Sait Uçar

Haziran 30th, 2012

Sait Uçar 03 Nisan 1962 tarihinde Trabzon Maçka-Hamsiköy’de doğdu. ilk ve orta öğrenimini Hamsiköy İlköğretim okulunda tamamladı. Öğrenimine Trabzon Ticaret lisesinde devam etti.

Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Radyosunda devam etti. Daha sonra TRT’nin açmış olduğu ses ve saz sınavına katıldı. İlk albümü “TÜTMEZDİ BACALARI” 1980 yılında HARİKA MÜZİK YAPIM dan çıkardı. SAİT UÇAR’ın Kemençeye olan iligisi çocukluk yıllarına dayanmaktadır.

24 albümünde sözü ve müziği tamamen kendisine ait olan SAİT UÇAR , İlk bestesini ortaokul yıllarında yaparak dikkatleri üzerine çekmiştir.

‘Askere Gidişin’,’Almanya Paraları’,’Vurun Benim Sevdamı’,’İlacım Var Ellerde’,’Düşme El Ocağına’,’Rüyalarım Çok Acı’,’Gadırga Geceleri’, ‘Elimde Değil Gülmek’,’Yorgunum yorgun Deli’,’Yeşimim’,’Ben Köyümü Özledim’,’Benim İlacım Yayla’,’Davacıyım Yıllara’,’Evi Yakan Başkası’, ‘Tubaların Tubası’,’Madur mudur’,son albümü ise ‘YALANCI’yı çıkartarak çok iyi bir tiraj elde etti.

YALANCI Albümünün ilk klibini ”Bir Sağdan Bir Soldan ” parçasına YÖNETMEN SERDAR SEKİ tarafından çekmiştir.

Aynı zaman da bu klipde kendisine DÜNYA’ca ünlü kemençe sanatçıların dan Biri olan YUNAN asıllı İLLEKTRA eşlik etmiştir.

Yaklaşık 23 yıldır profesyonel olarak müzikle iç içe olan KARADENİZ müziğinin usta ismi SAİT UÇAR’ın her çıkardığı albümü yüzbinler sattı.

İSMAİL TÜRÜT, HÜLYA POLAT, FADİME, BİZİM GÖNÜL ve daha birçok Karadenizli sanatçının albümünde besteleri ile de yer almıştır…

”Davalı” adlı kasedi çok iyi bir traj yakaladı. Bugüne kadar ilk defa karadenizli bir sanatçı roman havasıyla kemençeyi bir araya getirdi.

Engin Yörükoğlu

Haziran 30th, 2012

1945’te İstanbul’da doğan Yörükoğlu, müziğe 1963 yılında Gölcük’te başladı. Daha sonra Selçuk Alagöz’ün grubuna girdi. Moğolları kurana kadar, Cahit Berkay ile burada çalıştı. Moğollar’la gittiği Paris’te gruptan ayrıldı ve Barış Manço’nun kurduğu Kurtalan Ekspres’te bir süre görev aldı. Daha sonraki yıllarda Jazz müziğine yönelen Yörükoğlu, Cahit Berkay ile Paris’te çeşitli çalışmalar yaptı. Çeşitli triolar ve Quartetler kurdu.

1991’de Türkiye’ye dönen Yörükoğlu, halen İstanbul/Beyoğlunda Jazz Stop isimli bir Jazz ve Rock kulübü ve Bodrum Kızılağaç Köyü’nde de bir restaurant işletmektedir.

Tori Amos

Haziran 30th, 2012

22 Ağustos 1963’te Kuzey Caroline’da dünyaya gelen; üç çocuklu, son derece dindar metodist bir ailede büyüyen dahi çocuk Tori Amos, piyano çalmaya iki buçuk yaşındayken başladı. Dört yaşında kilise korosunda hem piyano çalıyor, hem de şarkı söylüyordu. Beş yaşında son derece prestijli bir kurum olan Baltimore’daki Peabody Konservatuarı’na öğrenci olarak davet edildi.

Burada klasik piyano eğitimine devam ederken pop şarkıları yazmaya başladı. Mezuniyet sınavında kendi bestelerini çalmakta ısrar edince bursu geri alındı. Amos, 13 yaşındayken şarkılarını, Washington DC’deki kulüplerde babasının gözetiminde çalıp söylüyordu. 1984’te rock yıldızı olma hayaliyle Los Angeles’a taşındı ve ismini Tori olarak değiştirdi.

Üç yıl sonra Atlantic plak şirketiyle anlaştı ve 1988’de kendi kurduğu rock grubu “Y Kant Tori Read” ile birlikte kendi adını taşıyan bir albüm yaptı. Grupta, eski Guns n’Roses davulcusu Matt Sorum da bulunuyordu. Albümün kapağındaki tehditkar bir tavırla kılıç sallayan fotoğrafı ve kızıl saçlarıyla Tori, biraz da olsa dikkat çekmeyi başardı. Albüm, genelinde başarısız oldu ve Tori kendi hayatının özel anlarını anlattığı açık sözlü ve çarpıcı şarkılar yazmaya başladı.

Büyülü piyanosuyla sözleri birleşince ona tapan hayranları, yerkürenin her yerinde daha ‘kötü’ ve daha ‘bunalımlı’ bir ruh haline bürünüyorlar. Karmaşık ve gizemli sözlerini çözmek için yüzlerce web sayfası açılıyor ve Tori hikâyeleri yayınlanıyor. Yapılan yorumlar birçoğunun otobiyografik olduğu yönünde. Amos da bunlardan bir kısmını kabul ediyor ancak şarkılar yayınlandıktan sonra basında çıkan haberleri de hiçbir zaman okumuyor. Şarkı sözlerinin nereye vardığını görmek istemiyor. Otobiyografik izler taşıyan çalışmaları arasında; kendi kendinden nefret ettiğini söylediği, evliliğinden izler taşıyan ve babasını bir şeytan olarak gördüğünü anlattığı şarkılar bulunuyor.

1992’de çıkan ilk solo albümü “Little Earthquakes”teki (“Küçük Depremler”) popüler şarkısı “Me and a Gun”, bu konuda en çarpıcı örneklerden biri. Şarkı, Tori Amos’un yaşadığı bir tecavüz olayını anlatıyor.

İlk albümden sonra Tori, plak şirketinin de desteğiyle Londra’ya gitti ve oradaki kulüplerde söylemeye başladı. İngiltere’deki ünü hızla arttı ve “Little Earthquakes” 1992’nin sonunda İngiltere’de altın plak ödülüne layık görüldü. Bir yıl sonra çalışma, Amerika’da da aynı başarıyı gösterdi. Çoğunlukla coverlardan oluşan EP “Crucify”, Nirvana’nın “Smells Like Teen Spirit” şarkısını da barındırıyordu.

1994’te “Under the Pink”, 96’da “Boys for Pele” ve “Hey Jupiter” albümleri geldi. İki sene sonra piyasaya sürülen 1998 çıkışlı “From The Choirgirl Hotel”, Amos’un en maceracı ve olgun albüm çalışmalarından biriydi. Sanatçı, daha sonra, “To Venus and Back” ve bazı ilginç cover parçalar da içeren “Strange Little Girls”ü dinleyenlerine sundu. Bu düzenlemeler arasında Beatles’ın “Happiness Is A Warm Gun”, Stranglers’ın albümle aynı adı taşıyan “Strange Little Girl” ve Eminem’in “97 Bonnie & Clyde” çalışmaları da bulunuyordu.

2002’nin Temmuz ayında Epic Records ile sözleşme yapan ve ardından bazı kesimlerce onun en iyi albümü olarak kabul edilen “Scarlet’s Walk”u çıkaran Tori Amos, güzel sesi ve etkili yorumuyla uzun yıllar müzik dünyasının gündeminde kalacak gibi görünüyor.

Tamburacı Osman Pehlivan

Haziran 30th, 2012

1847’de Tırnova’da doğdu, 1942’de öldü. 93 muharebesi sırasında ailesiyle birlikte İstanbul’a göçtü. Müziği ilk kez babasından işitmiş 13 yaşında saza başlamıştır. Pehlivanlığa merak sarmış, çağının en iyi ağır sıklet güreşçilerinden biri olmuştur ve “Pehlivan” adıyla nam salmıştır. Çok renkli bir kişi olan tamburacı sazında virtüöz olmakla birlikte çok iyi bir bahçıvanlık, buharlı gemi kaptanlığı, çarkçılık, marangozluk, saz yapımcılığı, müneccimlik, berberlik, avcılık, balıkçılık gibi işlerde başarılı olmuş, sazı ve sohbetiyle aranan, sevilen biri olarak yaşamıştır.

Çerkez Havası

Osmanlı imparatorluğu içinde barındırdığı kavimler ve dinler bakımından yeryüzündeki çok uluslu ve çok kültürlü devletlerin en önde gelenleri arasında yer almaktadır. Çeşitli halkların birbirleriyle entegre olduğu bu topraklarda kültürlerin de iç-içe geçerek çeşitlendiği ve renklendiği bilinmektedir. Bir Çerkezin ezgisini Kürt, Laz’ın ezgisini Türkmen icra ederek ilginç bir kültürel platform yaratılmıştı.

Ses kayıt tarihimizin ve musiki kültürümüzün ilginç ve önemli simalarından biri olan Tamburacı Osman Pehlivan bu musiki çeşitliliğini sazıyla sese dönüştüren önemli bir sanatkârdır. Aslında Rumelili bir göçmen olan Osman Pehlivan tamburasıyla zeybek, türkü, bengi, kaşık havası gibi pek çok türü -farklı yörelerin karakteriyle- plaklara icra etmiştir. Tamburacı Osman Pehlivan Anadolu’daki Çerkez’lerin daha çok Akordion veya Garman’la çaldıkları ezgileri Kafkasların sert ve canlı müzik edası içerisinde bütünleştirerek tamburasıyla icra etmiştir.

