Thomas Watson

Haziran 30th, 2012

Amerikalı Watson IBM (Industrial Business Machines) (Endüstriyel Büro Makineleri) adlı şirketin EDV (Elektronik Bilgi İşlem) tesisleri alanında dünya genelinde başta gelen üretici durumuna gelmesini sağladı. Uzun zaman karşı koyduktan sonra, 50’li yılların ortasında bilgisayar işine girdi ve ilk program dillerinin (FORTRAN) geliştirilmesi için ön ayak oldu.

Watson, odun ticaretiyle uğraşan İskoç/İrlanda kökenli bir göçmen ailesinin beş çocuğunun ilki olarak Campbell/New York’ta doğdu. Babası!oğlunun hukukçu olmasını istediyse de, o pedagoji eğitimine başladı ama bundan da çabucak caydı. Onun yerine Elmira/New York’ta bir ticaret lisesine devam etti. 18 yaşında da büyük bir kasap dükkânında muhasebeci olarak iş buldu.

İşini doyumsuz bulan Watson, kısa bir süre sonra istifa etti ve temsilci olarak çalışmaya başladı. Başka mallar yanı sıra piyano, org ve dikiş makineleri satıyordu. Aldığı haftalıkla zengin olamayacağını anlayan delikanlı, bundan böyle yalnız komisyon esasına dayanarak çalışmaya karar verdi. Hisse senedi alıp satan bir adamın yanına girdiyse de, patronu kısa bir süre sonra Watson’ın kazandığı paralarla ortadan kayboldu.

Bir rastlantı sonucu National Cash Register (Ulusal Otomatik Kasa) şirketinde 1895’te otomatik kasa satıcısı olarak iş buldu. 1912 yılında Watson, şirket sahibi John Henry Patterson’un yardımcılığına kadar yükselmişti. Aynı yıl içinde bir tren vagonları fabrikatörünün kızı Jeannette Kittredge ile evlendi.

Watson 1914’te Patterson ile bozuşunca New York’a taşındı ve burada Computing Tabulating Recording Company’ye (CPR) müdür oldu. Bu şirketler grubu baskül, kontrol saati ve kart delme makineleri üretiminde uzmanlaşmıştı. Şirket 20’li yılların başında parasal sıkıntılara düşünce, Watson slogan, ve şarkılarla 1.200 elemanın çalıştıkları firmayla özdeşleşmesi için çaba harcadı. Şirketin adı 1924’te IBM olarak değiştirildi.

Watson üretimi delikli kartlar üzerine yoğunlaştırmakla, IBM’in dünya çapında bir şirkete dönüşmesi için gerekli temeli sağlamış oldu. Cömert bağışlarla politika hayatına da karıştı. 1932’de tamamen firmanın yararını göz önünde bulundurarak olsa da, demokratların adayı olan Franklin D.Roosevelt’i destekledi. Roosevelt’in damgasını bastığı New Deal (Yeni Düzen) reform programının uygulandığı dönemde devlet IBM’in en iyi müşterisi oldu. Sosyal sigorta sisteminin başlatılması ve ekonomiyi yeniden canlandırma yasasının uygulamaya konulması sırasında, resmi daireler o tarihe kadar karşılaşmadıkları yoğunlukta bir veri akınına uğradılar.

Bu da IBM’in arayıp da bulamadığı olumlu bir gelişmeydi. Şirketin cirosu % 50 oranında bir artış gösterdi. Watson 30’lu yılların ortasında 365.000 dolarlık yıllık bir maaşla ABD’nin en iyi para kazanan şirket yöneticisi konumundaydı.

Watson’ın fabrikanın üretim kapasitesini üçte ikisini top üretimine ayırdığı İkinci Dünya Savaşı sırasında, Cambridge’de Harvard Üniversitesi’nde çalışan Amerikalı matematikçi Howard H. Aiken, Mark I adını verdiği hesap makinesiyle, bilgisayar prototipini geliştirmiş oldu (1944). IBM şirketi ondan dört yıl sonra IBM 603 tipi çarpımlı hesap makinesini piyasaya sürdü, ardından aynı yıl içinde bölme işlemini de yapabilen 604 modelini satışa sundu.

Watson bu yeni teknik gelişmeleri büyük bir kuşkuyla karşılıyordu. Bu yüzden 40’lı yılların sonunda, kendisine delikli kartlar yerine mıknatıslı şeritlerle çalışan bir bilgisayar yapma önerisini getiren iki mühendisi geri çevirdi. Bunun üzerine rakip firma Remington Rand’a giden mühendisler 1951’de seri olarak üretilen ilk büyük bilgisayarı piyasaya sürdüler. IBM o tarihte yaklaşık 400 araştırmacı çalıştırmakla birlikte, içlerinden elektronikten anlayan hiç kimse çıkmadı.

Watson ancak Kore Savaşı’nın başlamasıyla fikrini değiştirdi. Savaşa bir katkıda bulunmak üzere, bir bilgisayar üreteceklerini bildirdi. 1953’te kamuoyuna IBM Data Processing Machine’i (Bilgi İşlem Makinesi) tanıttı. Bu bilgisayarın ilk modeli Los Ala mos/New Mexico’daki atom silahlar laboratuvarında işletmeye alındı. IBM bundan bir yıl sonra FORT RAN program dilini geliştirerek, bunu izleyen yıllarda dünya çapında başta gelen bilgisayar üreticisi pozisyonuna gelebildi.

82 yaşına gelmiş olan Watson ölümüne birkaç hafta kala kendilerine bağlı dış ülkelerdeki yaklaşık 140 şirketi IBM World Trade Corporation (IBM Dünya Ticaret AŞ) adı altında birleştirdi. Mayıs 1956’da şirketin yönetimini oğlu Thomas’a devretti. Watson, doktorların ısrarlarına karşın acil olarak yapılması gereken ameliyata yanaşmadığından, bir ay sonra New York’ta mide ülserinden öldü.

Yusuf Eker

Haziran 30th, 2012

İskeçe’den Bursa’ya göç etmiş bir ailenin oğlu olarak 1951 yılında Bursa‘da doğdu. Amatör bir kemancı olan annesi 5 yaşlarından itibaren her türlü müzikli oyuncaktan rahatça melodi, darbuka, tef gibi vurmalı çalgılardan çok zor ritmleri kolayca çıkartabilen oğlunun yeteneğini ilk keşfeden kişi oldu. Hatta İstanbul’a gittiklerinde halasının komşularının evindeki piyanoda tek parmakla melodi çalması üzerine komşuların: “acaba dahi çocuk mu?” gibi tanımlamalarından sonra 6 yaşındaki Yusuf Eker, klasik piyano eğitimi almaya başladı.

5 yıl süreyle İsviçreli öğretmeni Füruzan Akön’den, yatılı okula İstanbul’a gittiği ortaokul yıllarında ise bir yıl süreyle Rana Erksan’dan piyano ve solfej eğitimi aldı. Galatasaray Lisesi‘nde okuduğu yıllarda Serdar Öztürk yönetimindeki 50 kişilik polifonik koroya piyano ile eşlik etti.

İlerleyen yıllarda pop müziğe ağırlık verdi ve 1968-1976 yılları arasında, aralarında İlhan İrem ‘in de bulunduğu “Meltemler” adlı grubuyla çeşitli gece klüplerinde piyano ve klavye çalarak profesyonelliğine adım attı. İçindeki en büyük tutku olan “jazz” daha sonraki yıllarda onun vazgeçilmez bir parçası oldu.

6 yıl süreyle Uludağ Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde caz tarihi dersleri veren Yusuf Eker, 15 ay önce başlattığı “Jazz Türküleri” adlı projeyle konserler vermektedir. Eker Müzik’in de sahibi olan Yusuf Eker, kurmuş olduğu “Mecazi” ile turnelerine devam ediyor.


1977’de süt işine giren Altan ve Yusuf Eker’in kurduğu Eker Süt Ürünleri Gıda Sanayi A.Ş., Altan Eker‘in ölümünden sonra çocukları Nevra ve Ahmet Eker‘in de devreye girmesiyle daha modern ve pazarlama odaklı bir gıda şirketine dönüştü.

CAZ GRUBU VAR:
Şirketin kurucularından Yusuf Eker, 6 yaşından itibaren 5 yıl süre ile klasik müzik eğitimi almış kendi orkestrası ile Bursa’da profesyonel müzik çalışmaları yapan bir sanatçı. Halen ‘Mecazi’ adlı grubuyla popüler Türk ezgilerini caz sitilinde seslendiren Yusuf Eker’in yeğeni ve Eker Süt Ürünleri Gıda Sanayi A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Nevra Eker şöyle başlıyor anlatmaya: ‘Süt işine girme fikri amcam Yusuf Eker‘e aitmiş. Ayrana odaklanma fikri de öyle. Dedem ve ailesi 1960’ta İskeçe’den Bursa’ya göç etmişler ve dedem Bursa’da tütün tüccarlığı yapmış. Babam inşaat müteahhitliği yaparken de amcamın önerisiyle 1977’de süt sektörüne girmişler. İlk başta Filiz Ayran markasıyla çıkmışlar. ‘Ya başarısız olursak’ diye aile ismini koymaktan korkmuşlar.’


Üç günde Antalya’daki 30 otele piyano sattı

BURSA’daki Eker Süt Ürünleri’nin kurucusu ve caz sanatçısı Yusuf Eker, 18-21 Ocak 2006 tarihlerinde Antalya’da yapılan Otel Ekipmanları Fuarı’na piyano standıyla katıldı. Eker Müzik Aletleri firmasının da sahibi olan Yusuf Eker, müzik uğruna sanayiciliği bıraktığını belirterek, “4 günlük fuar süresince, distribütörlüğünü yaptığım Shönberg marka piyanoları, piyanist Lilia Şartova ile birlikte tanıttım. Hedefim özellikle otellerde piyano ile yapılan müzik etkinliklerini artırmak. Fuarda 30 otelden piyano siparişi almayı başardık” dedi. Türkiye’de müzik anlayışının değişmeye başladığını ve sanatsal etkinliklerin önem kazandığını söyleyen Yusuf Eker, ‘Her Eve Bir Piyano’ kampanyası başlattıklarını bu kampanya çerçevesinde ayda 360 YTL taksitle piyano satışı yaptıklarını anlattı. (31 Ocak 2006 Hürriyet Gazetesi)

Friedrich Flick

Haziran 30th, 2012

30’lu ve 40’lı yıllarda bir madencilik devi kuran Flick, savaştan ve Nasyonal Sosyalistlerin politikasından kârlı çıktı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra savaş suçlusu olarak hüküm giyen Flick, büyük şirketini 1950’den sonra Federal Almanya Cumhuriyeti’nin en büyük sanayi işletmesi haline getirdi ve ülkesinin en zengin adamı pozisyonuna yükseldi.

Siegen ilçesinde Ernsdorf’ta çiftçilik ve odun ticaretiyle uğraşan bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Siegen’de liseyi bitirdikten sonra Weidenau’da bir tüccarın yanında staj gördü. Kassel’de bir yıllık askerlik hizmetini tamamladıktan sonra, Köln’de Yüksek Ticaret Okulunda eğitim gördü.

24 yaşında Siegerlaendische Bremerhütte şirketinde imza yetkilisi olarak çalışma hayatına atılan Flick, 1913 yılında Dortmund’da Eisenindustrie zu Menden und Schwerte AG. madencilik şirketinin yönetim kurulunda yer aldı. Birinci Dünya Savaşı sıralarında, hurda demir ticaretiyle sağladığı kişisel geliriyle, 1915’ten beri yönetim kurulunda görev yaptığı Niederschelden’de (Siegen ilçesi) bulunan Chariottenhütte madencilik şirketi hisselerinin çoğunu satın aldı. 34 yaşındaki Flick iki yıl sonra bu şirketin genel müdürlüğüne getirildi ve işletmelerini çelik ve kömür alanlarında sürekli olarak genişletmeye başladı.

