Giriftzen Asım Bey

Haziran 30th, 2012

Besteci ve giriftzen Asım Bey, Yunanistan’ın Tesalya bölgesindeki Yenişehir Mevlevihanesi’nde ney çalmayı öğrendi. 18 yaşında İstanbul’a yerleşerek İstanbul itfaiyesinde çalışmaya başladı. Aynı zamanda ney ve girift dersleri aldı. Kısa sürede girift ustası olarak adını duyurdu. Asım Bey’in 30 kadar bestesi günümüze ulaşmıştır.

Serhat Ersöz

Haziran 30th, 2012

1972’de Eskişehir’de doğan Ersöz, 1991’de üniversite imtihanını kazanıp Kocaeli’den İstanbul’a taşındığı zaman, arkadaşlarıyla Midas isimli bir grup kurdu. Sonraları bu grupla Engin Yörükoğlu’nun jazzstop isimli klübünde çalmaya başladığı sıralar yeniden bir araya gelmeyi düşünen Moğolların dikkatini çekti. Bir prova yaptılar ve o zamandan bu yana Serhat, Moğolların 4 renginden biri olarak müzik yaşamını sürdürüyor.

Serhat Ersöz, Moğolların son iki albümünde enstrümental besteleri ve düzenlemeleriyle grubun sound’una getirdiği yeni nefesle dikkati çekiyor.

Ulvi Cemal Erkin

Haziran 30th, 2012

1906 yılında İstanbul’da doğan besteci ilk müzik eğitimini çok küçük yaşta annesinden aldı. Ulvi Cemal yedi yaşındayken Adinolfi’nin yanında piyano derslerine başladı.

Galatasaray Lisesini bitirince burs kazanarak devlet hesabına Paris’te müzik öğrenimine gönderildi. Paris konservatuarında ve ecole Normale de musique’te Gallon Baulanger gibi hocalardan kompozisyon dersleri aldı. 1930’da yurda dönünce Ankara Musiki ve muallim mektebinde armoni ve piyano öğretmeni olarak atandı. 1936’da Devlet Konservatuarı kuruluncaya kadar bu görevini sürdüren Erkin o tarihte yine piyano öğretmeni olarak Konservatuar’da çalışmaya başladı ama piyano ve konser çalışmalarını yavaş yavaş ikinci plâna çıkarmış artık iyiden iyiye besteciliğe yönelmişti.

1942’de Cumhuriyet Halk Partisi büyük ödülünü aldı. Ulvi Cemal Erkin kendi bestelerinden oluşan ilk konserini 1946 yılında verdi. 1949’dan 1951’e kadar devlet konservatuarının müdür olarak yöneten besteci, ölümüne kadar piyano bölümü şefi ve piyano öğretmeni olarak aynı yerde görevini sürdürdü.

Eserlerindeki ortak nokta ustalıklı bir orkestralama sezgi ve kullanışı, titiz bir istif kuşkusu özden ve içten gelen bir esindir.

Ulvi Cemal Erkin 1973’te Ankara’da öldü.

Çelik Erişçi

Haziran 30th, 2012

5 Mayıs 1966 yılında İstanbul’da doğan Erişçi, başarılı bir öğrenim hayatının ardından İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu. Müzik yaşamına İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikîsi Devlet Konservatuar’ında başladı. 1991 yılında Ercan Saatçi ve İzel Çeliköz’le biraraya gelerek “İzel, Çelik, Ercan” adını verdikleri toplulukla “Özledim” adlı başarılı bir albüme imza attılar. Kariyerine tek başına devam etmeye karar veren Çelik, gruptan ayrılarak solo albümünün çalışmalarına başladı. İki yıllık uzun ve bir çalışmanın ardından 1994 yılında “Ateşteyim” isimli ilk albümünü çıkardı. 11 parçanın yer aldığı albüm, tüm müzikseverler tarafından büyük ilgi gördü ve başta “Ateşteyim”, “Güle Güle”, “Meyhaneci” olmak üzere hemen her parçası hit haline geldi. Albümün ulaştığı yüksek satış rakamları Çelik’in solo kariyeri tercih etmesindeki haklılığı ortaya koyuyordu. Sanatçı, kısa bir aranın ardından 1995’te ikinci albümü “Benimle Kal” ile başarısını sürdürdü. Bir önceki albümünde olduğu gibi “Benimle Kal”daki tüm şarkıların da söz ve müziğini yazarak, düzenlemeler yaparak müziğin tüm aşamalarında yetenekli olduğunu gösterdi. Nitekim artık bir “klasik” haline gelen ve sanatçıyla bütünleşen “Hercai” adlı şarkısı, 1995 Kral TV Video Müzik Ödülleri’nde ‘En İyi Beste’ ödülüne layık görüldü. “Sevemem” adlı parçasıyla Makedonya’da aldığı ödülü başka birçok ödül izledi. Erişçi, bu albümde yer verdiği “Atam” adlı şarkısıyla başlayarak Mustafa Kemal Atatürk’e ithaf ettiği şarkılar bir gelenek halini aldı. 1996 yılında piyasaya sürülen “Yaman Sevda” albümünde, alışılagelen Çelik sound’undan farklı olarak rock etkileri göze çarptı. Supervizör’lüğünü yine Ahmet Özden’in yaptığı albümde Şebnem Ferah, Gür Akad gibi kalburüstü sanatçıların eşlik ettiği birbirinden güzel on parça yer aldı. “Yaman Sevda”, “Bu Şehirde” başta olmak üzere üçüncü albümüyle hayranlarının gönüllerindeki yeri sağlamlaştırdı. 1997 yılında, özverili bir çalışmanın ardından “Sevdan Gözümün Bebeği” albümünü yayınladı. Akdeniz ezgilerinin olduğu “Ayrılık Deme Bana”, “Sevdan Gözümün Bebeği” gibi parçalarla aşk, özlem, ayrılık gibi duyguları dile getirdi. Dört yılda çıkardığı dört albümden seçtiği hit parçaları “Sevgilerimle” adını verdiği bir ‘Best of’ albümle 1998 yılında müzikseverlere sundu. 1998 yılı Çelik için bir “yenilenme yılı” olurken, hem görüntüsü hem de “O’nu Düşünürken” adlı yeni çalışmasındaki müzikal yaklaşımıyla daha olgun bir görünüm sergiledi. “Veda Etmem” adlı slow parçayla listelere giren albüm, sanatçının en olgun çalışması olarak değerlendirildi. “Benimle Evlenir Misin” adlı parçasının güzel görüntülerle bezenmiş klibiyle profesyonel bir çalışma ortaya koyan Erişçi, “O’nu Düşünürken” adlı parçasına yaptığı ‘caz versiyonu’yla da müzik vizyonunun çeşitliliğini gözler önüne serdi. 2000 yılında çıkardığı “Unutamam” adlı albümünde Erkin Koray’ın “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” şarkısını yeniden düzenleyerek hayranlarına sundu. Ayrıca bu albümünde kendi adına bir ilki de gerçekleştiren Erişçi, ilk kez, cover bir parçaya albümünde yer verdi. “Nothing Hill” filminin müziği, “Aint No Sunshine”, Çelik’in yazdığı sözler ve yorumuyla albümde yer aldı. Bu albümünden sonra 2001 yılında “Sekizinci” adlı albümünü çıkaran sanatçı, bu albümünde de Fikret Kızılok’un Türk pop müziğinin klasikleri arasında yerini alan “Bu Kalp Seni Unutur mu?” isimli şarkısını hayranlarına sundu.

