Mehmet Ersin Faralyalı

Haziran 30th, 2012

Türk siyasetçi sanayici.

Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kururulu Başkanlığı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği başkanlığı, İktisadi Kalkınma Vakfı ve TÜSİAD Yönetim Kuruluğu Üyeliği, 19. Dönem İzmir Milletvekilliği ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yaptı. 2 Çocuk sahibidir.

Önce gelen: Muzaffer Arıcı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı 20 Kasım 1991 – 25 Haziran 1993 Sonra gelen: Veysel Atasoy49. Hükümet – 7. Demirel Hükümeti (23 Haziran 1991 – 25 Haziran 1993) –

Başbakan: Süleyman Demirel Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı: Erdal İnönü Devlet Bakanı: Ömer Barutçu – Cavit Çağlar – Erman Şahin – Tansu Çiller – Mehmet Kahraman – Orhan Sefa Kilercioğlu – Güler İleri – Gökberk Ergenekon – Ekrem Ceyhun – Mehmet Ali Yılmaz – Mehmet Batallı – Sümer Oral – Akın Gönen – Türkan Akyol – Şerif Ercan – İbrahim Tez Adalet Bakanı: Mehmet Seyfi Oktay – Milli Savunma Bakanı: Nevzat Ayaz – İçişleri Bakanı: İsmet Sezgin – Dışişleri Bakanı: Hikmet Çetin – Maliye ve Gümrük Bakanı: Sümer Oral – Milli Eğitim Bakanı: Köksal Toptan – Bayındırlık ve İskan Bakanı: Onur Kumbaracıbaşı – Sağlık Bakanı : Yıldırım Aktuna – Ulaştırma Bakanı: Yaşar Topçu – Tarım ve Köy İşleri Bakanı: Necmettin Cevheri – Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı: Mehmet Moğultay – Sanayi ve Ticaret Bakanı: Tahir Köse – Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı: Ersin Faralyalı – Kültür Bakanı: Fikri Sağlar – Turizm Bakanı: Abdülkadir Ateş – Çevre Bakanı: Doğancan Akyürek – Orman Bakanı: Vefa Tanı

Şerif Hüseyin

Haziran 30th, 2012

Hz Muhammed’in soyundan geldiği  kabul edilen ve Mekke Şerifleri  ailesine mensup olan Şerif Hüseyin 1854 ‘ te  İstanbul’da  dünyaya geldi.  1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra  Mekke Şerifi  göreviyle Arabistan’a gönderildi.

İngiliz yönetimi ile temasa geçerek Araplar’ın  Osmanlı Devleti’nden ayrılmaları yönünde faaliyetler yürüten  Şerif Hüseyin, Birinci Dünya Şavaşı’nın çıkması üzerine uygun fırsatın doğduğuna kanaat getirdi ve 1916’da ayaklandı. Kendisine bağlı Araplar, Osmanlı birliklerine ve bölgede hakimiyetinin sembolü olan Hicaz Demiryolu’na saldırdılar ve Osmanlı kuvvetleri İngilizler’in yanı sıra asi Araplarla da mücadele etmek zorunda kaldılar.
Şerif Hüseyin’in savaşın sonunda kurmayı  tasarladığı Arap krallığına İngilizler izin vermediler. İngiltere, sadece 1921’de Şerif Hüseyin’in oğullarından Abdullah’ı  Ürdün Emiri diğer oğlu  Faysal’ı  ise Irak Kralı yaptı.Şerif Hüseyin’in halifelik ve Arap Krallığı hayallerine ise, İbn Suud Abdulaziz son verip, Mekke Emiri’ni Mekke’de çıkardı. 1930’a kadar  Kıbrıs’ta sürgün  hayatı yaşayan Şerif Hüseyin, daha sonra gittiği Ürdün’de 1931’de öldü.

Haya de la Torre

Haziran 30th, 2012

1895 yılında Trujillo’da dünyaya geldi. Tam ismi Vitor Raul Haya De La Torre olan Peru’lu siyaset adamı soylu bir ailedendi. Siyasal yaşamına Peru Öğrenci federasyonu yöneticiliğiyle başladı. 1924’te, Meksika’da başka latin Amerikalı sürgünlerle birlikte Alianza Popular revolucionaria Americana’yı kurdu ve 1930’da bu kuruluşun Peru şubesini örgütledi. 1931’de ilk kez girdiği cumhurbaşkanlığı seçimini bir askere karşı kaybetti. Hapiste bulunduğu bir sırada yandaşları ayaklandı ve ayaklanmanın bastırılması yüzlerce kurbana mal oldu. 1945’te APRA, Peru’nun en önemli siyasal gücüydü; 1948’de yasaklandı ve Haya de la Torre beş yıl boyunca Kolombiya elçiliğine sığınmak zorunda kaldı.

Giderek daha ılımlı bir reformculuğa kaymasına rağmen, iktidar yolu kendisine hep kapalı kaldı. 1962’de kazanmak üzere olduğu seçimler, ordu tarafından iptal edildi ve 1968’de ordu, iktidara el koydu. Haya de la Torre, ancak 1978’de APRA’nın seçimlerdeki görece başarısından sonra, Kurucu meclis başkanlığına gelebildi ve 1979’da da öldü.