Ersen

Haziran 30th, 2012

Anadolu Rock’ın önemli temsilcilerinden Ersen, Haziran 1950’de İstanbul Fatih’te doğdu. Annesi Karadeniz’den, babası ise Selanik taraflarından İstanbul’a gelip yerleşmişti. Ersen, ilk olarak müzik çalışmalarına amatörce bir müzik öğretmeninden mandolin dersleri alarak başladı. Daha sonra, gitarın yavaş yavaş ülkemize girmesiyle birlikte Fatih Fener’de Rum asıllı hocası Koçamedanis’ten klasik gitar dersleri almaya başladı. 5-6 sene de klasik keman dersleri aldı.Ersen, bir yandan da amatörce şan dersleri alıyor ve sürekli kendini geliştirmeye çalışıyordu. Ersen, artık düğünlerde, pavyonlar da çalmaya başlamıştı. 1970 yılına gelene kadar birçok ünlü orkestrada çaldı. Bunlar arasında, Milli Orkestra ve Şerif Yüzbaşıoğlu’nun Orkestrası da vardı.

Önceleri, dans orkestralarında çalan Ersen, bir fuar döneminde İzmir Fuar’ındaki Numune Gazinosu’nda Cem Karaca ve Moğollar’la tanıştı. Her ne kadar, Cem Karaca’yı İstanbul’dan tanısa da burada gerçek anlamda tanıştılar ve Cem Karaca, ona kartını vererek İstanbul’da yanına uğramasını söyledi. 1969 yılında ilk 45’liği “Olvido/Ak Güvercin” Türkofon’dan piyasaya çıktı. Gitarda Ünol Büyükgönenç’in eşlik ettiği bu plağı, ikinci 45’liği takip etti: “Sevmek Günah mı?/Tek Kadın”.

1970 yılında bir yandan kendi adına 45’likler çıkartan Ersen, diğer yandan da Moğollar’ın “Ternek/ Haliçte Güneşin Batışı” 45’liğinde vokalist ve elektro kemancı olarak yer aldı.1972 yılında Hürel kardeşlerle, Diskotür adına son 45’liği “Dertli Kaval/Beni Hor Görme Kardeşim”i kaydetti. Bu albümün ilgi görmesi üzerine Şerif Yüzbaşı Orkestrası’dan ayrılan Ersen, yüklü bir ücretle Şahinler Plak’a transfer oldu ve “benim en büyük müzikal çıkışım” dediği “Kozan Dağı” isimli 45’liğini yayınlandı. Kozan Dağı gerçekten gördüğü ilgi ile kısa sürede listelerde bir numaraya tırmandı ve Ersen’in ilk bir numara 45’liği olarak Türk müzik tarihinde yerini aldı. Seyhan Karabay’ın bass, ıklığ, akustik gitar; Taner Öngür’ün bass, akustik gitar, kaşık ve Hüseyin Sultanoğlu’nun bateri, bongo çaldığı bu 45likten sonra “Sor Kendine/Garip Gönlüm” 45liğini piyasaya sürdü. Bu 45’likten sonra Türk ve dünya müzik piyasasında eşine benzerine rastlanmayacak bir olay olur ve Kardaşlar’la beraber çalışmakta olan Cem Karaca Moğollar’a; Moğollar’la çalışmakta olan Ersen Kardaşlar’a girer.

Kardaşlar’la iki single çıkarttıktan sonra, grubun isminin değişmesini kararlaştırdılar ve Ersen, “kuzeyin kardaşları varsa doğunun dadaşları var” deyip “Ersen ve Kardaşları”, “Ersen ve Dadaşlar” olarak değiştirdi. Artık, “Cem Karaca ve Moğollar” ile “Ersen ve Dadaşlar” vardı ve tatlı bir rekabet başlamıştı. Bu dönemde, Ersen ve Dadaşlar, Zeki Müren’in program kadrosuna dahil oldular. Ersen ve Dadaşlar, bu programda da başarılı oldular ve Zeki Müren’in iltifatını kazandılar.

Aşık Veysel’in, Aşık Mahsuni Şerif’in, Muhlis Akarsu vd. eserlerinin yanında söz ve müziği kendine ait parçalarıda seslendiren Ersen Dadaşlar’ın 45’liklerini şöyle sıralayabiliriz: “Gafil Gezme Şaşkın/Güzele Bak Güzele”, “Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Bir Ölüm/Yedin Beni”, “Dostlar Beni Hatırlasın/Üç Kız Bir Ana”, “Ekmek Parası/Zalım”. Uzun süre, listelerde hep zirvede kalan grup, bir süre sonra müziğe ara verdi.

80’li yıllarda Rock müziğin içindeki çıkmazdan dolayı Dadaşlar’sız yola devam Ersen, bir ara arabesk müziği tarzında da çalışmalarda bulunmasına rağmen, 1993 yılındaki “Ersen Ustadan Kuru Fasulye” isimli albümünden sonra müzik çalışmalarına nokta koydu.

45’likler :
1) Olvido – Akgüvercin (1969) (Türkofon 1001 )
2) Sevmek Günah mı? – Tek Kadın (1969) (Türkofon)
3) Unutma Sakın/Süreyya (1970) (Yonca 008)
4) Ternek/ Haliçte Güneşin Batışı (1970) (DT 5006)
5) Çakıl Taşları\Aşkın Rüyası (1970) (DT 5015 Diskotür Stüdyo Orkestrası)
6) Pekiştirme/Oy Gülem (1971) (Grafson)
7) Dertli Kaval/Beni Hor Görme Kardeşim (1972) (DT 5049 )
8) Kozan Dağı/Kara Yazı (1972) (Şahinler 164)
9) Sor Kendine/Garip Gönlüm (1972) (Şahinler 175)
10) Çakmağı Çak/Güneşe Dön Çiçeğim (1973) (Şahinler 204)
11) Metelik/Yine Seni Tanırım (1974) (Şahinler 225 )
12) Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Bir Ölüm/Yedin Beni (1974) (Şahinler 230 )
13) Döne Sevdiğim/Derman Bulunmaz (1974) (Şahinler 237 )
14) Dostlar Beni Hatırlasın/Üç Kız Bir Ana (1975) (Şahinler 244)
15) Gafil Gezme Şaşkın/Güzele Bak Güzele (1975) (Şahinler 249 )
16) Dostlar Merhaba/Ne Sevdiğin Belli Ne Sevmediğin (1976) (Şahinler 254)
17) Ekmek Parası/Zalım (1976) (Şahinler 259 )
18) Gurur/Kalbimdeki Acı (1976) (Şahinler 262 )
19) Ömür Biter Yol Bitmez (Mutluluk Dünyası)\Yalvarırım Dinle (1977) (Şahinler 266 )
20) Ne Kadar Güzel\Akla Karayı Seçtim (1978) (Bip 7001)
21) Takma Kafana Arkadaş/ Takıl Bana/ Mutlu Ol Yeter/ Falcı (Falcı Da Farkında) (1981) (Oscar-214) (12 Inch Single)
Albümler :
1) Dünden Bugüne (1977) (Şahinler-13)
2) Ersen 2 (1978) (Şahinler-19)
3) Bu Da Bizlerden (1979) (Bip-8007)
4) Hatamızı Bilmeden Çekiyoruz (1980) (Erenler-208)
5) Mucize (1981) (Oscar-209)
6) Anadolu Pop (1983) (Oscar-230)
7) Vatan Bizim Ülke Bizim El Bizim (1985) (Özer kardeşler-002)
8) Geçti Borun Pazarı (1986) (Şahinler (MC)-Özer Kardeşler)
9) Ersen Dadaşlar 88 (1988) (Şahin Özer (MC)-Şahin Özer)
10) Paşa Gönlün Bilir (1992) ((MC)-Şahin Özer)
11) Ersen Ustadan Kuru Fasulye (1993) ((MC)-Şahin Özer)

Kazım Koyuncu

Haziran 30th, 2012

Karadeniz müziği, Anadolu Rock, nitelikli müziğe inanlar, önemli bir ismi en verimli olabileceği dönemde yitirdi. Otuz üç yaşındaydı Koyuncu; yıllardır müziğin içinde olmasına karşın 2000’li yıllarda Gülbeyaz, Sultan Makamı gibi televizyon dizilerine yazdığı müziklerle ünlenmişti.

Karadeniz’in hırçın çocuğu diyorlardı ona; demokrasi adına atılan bir çok adımda müziğiyle, fikirleriyle yer alıyor; Fırtına Deresi’ne yapılacak santrali protestodan, insan hakları ihlallerine karşı çıkmaya kadar bir dolu etkinliğe destek veriyordu.

Müzikte de, birkaç halk müziği sanatçısının tekelinde kalmış Karadeniz bölgesinin müziğini, evrensel normlarda yayımlamayı deneyerek, önemli çıkış yapmıştı.

1972 Artvin/Hopa doğumlu Koyuncu, yirmi yaşında Dinmeyen adlı müzik grubu’na katılmış, 1993’de Mehmedali Barış Beşli ile, Lazca müzik yapmak amacıyla Şuku grubunu kurmuştu. İki arkadaş bir yıl sonra aralarına İlhan Karahan ve Metin Kalaç’ı da alarak grubun adını Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) dönüştürmüş ve 1995 başında Va Mişkunan (Bilmiyoruz) albümüyle Lazca rockın ilk örneğini vermişti. Lazcayı yaşatmak amacıyla Lazca rock yapıyorlardı. Plak şirketleri ise bu soundu ‘Soft Laz Rock’ diye tanımlıyordu.

O günlerde grup elemanları Lazca dilinin yaşatılmasına rock yoluyla katkıda bulunmayı amaçladıklarını, rock müzikteki dinamizmle yöre insanının enerjisinin örtüştüğünü görünce heyecanlandıklarını anlatıyor, Lazca’nın rockın sert söyleyişine de uygun olduğunu belirtiyorlardı.