Çelik Erişçi Resimlerini Görmek İçin Tıklayınız 

Sadeddin Arel

Haziran 30th, 2012

Hüseyin Sadeddin Arel, 1880 yılında İstanbul’da doğdu. Anadolu kazaskeri Dardahanzade Mehmed Emin Efendi’nin oğlu ve Adliye nazırı kazasker Ali Haydar Arsebük’ün kardeşi olan Hüseyin Sadeddin Arel, hukuk mektebini bitirdi. Sırasıyla Adliye nezareti mütercimi, mektubi müdürü, deniz ticaret mahkemesi hakimi, Makedonya vilayetleri adliye müfettişi, ceza işleri müdürü, adliye müsteşarı, şurayı devlet üyesi, defter-i hakani emini, şurayı devleti tanzimat dairesi reisi oldu.

Sadeddin Arel, şurayı devlet kaldırılınca devlet görevinden çekildi. Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Almancayı bilir, diğer birkaç dili de okuyup anlardı. Musikiye on yaşında başladı. Hemen bütün sazları çalmayı öğrendi. 1907-1909’da Edgar Manas’tan batı musikisine ait bilgiler öğrendi. Devrinin bütün musiki ustalarını tanıdı. Türk musikisi ilmi üzerine çalıştı. 500 yıldan beri adeta unutulmuş olan Türk musikisi nazariyatı ortaya çıktı. Türk musikisinin çok sesli çağdaş bir sanat olarak gelişmesi için büyük gayret gösterdi.

Sadeddin Arel, şarkı formunda büyük şarkı bestecileri derecesine erişememiş, beste-semai formlarında da pek eser vermemiştir fakat gerek dini eserlerde, gerekse saz eserlerinde, Türk musikisinin çok önemli bir bestecisi olarak kalmıştır. 1955 yılında İstanbul’da vefat eden Hüseyin Sadeddin Arel’in kütüphanesi, ölümünden sonra İstanbul Üniversitesine verilmiştir.

Franz LISZT

Haziran 30th, 2012

Macaristan’da Raiding şehrinde aslen Alman olan bir aileden doğan piyanist, besteci. Müzik öğretimine çok küçük yaşta başlamıştır. Ayrıca Czerny, Salieri, Paer ve A.Reicha yanında çalışmıştır. Birçok Avrupa şehrinde piano virtüözü olarak konserler vermiştir. Bu arada İstanbul’a da gelmiş ve Dolmabahçe sarayında konser vermiş, Padişah tarafından bir nişan almıştır. Yine bu seyahatlerin birinde Kontes Marie d’Agoult ile evlenmiş, bu birleşmeden sonradan Richard Wagner’in karısı olacak Cosima doğmuştur. 1848’den sonra Weimar’a gelen Liszt oraya yerleşmiştir. Bu arada Richard Wagner ile tanışmış ve genç besteciyi her bakımdan desteklemiştir.Liszt 1850 yılında Wagner’in ünlü operası “Logengrin”in ilk temsilinde orkestrayı idare etmiştir.1858`de idare etiği Peter Cornelius’un “Barbier von Bagdad” adlı operasının başarısızlığa uğraması üzerine Roma’ya gitmiş uzun süre dini bir çevre içinde yaşadıktan sonra 1869 yılında Weimar’a dönmüştür. Bundan sonra tekrar öğretmenliğe devam etmiştir. Liszt Bayreuth’daki Wagner festivali sırasında ölmüştür.

Johannes Brahms

Haziran 30th, 2012

Kuzey Almanya’lı Johannes Brahms’ın babası Hamburg’ta kontrbasçıydı. Brahms’da küçüklüğünde dans yerlerinde çalmıştı. Oradan, büyük kemancı Joseph Joachim vasıtasıyla Robert Schumann’ın muhitine girdi.