Flick bunu izleyen yıllarda, başta Yukarı Silezya’dakiler olmak üzere, Almanya’nın her yanında çok sayıda demir (döküm) işletmesinin hisse çoğunluğunu elini geçirdi. Kişisel sermayesi çok az olan sanayici Flick aldığı finansman kredisi borçlarının tasfiyesinde, müthiş artan enflasyondan yararlandı. Bunun dışında Flick, işletme alanlarını girift bir hale sokarak parasal avantajlar sağlamayı çok güzel beceriyordu. 1929’da bütün işletmelerini Mitteldeutsche Stahlwerke AG (Orta Almanya Çelik Fabrikaları Anonim Şirketi) adı altında bir araya toplayarak, şirketin en büyük hissedarı ve yönetim kurulu başkanı oldu.

Flick 20’li yılların sonuna kadar siyasi açıdan kralcı DNVP (Ulusal Alman Halk Partisi) mensubuydu. 30’lu yılların başında Hitler’in NSDAP’sine (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) girdi ve bu parti, üyesi Flick tarafından izleyen yıllarda parasal destek gördü. Siyasi yönetimle iyi ilişkileri sayesinde Flick, 30’lu ve 40’lı yıllarda büyük çelik şirketini bir imparatorluk haline getirebildi.

1937’de kurduğu holding Friedrich Flick KG’ye önceleri, Alman ekonomisinin “arîleştirilmesi” çerçevesinde artık Yahudi yurttaşlar tarafından yönetilemeyen, çok ucuza kapattığı şirketleri kattı. Flick İkinci Dünya Savaşı sıralarında Almanya’nın işgali altındaki Avrupa ülkelerinin tümündeki madencilik şirketlerinin denetimini üstlendi. Savunma ekonomisi yöneticisi ve devlet demircilik kurumu başkanlığı üyesi (1942’den sonra) de olan Flick, parasal varlığını (1945’te yaklaşık yarım milyar dolar), hapishane ve topiama kamplarından zorunlu olarak çalışan işçilerin ve silahlanma endüstrisinin geniş kapsamlı çelik üretimiyle büsbütün artırabildi.

1945 yılının Haziran ayında Amerikalı müttefikler tarafından tutuklandı ve ondan iki yıl sonra Nürnberg’de Flick davasında (öncelikle zorunlu çalışan işçileri sömürmesi yüzünden) savaş suçlusu olarak yedi yıl hapis (Landsberg’de) çezasına çarptırıldı. Cezasını tamamlamasına yaklaşık olarak dört yıl kala, 67 yaşındaki Flick, Ağustos 1950’de serbest bırakıldı. Servetine el konulmayıp emanete alındığından, Flick 50’li yılların başında holdinginin dörtte birine dayanarak yeni bir şirketler topluluğu kurabildi.

Müttefiklerin talimatı üzerine madencilik şirketlerini büyük ölçüde satmak zorunda kalan Flick, özellikle kömür ocaklarını iyi fiyatlara satabildi ve dikkatini bundan böyle öncelikle imalat sanayiine çevirdi. Otomobil sektöründen (örneğin DaimlerBenz) ve kâğıt ve kimya sektöründen (Feldmühle, Dynamit Nobel AG) hisseler satın aldıktan sonra çeşitli dallardan, örneğin Buderus-Eisenwerke Wetzlar (demir fabrikaları), Rüstungskonzern Krauss-Maffai München (silah şirketi), gibi şirketlere de ortak oldu.

60’lı yılların başlamasıyla Flick, en küçük oğlu olan Friedrich Karl Flick’i kendi yerine geçmesi için yetiştirmeye başladı. Ailesinden birçok başka kişi de şirketin yönetim kurulunda yer aldı. 1963’te yıldızlı ve omuz kordonlu en büyük Federal Yararlılık Madalyasını alan Flick, 1972’de 89 yaşında öldü. Öldüğünde yaklaşık 330 işletmesi, 300.000 çalışanı ve yaklaşık 18 milyar yıllık cirosu olan en büyük Alman endüstri imparatorluğunu bıraktı. Kişisel serveti 6 milyar DM civarındaydı. Şirket kurucusunun ölümünden 13 yıl sonra, oğlu holdingi Deutsche Bank’a sattı.

Erivan Haub

Haziran 30th, 2012

Alman sanayici Haub, Tengelmann Grubunu dünyadaki en büyük çok şubeli (ağırlık merkezi besin maddeleri olan) mağaza zincirlerinden biri haline getirdi. Almanya’nın en zengin adamı olarak kabul edilen Haub çevresel koruma hareketleriyle dikkatleri tekrar tekrar işletmesinin üzerine çekmektedir.

Varlıklı bir çiftlik sahibinin oğlu olarak Mülheim an der Ruhr kentinde dünyaya geldi. Annesi, 1867’de toptan bakkaliye ticareti yapan bir şirkette işe başlamış ve Schmitz-School/Tengelman firmalar grubunu kurmuş olan Schmitz-Scholl adlı girişimci bir aileye mensuptu. Bu şirketin merkezini Wilhelm Schmitz-Scholl (Wissoll) Çikolota ve, Şekerleme Fabrikası oluşturmaktaydı.

Tengelmann’da Uluslararası ticaret eğitimini tamamlayan Haub, Şikago’daki Jewel Tea Company’de bir yıl staj yaptıktan sonra, 1953’te yine bir yıllığına La Habra/Kaliforniya’da bulunan Alpha-Beta Company’ye geçti. 1954’te Hamburg’ta başladığı ekonomi bilimleri yüksek eğitimini 1958’de Mainz Üniversitesi’nden aldığı diplomayla tamamladı. Aynı yıl içinde evlendiği Helga Otto’dan üç erkek çocuk sahibi oldu. Bir emlakçının yanında ve Commerzbank’ta stajyerlik yaptıktan sonra, 1963’te ailesine ait Tengelmann Grubunda Hessen eyaletinin başkenti Wiesbaden’de işe girdi.

Tengelmann Grubu yöneticisi olan dayısı Karl Schmitz-Scholl 1969’da ölünce Haub, şirketin yöneticiliğini tek başına üstlenen ortağı haline geldi. Bunu izleyen yıllarda şirketin hızla büyümesini sağladı. Böylelikle 1971’de Kaiser’s Kaffeegeschaeft AG’nin hisselerinin çoğunluğuna sahip oldu ve bir yıl sonra Löwa Warenhandel GmbH şirketini devralmakla komşu ülke Avusturya piyasasına girmeyi başardı.

Haub 1979’da ABD’ye el attı. Dünyadaki en eski besin maddeleri zinciri olan Great Atlantic and Pacific Gas Company’ye (A&P) ortak oldu ve sonunda şirket hisselerinin yarıdan çoğuna sahip oldu. 80’li yıllarda Hollanda, İtalya ve Macaristan’da şirket ortaklıkları kurdu ve bazı şirketleri devraldı.

Tengelmann Grubunun Almanya’daki Mağaza Zincirleri:

• Co-op (Güneybatı Şubeler Ağı, besin maddeleri)

• Gubi (Besin maddeleri)

• Grosso (Süpermarket)

• Ingrid S. (Moda)

• Kaiser’s Kaffegeschaeft (Besin maddeleri)

• kd (Drugstore)

• Magnet (Süpermatket)

• Obi (İnşaat ve ev gereksinimleri marketleri)

• Plus (Marka Discount-indirim)

• Rudis Reste Rampe (Besin maddesi dışı discount-indirimli satışlar)

• Takko Mode Maerkte (Moda)

Haub’un annesi daha 60’lı yılların sonunda çevre koruma olayını yasal temellere oturtmak için uğraş vermiş ve bunun için uygun bir fon kurmuştu. Haub bu çalışmayı 1984’te sürdürdü ve mağaza zincirlerinde çevresel aksiyonlara yer veren ilk girişimci oldu. Kaplumbağa çorbasıyla kurbağa bacaklarını satış yelpazesinden çıkardı. Mağazalarına astığı afişlerle hayvan koruma hareketine dikkatleri çekti. Tengelmann Grubuna bağlı mağazalar 1987’den sonra fosfat içeren deterjanları, 1988’den sonra FCKW içeren spreyleri satış programından çıkardılar ve 1990’dan sonra yalnız civa içermeyen pilleri satışa sundular. Çevresel çabaları dolayısıyla Haub aynı yıl içinde World Wildlife Found (Yabanıl Yaşam Vakfı) tarafından “Yılın Ekolojik Yöneticisi” seçildi.

Haub çalışma saatleri yönünden de yeni yollara başvurdu ve perakendecilikte model olarak gördüğü 4/5 günlük hafta denilen sistemi 1991’de uygulamaya koydu. Tam zamanlı sözleşmesi olan satıcılar dönüşümlü olarak haftada dört ya da beş gün çalışıyorlardı. Bu şekilde daha sık boş günlere ve uzun hafta sonu tatillerine kavuşmuş oluyorlardı.

Tengelmann Grubu 90’lı yılların başında sadece Almanya’da yaklaşık 6.500 satış noktasına sahipti, dünya çapındaki cirosu yaklaşık olarak 47 milyar DM’a (Almanya içi cirosu 21 milyar DM) ulaştı. Asko Deutsche Kaufhaus AG ile yaptığı uzun görüşmelerden sonra Haub 1992’de bu şirketin güneybatı şube ağını devraldı. Bu mağaza zincirleri yanı sıra, Avrupa’nın en büyükleri arasında yer alan Wissoll şekerleme üretim işletmesi de büyüdü. 9 milyar DM olarak tahmin edilen servetiyle Almanya’nın en zengin adamı sayılan Haub, göz önünde bulunmaktan hoşlanmazdı. 90’lı yılların ortasında oğulları lehine şirket yönetiminden çekileceğini ilan etti.

Max Grundig

Haziran 30th, 2012

Ataerkil Alman girişimci Grundig, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın başta gelen radyo üreticisi oldu. Ancak 80’li yıllarda Uzak Doğu’dan gelen rakip firma ürünleri yüzünden durumu sarsıldı.

Nürnberg’de bir depo memurunun oğlu olarak dünyaya gelen Grundig ağır koşullar altında büyüdü. Max oniki yaşındayken babası ölünce, annesi kendisine ve dört kardeşine bakabilmek için düşük bir ücretle fabrika işçiliğine soyundu. Grundig okulu bitirdikten sonra doğduğu kentte bir tesisatçının yanında eğitim gördü ve çıraklığını 1925’te tamamladı. Grundig 19 yaşına gelince, komşu kent Fürth’de yetiştiği tesisat şirketinin şubesini yönetmeye başladı. En büyük tutkusu, tekniğiyle özellikle ilgilendiği, Almanya’da 1923’te düzenli yayına başlayan radyoya yönelikti.

El becerisi kuvvetli olan Grundig, 1930’da bir tanıdığı ile birlikte Fürth Grundig & Wurzer adlı radyo satış şirketini kurdu. Radyo yayınlarının alınması için transformatör satışında uzmanlaşan mağaza, aradan çok geçmeden kâra geçti. İkinci Dünya Savaşı’nın patlamasına bir yıl kala, talebin fazlalığı dolayısıyla, ciroları bir milyonluk limiti aştı. Grundig, aynı yıl içinde birinci karısından ayrılarak şan sanatçısı Anneliese Jürgensen ile evlendi.

İkinci Dünya Savaşı’nda telsiz istasyonları için parçalar üreten Grundig, 1945’ten sonra radyo alıcıları için ölçü aletleri satmaya başladı. Almanya’da iktidarı ele almış bulunan müttefikler, ülkede radyo cihazlarının satışını yasakladıklarından, Grundig vergisiz satılabilen bir Baukasten (montaj kutusu) satmayı akıl etti. “Heinzelmann” (Masal Cücesi) adını verdiği bu radyo montaj kutusuyla, radyo cihazları piyasasında rakiplerinin önüne geçmeyi sağladı.

Grundig’in ilk büyük fabrikası 1947’de Fürth’de kuruldu. Almanya’da para reformunun (Waehrungsreform) yapıldığı yıl 40 yaşına gelmiş olan Grundig geleceğe yönelik bir model olan “Weltklang” (Dünyanın Sesi) üretimiyle başarıyı yakaladı.