Dört yıl içinde Zuğaşi Berepe, kamuoyuna pek yansımasa da önemli işler yaptı ve konserlerle hedefini gerçekleştirmeye çalıştı. Bu etkinliklerden Brüksel konseri sırasında canlı kayıt edilen parçaları, kısıtlı sayıda bastırdıkları Bruxel Live (1998) adlı albümde bir araya getirdiler.

Gruptaki eleman sayısı arttıkça müzikal yapı da güçlenmişti. Kazım Koyuncu (vokal, akustik gitar), Cafer İşleyen (bass, vurmalılar, flüt), Gürsoy Tanç (elektrikli gitar), Uğurcan Sezen (klavye), Zülküfil Murat Dilek (davul), Metin Kalaç (kayıt) Lazcayı yaşatmanın yanında aşk şarkılarına katılan sert söylemli yapıtlar ve modern rock anlayışı üzerine oluşturdukları çizgiyle de kabul görmeye başlamışlardı.

Zuğaşi Berepe, Va Mişkunan albümünden dört yıl sonra İgzas (Gidiyor) adlı albümüyle bu çabayı listelere taşıdı. Yedi Lazca, bir Hemşince, bir de Türkçe sözlü parçadan oluşan albümün müzikal zenginliği, rockın çeşitli tonları arasında akıllıca gidip gelen sounduyla 1998’in en iyi yerli yapıtlarından biri oldu. Lazca’nın öne çıktığı kültürel bir misyonun yanında sıkı bir rock albümü özelliği de taşıyordu İgzas (Parçaların Türkçe anlamları kapakta verilmişti). Bu albümde Kazım Koyuncu (vokal, gitar), Cafer İşleyen (bass, vurmalılar, flüt), Gürsoy Tanç (gitar), Uğurcan Sezen (tuşlular), Zülfikil Murat Dilek (davul), Mahmut Turan (tulum), Metin Kalaç (kayıt), Mehmedali Barış Beşli’den (vokal) oluşan grubun, doğayı katledecek Çamlıhemşin’deki Fırtına Deresi’nin üzerine yapılacak santrale karşı kampanyayı desteklemesi de İgzas’ın diğer bir özelliğiydi.

Grup 2000’lerin başında dağılınca, kuruculardan Kazım Koyuncu yoluna tek başına devam etmeyi kararlaştırdı ve solo albümleri Viya (2002) ile Hayde’yi (2004) yayımladı. Anadolu Rock’a kayan soundla ürettiği müziği kısa sürede büyük ilgi görüp, yaptıkları geniş kitlelere tam ulaşmaya başlamıştı ki hastalandı Koyuncu. Akciğer kanserine yakalanmıştı.

Pes etmiyordu; tedaviyi sürdürürken Trabzonspor için marş bile yazmıştı. Ancak günden güne direnci zayıflıyordu; adına düzenlenen konsere çıkamamıştı. Sonunda 25 Haziran tarihinde ajanslardan şöyle bir başlık düştü: ‘Karadeniz’in genç sesi sustu’

Agahi

Haziran 30th, 2012

1860 yılında Şarkışla’nın Kılıççı köyünde doğan Agahi’nin asıl adı Veliyüddin’dir. Ancak genellikle Veli olarak bilinir. Bazı kaynaklarda doğum tarihi 1875, ölüm tarihi ise 1916 olarak verilmektedir. Aslen Arapkir’den Şarkışla’ya göçen bir ailenin çocuğu olan Agahi, aşıklık geleneğini ve şiiri, asıl adı Mahmut Derviş olan Zileli Vacit’ten öğrendi. Bazı kaynaklara göre okur yazar olmayan ve Alevi dergahlarında kendini yetiştiren Agahi’nin şiirleri Anadolu’nun çeşitli yerlerinde söylenmektedir.

Şiirlerinde uzun bir süre Veli mahlasını kullandığından aynı adlı öteki şairlerle/aşıklarla karıştırılmaktadır. Agahi mahlasını ise ne zaman ve kimden aldığına ilişkin kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Şarkışlalı Agahi genellikle dini içerikli taşlama konularına ağırlık vermesine karşın duygu ve sevgi şiirlerinden de birçok örnek bıraktı. Dönemin Beyrut Valisi aracılığıyla Sivas Valisi Reşit Akif Paşa tarafından bir dönem Şarkışla Tahsildarlığı görevine getirilen Agahi, İstanbul’dan Rodos’a, Adana’dan Halep’e dek birçok yeri dolaştı.

1911 yılında Pınarbaşı tahsildarlığına geçti ancak bir süre sonra ayrılarak köyüne döndü. Sonraki 5 yıl köyünde yaşadı. Yakalandığı kolera hastalığından 1921 yılında öldü. Bazı araştırmacılara göre, mezarı Şarkışla’dadır. Ayrıca yine Şarkışla ve Rumeli yörelerinde yaşamış Agahi adlı başka aşıkların olduğu varsayılmasına karşın bu konuda kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Prof. Dr.Filiz Ali

Haziran 30th, 2012

Prof. Dr. Filiz Ali, 1937 İstanbul doğumlu piyanist ve müzikbilimcidir. Gazeteci-yazar Sabahattin Ali‘nin kızıdır.

Ankara Devlet Konservatuarı piyano bölümünü bitiren sanatçı Ferhunde Erkin’in sınıfından 1958 yılında mezun oldu, ABD’de çalışabilmek için Fulbright bursu kazandı. Boston, Massachusetts’de David Barnett’le öğrenim gördüğü New England Conservatory of Music’te (Yeni İngiltere Müzik Konservatuarı) ve New York’taki Mannes College of Music’te (Mannes Müzik Koleji) Frank Sheridan’la çalıştı. Müzikoloji alanındaki hocaları, New England Konservatuarı’nda Daniel Pincham, Londra Üniversitesi’nde Brian Trowell’dir.

Yurda döndükten sonra sırasıyla Ankara Devlet Konservatuarı, Atatürk Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Bölümü ve MSÜ Devlet Konservatuarı’nda piyano ve korrepetisyon dersleri veren Filiz Ali’yi müzik eleştirisine özendiren, Bülent Arel ve Faruk Güvenç olmuştur.

Öte yandan sanatçıYI 1962-65 yılları arasında piyanist Greta Gilmartin ile “Piyano ikilisi” ve 1970-80 yılları arasında soprano Karin Görgün ile “Lied” resitalleri verirken görüyoruz. Bu konser etkinlikleri ve öğretim üyesi olarak çalışmaları, onun müzikolojik araştırmalarını kısıtlamamıştır. Eleştirmenimizi 1962’den 1985 yılına kadar olan dönemde usta bir “radyo programcısı” kimliğiyle tanıyoruz. Yaptığı programların genel başlıkları şöyledir:
“Her Ülkeden Halk Şarkıları”,
“Yeni Dünyadan Halk Şarkıları”,
“Dünya Folkloru”,
“Piyano Edebiyatından”,
“Vokal Müzik”,
“Günümüzde Caz”.

1989-92 yılları arasında Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun genel sanat yönetmenliğini yapan Filiz Ali’nin müzik yazılarını topladığı iki kitabı şunlardır:
– “Müzik ve Müziğimizin Sorunları”, İstanbul 1987;
– “Dünyadan ve Türkiye’den Müzisyen Portreleri”, İstanbul 1994

İstanbul’da Mimar Sinan Üniversitesi‘nin 1990-2005 yılları arasındaki Müzikoloji Bölümü‘nün başkanıydı ve aynı zamanda Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi‘nin kurucu ve 1998’den beri direktörüdür.

TRT için 1962-1995 yılları arasında müzik programları yaptı ve Cumhuriyet, Hürriyet, Yeni Yüzyıl ve Radikal gazeteleri için müzik eleştirmenliği yaptı.

Mimar Sinan Üniversitesi’nden emekli oldu. Artık Sabancı Üniversitesi’nde haftada bir gün “müziğin baş eserleri” isimli dersi veriyor. Zamanının büyük bölümünü Ayvalık’taki akademiye ayırıyor. Bir yandan da Milliyet Gazetesi‘nde müzik yazıları yazıyor.

Balkan Müzik Forumu‘nun bir üyesidir, Uluslararası Müzik Konseyi ve Avrupa Müzik Konseyi‘nin temsilcisidir.

Müzik ve müzisyenler hakkında yedi kitabın yazarıdır.

Jean Michel Jarre

Haziran 30th, 2012

24 Ağustos 1948’de Fransa’da doğan Jean Michelle Jarre, ünlü bir Fransız bestecisi olan babasının etkisiyle küçük yaşlardan itibaren piyano dersleri almaya başladı ve eğitimine devam etmek üzere Paris Konservatuara girdi. 1970’lere geldiğinde, Fransız sanatçıların peşinden koştuğu yenilik akımına uyan Jarre, o dönemlerde pek de sık rastlanmayan elektro-akustik müziğin öncülerinden oldu ve o dönemden sonra ürettiği müziklerde genellikle elektronik müzik aletlerini kullandı.

Günümüzde, dünya genelinde verdiği konserler ve milyonları aşan hayran kitlesiyle New Age ve elektronik müzik tarzları arasında müzik yapan önemli isimlerin başında gelmektedir.