Brahms’ta müziğe yeni imkanlar açacak bir kudret sezen Schumann, bu başlık altında yazdığı bir makale ile onu dünyaya tanıttı. Detmold’de huzur içinde geçirdiği senelerden sonra Hamburg’ta kendisini deneyen Brahms, Göttingen ve Bonn şehirlerine gidip oralarda bir müddet kaldı. Mürzzuschlag ve Tutzing gibi küçük kasabalarda geçirdiği günler eserleri için önemli tesirler yarattı. Nihayet Viyana’ya yerleşti. Bu, Brahms’ın talihini tayin eden, hayatının son durağı oldu. Bruckner gibi Brahms’da bekar kalmıştır. Fakat sayısı pek fazla olan dostları –ki başta Clara Schumann, joseph Joachim, Hans von Bülow, Theodor Billroth geliyordu- geçimsiz olarak tanınan ihtiyarı hayata bağladı.

Fakat her zaman, resimlerde ve kitaplarda gördüğümüz beyaz sakallı ihtiyar değildi. Genç Brahms hülyalar ve romantik heyecanlarla dolu coşkun bir delikanlıydı. Hoffmann vari (1776-1822 şair besteci ve ressam) bir şekilde kendini genç bir Johannes Kreisler olarak görüyordu. Yukarıda söylediğimiz gibi, istemiyerel fikir ihtilaflarına karıştı. Fakat zaman onu destekledi ve başarıya ulaştırdı.

Coşkun delikanlı Brahms olgunlaşarak formlara bağlı bir klasikçi oldu. Haydn ve Handel’den daha gerilere giderek Bach ve onun manevi atalarıyla ilgilendi, böylece bu seviyeye yükseldi. Devrin görüşü dahilinde halk türküleri ile uğraştı ve bu yolda, yeniden uyanan tarihi düşünüşün neticesi olarak canlanan eski stillere karşı sevgi ve ilgi gösterdi. Böylece senfoniler, sonatlar, Schubert ve Schumann ruhundan mülhem olan oda müziği eserleri, konçertolar, liedler ve lirik piyano ğarçaları yanında moteler, org eserleri ve dini mahiyette olan eserler yarattı (Alman Requiem’i).

Viyana’da yerleşmesi, hiç değişmeyen ve ayrı tabiatta bir kuzey Almanyalı olmasına rağmen Viyana’yı sevmesi dikkate değer bir özellik taşımaktadır. Schumann’ın yapamadığı şeye, yani klasiklerden sonraki Viyana’da hayal kırıklığına uğramamaya muvaffak oldu. Bach’ın ve Bach’tan önceki zamanların şekillendirme ve ifade tarzını klasiklerin zihniyeti ile kaynaştırarak kendi stilini yarattı. Brahms’ın ifadesinde bir güz havası melankoli kabilinden acı bir havanın esmekte olduğu söylendi. Brahms’ın neşelenmek isteyince (mezar benim sevincimdir) koralini söylediği nükte olarak anlatılırdı. Bu söz kötü niyetle söylenmiştir. Fakat birazda gerçeğin ifadesidir. (Onun stili bir gelişmenin, mazinin derinliklerine yönelen bir bakıştır).

Bu bakış Brahms’ıa ve kendisinden sonra gelenlere birçok malümat kazandırmıştır. Bach külliyatı yayınlarının en ciddi mesai ortaklarından biri olan Brahms, bugün mevcudiyeti tabii görünen definelerin meydana çıkarılmasına yardım etmiştir. Bunu hiç unutmamak gerekir.

Şunu da unutmamalıdır ki, Max Reger Brahms’tan ilham almıştır. Wagner’i takip edenler yanında, müziği hakimiyetleri altına alan, kütleler halinde ortaya çıkan Brahmin’ler (Brahms taraftarları ve taklitçileri) ile ne Reger ne de bizzat Brahms’ın hiç bir ilgisi yoktur.

Tatyos Efendi

Haziran 30th, 2012

Asıl adı Tateos Enkserciyan olan Tatyos Efendi, 1858 yılında İstanbul’da doğdu. Ermeni asıllı Osmanlı bestecilerin en büyüklerinden biri olan babası, Kilise Mugannisiydi. Tatyos Efendi müziğe dayısından kanun öğrenerek başladı. Daha sonra Sebuhtan Keman Civan ve Askit ağalardan da sözlü ve sözsüz yapıtlar öğrendi. Yaşamını çeşitli gazinolarda keman yada kanun çalarak kazandı.

Çok verimli bir melodi yaratıcısı olan Tatyos Efendi daha çok şarkı bestelemiştir. Günümüze ulaşabilen Peşrev yada saz semailerinin çoğu Türk çalgı müziğinin en değerli parçaları arasında yer alır. Başlıca şarkıları arasında ” Gel ela gözlüm efendim, yanıma” ( Suzinak ), ” Çeşmi Celladın ne kanlar döktü kağıthanede” ( Rast ), ” Bir gönlüme, bir hali perişanıma baktım ( Rast ) ” Mey-i Lalinle dil mestane olsun” ( Rast ) ” Çektim elimi gayr bu dünya hefesinden” ( Hüseyni ) ” ” Bu akşam gün batarken gel” ( Uşşak ), ” Ehl-i aşkın neşvegahı kuşe-i meyhanedir.” ( Kürdili Hicazkar ), ” Gözüm hasretle giryandır. ( Hüssam ), “Gamzedeyim deva bulmam” ( Uşşak ) sayılabilir.