Bu yeni alet, basılan özel düğmelerle ve ses ayar düzeniyle daha kolay bir kullanıma olanak sağlıyordu. Bunun dışında Grundig, üretimde yalnız orta ve uzun dalga alanlarına yer vermeyip, ilk kez ultra kısa dalgayı da hesaba katmakla, ekonomik yönden büyük bir şans yakaladı. Almanya’da 1950’den sonra uygulanan 1948 Kopenhag Dalga Plânında orta ve uzun dalga frekans talisisine hemen hemen hiç yer verilmediği için, Alman radyo istasyonları zorunlu olarak giderek UKW’ye (ultra kısa dalga) yönelmek zorunda kaldılar. Grundig, izleyen yıllarda Avrupa’nın en büyük radyo cihazları üreticisi olma payesine erişti.

1951’de ses bandı seri üretimine girdi. 1952 Noel’i Almanya’da televizyonun doğduğu saatti. Grundig aynı yıl içinde TV alıcıları üretimini başlattı. Bunun ardından gelen yıllarda Grundig, kendi ürünlerinin fiyatlarını giderek indirmeyi başararak, müşteri sayısının, ciro ve kârının sürekli olarak artmasını sağlayabildi. Kendi bankasını kurmuş olan Grundig, kendi ülkesinde çok sayıda şube açtı ve dış ülkelerde de başarılı oldu (başkaları yanı sıra 1959’da ABD; 1960’da Kuzey İrlanda; 1964’te İsveç; 1966’da Portekiz, Italya ve Fransa).

1970’de hayata geçirdiği Max Grundig Vakfı, iki yıl sonra Grundig Anonim Şirketi’nin en büyük hissedarı (% 93,5) oldu. Vakfın başkanlığını ve personel birliğinde yönetim kurulu başkanlığını üstlenen Grundig, yönetici görevlerde bulunan memurların şirketteki pozisyonlarını korumalarını otoriter yöneticilik tarzıyla güçleştirdi. Bunun sonucu olarak yönetimde sürekli bir dalgalanma başgösterdi ve bu, kavga gürültüden iyici sıkılan Grundig’in 1982’de yönetim kurulu başkanlığını bizzat üstlenmesine kadar sürüp gitti.

Uzakdoğu medya piyasasından yapılan ucuz ihracat yüzünden Grundig Avrupa’da uzun yıllardan beri koruduğu doruktaki yerini yitirdi ve 70’li yılların sonuna doğru zarara geçti. Hollandalı Philips şirketiyle işbirliği yaparak 1979’dan sonra buna karşı savaşmayı denedi. Grundig’in kendi yöneticiliği altında bütün Avrupalı üreticileri birleştirmeye ilişkin önerisi kabul görmedi. Grundig 1981’de üçüncü evliliğini Fransız Chantal Rublert ile yaptı ve pndan bir çocuk sahibi oldu (birinci evliliğinden de bir çocuğu vardı).

Philips 80’li yılların ortasında Frankonyalı şirketteki hissesini çoğaltarak 1984 Nisan’ında şirket yönetimini ele geçirdi. 75 yaşındaki Grundig, Max Grundig Vakfı başkanlığını sürdürerek lüks bir otel zinciri kurmaya başladı. Grundig 1989’da 81 yaşında, yaşlılığını geçirdiği Baden-Baden’deki evinde öldü.

Gottlieb Duttweiler

Haziran 30th, 2012

İsviçreli girişimci kurduğu Migros ile kooperatifçiliğe örnek olan bir şirket yaratmış oldu. 1941 yılında firmasını, hisse senetleri dağıtarak müşterilerine armağan etti.

Zürih’te dünyaya gelen Duttweiler köylü kökenli bir ailenin çocuğu idi. Babası Zürih’te bir besin maddeleri şirketinde yönetici olarak çalışıyordu. Dört kız kardeşin yanında ailenin tek oğlu olan Gottlieb liseyi bitirdikten sonra, besin maddeleri ve dünyanın her yerinden hammaddeler satan Pfister & Sigg adlı ithalat şirketinde staj gördü. Duttweiler 1910’da staj gördüğü firmaya asli bir eleman olarak dönmeden önce, 1907’den sonra üç yıl Avrupa’da dolaştı.

Adele Bertschi ile evlendikten dört yıl sonra, 1917’de bundan böyle Pfister & Duttweiter adını alan şirkete ortak oldu. Şirket sahibi olmakla ilgili düşleri Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ekonomik bunalım yüzünden sona erdi. Firması iflas etti. Duttweiler 1923’te Brezilya’da çiftçi olarak yerleşmek üzere, karısıyla birlikte İsviçre’yi terketti. Orada şeker kamışı, kahve ve mısır yetiştirdi. Karısı Adele Brezilya’nın iklimine dayanamadığı için, 1924’te kendilerine kurmaya çalıştıkları bu yeni yaşamı bırakmak zorunda kaldılar.

Duttweiler tarım işleriyle, uğraşırken kendisinin üretici olarak aldığı fiyatla tüketicinin ödemek zorunda olduğu fiyat arasındaki büyük fark dikkatini çekti. Bu yüzden üretici ve tüketici arasında bir köprü olarak algıladığı Migros adlı satış organizasyonunu kurdu. Biriktirdiği paralarla beş tane Ford-T kamyonu aldı ve bunları tekerlekli satış mağazalarına çevirerek Zürih sokaklarında dolaştırdı. Kamyonların geçiş saatlerini evlere dağıttığı el ilanlarıyla bildirdi. Oldukça ilkel bir biçimde donatılmış olan kamyonlarda önceleri altı ürün satışa sunuldu: kahve, piriç, şeker, makarna türleri, koko yağı ve sabun. Duttweiler sadece % 8’lik bir kâr marjı hesapladığından, ürünlerini rakiplerinden çok daha ucuza satabiliyordu.

Başarısı doğru yolda olduğunu gösterdi. Migros, 1926’da ilk mağazasını açtı. Bunu izleyen zamanda sabit ve hareketli satış yerleri arttığı gibi, ürünleri de çeşitlendi. Ne var ki, birçok marka ürün fabrikatörü, kâr marjlarını çok düşük tutan Migros’u boykot etti. Duttweiler buna bir tepki olarak fabrikalar satın aldı ve üretim işletmeleri kurdu ve böylelikle 30’lu yılların ortasında ürünleri başlıca kendi markalarından oluşuyordu. “Ailenin en büyük düşmanı” olarak gördüğü alkollü içkilerle tütün satmadı.

Federal İsviçre Konseyi 1933’te geleneksel perakendeci ticaretini korumak amacıyla şube yasağı yasasını çıkardı. Migros’un besin maddeleri alanında genişlemesine bu şekilde bir sınırlama getirilmiş oldu. Duttweiler bunun üzerine başka alanlara el attı. 1935’te kurduğu “Hotelplan” adlı seyahat bürosu bunların başlangıcı oldu.

Migros’un Kooperatif Olması 1935’ten beri siyasetle de uğraşan ve bazı kesintilerle, ölümüne dek İsviçre Ulusal Konseyi üyesi olan Duttweiler, Migros A.Ş.’yi 1941’de oniki tane bölgesel kooperatife dönüştürdü. Şirketin o tarihteki satış değeri yaklaşık 15 milyon İsviçre Frangı kadardı. Her biri 30’ar franklık hisse senetlerini müşterilerine parasız dağıttı. Aynı yıl içinde Migros Kooperatifler Birliği (MGM) holding olarak kuruldu.

Vakıf Kendi ölümünden sonra Migros’un salt kâr amacına yönelen bir işletme olmasından endişe eden Duttweiler, 1950’de Migros’la ilgili danışmanlık ve denetleme görevlerini üstlenecek olan Gottlieb ve Adele Duttweiler Vakfını karısıyla birlikte hayata geçirdi. Duttweiler 50’li yıllarda Migros’ta büyük çapta bir çeşitlendirmeye gitti. Bu kooperatif başka alanların yanı sıra bankacılık ve sigortacılık branşlarını da kapsamına aldı. Duttweiler 1962’de geçirdiği ikinci bir enfarktüsten sonra 73 yaşında Zürih’te hayata gözlerini kapadı.

Ray Kroc

Haziran 30th, 2012

Amerikalı firma temsilcisi Kroc piyasada fast-food yemek sunan lokantaların eksikliğini fark eden ilk insandır. İnceden inceye tasarladığı lisans yöntemiyle 50’li yılların ortasından başlayarak McDonald’s’ı başta gelen hamburger zinciri olarak geliştirdi.

Chicago’da dünyaya gelen Kroc, yoksul koşullar altında büyüdü. Liseye devam ederken bile bir kafe açmıştı. Birinci Dünya Savaşı Kroc’un gastronomik kariyerini kesintiye uğrattı. 15 yaşındaki Kroc cepheye gidip Kızılhaç örgütünde çalışmayı aklına koymuştu. Yaşını büyütüp ambulans şoförü olarak cepheye gönderilmesini sağladı. Savaştan sonra da firma temsilcisi olarak çalışmaya başladı.

Kroc 20’li yılların başında Lily Cup Corporation için kâğıt bardak satıp, akşamları değişik radyo istasyonlarında piyano çalıyordu. Emlâk sektöründe tutunmak için gösterdiği çabalar başarısızlıkla sonuçlandı. 1926’da Lily Cup’a döndü. Bu şirket, bu arada fast-food restoranlarına mal vermek konusunda uzmanlaşmıştı. Kâğıt bardak sanşını artırabilmek için durup dinlenmeden yeni yollar arayan Kroc, 30’lu yıllarda bir multi-mikser geliştirdi. Bu alet sayesinde karışık (mix) içki ve dolayısıyla da kâğıt bardak satışı artış gösterdi. Kroc 1939’da Malt-A-Mixer Co. adı altında kendi şirketini kurdu. Mikser aletlerini sıradışı servis hizmetleriyle piyasaya kabul ettirdi. Müşterilerine düzenli aralıklarla yeni içki tariflerini parasız olarak dağıtıyordu.

İkinci Dünya Savaşı yüzünden Kroc işletmesini büyütemedi. 50’li yılların başında da rakiplerinin giderek artan baskısı yüzünden parasal sıkıntılara düştü. Yeni satış olanakları araştıran Kroc’un, en iyi müşterileri arasında bulunan McDonald kardeşler dikkatini ve ilgisini çekti. Maurice ve Richard McDonald 1937’de Pasadena’nın doğusunda, müşterilerin arabalarından inmeden hizmet gördükleri bir drive-in restoran açmışlardı. Bundan oniki yıl sonra servisi kaldırıp Speedy Service System denilen hızlı hizmet sistemini kurdular. Buna göre müşteri kendi siparişini kendisi veriyor ve hemen tezgâh başında hizmet görüyordu. Bu sayede fiyatları düşük tutmak mümkün olabiliyordu.

Kroc bu tarzdaki lokantalar için piyasada devasa bir açık bulunduğunu anladı. Kardeşler yerel sınırlı piyasalarını bırakmak istemediklerinden Kroc kendilerine şöyle bir öneride bulundu: İlgililer McDonald’s kavramını ve adını satın alabilmeli ve bunun karşılığında bir defalık bir lisans ücretiyle satış üzerinden önceden saptanacak bir miktar ödemeliydiler. McDonald kardeşlerden ilk lisansı alan Kroc, 1955’te Chicago yakınlarında Des Plaines/Illinos’de ilk McDonald’s restoranını açtı.

Uzun süren görüşmelerden sonra Kroc ile 1960’da kurulan McDonald’s Corporation (önceleri 1955’ten sonra McDonald’s System Inc.), firmaya adlarını veren iki kardeşin haklarını 1961 sonunda 2.7 milyon dolar ödeyerek satın aldı. Şirketi buna karşılık McDonald adını ve kavramını kendi hesabına pazarlama hakkını elde etti. Ne var ki bu firma, ancak emlâk işine girdikten sonra verimli olabildi. McDonald’s yeni restoranların inşa edilebilmesi için arsa kiralamayı, inşaat masraflarını karşılamayı ve ardından bu binaları satışa katılma koşulu karşılığında lisans alan firmalara kiralama işini üstlenen Franchise Realty Corporation (McDonald’s Emlak Acentalığı) şirketini kurdu.