Albümleri:

·La Cage (Disques Dreyfus, 1974)

·Deserted Palace (Disques Dreyfus, 1975)

·Oxygene (Disques Dreyfus, 1976)

·Equinoxe (Disques Dreyfus, 1978)

·Le Chant Magnetique (Disques Dreyfus, 1981)

·Les Concerts En Chine (Disques Dreyfus, 1982)

·Synthesis (Disques Dreyfus, 1983)

·Zoolook (Disques Dreyfus, 1984)

·Rendez-vous (Disques Dreyfus, 1986)

·Live (Disques Dreyfus, 1987)

·Revolutions (Disques Dreyfus, 1988)

·Huston Lyon (Disques Dreyfus, 1989)

·Live (Disques Dreyfus, 1989)

·En Attendant Costeau (Disques Dreyfus, 1990)

·Images (Disques Dreyfus, 1991)

·Chronologie (Disques Dreyfus, 1993)

·Hong Kong (Disques Dreyfus, 1994)

·Jarremix (Disque Dreyfus, 1995)

·Oxygene 7-13 (Epic, 1997)

·Odyssey (Disque Dreyfus, 1998)

·Metamorpohese (Epic, 2000)

Maçkalı Hasan Tunç

Haziran 30th, 2012

Maçkalı Hasan Tunç, 1912 yılında Trabzon’un Maçka ilçesine bağlı Mağura (Örnekalan) Köyü’nde doğdu. Babası İbrahim Bey, annesi Ayşe Hanım’dır. Yedi kardeşin en büyüğüdür. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Hasan Tunç ilkokulun üçüncü sınıfına kadar okuyabilmiştir. Fakir bir ailenin çocuğu olması onun daha fazla tahsil yapmasını engellemiştir. Bu durum daha sonraki yıllarda onun sosyal yaşamında önemli sorunlara neden olmuştur. Dokuz yaşındayken geçirdiği bir kaza sonucu sağ gözünü kaybeder.

Hasan Tunç, gurbete çıkmadan önce uzunca bir süre annesiyle birlikte yaylacılık yapar. Annesine göre Hasan “hovarda” bir yapıya sahiptir (O ufak yaştan beri “sevdalık edeyi” ifadesi annesine aittir). Bu özelliği ona türkü söyletmiş ve kemençe çaldırmıştır. 1930 yılında 18 yaşındayken aile ortamından ve köy yaşamından kopan Hasan Tunç gurbet kervanına katılarak İstanbul’a gelir. Karadeniz insanı için gurbet denince İstanbul akla gelir. Diğer bir ifadeyle gurbet demek İstanbul demektir bir Karadenizli için.

Hasan Tunç, İstanbul’a kendisinden önce gelen babasının Koca Mustafa Paşa’daki yorgancı dükkanında çırak olarak işe başlar. Burada Maçkalılar’ın önemli bir özelliğini belirtmek yararlı olacaktır. Eski dönemlerde İstanbul’a gelen her Maçkalı, üç meslekten birini seçerdi. Ya yorgancı, ya kalaycı ya da bakırcılıkla uğraşırdı. Hasan Tunç’un da ilk mesleği yorgancılıktır. Aslında bugün bile İstanbul’da ne kadar kemençe sanatçısı varsa çoğunluğunun ilk meslekleri hep aynıdır.

Hasan Tunç dokuz yılını bu mesleğe vermiştir. Bu meslek ona bir yerde şans kapısını da açmıştır. Şöyle ki; Hasan Tunç’un yorgancı olarak çalıştığı mahallede dönemin gözde ismi Türk Sanat Müziği sanatçısı Hamiyet Yüceses ikâmet etmektedir. Hasan Tunç’un bir vesile ile bu sanatçıyı tanıması onun yaşamının bir dönüm noktası olur ve Hamiyet Yüceses’in aracılığı ile İstanbul Radyosu’na bölge sanatçısı olarak kabul edilir. Hasan Tunç ilk evliliğini 25 yaşlarında iken halasının kızı Havva ile yapar. Bu evlilikten Mehmet adlı bir oğlu olur. Ancak bu evlilik uzun sürmez, boşanma ile sonuçlanır. Daha sonra teyzesinin kızı Emine ile ikinci evliliğini yapar. Bu evlilikten Bahtiyar, Mahture adlı kızları ile Yılmaz adlı oğlu olur.

Hasan Tunç, Hamiyet Yüceses’i tanımasının ardından yorgancılığı bırakır ve Haseki Hastanesi’ne memur olarak girer. Ancak burada fazla çalışmaz, kısa bir süre sonra bugünkü adıyla Çapa Tip Fakültesi (Yukarı Gureba) Hastanesi’ne girerek; aralıksız 34 yıl çalışır ve 1973 yılı başlarında emekli olur. Özellikle çalışma yaşamında insani değerleri daima ön planda tutması, onun çevresinde sayılıp, sevilmesini sağlamıştır. Hasan Tunç’un kemençe çalmayı öğrendiği bir ustası olmamıştır.

SANAT YAŞAMI ve ESERLERİ:

Hasan Tunç’un türkü çalıp söylemesi 12-13 yaşlarında başlar. İlk denemelerine kastel denilen olgunlaşmış mısır fidanından kesilerek yapılan ve ince sesler çıkaran basit bir çalgı ile başlamıştır. Daha sonraları kendi yaptığı kemençe ile çalıp-söylediği bilinmektedir. Hasan Tunç’un kemençe öğrendiği bir ustası yoktur. Ancak birlikte çalıp-söylediği yakın dostları olduğu bilinmektedir. Bunlar arasında Salim Akpınar (Kastoroğlu), ve Ocaklı (İspela) Köyü’nden Fehmi Alan (Kuru Fehmi) en tanınmışlarıdır. Hasan Tunç’un kemençe sanatçısı olmasında annesinin yanık ve güzel sesinin etkili olduğunu söyleyenler vardır. Annesinin tarlada çalışırken söylediği türkülere, kemençe ile eşlik ederdi. Eğlence yerlerinde, düğünlerde de çalıp söyleyen Hasan Tunç, genç kızlara türküleri her zaman kendisi söylemezdi, zaman zaman genç ve güzel kızların da kendisine türkü attığı olurdu. Bu türkülerden birisi şöyle:

Ha buradan yukari
Bineyim Taradumi
Eğil öpeyim seni
Alayım muradımi

Hasan Tunç sadece sevmemiş, sevilmiştir de, şu dörtlük bunun ifadesi olsa gerek;

Oy kör Hasan kör Hasan
Kör gözünde kaynasam
Bir derum alsam seni
Bir de derum almasam

Hasan Tunç yaylacılık yaptığı dönemlerde gönlünde yer eden bir komşu kızı için yaylada söylediği bir türkü;

Bağırıyi sığırlari
Sığırların anasi
Benum ufak yavrumun
Var bir kara danasi

Daha peşine gelur
Masti kolominasi
Daha peşine gelur
Suna elifinasi

(Türküde geçen “kalomina, elifina” hirer hayvan ismidir. Rumcadır.)

Hasan Tunç İstanbul’a geldiği yıllarda birkaç taş plak doldurdu. Odeon şirketinde doldurduğu ilk plağındaki türkülerden biri de şudur;

Bu Maçkali Hasan’ın
Yoktur mali, melali
Giyinip de kuşansa
Olur daha belali

Gerek plak çalışmaları sırasında gerekse radyoya girdiği dönemlerde Sadi Yaver Ataman, Cemile Cevher, Ahmet Yamacı, Fatma Türkan Yamacı, Ömer Akpınar, Metin Eryürek gibi sanatçılarla yakın dostluklar kurar. Özellikle Cemile Cevher’in onun sanat hayatında ayrı bir önemi vardır. Bazı türküleri birlikte ürettikleri gibi, bunları çeşitli yerlerde yorumlamışlardır da.

Hasan Tunç’un sanat yaşamında hiç unutamadığı olaylardan birisi de, polis marifetiyle Beylerbeyi Sarayı’na çağırılarak Atatürk tarafından dinlenilmiş olmasıdır. Sahnede kemençe eşliğinde Maçka (Solday) Sevinç Köyü’nden bir ekip horon oynamaktadır. Bu gösteriden çok memnun kalan Atatürk, Hasan Tunç’un sıkıldığını fark etmiş olacak ki kendisini gösteri sonunda yanına çağırır ve kendisine “çal, çal evlat çal, Karadeniz havaları bizim milli havalarımızdır” der. Bu ifade onu çok duygulandırmıştır.

Radyodaki çalışmalarına 1960’lı yıllarda nokta koyan Hasan Tunç kemençesini de Radyoevi müzesine hediye etmiştir. 1983 yılında Karadeniz kültürüne ve Türk halk müziğine yapmış olduğu katkılardan dolayı Kültür Bakanlığı’nca ödüle layık görülmüş ve ödüllendirilmiştir. Hasan Tunç, 1 Mayıs 1986’de Şehremini’deki evine giderken geçirdiği bir kalp krizi sonucu vefat etmiştir. Mezarı Yedikule’deki aile kabristanındadır.

İhsan Öztürk

Haziran 30th, 2012

İhsan Öztürk, 1947 yılında Şarkışla’nın Gültekin Mahallesi’nde dünyaya geldi. İlk ve orta okulu Şarkışla’da bitirdi. Ortaokul öğrencisi iken ilk dersleri ağabeyinden (Ahmet Öztürk) alarak bağlamayla tanıştı. Okulun Halk Müziği korosunda ve okul gösterilerinde solist ve korist olarak sürekli görev aldı. Ağabeyinin Astsubay olarak Ankara’ya atanmasıyla öğrenim için Ankara’ya geldi ve Ankara Atatürk Lisesi’nde öğrenimini sürdürürken 1963 yılında profesyonel müziğine ilk adımını attı. Başlangıçta aile bütçesine katkı olsun diye sahnede çalışan İhsan Öztürk’ün daha sonraki gelişmeler okulu bırakmasına ve müziği meslek olarak seçmesine neden oldu. Çok kısa bir süre sonra o yılların ünlü sanatçılarına şef sazlık yapmaya başladı (Nurettin Dadaloğlu, Aliye Akkılıç, Yıldıray Çınar vb.). 1967 yılında Mamak Muh. Okulu Bando Bölüğünde askerliğini yaptı. Askerlik döneminde müzikle daha çok ilgilenme nota ve müzik bilgisini geliştirme olanağı buldu.