Çalgı yapıtlarının en önemlileri ise Karcığar peşrev, Rast peşrev, Suzinak peşrev Kürdili Hicazkar, Saz semaisi, Hüseyni saz semaisi ve Süzinak saz semaisidir. Yaşamı boyunca piyasada çalıştığı halde, “ağır eserleri icra etmeyi sevdiği, köçekce oyun havası gibi eserler çalınması yönünde ısrar edilirse sazını toplayıp meclisi terk ettiği” söylenir. Tatyos Efendi 16 Mart 1913 öldü ve Kadıköy Uzunçayır Ermeni Mezarlığına gömüldü.

Haluk Levent

Haziran 30th, 2012

26 Kasım 1968’de Adana’da doğan Haluk Levent, ilk ve ortaokulu bu ildeki Sabancı İlk Öğretim Okulu’nda, liseyi de Adana Atatürk Lisesi’nde tamamladı. Liseden sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Mühendisliği’ni kazandı, bir yıl okudu fakat devam etmedi. Sonra Ankara Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı’nı kazandı ancak yine bir yıl devam etti. İkinci yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü’nü kazandı yine devam etmedi. Bu kez Ankara Üniversitesi Muhasebe Bölümü’nü kazandı ancak ısrarla yine devam etmedi ve son olarak Bilkent Üniversitesi Dil Öğretim’e kaydını yaptırdı.

Bu arada ticaretle de uğraşan Haluk Levent, işlerinin iyi gitmemesi üzerine İstanbul’a geldi. Özellikle Ortaköy’de barlarda çalışarak geçimini sağlamaya çalışan Haluk Levent, 1992 yılının sonlarına doğru ilk albümü “Yollarda Bulurum Seni” yi Nokta Müzik”e yaptı ve o albüm 600,000 adet sattı. Bu albümle birlikte tanınan Haluk Levent, sayısız hayır konserine çıktı. Buradan elde edilen gelirlerle yüzlerce insana dializ ve solunum makinesi aldı.

İlk albümünden sonra 1996’da “Bir Gece Vakti” ve “Arkadaş” albümlerini çıkardı. 1989 yılında çekte tahrifat suçu işlediği gerekçesiyle 9 ay 15 gün Adana E tipi cezaevinde yattı. Cezaevindeyken “Mektup” adlı albümünü çıkaran Haluk Levent, cezaevinden çıkar çıkmaz askere alındı. Aynı sıralarda “Yine Ayrılık” adlı albümü yayınlandı. Bu arada Haluk Levent’in “Mektup” adını verdiği şarkısının sözlerinin kendisine ait olduğunu savunan Sezen Cumhur Önal, Haluk Levent aleyhine tam 49 milyarlık dava açtı.

Bu arada çevreci özellikleri ile de bilinen sanatçı, destek amacıyla 11 saat sahnede şarkı söyleyerek kırılması güç bir rekor denemesinde de bulundu. Haluk Levent, askerden döndükten sonra çıkardığı “www.leyla.com” albümüne eskisinden farklı olarak türkü veya eski bir parça koymadı. Sadece kendi şarkılarını söylemeyi tercih etti. Sanatçının diğer albümü “Kral Çıplak” ise 2001’in Haziran ayında yayınlandı. Bu albümden bir yıl sonra da “Bir Erkeğin Günlüğü” adlı albümünü piyasaya sürdü. Albümün ilk çıkış parçası da Ahmet Kaya’nın “Acılara Tutunmak” adlı parçasıydı.

Shakira Isabel Mebarak Ripoll

Haziran 30th, 2012

Lübnan asıllı bir baba ile Kolombiya’lı bir annenin kızı olan Shakira Isabel Mebarak Ripoll 2 Şubat 1977’de Kolombiya’da doğdu. Sahne kariyeri çok küçük yaşta başlayan Shakira ilk bestesini 8 yaşında yaptı. 1991 yılında henüz 14 yaşındayken Magia (Sihir) adlı ilk albümünü Sony firmasından çıkardı. Magia albümü Shakira’ya uluslararası bir şöhret getirmedi ama ülkesi Kolombiya’da bir isim yapmaya başlamasını sağladı. 1993 yılında ikinci albümü Peligro (Tehlike)’yu çıkardı. Şarkıların sözleri ve müzikleri kendisine ait olan bu ilk iki albüm genç Shakira’nın yeteneklerini gösteriyordu ama ticari anlamda çok başarı kazanamadı.

1993’den 1995’e kadar okulunu bitirmek için müziğe ara verdi. Bu süreç içinde sonuçlarını daha sonra alacağı rock’n roll ritimleri ve Arap tınılarıyla ilgilendi. 1995’de Pies Descalzos (Çıplak Ayaklar) adlı albümünü çıkardı ve albüm 8 ülkede bir numara oldu. 1998’de çıkardığı Dónde Están Los Ladrones? (Hırsızlar nerede?) albümü Shakira’nın önceki albümünden de büyük bir uluslararası başarı kazanmasını sağladı. Albüme damgasını vuran Ojos Así adlı parça Shakira’nın babasından edindiği Arap müziğinin açık etkisini taşıyordu.

2000 yılında MTV’deki unplugged konseri albüm olarak yayınlandı ve albüm “En İyi Latin Pop Albümü” dalında Grammy ödülü aldı.

Beraber çalıştığı Gloria ve Emilio Estefan Shakira’nın İngilizce şarkı söylemesinde öncü oldular. Gloria Estafan “Ojos Asi”yi İngilizce’ye çevirmeyi teklif etti. Shakira kendi şarkılarının üzerindeki kontrolü koruyabilmenin en iyi yolunun İngilizce’yi öğrenmek ve İngilizce’sini kendisinin yazmasının olduğuna karar verdi.