McDonald’s 60’lı yıllarda rakiplerini arkasında bıraktı. Önceleri yalnız ABD’nin doğu kıyısına yoğunlaşan işletme, bundan böyle batı kıyısını da fethetti. 1965’te anonim şirkete dönüştü. Kroc 32 milyon dolar tutarındaki hisselerini muhafaza etti. 60’lı yılların sonunda kavramda bir değişiklik yaptı. Artık sloganları, sadece sokaktan yapılan satıştan müşterilerin oturduğu restorana dönüş biçimini almıştı. Bu yüzden daha büyük binalara gereksinim duyuldu ve McDonald’s’ın sahipliğini üstlendiği restoranlar giderek çoğaldı.

Kroc tutucu ilkelerini de kısmen terkederek 1968’den sonra, birçok kısıtlamalarla birlikte kadınların da çalıştırılmasına izin verdi. Kroc aynı yıl içinde Joan Smith ile evlendi. Üçüncü evliliğini yaptığı Joan’la 1961’de evlenme plânı, kızın ailesinin karşı koyması yüzünden suya düşmüştü.

Kroc 1970’de kurduğu McDonald’s International ile ülke dışındaki pazarlara atıldı. Önce yerel yemekler de sunmak hatasını yaptıktan sonra büyük parasal kayıpların ardından klasik McDonald’s ürün yelpazesine yoğunlaşılması için talimat verdi. 1971’de Münih’te ilk Alman McDonald’s restoranı açıldı. Aradan tam dört yıl bile geçmeden dış ülkelerdeki satışlar, toplam cirosunun onda biri tutarına ulaşmıştı. Kroc şirketini ölümüne kadar yönetti. İki kez beyin kanaması geçirdikten sonra 83 yaşında San Diego/Kaliforniya’da hayata gözlerini kapadı.

Johann Jacobs

Haziran 30th, 2012

Bremenli sanayici Jacobs iki dünya savaşı yüzünden iki kez yeniden başlamak zorunda kaldığı halde, bir kahve dükkanından Almanya’nın başta gelen kahve üreticisi oldu.

Jacops bir çiftçi ailenin ikinci oğlu olarak Borgfeld’de dünyaya geldi. Çocuk iki yaşındayken annesi öldü. Johann ailenin en büyük oğlu olmadığı için babasının çiftliğini devralması mümkün değildi. Bu yüzden köy okulunu bitirdikten sonra, ABD’ye göç etmeyi bile bir süre düşündü.

Jacops 14 yaşındayken toptancılık ve perakende sömürge ürünleri satan bir bakkaliyede tüccar olmak için çıraklık eğitimine başladı. Patronu, Jacops’un kahve kavurmak ve çeşnisine bakmaktaki olağanüstü yeteneğini hemen anladı. Jacops 1887’de kalfa olarak bir toptancının bürosuna geçti. Altı yıl sonra da şirketin imza yetkilisi oldu.

1895’te işinden istifa ederek, bağımsız olmak düşünü gerçekleştirdi ve Bremen’de “Kahve, çay, kakao, çikolata ve bisküvi satışı yapan özel bir dükkân” açtı. Dükkânı uygun bir mevkiide bulunmadığından, işleri önce pek iyi gitmedi. Jacops iflas tehlikesiyle karşı karşıya kalınca kentin ana iş caddelerinden birine taşınmakla bunun önüne geçebildi. Yine de dükkânın vitrini sokaktan kolayca seçilemiyordu. O tarihte perakendecilikteki uygulamaların aksine, Jacops reklama önem verdi. Pano ve el ilanlarıyla dükkânının reklamını yaptı.

1901 yılında bir terzinin kızıyla evlenen Jacops, yüzyılın başında işini yoluna koydu. Kazandığı paraları kahveyi bizzat kavurduğu bir kahve kavurma tesisine yatırdı (1907). O tarihe kadar, kahveyi hazırlamakla beraber, ayrı ayrı cinslerin özelliklerini hiç göz önünde bulundurmayan kahve kavurma işletmelerine bağımlıydı. Artık kahveye kendi isteğine uygun nitelikler kazandırabiliyordu. Uzakta oturan müşterilerini kazanabilmek için 1910’da kendine ait eve teslim servisini kurdu. Ayak işlerine bakan delikanlıları, günde dört defaya kadar, 11 çeşit kahvesiyle, Bremen kenti sınırları içinde taze kahve teslimatı yapıyordu. Yarım kilo kahveyi menşeine ve incelik derecesine göre 110- 220 Pfennig arasında bir fiyata satıyordu.

İşletmesinin olağanüstü kalkınması, Jacops’a 1913′ ten sonra kahve karışımlarını kendi adı altında satışa sunması için cesaret vermişti. Ne yazık ki, Birinci Dünya Savaşı bu umutlarını yok etti. Resmi makamlar savaş ekonomisi çerçevesinde elinde kalan bütün kahve stoklarına el koyunca, Jacops 1916’da iflas etri. Becerikli girişimci bunun üzerine hastalara yönelik gıda maddesi satmak için gerekli ruhsatı almayı başardı. Ayrıca yulaf ezmesi, irmik, pirinç ve şeker satarak firmasını savaş boyu ve savaştan sonra ayakta tutabildi. Her ne kadar 1920’de kahve ithalatı yeniden serbest bırakıldıysa da, Jacops ancak döviz karşılığı alabildiği kahve çekirdeklerini kâğıt parayla satmak zorıındaydı, bu yüzden kârı yok denilecek kadar azdı.

Ancak 1923’te yapılan kur ayarlamalarından sonra işler toparlanmaya başladı. Ama tüketimin bol olduğu 20’li yıllarda Jacops giderek artan bir rekabetle karşılaştı. Üzerinde “Jacobs’un Kahvesi” yazan motorlu bir sandıklı arabayı, kentin sokaklarında taze kavrulmuş kahveyle dolaştırarak teslim servisini canlandırdı. Bremen dışındaki dağıtım için 1927’de Johann Stehmeyer ile birlikte Joh.Jacobs & Co. adlı ticari şirketi kurdu. Ne yazık ki bu ortaklık, Jacops’un karar yetkisini paylaşmayı kabul etmemesi üzerine, iki haftadan fazla dayanamadı. Bundan böyle firmayı kendi başına yönetti.

Yalnız iki yıl sonra, hiç çocuğu olmayan sanayici, yeğeni Walther Jacops’u şirketine aldı. Onunla birlikte, şirketi dünya ekonomi krizinde ayakta tutacak yeni bir piyasa stratejisi geliştirdi. Jacops “Jacops’un kaliteli Bremen kahvesi” adı altında lüks bir kahve ambalajı içinde kahvesini mağazalara vererek, kendi ürününü bir marka olarak değerlendirdi. Aynı zamanda günlük gazetelerde kahvesinin reklamını yapıyordu.

İkinci Dünya Savaşı Jacops’a tıpkı 1914-18 savaş yılları gibi, aynı türden problemler getirdi. Kahveye el konuldu ve ithali kısıtlandı. Girişimci Jacops her ne kadar arpa kahveye geçtiyse de, buna da belirli bir kota konuldu. Bunun üzerine çay ticareti yapmaya başladı ve savaştan sonra Amerikalı askerler için çay temizledi. Müttefiklere kahve kavurdu. 1948 kur reformundan sonra, 79 yaşındaki Jacops yeniden canlandı. Şirketinin ürünü artık sadece “Jacops Kaffee” adı altında satılıyordu. Almanya’da piyasanın başta gelen markası olduğu kadar, Avrupa’nın da, sektöründe önceliğe sahip ürünlerinden biri oldu. Kahve kralı 1958’de, 88 yaşında, doğduğu kent Bremen’de hayata gözlerini yumdu.

Richard Branson

Haziran 30th, 2012

İngiliz işadamı Branson olağan dışı düşünceleriyle en büyük ulusal karma şirketlerden birini (ağırlık noktası: taşımacılık ve komünikasyon şirketieri) kurdu. Virgin (Bakire) Megastore’larıyla süpermarket prensibini plâk ve CD branşına uyarladı.

Bir avukatın tek oğlu olarak Surrey’de dünyaya geldi. Annesi dansçı, tiyatro oyuncusu ve hostes olarak çalışmıştı. Önceleri, Richud’ın babasının izinden gitmesi öngörülmüşken, delikanlı 16 yaşına geldiğinde, annesiyle babasını okulu bırakmasının daha doğru olacağına ikna etti. Bir arkadaşıyla birlikte “Radikal ve reformist düşünceler için bir forum” olarak algıladığı “Student’ (Üniversite , Öğrencisi) adlı dergiyi çıkardı.

1970’de Branson tarafından kurulan katalogla plâk satış şirketi, aynı zamanda “Virgin” (Bakire) adlı markanın başlangıcını oluşturdu. Genç girişimci Branson bu adla iş hayatındaki deneyimsizliğini dile getirmek istiyordu. Buna karşın Branson genç yaşta girişimci esnekliğini ortaya koydu. Bir posta grevi yüzünden posta ile sipariş ilkesine dayanan servisi felce uğrar gibi olunca, Branson Londra’nın merkezinde çok sayılı plâk mağazalarının ilkini açtı. Ayrıca bir plâk doldurma stüdyosu kurdu.1973’de yeni kurulan Virgin Records adlı plâk markası için, o tarihe kadar başarı gösteremeyen Mike Oldfield’i angaje etti. Aynı yıl içinde yayınlanan “Tubular Bells” adlı ikili albümü milyonlarca sattı ve Branson’un ilk milyonunu kazanmasını sağladı. Virgin Records Phil Collins, Genesis, Pet Shop Boys ve Rolling Stones gibi yorumcularla dünyanın en büyük plâk şirketlerinden biri oldu. Plâk ve Compact Disc süpermarketleriyle de çok başarılı oldu Branson. Virgin Megastores adlı mağaza zinciri 90’lı yılların ortasında bütün dünyada elliyi aşkın büyük medya satış mağazasını besledi.

Dışarıya karşı her zaman kot pantalonlu, kazaklı, kalender girişimciyi temsil eden Branson, 80’li yılların başında, çoğu komünikasyon (iletişim) ve medya branşında olmakla beraber, birkaç gece kulübünü de kapsayan yaklaşık 50 firmanın bağlı bulunduğu imparatorluğunu kurmuştu. Branson 1984’te Virgin Atlantic Airlines havayollarını kurarak devletin British Airways şirketine ABD’ye giden hatlarında, özellikle daha iyi yolcu servisiyle rakip oldu.

Branson aynı zamanda, bu tarihe kadar basına karşı gösterdiği ilgisizlikten vazgeçti. Çünkü düşüncesine göre, yankı uyandıran eylemlerle dikkatleri havayollarına çekmeliydi. Speedboat (sürat motoru) tutkunu olan Branson, 1986’da Atlantik’i o tarihe kadarki en kısa sürede geçmeyi başardı ve kırdığı bu rekor için Mavi Kurdele ile ödüllendirildi. Bir yıl sonra İsveçli Per Lindstrand ile birlikte sıcak hava balonu içinde Atlantik’i geçen ilk insan olarak adını duyurdu. 1991’de de ikisi birden Pasifik’i geçerek Japonya’dan ABD’ye gittiler.

Virgin Atlantic’in başarısı 90’lı yılların başında British Airways ile çok acımasız fiyat savaşlarına yol açtı. Bu savaş Branson’un sözde nakit sıkıntısı çektiğine ilişkin yalan haberlerle büsbütün kızıştı. Ne var ki Branson bu tartışmalardan galip olarak çıkabildi. 1992’de yaklaşık 900 milyon DM’a Virgin Plak Şirketini EMI şirketine satarak tamamen komünikasyon ve seyahat sektörlerine yoğunlaştı. 1993 cirosu 3 milyar DM’ı geçen şirketinin halen bir merkezi bulunmamakta, ayrı ayrı işletmeler Londra’nın tümüne dağılmış haldedir. Branson yönetimde hiyerarşiye yer vermemekte ve çalışanları şirketine ortak etmektedir. İkinci evliliğini, iki çocuk sahibi olduğu Joar Templeman ile sürdüren Branson Virgin Islands adalarından biri olan Necker Island adasına sahip bulunmaktadır.