Askerlikten sonra dönemin önemli solistleriyle şef olarak çalışmayı sürdürdü. (İzzet Altınmeşe, Bedia Akartürk, Hülya Süer, Belkıs Akkale, Selahattin Alpay, İbrahim Tatlıses, vb.). 1974 yılında önce Coşkun Güla’nın yönettiği Halk Müziği topluluğunda çalışmalarına başlayan İhsan Öztürk daha sonra kendisine müzik yaşamında oldukça katkısı olan sayın Nida Tüfekçi’nin yönettiği Halk Müziği topluluğunda çalışmalarını sürdürdü. İlk kez bu grupla televizyon programına katılan Öztürk 1975 yılından başlayarak 8 yıl TRT’de yayınlanan yönetmenliğini Erşan Başbuğ’un sunuculuğunu Cemile Kutgün’ün yaptığı ve Hoy-Tur Derneğinin Halk Oyunları ile renk kattığı ve birçok sanatçıyı şöhret yapan “Bizden Size” programının THM bölümünü yönetti.

1978 yılında Ankara’da kurulan Yağmur Plak Şirketi’nin müzik yönetmenliğini uzun bir süre sürdürdü. O yıllardan başlayarak İzzet Altınmeşe, Belkıs Akkale, Selahattin Alpay, Erkan Sürmen, Atakan Çelik, Gülşen Kutlu, Hülya Süer, Canan Başkaya ve daha birçok solistin plak ve kasetini yönetti. Solist olarak ilk kez TRT’de yayınlanan “ilden ile” adlı programa katıldı, daha sonra “Ayrılık Hasreti” ve “Özümüz Sözümüz” adlı iki kaset çıkardı. Yaptığı derleme çalışmalarıyla; Gel Gidelim Dosta Gönül, Yürü Yalan Dünya, Bedir, Hac’eli Obası, Ayrılık hasreti, Şu Diyar-ı Gurbet Elde, Gam elinden, Gelin Oy, Bir Ay Doğar İlk Akşamdan Geceden, Gel Seninle Danışalım Sevdiğim vb. birçok güzel türküyü THM repertuarımıza kazandırdı.

Profesyonel sanatçılığının yan sıra müzikle amatörce uğraşan gençlere yardımcı olabilmek amacıyla okul, dernek ve özel kurumlarda koro ve bağlama gruplarını çalıştırdı. Sırasıyla Folk-Tur, Hoy-Tur, Tur-Hoy, Derneklerinde eğitmenlik; ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu’nda 4 yıl boyunca Halk Müziği Eğitmenliği ve Şeflik, Ankara Büyükşehir Belediyesi THM Topluluğu’nda 5 yıl, Yeni Mahalle Belediyesi THM Topluluğu’nda 8 yıl şeflik yaptı.

Halen Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren İhsan Öztürk Müzik Merkezi’nde birikimlerini öğrencilerine aktarmak amacıyla nota, bağlama ve ses eğitim dersleri veren Öztürk bugüne kadar yaptığı araştırma ve derlemeleri de kitap haline getirme çalışmaları içindedir.

Zileli Ceyhuni

Haziran 30th, 2012

Aşık Ceyhuni, Ceyhuni Baba ve Ceyhuni diye de anılan Zileli Ceyhuni, 1847’de Zile’nin Çıkrıkçı mahallesinde doğdu. Asıl adı Ömer’dir. Babası Çördükoğulları’ndan Ahmet’tir. (Kimi yazarların Ceyhun’yi Çorumlu göstermeleri yanlıştır, belki de bu, onun Çorum’da Kahyaoğulları’ndan Meryem’le evlenmesinden doğmuştur.) Ceyhuni bir süre Aşık Tokatlı Nuri’ye çıraklık etti. (Ceyhuni adını da kendisine ustası takmış.) İyi saz çalan Zileli Ceyhun, geçimini bu yolla sağlardı. Düğünlerle derneklerde, kahvelerde çöğür denen 12 telli sazı beceriyle kullanırdı. Çevre köyleri, kentleri dolaşır, sık sık yolculuğa çıkardı. Bu arada Sivas, Çorum, Ankara ve İstanbul’a kadar gitmiş.

Çayırcı ve Veliefendi çayırları ile semai kahvelerinde saz çalmış, karşılaşmalara katılmıştır. Ankara’da iken Vali Faik Memduh Paşa Aşık Cemali ile onu konağına çağırmış, saz çaldırıp bağışta bulunmuştur.Ceyhuni, Tokatlı Nuri ile Erzurumlu Emrah’ı çok sever, ikisini de ustası sayardı. Kendisi de birtakım şairlere ustalık etmiştir: Niksarlı Bedri ve Cesuri, Zileli Mevci ve Nagami, Tokatlı Cemali ve Hicri, Yozgatlı Mes’udi ve Seyhuni, Sivaslı Pesendi vb. Bu ünlü çıraklar Ceyhuni’nin çevrede ne denli sevildiğini ve etkili olduğunu göstermektedir. Ceyhuni, 1912’de Çorum’un Alaca ilçesine bağlı İsa Hacılı köyünde vefat etti.

Bektaşiliğe bağlanan Ceyhuni şiirlerinde, hem inançlarını yansıtmış, hem de aşk, doğa, ayrılık temlerini işlemiştir. Arada bir çevresinde ki olaylardan (sıtma vb.) söz etmiştir. Dilinde Osmanlıca sözcüklere de yer vermiştir. Gazeller ve şarkılar da yazmıştır.
YAPITI
Ceyhuni’nin şiirleri cönklerle dergilerde (Çorumlu, No.6-7; Yeni Türk, No.37; Halk Bilgisi Haberleri, No.9 vb.) kalmıştır, kitaplaşmamıştır.

EL VURUP TABİBE İNCİTME BENİ

El vurup tabibe incitme beni
Zira aşk derdine derman bulunmaz
Ne derttir bilmezem sızlatan beni
Can gider visüle canan bulunmaz

Var iken sinede hezaran dağlar
Aşk oduna düştüm can evim yanar
Yar ile sine saf olacak dağlar
“At bulunur meydan bulunmaz”

Çok gördüm feleğin serencamını
Murat üzere kimler aldı kanımı
Kanda nuş ederse ecel camını
Göçen Ceyhuni’ den nişan bulunmaz

SEVDANA TUTULDUM BEN BİLE BİLE

Sevdana tutuldum ben bile bile
Ey nar-ı muhabbet yan içerimde
Firak-ı mihnetle derd-i hasretle
Uyuştu bağrımda kan içerimde

Dilber zülfü gibi aklım perişan
Gezerim alemi mest ü sergerdan
Yarı ağyar ile gördüğüm zaman
Boğazıma gelir can içerimde

Ceyhun elde teber başta bir külah
Gezerim alemi dergah-be-dergah
Zeminden semaya çıktı suz u
Bir külhan-ı aşk var san içerimde

Can Kozlu

Haziran 30th, 2012

1954 yılında İstanbul’da doğdu. Müzik yaşamına 6 yaşında piyano dersleri alarak başladı. Saint-Joseph Lisesi’nin hafif müzik orkestrasında davul çaldı. Paris Sorbonne Üniversitesi’nde ekonomi ve CIM Müzik Okulu’nda iki yıl boyunca caz teorisi dersleri aldı. Aynı dönemde Kenny Clarke, Bob Guilotti, Godwin Agbeli, Abulhakari Lunna ve Ragmand Raghavan gibi ustalarla çalıştı.

Müzik kariyerine devam etmek isteyen Kozlu Amerika’ya geçerek Berklee Müzik Akademisi’nde vurmalı çalgılar üzerine yoğunlaştı. 1986’da müzik eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli topluluklarla Fransa, Avusturya, Kuzey Afrika, Karayipler, Amerika ve Türkiye’de konserler verdi.

Birlikte çaldığı isimler arasında Mike Zwerin, Mick Goodrick, Barney Kassel, Rick Ford, Chris Woods, Tiger Okoshi, Aydın Esen ve Hal Crook gibi ünlü müzisyenler sayılabilir.

Cengiz Özkan

Haziran 30th, 2012

Türkiye’nin yetiştirdiği bağlama ustalarından biri olan Cengiz Özkan, 1967 yılında Sivas’ın Divriği ilçesinde doğdu. İlköğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra 1980 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı Çalgı Eğitim Bölümü’ne girdi. 1991 yılında mezun olduktan sonra İ.T.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Halk Müziği Ana Sanat Dalı’ında bölümünde Yüksek Lisans eğitimine başlayarak 1993 de mezun oldu.

1988-1991 yılları arasında İ.Ü. THM İcra Heyeti’nde saz sanatçısı olarak çalıştı. 1989 yılında girdiği TRT İstanbul Radyosu’nda akitli saz sanatçısı olarak çalışmaya başladı. 1998  yılında TRT İstanbul Radyosu’nda kadrolu saz sanatçısı olarak göreve  başladı. İlk resitalini 1998 yılında Muzaffer Sarısözen’in anısına Atatürk Kültür Merkezi’nde verdi.

Kırmızı Buğday 1997, Ah İstanbul 1999, Yare Dokunma 2001, Saklarım Gözümde Güzelliğin (Aşık Veysel Türküleri) 2003 adlı albümleri yayınlandı. 2002 yılında hocası Nida Tüfekçi anısına ikinci resitalini verdi. Kadıköy, Kartal, Eminönü, Zeytinburnu, Beşiktaş, Beyoğlu ve Amasra Halk Eğitim Merkezlerinde çeşitli dönemlerde usta öğretici olarak çalıştı.

Yurtdışı ve yurtiçinde birçok festivallere katıldı. Evli ve bir kız babası olan Cengiz Özkan, TRT İstanbul Radyosu’nda saz sanatçısı olarak görevine devam etmektedir.