2001 yılında ilk İngilizce albümü Laundry Service (Servicio De Lavanderia / Çamaşır Servisi) yayınlandı. İngilizce şarkıları ve yeni sarışın imajıyla Shakira tüm dünyada zirveye çıktı ve bu albümle gerçek bir star oldu.

Shakira Resimlerini Görmek İçin Tıklayınız

Zülfü Livaneli

Haziran 30th, 2012

Gerçek adı Ömer Zülfü Livaneli’dir. 20 Haziran 1946 yılında Konya-Ilgın’da doğan Livaneli, müziği ile birçok ulusal ve uluslararası ödül aldı ve eserleri John Baez, Maria Farandouri gibi sanatçılar tarafından yorumlandı. Kültür, sanat ve politika alanında Türkiye’nin önemli isimlerinden birisi olan sanatçı, sanat yaşamı boyunca 300’e yakın besteye ve 30 film müziğine imzasını attı.

Bugüne kadar üç uzun metrajlı film yönetti; “Yer Demir Gök Bakır”, “Sis” ve “Şahmeran”. Valencia Film Festivali’nde “Altın Palmiye” ve 1989’da Montpelier Film Festivali’nde “Altın Antigone” ödülüne layık görüldü. “Sis”, “En iyi Avrupa Film Ödülü”ne aday gösterildi. Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre, ve Japonya’da gösterime girdi ve BBC, WDR, İspanya, Kanada ve Japon televizyonları gibi bir çok televizyon şirketine satıldı.

Ekim 1986’da Cengiz Aytmatov‘un daveti üzerine Federico Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer ünlü sanatçı ve düşünürlerin katıldığı Kırgızistan ve daha sonra Wengen, Granada ve Mexico City’de toplanan Issyk – Kul Forumu’nda yer aldı.

Livaneli, Elia Kazan, Jack Lang, Vanessa Redgrave, Arthur Miller, Mikhail Gorbaçov gibi ünlü kişilerle birlikte dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulundu.

1996 yılında Paris’te merkezi bulunan UNESCO (Birleşmiş Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu) tarafından büyükelçilik verilen sanatçı Livaneli, orjinali ilk kez 1978’de çıkan “Nazım Türküsü”adlı albümde Nazım Hikmet‘in şiirlerinden bestelediği şarkıları bir araya getirdi.

Arafta Bir Çocuk”, “Engereğin Gözündeki Kamaşma” ve “Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm” kitaplarının yazarı olan Livaneli, halen Sabah Gazetesi’nde köşe yazarlığına devam etmektedir.

Arif Mehmet Ağa

Haziran 30th, 2012

SULTAN III. Selim ve Sultan II. Mahmud devirlerinin ünlü tanburî ve bestekarıdır. Kendisine (Şîrin) de denilen Arif Ağa, asıl (Keçi) lakabiyle anılmaktadır. Buna da sebep şöyle bir söylentiyle anlatılmaktadır: Boyunun kısa olması sebebiyle, tanbur çalarken pest perdelere erişememesi ve ancak sıçrayarak bu perdeleri kullanabilmesi Arif Ağa’ya (Keçi) lakabmm takılmasına sebep olmuştur.

Kat’î olmamakla beraber 1794 ? yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Enderun’da yetişmiş, iyi bir tanburî olmuş ve bestelediği eserlerle de ün yapmıştır. Dilküşa ve Şevkaver makamlarım icad etmiş olan bu değerli tanburî-bestekarın zamanımıza ancak birkaç eseri kalmıştır. O da Zavil makmaındaki saz semaîsi ile dilküşa makamındaki peşrev ve sazsemaileridir.

Yüzü çiçek bozuğu olduğu için mabeyn fasıllarına katılmamakla beraber sarayda çok bulunmuştur. Büyük bestekar Dede Efendi’nin büyük kızı Hadice Hanım (1806-1863?) ile evlenmiş ve bu evlilikten de doğan erkek evlada Rif’at adı verilmiştir. Bu Rif’at Bey, sonradan Türk musikisinde büyük şöhret sahibi ve değerli bir musikişinas olarak göreceğimiz Sermüezzin Mîralay Rif’at Bey’dir.

Arif Mehmed Ağa, 1843 yılında ölmüştür.

Kemani Ali Ağa

Haziran 30th, 2012

Türk musikisi bestekarı ve keman sanatkarıdır. 1765-1770 yılları arasında İstanbul’da doğmuştur. Enderun’da yetişen Ali Ağa, Hazîne II. çavuşu ve 1813′ de Hazîne Başçavuşu olmuştur. 29 Temmuz 1817 günü (H. 1232 yılı Ramazan’ın 15. günü) eski adet üzre Hırka-i Şerîf ziyaretinden sonra Tophane tarafında (oruç haliyle serseriyane) gezerken, kıyafet değiştirmiş olan padişah tarafından görülmüş ve bu vaziyette gezmesinden dolayı da derhal görevinden uzaklaştırılıp saraydan çıkarılmıştır. 8 ay sonra Silahtar Ağa’nın yalvarmasıyla huzura kabul edilmiş ve padişah tarafmdan bağışlanarak musahiblik ve ayrıca (Soğancıbaşılık) verilmiştir.

Y. Öztuna şöyle yazıyor:

“Sermüezzin oldu ve Ali Efendi denmiye başlandı. 60 yaşlarında öldü. tıknaz ve bir ayağı aksaktı.”