Rona Yırcalı

Haziran 30th, 2012

Rona Yırcalı 1944 yılında İstanbul’da doğdu. İlkokula Balıkesir’de başlar, babasının milletvekili olması ile beşinci sınıfı Ankara’da bitirir. 1956’da lise eğitimine Robert Kolej’de devam eder. Sınıf arkadaşları Bankacı İbrahim Betil, banka sahibi Hüsnü Özyeğin, Emin Karamehmet, Osman Berkmen, Servet Hanlıoğlu, Tansu Çiller, Ahmet Leventoğlu‘dur. Alt ve üst sınıflardan Burhan Karaçam, Özer Çiller, Engin Cezzar, Gülriz Sururi vardır.

Robert Kolej’in ardından Miami Üniversitesi İşletme Bölümünü bitirdi. 

1972’den itibaren tam mesai ile aile şirketlerinde çalışmaya başlar. Bir yıl sonra da Atalar Mağazası’nın sahibi Atabey Atabek’in kızı Nur Hanım’la evlenir. 1975 doğumlu Sırrı ve 1981 doğumlu Sinan isimlerinde iki çocuğu vardır.

Üç kuşaktır Balıkesirli olan Yırcalı ailesi, Osmanlı’nın bir sancağı olan ve bugün Soma’ya bağlı Yırca köyünden Balıkesir’e yerleşir. Büyükbabası Şükrü, nâmı diğer Yırcalızade Şükrü Efendi, İttihatçılar arasında önemli görevler üstlenir. Sonra Balıkesir’de Kuvayı Milliye Hareketinin de öncüleri arasında yer alır.

Atatürk Samsun’a yol alırken, o ve 40 arkadaşı, işadamı Aydın Bolak’ın babası Mehmet Vehbi’nin başkanlığında Balıkesir’de 40 Bayrak Adam diye anılan bir eylem grubu kurar. Yunan’a karşı kurulan Redd-i İlhak Cemiyeti en büyük toplantılarından birini yine Balıkesir’de bu kişilerin öncülüğünde yapar.

Anne tarafından dedesi Muharrem Hasbi Koray da (Balıkesir’in ilk un sanayicisi ve İsveç’in Buhler makinalarını Türkiye’ye ilk getiren kişi) daha sonra kurulacak Demokrat Parti’nin kurucularından birisi olacaktır. Ayrıca 1945’te DP’nin kuruluşunda amcası İbrahim Sıtkı Yırcalı da yer almıştır. Babası Sırrı Bey’in 1954 seçimlerinde yine DP’den Meclise girmiştir. Amcası İbrahim Sıtkı Yırcalı ile babası Sırrı Yırcalı 27 Mayıs 1960 İhtilali ile önce Yassıada’ya, oradan da Kayseri cezaevine gönderildi. 1960 İhtilali’nde de şirketleri yedd-i eminlerin teftişinden geçen, paralarına el konan ve annesi Müşerref Hanım’ın bu hesaplardan ayda ancak iki bin lira çekebilmesine izin verilmiştir.

İbrahim Sıtkı Yırcalı, Balıkesir’den Sorbon’a hukuk doktorası yapmak için giden ilk kişilerden birisidir. Dede Yırcalızade Şükrü, 1930’a kadar ticaretle uğraşır, ama 1929 krizinde işleri bozulur. Böyle olunca Sıtkı ve Melahat’tan sonra üçüncü çocuğu olan Rona’nın babası Sırrı Bey’i yurtdışına eğitime gönderemez, yurtiçinde okutur. O da okuldan sonra kayınpederi ile birlikte un işine devam eder. Ardından 1951’de madencilik işine girer. Bor, kömür ve demir işi yaparlar. (1979’da Bülent Ecevit başbakan, Deniz Baykal enerji bakanı iken bu madenler devletleştirilince, Yırcalı ailesi bu alandaki faaliyetlerini azaltır.)

Sırrı Yırcalı, bor madenini bulan kişilerden birisidir. Bugün Mortaş adıyla bir şirket çatısının altında toplanan yem, gıda, tekstil ve son olarak da rüzgar enerjisi üretecek bir çok şirketi bulunan grubun temelleri işte o zaman atılır. Yırcalızadeler, Best Balıkesir Elektro Mekanik Sanayi, Balyem, Yersa Sentetik Dokuma, Yırcalı Un ile İstanbul’daki The Marmara Oteli’nin işletmecisi İstanbul Otelcilik’te de hissedardır.

Sırrı ve Müşerref (Koray)’ın iki çocuğundan büyüğü olan (diğeri 1950 doğumlu Demet Egeli) Rona Yırcalı daha küçüklüğünden başlayarak, aile şirketlerinde iş hayatına atılır. Ankara’da, Genelkurmay Plan ve Prensipler Dairesi’nde askerliğini yaparken bile hafta sonları çalışma hayatından uzak kalamayacaktır. Amcası İbrahim Sıtkı Yırcalı, 27 Mayıs davaları sonuçlanıp af ile serbest kaldıktan sonra bu sefer AP’den senatör olur. İbrahim Sıtkı Yırcalı’yı, 12 Eylül İhtilali bu sefer de Meclis’te yakalar.

Halen; Balıkesir Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı, Dünya Odaları Federasyonu Başkanlığı, Milletlerarası Ticaret OdasıYönetim Kurulu Üyeliği, Milletlerarası Ticaret Odası Türk Milli Komite Başkanlığı, Türk Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı ve TEV Mütevelli Heyeti Üyeliği, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu İcra Kurulu Başkanlığı ve (DEİK) Yönetim Kurulu Üyeliği, Türkiye İktisadi Kalkınma Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği, Türkiye Erozyonla Mücadele ve Mütevelli Heyeti Üyeliği ve Ağaçlandırma Vakfı (TEMA) Denetçiliği, Türkiye Sanayici İşadamları Derneği Yüksek İstişare Kurulu Başkanlığı, Ege Sanayici İşadamları Derneği Yüksek İstişare Kurulu Üyeliği, Türk-Amerikan İş Konseyi Üyeliği, Türkiye Odalar Birliği Sanayi Konseyi Üyeliği yapmaktadır. Geçmişte Türkiye Odalar Birliği Yönetim Kurulu Başkanlığı, Milletlerarası Ticaret Odası Finans Komite Üyeliği ile Yapı Kredi Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur.

Enzo Ferrari

Haziran 30th, 2012

İtalyan otomobil fabrikatörünün adı hızlı, şık ve sıradışı taşıt araçlarıyla eş anlamlıdır. Otomobil yarışçısı olarak kariyerini başlatan Ferrari, her gün kullanılan bir eşyayı bir sosyal mevki sembolü haline getirdi.

Modena/Emilia-Romagna’da bir dökümhane sahibinin oğlu olarak 20 Şubat 1898 tarihinde dünyaya gelen Enzo, ilk kez on yaşındayken Bologna’da götürüldüğü bir yarış sırasında otomobil sporuyla tanıştı. 1916’da Modena’daki teknik okulu bitiren Ferrari, bir yıl sonra askere alındı. Ne var ki, geçirdiği zatülcenp yüzünden kısa bir süre sonra çürüğe çıkarıldı.

FIAT’a girme çabaları sonuç vermeyince, Ferrari otomobil sektöründe işçi olarak hayatını kazanmaya başladı. Savaş sonrasında kurulan Costruzioni Meccaniche Nazionali (CMN) şirketi Ferrari’ye 1919’da otomobil yarışçısı olarak iş verdi.

21 yaşındaki Ferrari aynı yıl içinde ilk yarışına (Parma-Berceto) katıldı. Günümüzde silindir kapasitesine göre araçların formüllere ayrılması, o tarihte henüz söz konusu değildi. Yarışlar “Formula Libre” adı altında düzenlenip yarış, motor ve şasi spesifikasyonlarını içeren yönetmelikler bulunmamaktaydı.

Ferrari 1920’de Milanolu otomobil firması Alfa Romeo’ya geçerek bu şirket için katıldığı ve Sicilya’yı çepeçevre kuşatan Targa Florio yarışında ikinciliği elde etti. Böyle iyi bir sonuç almasına karşın kendisine otomobil yarışçısı olarak bir isim yapamadı. Alfa satıcısı olarak çok daha başarılı oldu. Agresif (saldırgan) satış politikası sayesinde Emilia bölgesinde şirketin tek temsilcisi oldu.

Modena’da kiraladığı bir garajda Alfa ve kullanılmış spor otomobil satışını yürütmek için Carrozzeria Emilia, Enzo Ferrari & Cia adlı şirketi kurdu. 1923’te yoksulca bir aileden gelen Laura Domenica Garello ile evlenerek bir erkek çocuğu sahibi oldu.

Spor yönünden başarılı bir yıl geçirdikten sonra, Ferrari 1924’te Alfa Romeo’nun Grand-Prix ekibine üye oldu. Ne var ki, Lyon’da yapılacak Avrupa Büyük Ödül yarışına herhangi bir neden ileri sürmeksizin katılmayacağını bildirince, bu, otomobil yarışçılığı kariyerinin sonu oldu.

Ferrari 1925’te Bologna’da bir Alfa şubesi açtı. Bundan dört yıl sonra kendi yarış ekibini kurdu. Scuderia Ferrari’den Tazio Nuvolari ve Alberto Ascaro gibi ünlü yarışçılar çıktı. Ferra- ri’ye başarılarından dolayı 30. doğum gününde İtalya’nın faşist diktatörü Benito Mussolini tarafından onursal “Commendatore” (kumandan) payesi verildi. Bunu izleyen yıllarda Ferrari tamamen yarış arabaları tasırımına yoğunlaştı. Bunun sonucu olarak 1937’de ortaya çıkan Alfa 158, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki dünya şampiyonluğu kazandı.

1938’de Alfa yarış bölümü müdürlüğüne getirilen Ferrari, kendi ekibini dağıttı. Aradan bir yıl geçtikten sonra yönetimdeki anlaşmazlıklar nedeniyle Alfa’dan ayrıldı.

Otomobil Yarışçılığının 1 Numarası 1943’te kurduğu Auto-Avio-Costruzioni Ferrari, ilk baştan Roma’daki Havacılık Derneği ve Breda Silah Fabrikasıyla çok yakın ilişkiler içinde olmuştur. Bu fabrikalar İkinci Dünya Savaşı sıralarında Modena yakınlannda Maranello adlı bir dış mahalleye taşındılar. Bu fabrikalar iki kez yandıktan sonra 1946’da yeniden inşa edildiler. Aynı yıl içinde ilk Ferrari yarış arabası fabrikadan çıktı.

1949’da Fransız Le Mans yarışını kazanan Luigi Chinetti, bununla Ferrari’nin Formula 1’de yirmi yıl sürecek olan zaferini başlatmış oldu. Bundan üç yıl sonra Ascari en üstün spor otomobil kategorisinde Ferrari’ye dünya şampiyonluğunu kazandırdı.

Ferrari, şirketini ataerkil bir biçimde yönetti. Kendi imajı konusunda son derece titiz olan Ferrari, halkın arasına çıkışlarını en ince ayrıntısına kadar planlıyordu. Otomobil yarışçılığı konusunda tartışmasız başarılara imza atmakla beraber, şirketi giderek parasal sorunlarla savaşmak zorunda kaldı. “II Commendatore” 1960’da hisselerinin bir bölümünü satmak zorunda kaldı.

Firmasının adı bundan böyle SEFAC – Automobili Ferrari SpA oldu. Ferrari üretim hakkını 1965’te FIAT’a devretti. Torinolu FIAT şirketi, Ferrari şirketinden önce % 50, ardından % 60 oranında hisse satın aldı. Artık 79 yaşında olan Ferrari, 1977’de şirket yönetiminden çekilmekle birlikte, söz hakkını korudu ve yarış bölümünü yönetti.