Paco de Lucia

Haziran 30th, 2012

Flamenko’nun en büyük gitaristlerinden Paco de Lucia, ya da gerçek adıyla Francisco Sanchez Gomez, 21 Aralık 1947’de ailesinin 5. erkek çocuğu olarak İspanya’nın güney Endülüs bölgesindeki bir liman kenti olan Algeciras’da dünyaya geldi. Amatör bir gitarist olan babası Antonio Sanchez, Paco’yu ve kardeşlerini genç yaşta teşvik etti ve Paco 5 yaşında sıkı bir çalışma içine girdi. Sahne adını annesi Lucia Gomez’in anısına de Lucia olarak değiştiren Paco, ilk performansını 1958’de yerel bir radyo olan Radio Algeciras’da kardeşi Pepe’nin söylediği şarkılara eşlik ederek gerçekleştirdi. Ertesi yıl Jerez de la Frontera’da prestijli bir gitar yarışmasını kazandı ve 1961’de ilk kaydını yaptı.

1963’de, dansçı Jose Greco’nun grubuna girdi ve değişik ülkelerde konserlere katıldı. New York’da kendisini Niño Ricardo ve Mario Escudero gibi etkileyenlerden biri olan virtüoz gitarist Sabicas’la tanıştı. İspanya’ya dönüşünün ardından 1964’de ailesiyle birlikte Madrid’e taşındı; ertesi yıl Ricardo Modrego ile 2 albüm yaptı ve “Festival Flamenco Gitano” festivaline katıldı. 1966’da gitarist kardeşi Ramon de Algeciras ile 3 albüm yaptı.

1967’de ilk solo albümü “La Fabulosa Guitarra de Paco de Lucia”yı çıkardı. 1968’de 2. solo albümü “Fantasia Flamenca” ile kendi stilini yansıttı. 1970’de ünlü Carnegie Hall’da çaldı ve 1972’de etkileyici gelişimine “El Duende Flamenco” ile devam etti ve ertesi yıl Fuente y Caudal albümü özellikle “Entre Dos Aguas” parçası ile uluslararası anlamda dikkat çekti. 1976’da Almoraima ile çığır açarak yoluna devam etti; 70’lerin sonlarında jazz fusion’a ilgi duymaya başladı ve Al DiMeola’nın 1977’deki “Elegant Gypsy” albümündeki performansı saf-flamenkocuların tepkisini çekti.

Paco de Lucia ateşli bir flamenko hayranı olan klasik besteci Manuel de Falla’nın anısına, Jorge Pardo ve Rubem Dantas tarafından kurulan Dolores grubu ile bir albüm kaydetti. Ertesi yıl fusion gitarist John McLaughlin ve Larry Coryell ile birlikte akustik bir trio albüm olan “Castro Marin”i kaydetti.

Paco de Lucia en geniş Amerikan dinleyici kitlesine 1980’de, başka bir virtüoz üçlü olarak John McLaughlin ve Al DiMeola ile Friday Night in San Francisco albümü ile ulaştı. Daha sonra 1982’de çıkardığı Passion, Grace and Fire ile caz hayranları arasında popüler oldu. Aynı yıl Chick Corea’nın Touchstone albümünde bulundu. Caz dünyasına bu dalışına ek olarak, vokalde kardeşi Pepe de Lucia, gitarda yine kardeşi Ramon de Algeciras, elektrik bas gitarda Carlos Benavent, flütte Jorge Pardo ve perküsyonda Rubem Dantas ile bir altılı oluşturdu. Bu çığır açıcı grup 1984’de “Live…One Summer Night” albümüne imza attı.

1986’da Juan Manuel Canizares ve José Maria Banderas ile bir üçlü oluşturdu ve 1990’a kadar onlarla çaldı. 1987’de kariyerini tanımlayan albümü olan ve kendi stilini özetleyen “Siroco”yu kaydetti. 1990’da Endülüs ve Kuzey Afrika arasındaki müzikal bağları ortaya çıkaran “Zryab” albümü için, oluşturduğu altılıyı tekrar canlandırdı.

Paco de Lucia, klasik müziğe ani bir hamle ile girerek Rodrigo’nun efsanevi Concierto de Aranjuez’ini itinayla öğrendi ve 1991’de “The Orquesta de Cadaques” ile kaydını yaptı. Kayıtlar sırasında Rodrigo da yer almış ve Paco’nun performansı için “hiç kimse bestemi bu kadar tutku ve yoğunlukla çalmamıştı” demiştir.

1993’de “Live in America”, Lucia’nın altılısını tarihe geçirdi. 3 yıl sonra John McLaughlin ve Al DiMeola ile yeni bir albüm olan “Guitar Trio” ve dünya turu için tekrar bir araya geldi. 1998’de altılı grubunu yediliye genişletti ve annesinin anısına Luzia albümünü kaydetti.

Babasının ve kardeşi Ramon de Algeciras’ın Paco de Lucia üzerinde çok önemli etkisi olmuştur. “Bir flamenko gitaristinin eğitim zemini çevresindeki müziktir, gördüğünüz insanların yaptığı müziktir, müzik yaptığınız insanlardır. Müziği ailenizden öğrenirsiniz, arkadaşlarınızdan öğrenirsiniz. Sonra teknik üzerine uğraşırsınız… Anlamalısınız ki bir çingenenin hayatı bir anarşi hayatıdır. Bu yüzden flamenkonun yolu disiplin olmayan bir yoldur. Biz varolanları aklımızla organize etmeye çalışmayız, keşfetmek için okula gitmeyiz. Sadece yaşarız…. müzik hayatımızın heryerindedir.” diyor efsane gitarist.

Flamenko’nun en büyük gitaristlerinden Paco de Lucia’nın keşifleri sayısız; pek çok geleneksel formun sınırlarını melodik, armonik, ritmik ve teknik bakımdan geliştirmesiyle pek çokları tarafından modern flamenkonun babası kabul ediliyor. Bir caz gitaristin seviyesiyle kutsanmış virtüozluğu ile Lucia, bu aleme ender akınlardan birini yaptı ve aynı zamanda pek çok müzikal formu kendi stiline dahil etti. Buna ilaveten de Lucia flamenkoda enstrümantalistin rolünün değişmesine yardım etmiş oldu; önceleri yalnızca birkaç gitarist eşlik ettikleri şarkıcı ya da dansçıların yanında ikinci bir role sahip oldular, fakat de Lucia flamenkonun bir orkestra ile icra edilebileceği fikrine yardım etti ve popülerleştirdi.

Geleneksel formları zorlayarak kuralların dışına çıkarmasındaki cesareti İspanya’da saf-flamenkocular tarafından tepkiyle ve düşmanlıkla karşılandı, fakat yeni nesil flamenko hareketinin müzisyenleri üzerinde çok büyük bir etkisi oldu.

Paco de Lucia, kökünü kaybettiği ve flamenkonun özüne ihanet ettiği yolundaki şikayetlere kulak asmadı. Bir keresinde şöyle demişti: “Müziğimdeki köklerimi hiçbir zaman kaybetmedim, yoksa kendimi kaybederdim. Yapmaya çalıştığım şey; bir elimin gelenekte olması, diğerinin de flamenkoya yenilikler katmak için başka yerleri kazmasıydı. Kendimi kaybettiğimi düşündüğüm bir zaman oldu, ama şimdi değil. Şunu farkettim ki, eğer isteseydim bile, başka bir şey yapamazdım. Ben bir flamenko gitaristiyim. Başka herhangi bir şey çalsaydım bile, çaldığım şey yine flamenkoya benzeyecekti.”

Tufan Kıraç

Haziran 30th, 2012

Türk Rock müziğinin önemli ve genç temsilcilerinden olan Kıraç, 1972 yılında Kahramanmaraş’da doğdu. Öğretmen olan babasının görevi nedeniyle on yaşına dek Kahramanmaraş’ta yaşadı. 1982 yılında babasının tayini çıkınca ailesiyle İstanbul’a yerleşti ve eğitimine İstanbul’da devam etti. Küçük yaşlardan itibaren müziğe karşı ilgi duyan Tufan Kıraç’a ilk desteği bağlama çalan babası verdi. Bağlama ile müziğe başlayan Kıraç’a ikinci büyük desteği lisedeki müzik öğretmeni Refik Köksal verdi. Müziğe olan ilgisini ve yeteneğini gören Refik Köksal, Kıraç’a ilk gitarını hediye etti.

1990 yılında liseyi bitirdikten sonra, üniversite sınavlarına girerek Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Müzik Öğretmenliği bölümünü kazandı. Öğrencilik yıllarında Taksim, Harbiye, Kadıköy’deki barlarda çalışmaya başladı. Lise yıllarında ilk beste ve söz çalışmalarını yapan Kıraç, 1996 yılına geldiğinde ilk albümü için çalışmalara başladı. TMC Film Müzik Üretim ve Pazarlama A.Ş. ile anlaşan Kıraç’ın “Deli Düş” adlı ilk albümü 1998 yılının Mayıs ayında çıktı. İlk albümünden “Dağların Kadını”, “Talihim Yok Bahtım Kara”, ”Ben Yolumu Bulurum” adlı parçalara klip çeken Kıraç, kaliteli çalışmasıyla beğeni topladı.

Birinci albümüyle Rock müzik dinleyicilerinin gözünde sağlam bir yer edinen Kıraç, 2000 yılının ilk günlerinde, ikinci albümü “Bir Garip Aşk Bestesi” ile binlerce müzikseverin beğenisini kazandı. İkinci albümden “Gidiyorum”, “Bir Garip Aşk Bestesi” ve “Karahisar” adlı parçalarına klip çekti. “Bir Garip Aşk Bestesi” adlı albümünün müzikseverlerle buluşmasının ardından, üçüncü solo albümünün repertuar çalışmalarına başlayan Kıraç’ın bu arada TMC Müzik sanatçılarından Funda Arar’la birlikte 2001 Şubat ayında “Sevgiliye” adını verdikleri mini düet albümü çıktı.