6 Haziran 1830’da ölmüştür. Kemanî Ali Ağa, hem saz ve hem de söz eserleri bestelemiştir. Klasik üsluba bağlı olmakla beraber, orijinal nağmelerle süslediği eserlerinde mükemmel bir estetik ve duygu ifadesi hakimdir. Ruşen Ferit Kam, Ali Ağa’nın şarkıları için:

“… Hacı Arif Bey’den önceki bestekarların eserlerine göre oldukça orijinaldir.” demiştir.

Ali Nutki Dede

Haziran 30th, 2012

YENÎKAPI Mevlevîhanesi şeyhlerinden Kütahyalı Ebu Bekir Dede Efen-di’nin büyük oğlu olan Ali Nutkî Dede, 27 Temmuz 1762 (Hicrî: 1176 yıl Muharreminim 5. günü) tarihinde istanbul’da mevlevîhane civarındaki evlerinde doğmuştur. Dedesi Halveti şeyhlerinden Ahmed Efendi’dir, Ali Nutkî Dede’nin diğer kardeşleri Nasır Dede ve Künhî Dede’dir. Annesi Saîde Hanım, Kutb-ı Nayî Şeyh Osman Dede’nin kızıdır.

On dört yaşında iken babası ölünce Mevlevihane’nin şeyhliğine tayin olunmuştur. (Miladi: 1775 – Hicrî 1189) Dinî musikimize ait bilgilerinin tam ve kuvvetli olduğunda şüphe bulunmayan Ali Nutkî Dede’nin kendi el yazması ile meydana getirdiği ve (Defter-i Dervîşan) adım taşıyan mecmuada şeyhliği sırasında kendisine ve dergaha kapılanan (can) lara ait kayıtlar bulunmaktadır. Buradaki isimler arasında Türk mu-sikisinin en kudretli bestekarlanndan Hammamîzade İsmail Dede Efendi’nin ve Türk Dîvan edebiyatının büyük şairi Şeyh Galib’in isimlerine rastlanılmaktadır.

Nutkî mahlasıyla bazı şiirler yazmış olan Ali Nutkî Dede’ye babası tarafın-dan (Memiş) mahlasının verilmiş olduğu ve bu mahlas ile de bazı şiirler yazdığı Mehmed Ziya’nın Yenikapı Mevlevîhanesi adlı eserinde kayıtlıdır.

Dinî Türk musikisinin Mevlevî musikisine ait bölümünün en güzel örnek-lerinden olan Şevkııtarab Ayîn-i Şerîf için çeşitli söylentiler vardır, şöyle ki: Bu eseri Ali Nutkî Dede’nin bestelediği ve dervişi ve öğrencisi olan îsmail Dede Efendi’ye hediye ettiği söylenir.

Ali Nutkî Dede’nin iyi bir hattat olduğu, kopya ettiği bir Dîvan-ı Neşa-ti’den anlaşılmaktadır. Bu eser Süleymaniye Kütüphanesi Nafiz Paşa yazmaları 942’de bulunmaktadır.

Kömürcüzade Hafız Mehmet Efendi

Haziran 30th, 2012

III. Selim II. Mahmud devirlerinin en tanınmış, kudretli bestekarlarından ve hanendelerinden olan Kömürcüzade Hafız Mehmed Efendi’nin bu iki padişaha da musahiblik yaptığı bilinmektedir. Doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmeyen Hafız Mehmed Efendi’nin 1835? yılında öldüğü sanılmaktadır.

II. Mahmud devrinin tanınmış hanendelerinden Hafız Abdullah (Şehlevendim)’ın kardeşi olan bu değerli bestekarımız hakkında maalesef fazla bilgi yoktur. Ata Tarihi’nin 4. cildinin 304. sayfasında bazı şiirleri de yazılıdır. Bu suretle bestekarın şiirle de uğraştığını öğreniyoruz. Birçok eserinin unutulduğu veya kaybolduğunda şüphe olmayan

Kömürcüzade Hafız Mehmed Efendi’nin bugün elde bulunan eserleri pek azdır. Günümüze ulaşan bu eserler arasında musiki değeri yüksek, sanat abidesi sayılabilecek eserler çoğunluktadırlar.

Dr.Nevzat Altığ

Haziran 30th, 2012

Türk Musıkısi Koro Şefi. Edirneli bir aileden. Babası süvari albayı, şarkı bestekarı Nazmi Atlığ’ın görevle bulunduğu Sarayköy (Denizli)’de doğdu.

Keman ve musiki öğrendi. istanbul Tıp Fakültesi’ni bitirip röntgen teşhis ihtisası yaptı. Üniversite Korosu’nda keman çaldı, sonra bu koronun şefi, istanbul Radyosu Türk Musikısi şefi, İstanbul Konservatuvarı icra Hey’eti şefi, İstanbul Radyosu Müdürü ( 1954-1958) oldu. istanbul Radyosu Küçük Koro’sunu yönetirken 1963’de Mes’ud Cemil’in ölümü üzerine Klasik Koro’nun Şefliği’ne getirildi. 1976 yılına kadar aralıksız bu görevi yürüttü.

1969’da Milli Eğitim Bakanlığı Türk Musikısi Komisyonu kurulunca başkan seçildi ve bu komisyon Kültür Bakanlığı’na geçince başkan olarak görevine devam etti.1000 Temel Eser Komisyonu üyeliğinde bulundu. TRT Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. 1976’da Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nu kurunca koronun şefliğine getirildi.

Çeyrek asır devam ettiği istanbul Belediye Konservatuvarı’ndaki Sanat Kurulu Başkanlığı ve Türk Musikısi hocalığından ayrıldı. 1981 yılında Kültür Bakanlığı’nın Klasik Türk Müziği dalında Başarı Ödülü’nü aldı. Türkiye Milli Kültür Vakfı’nca 1983 yılı Türk Kültürüne Hizmet Ödülü’ne layık görüldü.