Güney Afrikalı Jody Scheckter 1979’da Ferrari’ye son dünya şampiyonluğunu kazandırdıktan sonra, 80’li yıllarda yarış ekibi büyük başarılar kaydedemedi. Bunun ardından Ferrari kısıtlı sayıda özel spor otomobil üretimine yoğunlaştı. Bu otomobiller bütün dünyadaki otomobil meraklıları için nerdeyse efsanevi bir anlam taşımaktadır. Görme yetisini giderek yitiren Ferrari, ömrünün son yıllarını insanlardan uzakta Modena’da geçirdi ve burada 1988’de 90 yaşında öldü.

Ölümünden sonra, kendi elinde tuttuğu şirket sermayesinin geri kalan yüzde kırkı da FIAT’a geçti.

Luciano Benetton

Haziran 30th, 2012

İtalyan girişimci ve işadamı olan Benetton, dünyayı saran bir moda mağazaları ağı yarattı. Benetton, bütün moda tasarımcılarından farklı olarak, kuşku uyandıracak biçimde yürüttüğü reklam kampanyalarıyla dikkatleri ürünlerinin üzerine çekti. Benetton, Kuzey 13 Mayıs 1935’de İtalya’nın Treviso kentinde dünyaya geldi. Babası savaşın son günlerinde vatanı için ölünce, dört kardeşin en büyüğü olan Luciano, giyim eşyası satan bir toptancının deposunda çalışarak ailenin gelirine katkıda bulunmak zorunda kaldı.

Benetton, okulu 14 yaşındayken bırakarak bir giyim mağazasında gömlek satış reyonunda çalışmaya başladı. Kızkardeşi Guiliana aynı sırada yerel bir tekstil üreticisi için kazak dikiyordu. Bu da, Benetton’un triko (örme) ürünleri modaya uygun pastel tonlarda satışa sunmayı düşünmesine neden oldu. “Tres Jolie” etiketi altında üretilen parçalar çok iyi sattı. Bunu izleyen zamanda Benetton’ların evi giderek bir giysi imalathanesine dönüştü. Benetton 1958’de satıcılıktan istifa etti. Kendisini tamamen ailece yaptıkları üretime adadı ve yeni boyama tekniklerini denedi. Adalgerico Montana ile birlikte, giysilerin dikildikten sonra boyanmasına olanak sağlayan, dolayısıyla esnek olup moda akımlarına kısa bir zaman içinde cevap verebilen bir yöntem geliştirdi. Bu da, sonradan Benetton firmasının başarı reçetesi olacaktı.

Benetton, 1961’de bir inşaat mühendisinin kızıyla evlendi ve ondan dört çocuk sahibi oldu. Aradan iki yıl geçmeden kendi firmasında üretilmiş olan 20.000 parçayı satabildi ve 600 milyon Liretlik bir ciro sağlayabildi. Kısa bir zaman sonra üretim kapasiteleri yetersiz kalınca kendilerine ait bir fabrikanın inşa edilmesi kaçınılmaz hale geldi. Fabrikanın inşaatı biter bitmez dört kardeş (Carlo, Gilberto, Guiliana ve Luciano) Ponzano Veneto/Treviso’da Benetton adlı giysi şirketini kurdular. İlk Benetton mağazası aynı yıl içinde Belluna’da kapılarını açtı. Hedefledikleri kitle, genç alıcılardı. 60’lı yılların sonunda İtalya’da yaklaşık 500 tane Benetton mağazası bulunuyordu; ciroları 10 milyar Liret’i aştı.

Benetton Franchise prensibi denilen ilkeye göre çalışıyordu, yani ilgilenen perakendeciler mağaza açmak için lisans satın alabiliyorlardı. Satış mağazalarının iç dekorasyonu Benetton’un öngördüğü biçimde yapılıyordu. Franchise usulüyle açılan mağazalara Benetton direkt olarak mal veriyor fakat kural olarak mağazalara finansal bir katkısı olmuyordu. Benetton 70’li yıllarda Luciano’nun yönetimi altında dünya çapında bir kuruluş haline geldi, satışları on misline çıktı. Benetton, firmayı 1978’de anonim şirkete çevirdi. Yeni reklam olanakları arayışı içinde olan Benetton, 1983’te Formula 1 yarış sporuyla tanıştı.

Önceleri Tyrell Ekibinin, ardından da Alfa Romeo Euroracing’in sponsorluğunu üstlendi. Buna karşılık araçların üzerine reklamlarını yazma hakkını elde etti. İki yıl sonra 4 milyar liretlik bir yatırımla kendi yarış ekibini kurdu. Benetton Formula, Formula 1’lere katılmaya ilk kez 1986’da başladı. Benetton 80’li yıllarda ürün yelpazesini genişletmeye koyuldu. Sisley çizgisiyle iddialı müşterileri tatmin etmeyi amaçlarken, “Benetton Uomo” yalnız erkeklere yönelikti. Ayrıca saat, güneş gözlüğü, ayakkabı, kozmetik ürünler ve moda aksesuarları satışa sunuldu. Her renkten çocuk ve gencin renkli Benetton giysilerini sundukları “Benetton – Alt The Colours of the World” (Dünyanın Tüm Renkleri) sloganıyla yürütülen reklam kampanyası, başarılarında çok büyük bir rol oynadı.

90’lı yılların başında Benetton, firmalara katılmak suretiyle giderek spor giysi alanına yayıldı. Böylelikle İtalyan kayak botu üreticisi Nordica ve Amerikalı paten fabrikatörü Rollerblade’in yüzde 50’yi aşan oranlarda hisselerini satın aldı. Benetton ve fotoğrafçısı Oliveiro Toscani 1993’te yaptıkları yeni bir ilân kampanyasıyla şiddetli eleştirilere hedef oldular. “UnitedColours of Benetton” parolası altında sunulan motifler dünya olaylarından enstantane fotoğraflar gösteriyordu. Benetton kuşku uyandıracak bir biçimde toplumsal eleştiriyi, sansasyon ve etkili reklamla birleştirmeye çalıştı.

Bu, özellikle ölmekte olan bir AIDS’li hastayı ve Yugoslavya iç savaşında ölen bir askerin kanlı üniformasını gösteren fotoğraflarda çok belirgin bir hal aldı. Gazete manşetlerindeki olumsuz sözler bazı Batı Avrupa ülkelerinde Benetton mağazalarının satış rakamlarında düşüşlere neden oldu. Şirket, asgari teslim miktarlarını hiç düşürmeden aynı yükseklikte tuttuğundan Franchise firmalarının isyan etmesine yol açtı. Benetton şirketi 1994’te bundan böyle gastronomi (lokantacılık) alanına da yöneleceklerini ilân etti. Benetton İtalyan otoyolları üzerindeki dinlenme tesislerinin bir bölümünü de işletecekti.

Walter Elias Disney

Haziran 30th, 2012

Amerikalı çizgi film ressamı ve çizgi roman yazarı Disney, yarattığı figürleri pazarlamakta ve deneysel filmlerini bu yolla finanse etmekte ustaydı. Disneyland ve Disney World adlı eğlence parklarını açmakla tatil endüstrisinin öncüleri arasına girdi.

Şikago’da dünyaya gelen Disney, orta halli bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. Çok kısıtlı olan cep harçlığını artırmak için gazete dağıttı. 1916’dan sonra Kansas City Sanat Enstitüsü kurslarına devam etti. Birinci Dünya Savaşı sıralarında askere alınarak Fransa’da ambulans şoförlüğü yaptı.

Disney, memleketine dönünce reklam ressamı olarak iş buldu. Arkadaşı Ub Iwerks ile birlikte Kansas City’de bir reklâm ajansı için kısa çizgi filmler yaptı. 1920 sıralarında sinemalarda reklam amacıyla gösterilen, kısa çizgi filmlerden oluşan LaughO-Gram’ları icat ettiler. Başarıları umdukları gibi olmayınca, Disney ve Iwerks birlikte kurdukları şirketi 1922’de kapamak zorunda kaldılar. Bunun üzerine Hollywood’a giden Disney, burada bir yıl sonra erkek kardeşi Roy ile birlikte Disney Company’yi kurdu. Iwerks de sonradan bu şirkete ortak oldu.

Disney’in sinema pazarına girmesi 1923/45 sıralarında “Alice in Cartoonland” (Alice Çizgi Film Diyarında) adlı dizi fılmle gerçekleşti. Bu dizi tıpkı 1927’de üretilen “Oswald, the Rabbit’ (Tavşan Oswald) adlı çizgi film dizisi gibi, başarıya ulaşamadı.

Iwerks 1928’de Mickey Mouse adlı yeni bir figür yaratınca, başarı yolu kendilerine açıldı. Bu tiplemeyle iki sessiz film çektikten sonra, sesli filmin olanaklarına hayran kalan Disney üçüncü filmi sesli çevirmeye karar verdi. Bu girişimi yüksek maliyeti nedeniyle ,eleştiren kardeşi Roy, sözünü dinletlemedi.

1928’de sinemalarda gösterime giren “Steamboat Willie” (İstimbot Willie), dili, müziği ve çizgiye dökülmüş gag’ları birleştirmesiyle izleyicilerin büyük beğenisini kazandı. Disney, resimlerinin hareketlerini, müziğin ritmine uydurma amacını “Silly Symphonies” (Saçma Senfoniler) adlı dizi filminde mükemmel hale getirdi. Toplam olarak 70’i aşkın kısa film üretti. Disney’in 1932’de gerçekleştirdiği ilk renkli çizgi film Technicolor yöntemiyle çekildi.

Hedefine doğru ilerleyen Disney, Donald Duck, Dippy Dawg (sonraki Goofy) ve köpek Pluto ile figürlerini çoğalttı. 30’lu yılların başında kurduğu Disney Animation Studio adlı film stüdyosunda 1934’de 700 kişi çalışıyordu.

Aynı yıl içinde servetinin tümünü bir akşamı dolduracak renkli, seslilik uzun çizgi filme yatırmaya karar verdi. Filmin çekiminde Iwerks tarafından geliştirilmiş olan ve geleneksel kameralara göre çok daha ayrıntılı ve ince resimlerin çekilmesine olanak veren Multi-Plane Camera’nın kullanılması öngörülmüştü. Üç yıl süren hazırlık çalışmaları 1,5 milyon doları aşınca, şirketleri iflasın eşiğine geldi. “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” masalını konu alan bu filmi 1937’de sinemalarda gösterime girdiğinde 8 milyon dolardan fazla hasılat getirdi ve Disney’in, başta gelen çizgi film üreticisi olarak nam salmasını sağladı. 1940’da “Pinokyo” adlı filmiyle yeniden sinemada büyük bir başarıya imza atmış oldu.

Stüdyoları başarılı çizgi film üretimini sürdürdüğü halde, Disney giderek geleneksel filmlere ve belgesellere yoğunlaştı. Özellikle edebiyattan aldığı konularla aile filmleri yapmaya önem verdi. Üreticilik çalışmaları yanı sıra Disney 1954’ten sonra oynattığı “The Wonderful World of Colour” (Renklerin Harika Dünyası) adlı televizyon dizisinde kendisi de görünerek milyonlarca çocuk tarafından tanınmasını sağladı.

Ayrıca, çoktandır oyuncak fabrikatörleri ve reklamcılar tarafından aranan bir ürün haline gelmiş olan figürlerinin pazarlanmasına yönelik çalışmalarını yoğunlaştırdı. 1955 yılında Anaheim/Kaliforniya’da Disneyland ve ardından Orlando/Florida’da Disneyworld adlı eğlence parklarını açarak hayatının en büyük düşünü gerçekleştirdi. Çizgi film kahramanlarının yakından görüldüğü bu eğlence parkları değişik gösteriler sunarak aileleri kendine çekti.

Disney 1960’lardan sonra çektiği filmlerde sinema oyuncularını çizgi film seansları içinde göstererek oynattı. Çizgi film öncüsü Disney’in en büyük başarılarından biri olan “Mary Poppins” (1964) bunların en parlak örneklerinden birini oluşturmaktadır. Disney 1966 yılında Burbank’ta öldüğünde filmleri için toplam 29 tane Oscar’a sahip olmuştu.

