Maurice RAVEL

Aynı devirde bu garip dünyaya gelmiş büyük müzisyenlerin ve hatta diğer büyük şahsiyetlerin doğum yıllarını bir kağıda yazarsak, ortaya garip olduğu kadar da, faydalı bir şey meydana gelir ve nesillerin tabi olduğu tabiat kanunu dikkate değer birçok rabıtalar gösterir. Birbirine zıt görünen şahsiyetler hakkında bile böyle rabıtalar tespit edilebilir. Bu bize birçok kalın kitaplardan daha fazla şeyler anlatabilir.

Böyle bir denemenin neticesi mesela, geçen asrın sonlarına doğru lirik ifadenin en büyük temsilcisi olan Hugo Wolf’un Gustav Mahler ile aynı yılda doğduğunu, Busoni’nin Debussy, Strauss ve Sibelius’dan biraz daha genç ve Pfitzner’den biraz daha yaşlı olduğunu, Ravel’in ise Williams, Reger, Schönberg ve Skrjabin’in nesline mensup bulunduğunu gösterebilir. Esrarlı görünen bu münasebetler üzerinde durarak her devirde tekerrür eden ve nihayet tarih diye adlandırdığımız bu cereyanları incelemek faydalı bir iştir. Tarih sayfalarında kaydedilen yolların her biri vaktiyle mazi ile istikbal arasındaki halin yoluydu. Bu gidiş her zaman zaruri bir şekilde devam etti ve tekrar tekrar ilan edilen SON hiçbir zaman gelmedi.

Eski şekilleri tekrarlayanlar istisna edilirse, aynı çağa mensup olanlar her ne suretle olursa olsun daima aynı veya benzeri fikirlerle uğraştılar. Sadece Menşe, yani memleket, tarih, fikir özelliği ve çevre onların meşguliyet alanlarını ayırdediyordu. Bundan anlaşılıyor ki, bir Fransız olan Ravel, tabii olarak yurdunun kuzeyinde ve doğusunda bulunan memleketlerdeki çağdaşlarından farklı bir yol tutmuştur. Fakat buna rağmen bu yollar arasında muayyen bir kavşak noktasi mevcuttur.

Reger’in barok dünyasının formlarına meylettiğini, Schönberg’in ATONALİTE olarak anılmaktan hoşlanılan gelişmesinde kontrpuan tekniği vasıtalarından faydalandığını Skrjabin’in TRİSTAN’dan doğan tınlayışların vecdine kapıldığını, Williams’ın halk türkülerine ve Shakespeare devrindeki İngiliz müziğine döndüğünü görüyoruz. Ravel ise, Fransız müziğinin mazisine yani Bach’ın dağdaşları olan Couperin ve Raameau’ya yönelerek zamanından uzaklaşmışyır.

Form, renk, tınlayış ve ruh bakımından Fransız müziğinin öz kaynağı olan bu eserlerden ilham alarak kendi sanat dilini yarattı. Ressamlıktaki cereyanlara uyarak bu dile PUVANTİLİZM, EMPRESYONİZM denildi. Ravel kendine mahsus yollarda, kendisinden daha yaşlı olan vatandaşı Debussy’nin de vardığı hedeflere ulaştı. Ince bir filigran gibi bükülerek yayılan akorlarında (armonilerinde), bilhassa piyano eserlerinde, keza oda müziği eserlerinde, balelerinde ve operalarında hassasiyet, espri ve güzellik canlanır. Orkestrasyon tekniği renklerle doludur (mesela ritm bakımından çok tesirli olan BOLERO, dansın sembolü olan VALSE adlı senfonik poemi, Mussorgsky’nin BİR SERGİDEN TABLOLAR adlı eserinin orkestrasyonu). Fakat 1. dünya savaşının ikinci yılında yazılan meşhur piyano triyo ile, besteciyi daha derli toplu ve kesin bir ifadeye götüren istihale başladı. Bu ifadeye artık düzgün tınlayışlar değil, melodinin hatları hakim oldu. Bu, Ravel’in son stilidir.

Güney Fransa’nın espri dolu evladı Ravel, bütün Fransız müzisyenlerinin gittiğiyolu takip etti. Tahsilini meşhur Paris Konservatuarında yaptı. O zamanki gençliğin hocası olan Gabriel Fauré, ona besteciliğin sırlarını öğretti. Bu bilgilerle techiz olduktan sonra Eric Satie’nin tesiri altında kalan Ravel ortaya çıktı ve yeni yollar aramaya başladı. Ravel’e ananevi Roma Mükafatını tanımakla görevli yüksek jüri heyeti onun sanatkarlığından şüphe ediyordu. Fakat Ravel, kendini göstermeye mevaffak oldu. Içe dönük bir karaktere sahipti. Bu yüzden, onu anlayanların takdirine rağmen çok yalnız kaldı. Bir akıl hastası olarak dünyayı terk eden Ravel, yalnızlık içinde öldü.

Tags:

Leave a Reply