1983 yılında Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Üyeliğine seçildi ve 1984 yılında TRT Yüksek Kurulu üyeliğine atandı. 1985 yılında Profesör, 1987 yılında Devlet Sanatçısı ünvanı almıştır.

1999’da Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat büyük ödülüne layık görülmüştür. Pek çok müzisyen yetiştiren ve halen İTÜ Türk Musikısi Devlet Konservatuvarı’nda Öğretim Üyesi olan Dr. Nevzad Atlığ, evli ve iki çocuk babasıdır.

Numan Ağa

Haziran 30th, 2012

Bestekâr ve tanburî Numan Ağa, kesin bilinmemekle beraber, 1750? yılında İstanbul’da doğduğu sanılmaktadır. III. Selim ve II. Mahmud devirlerinin ünlü tanburî ve bestekarıdır. Hem saz eserleri ve hem de sözlü eserler bestelemiştir. Enderun’da yetişti. Tanbur sazını öğrendi ve sonradan Enderun’da tanbur öğretmenliği yaptı. Yetiştirdiği öğrencileri arasında en meşhuru, oğlu Zeki Mehmed Ağa’dır. Torunu Tanburî Büyük Osman Bey de çok değerli bir saz eserleri bestekarıdır. Enderun’da çavuş payesi alan Numan Ağa, daha sonra padişah musahibi olmuştur. Letaif-i Enderun’da 1816-1817 yılı olaylarında:

” … Tanburî Numan Ağa’ı padişah çok severdi, ama o çırağlık istediğinden uygun bir nanpare verildi; ayrıca padişah musahibi oldu” diye yazılıdır.

Numan Ağa 84 yaşında 1834 yılında istanbul’da öldü. Bugün elde bulunan eserleri (her tür eseri) 70’den fazladır. Bunların 6 adedi peşrev, 6 adedi saz semaîsi, l Beste, l Yürük Semaî ve gerisi şarkıdır. Rast-ı Cedîd faslım Dede Efendi ile ortaklaşa bestelemişlerdir. Hemen şunu da belirtelim ki, bestelendiklerinden bu yana, Numan Ağa’nın Şevkefza ve Bestenigar peşrevlerinden daha üstün ve güzel her iki makamda da peşrev bestelenmemiştir.

Zeki Mehmet Ağa

Haziran 30th, 2012

Tanburi-Bestekar Musahib-i Şehriyarî Numan Ağa’nın oğlu olan Zeki Mehmed Ağa, 1776 yılında İstanbul’da doğdu. Babasından tanbur çalmayı öğrendi. Yine babasının aracılığıyla Enderün-ı Hümayün’a girdi. Kısa zamanda büyük başarı gösterdi. III. Selim zamanında sarayın ünlü tanburîleri arasında bulunuyordu. Önceleri çavuş unvanına sahipti. II. Mahmud zamanında Musahîb-i Şehriyarî oldu. Babası Numan Ağa ile birlikte padişah huzurunda yapılan fasıllarda çalmıştır. Tanburîliği ile birlikte bestekarlıkta da şöhreti arttı. Özellikle saz eserleri besteciliğinde büyük başarı elde etti. Klasik üslupta olan eserlerinde melodilerin seyri büyük bir hareketlilik gösterir. Fırtına gibi nağmelerin ardarda dalgalar halinde gelişi, parlak ve şuh karakterdeki eserlerin teknik yönden de fevkalade oluşunu açıkça ortaya koyar. Saz eserlerinin yanı sıra bazı şarkılar da bestelemiştir. Zamanımıza gelebilen eserlerinin sayıları azdır. Birçok eserinin kaybolduğu da sanılmaktadır. Zeki Mehmed Ağa’nın oğlu Osman Bey (Tanburî Büyük Osman Bey) de babası gibi değerli bir tanburî ve babasından da büyük bir saz eserleri bestekarıdır.

Hammamîzade İsmail Dede Efendi ile birlikte Hacca giden Zeki Mehmed Ağa da kolera salgınından kurtulamamış ve 1846 yılı Kasım aynıda ölmüştür

Ergei Vasilyevich Rachmaninov

Haziran 30th, 2012

1 Nisan 1873’de Rusya’nın Novgorod ilinde, İlmen yakınlarındaki Oneg’de, dedelerinin malı olan bir malikanede dünyaya geldi. Babası ordudan emekli olmuş bir subay, annesi bir generalin kızıdır. Müzik yeteneğini kuzeni Aleksandr Siloti keşfedecek ve piyano çalışmak üzere Moskova’ya gitmesini önerecektir. Bu öneri üzerine, Nikolay Zverev’den piyano dersleri almış, ardından kuramsal bilgisini arttırmak için Moskova Konservatuarı’na kaydını yaptırmıştır. 1892 yılında, 19 yaşında Puşkin’in “Çingeneler” şiirinden uyarladığı tek perdelik “Aleko” adlı opera yapıtıyla altın madalya kazanarak konservatuardan mezun olmuştur. Hem besteci hem piyanist olarak iki yapıtıyla ününün kapılarını açmıştır.

Bu yapıtlarından biri, ilk kez 26 eylül 1892’de seslendirilen “fa diyez minör Prelüd”, öteki yine ilk kez 1901 de çalınan “do majör ikinci konçerto”sudur.