Mahmut Özgener

Haziran 30th, 2012

Ege Tütün İhracatçıları Birliği eski Başkanı Esin Özgener’in oğlu olan Mahmut Özgener 1963 yılında İzmir’de doğdu. Ortaokulu İzmir Saint Joseph ‘de, liseyi İzmir Atatürk Lisesi’nde bitirdikten sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Pazarlama bölümünden mezun oldu.

1987’den bu yana tütün sektöründe çalışmaktadır. 1999-2006 arasında Ege Tütün İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini üstlendi. 2006’da Ege İhracatçı Birlikleri Başkanlar Kurulu Başkan Vekili olmuştur. Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkan Vekilliği görevini de yürütüyor.

2004-2006 arasında Türkiye Futbol Federasyonu üyeliğine seçilen Mahmut Özgener, Altay Spor Kulübü’nde de 4 ayrı dönemde başkanlık yaptı. 5 Temmuz 2008 tarihinde TFF başkanı Hasan Doğan’ın kalp krizi sonucu hayatını kaybetmesi ile 6 Temmuz 2008 tarihinde vekaleten başkanlığa getirilmiştir.

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı görevini vekaleten yürüten Mahmut Özgener, 15 Ağustos 2008 tarihinde yapılacak TFF Olağanüstü Genel Kurul’unda başkanlığa aday olacağını açıkladı. 19 Ağustos 2008 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurula katılan 216 delegeden 202’sinin oyunu alarak Mahmut Özgener Futbol Federasyonu başkanı oldu.

Ankara Swiss Otel’de gerçekleştirilen genel kurul toplantısında yasal çoğunluğa ulaşılarak, divan kurulu oluşturuldu. Divan Kurulu Başkanlığı’na Prof.Dr. Mehmet Helvacı, başkan vekilliğine Şekip Mosturoğlu, sekreterliklere de Fahrettin Curoğlu ve Ali Sürmen seçildiler. Fenerbahçe’den Ömer Temelli, Diyarbakırspor’dan Hakan Bilal Kutlualp, 2 yeni delege olarak seçildiler.

İngilizce ve Fransızca bilen Mahmut Özgener evli ve 2 çocuk babasıdır.

Carlo De Benedetti

Haziran 30th, 2012

İtalyan girişimci Benedetti, Olivetti şirketini Avrupa’nın bilgisayar ve büro malzemesi piyasasının doruğuna ulaştırdı ve ardından yıllık cirosu iki haneli milyarları bulan bir finans ve ekonomi imparatorluğu kurdu.

Benedetti bir işadamının oğlu olarak Torino’da doğdu. Babası, motorlu araçlara parça üreten bir metal fabrikasının yöneticisiydi. Yahudi kökenli ailesi İkinci Dünya Savaşı sırasında kısa bir müddet İsviçre’de kaldıktan sonra, De Benedetti’ler Torino’ya döndüler. Carlo buranın Teknik Üniversitesi’nde elektroteknik dalında doktorasını yaptı. 1960’da kız arkadaşı Margherita Crosetti ile evlendi ve ondan üç çocuk sahibi oldu.

De Benedetti askerlik hizmetini yaptıktan sonra ailesinin işletmesine girdi. Ne var ki, çok sayıdaki yenileme önerilerini burada gerçekleştiremedi. Ailesine ait holdingin denetimi altında kendisine 1972’de Gilardini Anonim Şirketlerinde yeni bir çalışma alanı sağlandı. Bunu izleyen yıllarda De Benedetti metal işleyen başka fabrikaları satın aldı ve 1.000’den fazla çalışanı olan bir şirket kurdu.

Karısı ve oğullarıyla birlikte Cenevre’ye taşınan De Benedetti, Torino’lu otomobil şirketi FIAT’a yönetim kurulu başkanı olarak getirildi. Riske girmeyi seven bir girişimci olan De Benedetti ilk hisselerin % 5’ini satın atarak şirketin bilançosunu belirgin biçimde yukarı çekmeyi hedefledi. Çok etkili rasyonelleştirme politikası şirket yönetimi tarafından eleştirilince, De Benedetti 1976 yazında şirketten ayrıldı. Ayrılmadan önce kendi hisselerini kârla satmıştı. Yılın sonunda, bundan böyle ekonomi imparatorluğunun çekirdeği haline gelen CIR’in (Compagnie Industriali Riunite) hisselerinin çoğunu satın aldı.

Parasal açıdan güçlü olan De Benedetti’nin yeni yatırım ve görev alanlan bulması uzun sürmedi. Ekonomik bir kriz içinde bulunan Ivrea’daki (İtalya) büro makineleri şirketi Olivetti’nin hisselerinin % 25’ini satın aldı. 1978’de şirketin başkan yardımcılığını ve yöneticiliğini üstlendi ve işletmeyi kâra geçirmeyi başardı. Bunu yaparken şirket sermayesini artırdı ve önemli teknoloji şirketlerine iştiraklerle firmanın gelecekteki şansını güvence altına aldı. Bunların dışında, katı bir rasyonelleştirme politikasının savunucusu olarak edindiği adının, kendisine boşuna verilmediğini kanıtladı. Yaklaşık 20.000 işçiyi işten çıkarmakla kalmayıp şirket yönetimini de hemen hemen tümüyle değiştirdi.

En büyük vurgununu, 80’li yılların ortasında Amerikan telekomünikasyon devi AT&T % 22 iştirakiyle Olivetti’ye katıldığında (1989’a kadar) ve her iki şirketin satışları bundan böyle birbirlerine göre ayarlandıklarında, gerçekleştirdi.

Aralarında Milanolu bir bankaya katılımından birkaç hafta sonra vazgeçmesi de bulunan, birkaç başarısız girişimden sonra, Benedetti, makarna kıralı Buitoni’nin firmasına katılmakla besin maddeleri pazarına girmeyi başardı. Sermaye temelini sağlamlaştırabilmek için işletmelerinin çoğunu anonim şirketiere dönüştürdü. Borsada sağladığı kazançla, piyasaya hakim Avrupalı bir holding kurma hedefine doğru büyük bir adım attı. Fransız otomobil firması Valeo ve Milano’daki Mondadori Yayınevinden hisse aldı. Olivetti Alman büro makineleri üreticisi Triumph-Adler’i satın alabilmek için gerekli ön çalışmaları yerine getirdi. De Benedetti kendisine sigorta dalında olduğu kadar, bankacılık ve finans alanlarında da sağlam temeller hazırladı. Devlete ait SME adlı İtalyan besin maddeleri şirketini satın alma tasarıları başarısızlıkla sonuçlanınca, De Benedetti besin maddeleri sektörünü bıraktı.

De Benedetti 90’lı yılların başında büyük zarara girerek Belçikalı SGB Holding’i devralma girişiminden vazgeçmek zorunda kaldı. Olivetti’nin pazarlama alanındaki durumu pek umut verici olmadığından, De Benedetti hisse satma ve yeniden kitlesel işten çıkartmalara başvurmayı tasarladıysa da, bu hareketi İtalyan hükümetince engellendi.

Medya pazarıyla yaptığı anlaşmalar daha olumlu bir biçimde gelişti. Mondadori Yayınevi’nin denetimini eline geçirmeye çalışan İtalyan medya devi Silvio Berlusconi’ye karşı haklarını savunabildi. İki tarafın anlaşması sonucu De Benedetti, başkaları yanı sıra İtalya’nın en büyük günlük gazetesi olan La Repubblica’yı almakla, medya pazarındaki varlığını güvence altına almış oldu.

De Benedetti, Olivetti’nin siyasetçilerden büyük siparişler alabilmek için geniş kapsamlı bir rüşvet ve yolsuzluk skandalına karıştığını Mayıs 1993’te itiraf etti. Kısa süreli bir tutukluluk ve ev hapsi döneminden sonra serbest bırakılan De Benedetti’nin bir rüşvet davasıyla karşı karşıya kalması olasıdır.

Üzeyir Garih

Haziran 30th, 2012

1929 yılında İstanbul’da doğan Üzeyir Garih, 1951’de İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi’nden mezun oldu. Garih, Carrier Corporation’un Türkiye şubesinde çalışmaya başladı. 1954 yılında İshak Alaton’un teklifiyle Alarko Kollektif şirketinin eş ortağı oldu. O tarihten bugüne kadar Alarko Şirketler Topluluğu’nda İshak Alaton’la birlikte başkanlık görevini aralıksız sürdürdü. Üzeyir Garih 25 Ağustos 2001 günü Yener Yermez adlı katil tarafından Eyüp Mezarlığı’nda öldürüldü. Cinayet zanlısı Yermez, polisin sıkı araştırmaları ve takipleri sonucunda, 10 gün sonra yakalandı ve hapse gönderildi.

FAAL İŞADAMI

Üzeyir Garih, çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren çok sayıda şirketin yer aldığı Alarko Holding’in Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyordu. Üzeyir Garih, DEİK Yönetim Kurulu, İstanbul Sanayi Odası Meclis Üyesi, Türk-Belçika Konseyi Başkanı, Türk-Kanada Konseyi 2. Başkanı, TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Üyesi’ydi. Garih, MESS, SİSAV, Loyd Vakfı, Turizm Yatırımcıları Derneği’nde de görevler üstlenmişti.

ÇOK SAYIDA KİTABI BULUNUYOR

Özellikle yönetim ve organizasyon ve ekonomi ile ilgili yazıları birçok gazete ve dergide yayınlanan Garih’in önde gelen hobisi eğitim konusunda çalışmalar yapmaktı. Garih’in ‘Deneyimlerim’ adlı 5 ciltlik kitabı da bulunuyor. Üzeyir Garih, 1984 yılında İTÜ’den fahri doktora ünvanı almış ve 1990 yılında Filipinler Cumhuriyeti İstanbul Fahri Başkonsolosluğu görevini üstlenmişti. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Garih, evli, iki çocuk ve 6 torun sahibiydi. Garih’in Yönetim İlkeleri, Ekonomik Sorunlara Çözüm Önerileri, Türkiye Sorunlarına Çözüm Önerileri olmak üzere bir çok kitabı bulunuyordu.

Füsun Sarp Nebil

Haziran 30th, 2012

Füsun Sarp Nebil, 1957 yılında İstanbul, Bakırköy’de doğdu. Eğitimini Çanakkale, İzmir ve İstanbul’da yaptı. 1982’den beri Mustafa Nebil ile evli ve E.Atanur Nebil ve H.Noyan Nebil’in annesidir.

Nebil, İstanbul Teknik Üniversitesi Nükleer Yüksek Mühendisliği bölümü mezunudur.

THY, Nasaş Aluminyum Fabrikası ve Alemdar Holding Grubunda çeşitli görevlerde bulundu.

1997 Türkiye’nin ilk ISP’lerinden Alnet’in Genel Müdürlüğüne getirildi. 1999 yılında turk.internet.com’un da dahil olduğu çeşitli siteleri yayınlayan Intervizyon Ltd. şirketini kurdu. Şirket halen Kadınvizyon.com, EvYemeği.com, İntervizyon.com, Smsmatic.com, Reklamatik.com, Oyunteorisi.com gibi çeşitli siteleri yönetmektedir.

Füsun Nebil, Tema, TBD, IvHP gibi çeşitli dernek ve sivil örgütlere üyedir.

Nebil, Eylül 2001 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “9 Başarılı Türk İş kadını”ndan birisi olarak seçildi.

Hiroşi Yamauçi

Haziran 30th, 2012

Japon girişimci Yamauçi, Nintendo adlı oyun kâğıdı fabrikasını dünya çapında başta gelen video üreticisine dönüştürdü.

Kyoto’da dünyaya gelen Yamauçi iskambil kâğıdı üreticisi bir ailenin oğludur. Beş yaşındayken, babası karısıyla çocuklarını terk etti ve Hiroşi anneannesiyle dedesi tarafından büyütüldü. Kyoto’da liseyi bitirdikten sonra Yamauçi savaş boyunca bir silah fabrikasında çalıştı. Savaştan sonra Waseda’da hukuk okudu ve tanınmış bir Samurai ailesinden gelen Miçiko Inaba ile evlendi. Bu evliliğin oluşabilmesi için çöpçatanlık yapmış olan Yamauçi’nin dedesi 1948’de bir beyin kanaması geçirince, Nintendo adlı oyun kâğıdı fabrikasının yönetimini torununa devretti.