Ağustos ayında üçüncü solo albümünün repartuar aşamasını tamamlayarak stüdyoya girdi. Ağırlıklı olarak Kıraç şarkılarından oluşan “Zaman” albümünde söz ve müziği İskender Doğan’a ait “Kan ve Gül”, “Aşık Veysel’den “Derdimi Söylesem” ve iki de anonim türkü yer alıyor. Albüm 14 Aralık 2001 tarihinde müzikseverlerle buluştu. Kıraç bu abümündeki “Endamın Yeter”, “Gönül”, “Yıllar Sonra”, “Kan ve Gül” ve “Zaman” parçalarına klip çekti. Bu yıl ekranlarda fırtına gibi esen “Zerda” adlı dizinin müziklerini yapan Kıraç, bu konuda da büyük bir başarıya imza attı.
Albümleri: Zaman (2001), Sevgiliye (2001), Bir Garip Aşk Bestesi (1999), Deli Düş (1998)

Ali Ekber Çiçek

Haziran 30th, 2012

1935 yılında Erzincan’da doğan Ali Ekber Çiçek, babasını 1939 Erzincan depreminde yitirdi ve küçük yaşlarda rençberlik yapmaya başladı. Bu arada bağlamayı öğrendi ve cem toplantılarında kulağı Alevi deyişleri ve ezgileriyle doldu. İlkokul öğreniminden sonra maddi olanaksızlıklar sonucu öğrenimini sürdüremedi, ancak ağır yaşam şartlarına karşın müzikten hiç kopmadı.

Müzik aşkı ağır basınca İstanbul’a göç etti ve halk müziğinin önemli isimleriyle tanıştı. Askerden sonra TRT’nin açtığı sınavı kazanarak, Muzaffer Sarısözen döneminde TRT Ankara Radyosu’na ve Yurttan Sesler Korosu’na girdi. 35 yılı aşkın bir sürede 400’den fazla türküyü derleyerek geniş kitlelere ulaştırdı.

TRT arşivlerinde 54 kaseti bulunan Ali Ekber Çiçek’in ülkemizdeki bütün türkücüler tarafından derlemeleri söylenmektedir. TRT’den emekli olan sanatçı halen birçok ülkede konserler ve üniversitelerdeki sohbetler aracılığıyla bu toprakların sanatını dünyaya taşımaya çabalıyor. 2003 yılının başlarında TRT  Belgesel Programlar Müdürlüğü tarafından Ali Ekber Çiçek’in hayatını anlatan “Cahilden Uzak Dur, Kemale Yakın” isimli belgesel çekilmiştir.

Türk Halk Müziği sanatçısı Ali Ekber Çiçek 26.04.2006 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

Ali Ekber Çiçek’ten derlenen bazı türküler :
Böyle İkrarınan Böyle Yolunan
Bunca Olan Emeğimi
Derdim Çoktur Hangisine Yanayım
Ey Erenler Akıl Fikir Eyleyin
Gönül Gel Seninle Muhabbet Edelim
Gurbet Elde Bir Hal Geldi Başıma
Gurbet Elde Yadellerin Derdini
Gül Yüzlü Sevdiğim
Hazin Hazin Esen Seher Yelleri
İsmini Sevdiğim Saadetli Dostum
Nasıl Yar Diyeyim Ben Böyle Yare
Ondört Bin Yıl Gezdim Pervanelikte(Haydar Haydar)

Ali Ekber Çiçek tarafından derlenen bazı türküler :
Bir güzeli methedeyim
Çoktan Beri Yollarını Gözlerim
El Vurup Yaremi İncitme Tabib
Gönül gel varalım gülşen bağına
Şepke’nin Kavakları
Yolumuz Gurbete Düştü


SON RÖPORTAJI

Türk Halk Müziği’nin önemli isimlerinden, bugün yaşamını yitiren Ali Ekber Çiçek, son ropörtajlarından birini AA muhabiri ile yapmış, genç türkücülere, eserlerin özgünlüğünü bozdukları için sitem etmişti.

Ali Ekber Çiçek, geçen yılın kasım ayı sonunda şeker hastalığı nedeniyle tedavi gördüğü sırada AA muhabiri Serkan Taşkın’ın sorularını yanıtlamış, görüşlerini dile getirmişti.

AA’nın 26 Kasım 2005 tarihinde yayınladığı “Ali Ekber Çiçek’ten Genç Türkücülere Sitem” başlıklı haberi şöyleydi:
“Ömrünün neredeyse tamamını Türk Halk Müziği’yle içiçe geçirmiş, yıllar önce derlediği ve kendisinden derlenen eserlerin halk müziğinin klasik örnekleri arasında yer bulduğu bir isim olan Ali Ekber Çiçek, şu sıralar şeker hastalığı nedeniyle tedavi görüyor.

Zaman zaman konserlere çıkabilen 70 yaşındaki sanatçı, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.

Çiçek, Türk Halk Müziği’nin bugününü değerlendirirken, geçmişte üretilen eserlere saygı gösterilmediğinden yakındı.

Çiçek, ’Türk Halk Müziği tekrar popüler oldu ancak ben bu gelişmeyi hazırcılığa bağlıyorum. Şimdi şöhret olmuş kişiler benim 40-50 yıl önce yazdığım parçalardaki ezgilerin üzerine güfte yapıp söylüyorlar. Bir de bu okuduğum parçalarda leyleği kuşa çevirerek okuyorlar’ dedi.

Kendini kanıtlamış ve halk nazarında kabul görmüş eserlere yeniden yorum eklemeye gerek olmadığını belirten sanatçı şöyle konuştu:
’Ali Ekber Çiçek nasıl çalıp okuyorsa gençler ve ondan sonra gelenlerin de öyle okuması gerekiyor. Bu tavrı yakalamaları gerekiyor.

Parçalarımdaki yorum zaten içinde vardır. Tekrardan o parçalara yorum eklemeye gerek yok.

Hazırcılığa alışmışlar. Ben gençlere çok değerli bir miras bıraktım. O eser asla aslını inkar etmemeli. Yorum üzerine yorum katılmamalı. Her şey aslına bağlı olarak tabiatıyla birlikte yaşatılmalı. Ben 60 yıldır bu parçaları yapıp gençliğin önüne serdim ki onlara sağlam bir doküman bırakalım. Şimdi onlar bu müziğin aslını inkar ederse, ben buna gücenirim. Yozgat Sürmelisi’ne sen nasıl yorum katarsın? Bu parça için Nida Tüfekçi 10 sene çalışmış, Haydar’a nasıl yorum katabilirsin? Bu parçada ben 3 sene çalışmışım. Bu parçalara yorum katılmasından çok rahatsız oluyorum.

Biz geleneklerimizi nasıl koruyacağız. Gelenekler aslıyla birlikte korunur. Bu insanlar kendileri çalışıp bir şey üretmiyor, hazırı da bozuyorlar. Bu insanlar piyasanın en kariyerli kişileri.

Bunların işleri güçleri ticaret. Amaçları ceplerini doldurmak. Böyle şey olmaz. Ama bu insanlar hazırcılığa alıştığı gibi bir de bizim ürettiğimiz türkülerin üzerine, sanki çok iyi bir şey biliyormuş gibi, yorum katıyorlar.’ ’Türküyle siyaset yapılmaz’ diyerek, müziği siyaset aracı haline getirenleri de eleştiren Çiçek, bunu sahtekarlık olarak nitelendirerek, ’Ben hiçbir zaman dini de siyaseti de müziğime alet etmedim. Hiçbir insanı ayırmadım. Bize böyle öğretildi, biz böyle bildik’ görüşünü dile getirdi.”

Erkan Ocaklı

Haziran 30th, 2012

1949 yılında Trabzon’da doğan Ocaklı, Aslen Artvin Arhavi’li. Çocukluğu Maçka’da geçti. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesini bitirdi. Yaklaşık 40 albüm yapan Ocaklı’nın, “Mısırı kuruttun mi” ve “Ula ula Niyazi” gibi Karadeniz klasiklerinin de yer aldığı 350 civarında bestesi bulunuyor. Yönetmenlik ve televizyon programları da yapan Ocaklı, 6 filmde de rol aldı.

Erkan Ocaklı, geçen sene 40. sanat yılını, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’ndaki geceyle kutlamıştı. Kuzey Yıldızı Trabzonlular Derneğince düzenlenen gecenin sunuculuğunu, bir süre önce vefat eden sanatçı ve AK Parti İstanbul Milletvekili Osman Yağmurdereli yapmıştı.

Erkan Ocaklı, Pankreas kanseri teşhisiyle uzun bir süredir yoğun bakımda yaşam mücadelesi veren Karadeniz müziğinin üstatlarından Erkan Ocaklı, tedavi gördüğü Kartal Devlet Hastanesi’nde hayatını kaybetti.

16 Kasım 2008 günü Saat 00.00 sıralarında hayatını kaybettiği açıklanan Ocaklı’yı sevenleri ve dostları son anında da yalnız bırakmadı. Acı haberi duyan aile dostları ve sevenleri hastaneye akın etti. Ocaklı ailesine taziyelerini iletmek için gelenler arasında Kamil Sönmez ve Mustafa Topaloğlu da vardı. Böylesine bir üstadı kaybetmenin oldukça acı verdiğini dile getiren Sönmez ve Topaloğlu, Ocaklı ailesinin yanında olduklarını ifade etti. Bu arada sanatçıya yakın isimlerden Şehit Aileleri Derneği Başkanı Necati Selvitok, “Uzun zamandır Kartal Devlet Hastanesi’nde tedavi görüyordu. Pankreas kanseriydi. Onu hiç unutmayacağız” dedi.

Bu arada eşinin yattığı son yastığa sarılarak gözyaşı döken Nebahat Ocaklı ve çocukları Acarkan ile Büşra’nın oldukça bitkin oldukları gözlendi.

