadolu çocukları, ankara’ ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar
(belki balkona kar seyretmeye çıkar diye
sevdiğimiz kızlar
çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman
bu kar mevzuu
kızlara yeterince ilginç gelmemiştir
hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez insana
ankara’da,
yoksa bugün bir hayat
yaşanmayacakmı duygusu çöker bütün bozkıra.
Kimse keman çalmaz belki
Belki bu fiim hiçbir zaman
o kadar fiyakalı olmayacak ama
Hiçbir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
Çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat Urfa’da hatta
Ama hiçbirinde
o kadar aç oturrnadım sofraya
ankara’ya
öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı bir soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar
öyle deme
Ankara’yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden ankara’yı sevdiğini anlamadan
ankara’da yaşamak
yollarına hep sevdiğimiz insanların
adlarını vermediler ama biz her duvara
bilvesile onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar.
asfaltlar ışıldar…
bir günden bir sürü gün yapan
mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
rakıyı bol sulu içen
dokunmasın için deği!
çabuk bitmesin diye devletimin tekel rakısı,
hep kağıtlara bakarak,
hep kağıtlardan bakarak
hem neşet ertaş’ ı hem bülent ersoy’ u
aynı anda sevmeyi başararak,
karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
çok beğenmeyerek ama
yine de bu tasarrufunu takdir ederek
boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
yürüyen…
memurlar…….
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar…
biz, şimdi kapalı birr kuruyemişçi
dükkanının -ki bütün plan kar altında
tuzsuz ay çekirdeği çitileyip
yanı sıra bafra içmektir-
kötü ışıklandırılmış vitrininden
umutsuzca içeri bakan,
kimliği gereğinden fazla sorgulanmış,
merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş,
-yani sistem kendi verdiği kimliği
zırt pırt geri istemektedir-
doğduğu yer yüzünden
doğuştan kavgacı zannedilen ama
pek çoğu kavgadan nefret eden
kavgacı esmer cesur korkak
çoğu kürt çoğu türk çocuklardık…
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar….
ha sonra belki ahmed arifin aklına
hiçbir şairin aklına gelmeyecek
-çünkü hiçkimse bir daha ankara’ yı
O’nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir:
kar altındadır varoşlar
hasretim,nazlıdır ankara…..
ustam yine sen bilirsin ama
hangi aralıkta bir şair ölmüşse
işte o,en netameli aydır bence.
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar…
asfaltlar ışıldar…
yalanlar…
şimdi ve sonra ne zaman ankara’ya kar yağsa
elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.

Dost dedİĞİn

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Dost dediğin
Dostun yüreğinden geçeni bilmeli
Dost dediğin
Dostunu karşılıksız sevmeli
Dost dediğin
Verecekse almadan vermeli
Dost dediğin
Yüreği kan ağlarken, dost için gülmeli
Dost dediğin
Kara toprak gibi sadık kalabilmeli
Dost dediğin
Sığınacak yerin yoksa kucağını açabilmeli
Dost dediğin
Güne sıcak bir güneş olup doğabilmeli
Dost dediğin
Geceye parlayan yıldız olabilmeli
Dost dediğin
Sırtını yasladığın asırlık bir çınar
Dost dediğin
Gerektiğinde bir kalkan olabilmeli
Dost dediğin
Kahpe kurşuna göğsünü siper yapabilmeli
Dost dediğin
Velhasıl dost olduğunu bilmeli
Dost dediğin
İki yüreği bir beden sayabilmeli
Ben herkese dost demem
Benim dostum
Yüreğimin sesini uzaklardan duyabilmeli
Dost o zaman dosttur
Dost dediğin
Bir batında doğan kardeş bile olabilmeli