Şirkette çok sıkı bir yeni örgütlenmeye giden Yamauçi, yönetici personelin hemen hepsine yol verdi. Şirketin adını 1951’de NintendoKaruta (Nintendo Oyun Kâğıtları) olarak değiştiren genç Yamauçi, birkaç yere dağılmış olan üretimi bir araya getirerek modernize etti ve firmanın merkezini yeniledi. Yamauçi, oyun kâğıtlarının arka yüzlerine popüler Disney figürlerini basabilmek için Disney Corporation ile bir sözleşme imzalamakla, bir Amerikan şirketiyle lisans antlaşması yapan ilk Japon oyuncak üreticisi oldu.

Bunun ardından Yamauçi, firmasına yeni iş alanları açabilmek için yaptığı çok sayıda girişimde başarılı olamadı. Firmasını anonim şirkete çevirmekle gerekli parayı sağladı. Ne var ki, bir kişilik porsiyonlu instant (kolay pişen) pirinç, tıpkı bir taksi işletmesi ve odaları saat hesabıyla kiralanan bir aşk oteli gibi, tüketicilerin ilgisini çekemedi.

Yamauçi 60’lı yılların sonunda yalnız eğlence sektörüne yoğunlaştı. 1970’te “Ultra El” adı altında çıkardığı, kolun bir tür kıskaçlı uzantısı olan ilk ürününden (tanesi 6 dolara) 1.2 milyon adet satıldı. “Ultraskop” adlı periskop’a benzer, köşenin ötesine bakılabilen bir aleti, ışınla çalışan, solar hücrelerin hedef tahtası görevini gördükleri ışınlı bir tüfekten oluşan ilk elektronik oyunu izledi. Bu aletin geliştirilmiş versiyonunu Yamauçi piyasada satmayarak, Kyoto’da açtığı ve başkalarının da izlediği lazerli bir güvercin vurma standında oynayan insanlara kullandırdı.

Atış yerleriyle ulaştığı başarıya karşın Yamauçi, Nintendo’yu dünya çapında üne kavuşturacak olan ürünün arayışı içindeydi. 70’li yılların ortasında ABD’de ilk video oyunları piyasaya çıkınca, Japon girişimci Yamauçi, yaklaşık olarak 1 milyon adet satabildiği Renkli TV 6 Oyunu için bir lisans satın aldı. Ne var ki, bu aletlerin kullanışsız büyüklüğü Yamauçi’yi rahatsız ettiği için, teknisyenlerinden bir cep hesap makinesi büyüklüğünde olan elektronik bir oyun aleti geliştirmelerini istedi. Bunun sonucu olarak 1983’te adını “family” (aile) ve “computer” sözcüklerinin birleştirilmesinden alan “Famicom” adlı tuşsuz video oyun aleti ortaya çıktı. Birkaç işlev zorluğundan sonra, bu alet tüm rakipleri video oyun sektöründen çekilmeye zorlayan emsalsiz bir başarı kaydetti. Yamauçi ortaya çıkmadan önce video oyunları işi”öldü” kabul edilen ABD’de bile Nintendo 1986′ da bu aletten 2 milyonu aşkın adet satabildi.

Yamauçi 1984’te araştırma ve geliştirme bölümünün de yöneticiliğini üstlendi. Sürekli ve direkt rekabet halinde yeni video oyunları geliştiren programcı ve mühendislerden gruplar oluşturdu. Her ne kadar Yamauçi hiçbir zaman video ile oynamadığını itiraf ettiyse de, Nintendo’nun hangi oyunları çıkartacağına yalnız kendisi karar veriyordu. Bunu yaparken yalnız şansı yardım etmedi, bu konuda müthiş bir sezgisi de vardı. 1984 yılı geçmeden yeni bir çığır açtı. Mühendislerinden Sigeru Miyamoto daha 1980/81 sıralarında Nintendo’nun ilk başarılı oyunu olan “Donkey Kong” (Maymun Kong) için montör tulumu giymiş, küçük yumru burunlu bir cüce olan Mario’yu icat etmişti. Bundan üç yıl sonra Mario’nun yanına yardımcısı Luigi’yi koyup “Super Mario World” adlı, hedefine yönelik bir reklam kampanyası sayesinde, oyunlarda görülmemiş bir artışa neden olan oyunu yarattı.

Yamauçi 1989’da kendi şirketlerinin yeni oyunlarını büyük bir masrafla tanıtan ve yakında piyasaya çıkacaklarını bildiren kendi Nintendo dergisini yayınladı. Renkli bir dergiyle halkla ilişkiler broşürü arası bir karışım olan bu yayının yararı müşterileri Nintendo’ya bağlamasında yatıyordu. Bu ürünlerle ilgili eleştiriler hiç duyulmadı. Nintendo 1991’e kadar sekiz Mario oyunundan yaklaşık olarak 70 milyon adet sattı. Sadece 1.000’e yakın çalışanı bulunan şirketin cirosu 86 milyon dolardan (1987) 1 milyar doların üzerine çıktı (1991).

Ahmet Gülüm

Haziran 30th, 2012

1961 yılında İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi bölümü mezunu. 1972-1979 yılları arasında Beşiktaş Spor Kulubü’nde, 1979-1982 yılları arasında Hisarbank Sakarya Karadeniz Spor Kulubü’nde, 1982-1991 yılları arasında Galatasaray Spor Kulubü’nde, 1991-1993 yılları arasında Arçelik’te voleybol oynadı. 8 yıl Galatasaray Voleybol Takımı’nın, 2 yıl da Arçelik’in kaptanlığını yaptı. Genç A, Ordu ve Üniversite olmak üzere toplam 158 kez Voleybol Milli Takımı’nın formasını giydi. Ordu Milli Takımı, Üniversite Milli Takımı ve A Milli Takım Şampiyonluğunu elde etti. Ordu Milli Takımı dünya şampiyonu olurken “Dünya Şampiyonasının en iyi pasörü”, Galatasaray Balkan 3.sü olurken “Balkan Şampiyonasının en iyi pasörü” unvanlarını elde etti. 1984 yılında Milliyet Gazetesi’nin açtığı “Yılın Sporcusu” yarışmasında voleybol branşında ferdi aday olan ilk sporcu oldu. 1987 yılında “Yılın Takımı” seçilen Ordu Milli Takımı’nın kaptanıydı. 1998 yılında Fanatik ve Zaman gazetelerinin düzenlediği yılın sporcusu değerlendirmelerinde “Yılın Spor Adamı” ve 1999 yılında Milliyet Gazetesi’nin düzenlediği yılın sporcusu değerlendirmelerinde “Yılın Spor Adamı” seçildi. 1991 yılında Plaj Voleybolu sporunun Türkiye’ye gelmesine öncülük ederken 7 yıl boyunca Türkiye Beach Volleyball Şampiyonaları ve arka arkaya 3 yıl Beach Volleyball Dünya Serisi organize eden ekibin başkanlığını yaptı. Türkiye’deki ilk snowboard organizasyonunu yaptı.

Adidas Streetball aktivitesinin gelişim projesinde yer aldı., Nike Tenis Kupası organizasyonunu gerçekleştirdi. Kurmuş olduğu reklam şirketiyle O’Neill, Nike, Speedo, Oakley ve No Fear markaları için Pazarlama İletişim hizmetleri verdi. Beach Volleyball Dünya Konseyi Üyesi, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Üyesi, Avrupa Voleybol Konfederasyonu (CEV) Marketing Komisyon Başkanı, Uluslar arası Voleybol Federasyonu (FIVB), Marketing Komisyonu Üyesi. Türkiye Voleybol Federasyonu ve Türk Voleybol Vakfı Başkanlıklarında bulundu.

İnter Grup Şirketleri sahibi ve 2001’de kurulan, Türkiye’nin ilk ve tek Spor Spesifik Pazarlama İletişimi Ajansı olan Sporsnet’in Yönetim Kurulu Başkanı.

Mazhar Zorlu

Haziran 30th, 2012

23 Haziran 1923 yılında İzmir’de doğdu. İlkokul tahsilini İzmir’de, orta ve lise tahsilini İstanbul’da tamamladı. 1943 yılında, Hukuk Fakültesine girdi. Ancak II. Dünya Savaşı senelerinin getirdiği ağır ekonomik şartlar nedeni ile, ailesine bakmak mecburiyetinde kaldığı için öğrenimi yarım bırakıp iş hayatına atıldı.

Arı İnşaat şirketinde, Cumaovası havaalanı ve Ereğli liman şantiyesi inşaatında çalıştı. 1948 yılında kendi şirketini kurarak, Manisa-Akhisar yolu ve Manisa Zirai Donanım Kurumu bina inşaatlarını yaptı. 1950’lerde kurduğu ortaklık, İzmir Piyale Fabrikası, Varyant Yolu, Hal Binası, Tınaztepe Okulu, D.S.I. binaları Belediye Sarayı inşaatının ilk bölümünü, Alsancak Stadı, Güzelyalı Hava Eğitim Komutanlığı, İzmir Bergama yolu, D.S.I. ihaleleri ve çok sayıda konut yapımlarını gerçekleştirdi.

1958 yılında inşaat işlerinin yanısıra plastik sektörüne girdi. Türkiye’de boru ve profil dallarında birçok ilke imzasını attı.

Plastik sektöründe Ege Profil, Ege Pen, Ege Plast, Ege Yıldız, Mermerit, Necat Zorlu (KIBRIS), Templas (ALMANYA), Ege Herkül (KAZAKİSTAN), Ege Polimer Center (RUSYA), Rom Egeplast (ROMANYA), Ege Bahçesaray şirketlerini kurdu.

1980’li yıllardan sonra, hızlı bir gelişim gösteren Grup; tekstil, döküm mermer, turizm, ticaret, sigorta ve hizmet sektöründe birçok yeni şirket ile faaliyet alanını genişletti.

Grubun Almanya, Kazakistan, Rusya, Romanya ve Kuzey Kıbrıs’ta yatırımları bulunmaktadır. Tüm bu kurumlar, 1997 yılında Mazhar Zorlu Holding bünyesinde toplandı.

İş hayatı boyunca, vergi ödemede gerek şahsının, gerekse şirketlerinin üstün başarılarından dolayı altın, gümüş, bronz madalyalar ve belgeler ile ödüllendirildi. Şirketlerinin ihracattaki başarılarından dolayı da, değişik zamanlarda benzer madalyalar almaya aldı. Mazhar Zorlu, Milli Prodüktivite Merkezi tarafından yılın işadamı seçilmiştir. Mazhar Zorlu, ticari alandaki geniş ve çok yönlü çalışmalarını aynı şekilde sosyal yaşamda da pekiştirmiştir.

Sporla içiçe olan Mazhar Zorlu, Muhafız Gücü, Beylerbeyi ve Beykoz Kulüplerinde futbol oynadı, Altay Spor Klübü Başkanlığında bulundu. Onun döneminde Altay sporcu yetiştiren bir fabrika gibi idi. Futbol Federasyonu Başkanlığı görevini yürüten Zorlu; Hasan Polat, Orhan Şeref Apak gibi dönemin efsane isimleri ile birlikte uzun yıllar Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliğinde bulundu. Zorlu ayrıca, İl Fakirleri Koruma ve Yardımlaşma Derneği Başkanlığı, Sosyal yardım Dernekleri, Rotary, ESİAD, TÜSİAD, Ticaret ve Sanayi Odaları gibi dernek ve kuruluşların yönetim kurullarında etkin görev aldı. Ayrıca birçok sosyal amaçlı Yardım Derneklerinin ve Eğitim ile ilgili vakıfların kurucusudur.

İzmir Avni Akyol Lisesinin yapımında katkıları bulunan Mazhar Zorlu’nun en son yaptırdığı, Mazhar Zorlu Anadolu Teknik ve Plastik Endüstri Meslek Lisesi, ülkemizde örnek teşkil edecek, Türkiye’nin ilk ve tek eğitim kurumu olarak 1998 yılı Eylül ayında açıldı.