“ÖLENE KADAR MÜZİĞE DEVAM” DEMİŞTİ
Karadeniz müziğini duyuran ilk isimlerden biri olan Ocaklı, yerel bir gazeteye verdiği son röportajında “Karadeniz müziği değişmiş ve çok gelişmiş, çağın şartlarına uymuş. Gurup sazlar, kemençeler önemli yenilikler geldi. Sanatçıların en çok beğenilenini halk belirler. Sanatçı yıllarca unutulmayan ve hatırlanandır. Festivallerin daha da fazla yapılması lazım. Bu festivaller uyuyan Karadeniz’i uyandırdı. 58 yaşındayım, sanatta 37. yılıma girdim. Daha önceleri özel kanallar kemençeyi içeriye sokmazdı.

Bölgemizin televizyonlarından Allah razı olsun. Bizim bütün çocuklarımızı deşifre ettiler, gözler önüne serdiler. Festivallerle Karadeniz oynuyor, coşuyor artık. Karadeniz görünüyor. Festivalleri masraf kapısı olarak düşünmemek lazımdır. Büyük bir reklam. Bir şeyin tanıtımı çok önemlidir. Getirisi çoktur. Ölene kadar müziğe devam edeceğim. Maalesef Karadenizli sanatçılarımızı dünya entegrasyonu içerisinde lanse edecek hiçbir firmamız yok. Karadenizli sanatçıları tanıtacak diye düşündüğümüz büyük firmalar yetersiz kaldı. İki arkadaşımız var, birisini Urfalı lanse etti, diğerini Malatyalı. Bu çok üzücü bir şey. Ben 35. yılımda bir Oflu’ya, bir de Köprübaşılı arkadaşıma armağan oldum. Kadıköylü bile beni zor görüyor. Televizyonlara bile göstermiyorlar. Tanıtıma önem vermiyorlar. 37 yıldır Erkan Ocaklı’nın bir klibi bile yok. Böyle bir insana nasıl klip çekilemez. Çalıştığım firma 5 milyar harcayıp neden klip çekmiyor? Benim güzelliğimi emek verdiğim kasetçi ve firmalardan almam lazım. Halk bana domates atarsa işte o zaman Erkan Ocaklı bitmiştir. Ben yırtık pantolonla türkü söylemem. Öyle alıştım. Edep, terbiyem bu. Gençler öyle söylüyor ona da saygım var” diye konuşmuştu.

Aralarında “Çayeli’nden o yani” isimli türkünün de bulunduğu çok sayıda eserin bestecisi ve söz yazarı olan Ocaklı, Pazartesi günü KaracaAhmet Camii’nde ikindi namazına müteakip kılınacak cenaze namazının ardından vasiyeti üzerine Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilecek.

Doç. Dr.Hande Dalkılıç

Haziran 30th, 2012

Hande Dalkılıç 1974 yılında Ankara’da doğdu. İlk piyano derslerini Prof. Güherdal Karamanoğlu Çakırsoy’dan aldı. 1989’da akademik müzik eğitimine Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nde başladı. Üstün yeteneğini, erken yaşlarda olgunlaşmaya ve seçkinleşmeye başlayan müzikal formasyonunu sanatta yeterlik (doktora) düzeyine kadar bu fakültede Prof. Ersin Onay’ın sınıfında geliştirdi.

Hande Dalkılıç, mesleki çalışmalarının en erken dönemlerinden itibaren, üstün artistik duyuşuyla beslenen araştırmacı yönüyle de dikkatleri çekmiştir. Sanatçı, bu nitelikleri ile genç yaşta olgun bir yorum gücüne ve geniş bir repertuara sahip olmuştur. Dalkılıç, yüksek lisans çalışmaları süresince Ahmed Adnan Saygun’un eserlerine ağırlık verdi. Bestecinin bir çok piyano eserini repertuarına aldı, seslendirdi. Bu çerçevede, Saygun’un solo piyano eserlerinden oluşan ve bestecinin 1990 yılındaki ölümünden önce tamamladığı son eseri Op.76 Piyano Sonatı’nın ilk seslendirmesini de içeren CD kaydı 2000 yılı başında BMP etiketiyle yayınlandı.

Ahmed Adnan Saygun’un 100. doğum yılı olan 2007’de BMP tarafından yeni bir kapak ve kitapçıkla ikinci kez basımı gerçekleştirilen CD’sinin yanı sıra sanatçı, yine Saygun’un Op.34 1. Piyano Konçertosunu (BMP), Muammer Sun’un ilk kez bir CD’de seslendirilen piyano solo için dört defterden oluşan ‘Yurt Renkleri’ Albümünü (BMP ve KALAN), Cemal Reşit Rey’in Piyano ve Orkestra için ‘Bir İstanbul Türküsü üzerine Çeşitlemeleri’ni CD’ye kaydetmiştir.

Hande Dalkılıç’ın Ulvi Cemal Erkin’in tüm solo piyano eserlerini yorumladığı CD’si geçtiğimiz günlerde KALAN etiketiyle piyasaya sunulmuştur. Sanatçının dünya prömiyerini yaptığı Saygun’un Op.76 Piyano Sonatı ve diğer kayıtlarında olduğu gibi Türk bestecilerinin bazı yapıtlarının ilk icralarını gerçekleştirmesi, onun özenle biçimlediği mesleki çizgisinin bilinçli yönelimine işaret etmektedir.

Hande Dalkılıç, yurt içinde ve yurt dışında Almanya, Bulgaristan, Etiyopya, Fransa, Güney Afrika, İngiltere, İsrail, İsviçre, İtalya, Kenya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Mısır, Polonya, Romanya, Tunus ve Ukrayna gibi ülkelerde yaptığı solo resitaller ve oda müziği konserlerinin yanı sıra Türk ve yabancı bir çok orkestra ile konserler gerçekleştirmiş, özellikle konser programlarında Türk bestecilerinin eserlerinin de yer almasına özen göstermiştir.

Mart 2002’de İdil Biret, Ayşegül Sarıca gibi büyük piyano ustalarıyla Bach Piyano Konçertoları’nı seslendirerek onlarla aynı sahneyi paylaşan sanatçının katıldığı önemli festivaller arasında 34. Uluslararası Sofya Müzik Festivali, Uluslararası Kartaca Festivali (Tunus 2002), 18. ve 22. Uluslararası Ankara Müzik Festivali, 5. Antalya Piyano Festivali ve 9. Uluslararası Bellapais Festivali ( K.K.T.C.) yer almaktadır.

Mart 2006’da doçent ünvanını alan sanatçı halen Bilkent üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Piyano Ana Sanat Dalı’nda görev yapmaktadır.

Hande Dalkılıç solistlik kariyerini yurt içinde ve yurt dışında yaptığı resital ve konserlerle birlikte radyo ve TV yayınlarıyla sürdürmekte, virtüozitesini oluşturan güçlü teknik, derinlikli ve özgün yorumları her geçen gün daha geniş bir kitleye ulaşmaktadır.

ekavart tarafından Hande Dalkılıç ile yapılan söyleşiyi izlemek için tıklayınız

Nida Tüfekçi

Haziran 30th, 2012

Mehmet Nida Tüfekçi 1 Mart 1929’da Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesinde doğdu. Annesi Zeynep Tüfekçi, Babası Hamdi Tüfekçi’dir. İlk müzik eğitimini babası Hamdi Tüfekçi’den aldı. Müziği seven ve müziğin içindeki bir ailenin çocuğu olan Nida Tüfekçi , bağlama çalmaya başlamasını şöyle anlatırdı: “7-8 yaşlarındaydım her halde. Sazla benim boyumu ölçtüklerinde saz 1,5 karış uzun gelirdi benden. Sazın sapına kolum yetişmezdi de teknesini bir duvara dayayıp öyle çalmaya çalışırdım…” Nida Tüfekçi ilkokul çağlarında bazen derslerde bazen müsamerelerde saz çalmasını sürdürmüş ve küçük yaşlarda yeteneğini ortaya koymuştur. İlköğrenimini Akdağmadeni’nde bitiren Nida Tüfekçi, ortaokula Akdağmadeni’nde başlamış üçüncü sınıfı Boğazlıyan’da tamamlamıştır. Yaşadığı ilçede lise olmadığından öğrenimine çevre illerden birinde devam etmek zorunda kaldı ve liseyi Ankara Maliye Okulu’nda bitirdi.

Nida Tüfekçi Maliye Okulu’nda öğrenci iken Muzaffer Sarısözen’le tanıştı. Sarısözen’le tanışması belki de yaşamının dönüm noktasıdır. Okuluna devam eder, 1947’den itibaren Ankara Radyosu’nun Yurttan Sesler emisyonlarına ses ve saz sanatçısı olarak katıldı. O zamana kadar gerek radyo sanatçılarının gerekse Muzaffer Sarısözen’in bilmediği bir tavır ve tezene ile (Sürmeli Tavrı) saz çalıp türkü söyleyen Tüfekçi, radyonun en parlak simaları arsında yer almıştı.

1953 yılında Ankara Radyosu’nda açılan sınavda başarı göstererek Yurttan Sesler’in daimi korosunda çalmaya başladı ve 1959 yılında İstanbul Radyosu’na naklen atandı. 1964 yılında Türk Halk Müziğinden sorumlu Türk Müziği şube müdür yardımcılığına, 1972 yılında ise TRT Müzik Dairesi Türk Halk Müziği Müdürlüğü’ne atandı. 1974 yılında ise TRT Müzik Dairesi Başkanlığına (vekaleten) getirildi. 1976’da bu görevden istifa etti. Aynı yıl İstanbul Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nın kurucu üyeliğini yapan Tüfekçi bu okulda, yönetim kurulu üyeliği, başkan yardımcılığı, bölüm başkanlığı ve danışma birimi üyeliğinde bulundu. Yine aynı okulda Bağlama, THM Solfeji, THM Bilgileri ve Bölge Tavırları derslerini okuttu.

Türk folklorunun müzik ve oyun dallarında yurt içinde ve yurt dışında seçkin bir yer edinmiş, kültürümüze yapmış olduğu katkılarla halk müziği dünyasına damgasını vurmuş olan Mehmet Nida Tüfekçi, 18 Eylül 1993 Cumartesi günü yaşama veda etti.