1897 yılında “re majör birinci senfoni”sinin ilk seslendirilişinin ardından büyük bir bunalım geçirdi. Çünkü senfonisi kötü yorumlanmış ve eleştirmenlerce övgüye değer bulunmamıştır. (oysa ölümünden sonra “re majör birinci senfoni”si en özgün yapıtları arasında değerlendirilecektir). Senfonisinin aşırı yenilikçi bulunmasından dolayı geçirdiği bunalım üzerine besteciliğe bir süre ara vermiştir. Ama Nikolay Dahl adında bir psikologun yardımıyla sağlığına tekrar kavuşmuş, o sırada kuzeni Natalie Satin ile yaptığı mutlu evliliğin de yardımıyla “2. piyano konçertosu”nu yazmıştır ve bu yapıtı psikologuna adamıştır.

1905 devrimi besteciyi “Bolşoy Balesi”nde orkestra şefiyken yakaladı. Fakat devrime katılmaktan çok, dışardan gözlemeyi yeğledi. Ertesi yıl kasım ayında ikinci vatanı olarak kabul ettiği Dresden’e gitti. Burada üç önemli eserini imzaladı. 1907’de “mi minör ikinci senfoni”si, 1909’da “ölüler adası” senfonik şiiri ve yine aynı yıl “re minör üçüncü piyano konçertosu”… 1909’da ilk ABD turnesine çıktı. Zaten re minör üçüncü piyano konçertosu nu bu turne için özel olarak bestelemiştir. Konçerto 28 kasım 1909’da Walter Damroch yönetimindeki New York Senfoni Orkestrası tarafından seslendirilir. Bu yapıtının başarısı üzerine Boston Senfoni Orkestrası’ndan sürekli şeflik önerisi alacak, ancak bunu kabul etmeyerek 1910 yılının Şubat ayında Rusya’ya dönecektir.

1917 Sovyet Devrimi’nden iki ay sonra kendi isteğiyle ikinci kez yurdundan ayrıldı. Çünkü müziği “burjuva” tarzında müzik diye nitelenip aşağılanmıştır.  Daha sonra yurttaşı olduğu Amerika’ya ailesini de götürmüştür. ABD de özgün yapıtlar vermemesine rağmen , eski yapıtlarını gözden geçirerek yeniden yazmış ve parlak bir konser piyanisti olarak ün sahibi olmuştur… Bunun dışındaki tüm zamanını ise ABD ve Avrupa’daki turnelere ayırır. 1926 yılında “4. Piyano Konçertosu’nu” besteler. 1931’de “Corelli Çeşitlemeleri”, 1934’de “Paganini’nin Bir Teması Üzerine Rapsodi” ile 1936’da “La Minör Üçüncü Senfoni”sini yurdundan ayrılığın hüznünü taşıyan yapıtları olarak nitelenecektir.

1931 yılında Lucerne gölü kıyısına yerleşmiştir, bu sıralar en büyük mutluluğu yapıtlarının Sovyetler Birliği’nde değer görmesiydi. 1942 – 43’de bir büyük ABD turnesine daha çıktı ve ardından Kaliforniya’ya yerleşti.

Ve Sergei Vasilyevich Rachmaninov, Rus Romantizminin son büyük bestecisi unvanını da sonsuza dek alnında taşıyarak 28 Mart 1943’te  Kaliforniya’da Beverly Hills’te yaşama gözlerini kapadı.

Abdurrahim Kühni Dede

Haziran 30th, 2012

Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhlerinden Kütahyalı Seyyid Ebu Bekir Dede’nin üçüncü oğludur. 1769 yılında doğmuştur. Henüz altı yaşında iken babasını kaybeden Abdürrahim Efendi, büyük ağabeyi Ali Nutkî Dede’nin himayesinde ve Yenikapı Mevlevîhanesi’nde yetişmiştir. Mevlevihane’nin kurallarına (adab ve erkanına) uygun olarak çilesini çıkarıp (Dede) olan Abdürrahim Künhî Dede, genç yaşında, musikide olduğu gibi edebiyatta ve ledün ilminde (Allah sırlarından ve niteliklerinden bahseden bilim) de üstatdı. Galata Mevlevîhanesi kudümzenbaşısı ve değerli musikişinas Derviş Mehmed ile Ferahfeza ve Vech-i arazbar makamlarının yaratıcısı kudretli bestekar ve çok değerli musahib Vardakosta Seyyid Ahmed Ağa, Abdürrahim Künhî Dede’nin yetiştirdiği en seçkin öğrencileridir. Devrin padişahı ve büyük bir bestekar olan III. Selim, Yenikapı Mevlevîhanesi kudümzenbaşısı Abdürrahim Künhî Dede’yi Enderün’a almak istemişse de, bu dergahın şeyhi ve Künhî Dede’nin ağabeyi olan Ali Nutkî Dede, padişahın bu arzu suna karşı koymuş ve ermiş kişilerin kendile-rine has kudretiyle kardeşine öyle bir nazar etmiştir ki, Künhî Dede, sekiz yıl kadar cezbe (tarikata bağlı kişilerin kendilerinden geçme hali) halinde kalmıştır. Bu sebeple de padişah kendisini saraya almaktan vazgeçmiştir.

Künhî mahlasıyla şiirler de yazan Abdürrahim Künhî Dede’nin Yenikapı Mevlevîhanesi kudümzenbaşılığından şeyhliğine geçmesi ağabeyinin oğlu olan Recep Hüseyin Hüsnü Dede’nin (Nasır Abdülbakî Dede’nin oğlu) dokuz yıl şeyhlikte bulunduktan sonra 1830 yılı ramazanında ölmesi üzerine olmuştur. Künhî Dede 25 Mart 1830 yılında şeyh olmuş ve iki yıla yakın şeyhlikte bulunduktan sonra 1831 yılında ölmüş ve dergahın türbesine gömülmüştür.