Mervan Barguti

Haziran 30th, 2012

1959 yılında yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Marvan Barguti siyasi kariyerine 1987 İntifadası sırasında Bir Zeit Üniversitesi’nde öğrenciyken başladı. Birkaç defa tutuklanan Barguti, hapiste İbranice öğrendi. Daha sonra Ürdün’e sürüldü. Barguti, Tunus’a geçip FKÖ ile çalışmaya başladı. Oslo Anlaşmaları’ndan sonra Batı Şeria’ya dönen ilk siyasilerden olan Barguti, Filistin yönetimine girmedi. Ama Filistin Yasama Konseyi’ne seçilerek İsrail basını, sol partileri ve barış gruplarıyla birlikte barışın en büyük destekçisi oldu.

1990’ların sonunda Fetih’in yerel örgütlenmesi çerçevesinde Tanzim’i kuran Barguti, hükümette ya da güvenlik örgütlenmesinde yer alamayan genç kuşağın etkinliğini bu örgüte kanalize etti. Tanzim’in 1997-1999’da Filistin yönetimini yolsuzluklarına odaklanması huzursuzluk kaynağı oldu. Ama Barguti, 1999’da Fetih’in Batı Şeria sorumlusu seçildi. Tanzim, İkinci İntifada sırasında Hamas ve İslami Cihad’dan farklı olarak, laik çizgiyi savunarak İsrail kentlerinde militanlarını bile bile ölüme gönderen silahlı eylemler düzenlemeyi tercih etti. Barışın işgalin son bulmasına bağlı olduğunu savunan Barguti’nin yükselişinin ve varisi olarak görülmesini Yaser Arafat‘ı da tedirgin ettiği söyleniyor.

Nuhi Çelebi

Haziran 30th, 2012

1952 yılında Pirlepe’de doğan Nuhi Çelebi, 1976 yılının Mayıs ayında YSE Müdürlüğünde işe başladı. 1977 yılında  yapılan Yerel seçimlerde Bayrampaşa Belediyesi Meclis üyeliğine seçildi. 1979 yılında çalıştığı işyerinde Sendika İşyeri Baştemsilciliği görevine getirildi. 1986 yılında yapılan Şube Genel Kurulunda Türkiye Yol-İş Sendikası İstanbul (2) Nolu Şube Başkanlığına seçildi. T.Yol-İş Sendikası Genel Başkanlığının 13-15 Ekim 1989 tarihinde yapılan 3.Olağan Genel Kurulunda yeni oluşturulan Genel Mevzuat Sekreterliğine;  yine bu Sendikanın 9-11 Ekim 1992 tarihinde yapılan 4.Olağan Genel Kurulunda yine bu göreve; 16-19 Kasım 1995 tarihlerinde yapılan 5.Olağan Genel Kurulunda Genel Başkan Yardımcılığına ve yine bu Sendikanın 10 Ekim 1999 tarihinde yapılan 6.Olağan Genel Kurulunda aynı göreve yeniden seçildi. Sendikamızın 14 Eylül 2003 tarihinde yapılan 7. olağan Genel Kurulunda ve Temmuz 2007’de yapılan 8. Olağan Genel Kurulunda yeniden Genel Başkan Yardımcılığına  seçildi.

PSI (Uluslararası Kamu Görevlileri Konfederasyonu) Yönetim Kurulu üyesidir.

Nuhi Çelebi, evli ve üç çocuk babasıdır.

Kenan Özsüer

Haziran 30th, 2012

1947 yılında Mardin’de doğdu. Askerliğini ifa ettikten sonra 1966 yılında öğretmenliğe başladı. 1970 senesinde YSE Müdürlüğünde şoför olarak işe girdi. 1976 yılından 1983 yılına kadar KÖYYSE-İŞ Sendikası Şube Sekreterliği görevini yürüttü. 31.5.1986 günü Yol-İş (2) Nolu Diyarbakır Şube Sekreterliğine, YOL-İŞ Sendikasının 19 Ekim 1986 tarihinde yapılan 2.Olağan Genel Kurulunda Yol-İş Sendikası Genel Eğitim Sekreterliğine ve yine 15 Ekim 1989 tarihinde yapılan 3.Olağan Genel Kurulunda ve yine 11 Ekim 1992 tarihinde yapılan 4.Olağan Genel Kurulunda ve yine 19 Kasım 1995 tarihinde yapılan 5.Olağan Genel Kurulunda ve yine 8-10 Ekim 1999 tarihinde yapılan 6.Olağan Genel Kurulunda Genel Eğitim Sekreterliğine yeniden seçildi. Sendikamızın 14 Eylül 2003 tarihinde yapılan 7. olağan genel kurulunda ve Temmuz 2007’de yapılan 8. Olağan Genel Kurulu’nda yeniden aynı göreve seçildi.

Kenan Özsüer, evli ve iki çocuk babasıdır.

Tevfik Özçelik

Haziran 30th, 2012

1945 yılında Gümüşhane’nin Torul ilçesinde doğdu. İlk ve Orta Öğrenimini Tarsus ve Mersin’de tamamladı. Lise mezunu olup talebelik yıllarında ve sonrasında amatör tiyatro oyunculuğu ve serbest inşaat işçiliği yaptı. 1970 Mart ayında Karayollarında Araştırma Teknisyeni olarak göreve başladı. 1972 yılında Sendikal çalışmalara başladı. 1976 yılında Mersin Yol-İş Sendikası Genel Başkanlığına seçildi. 1980–1983 yılları arasında Yol-İş Tüketim Kooperatifleri Birliği (YOL-KOOP) Başkanlığını yaptı. Sendikalar Yasası değiştikten sonra 1983-1991 yılları arasında da Yol-İş Sendikası Mersin 1 Nolu Şube Başkanlığını yaptı. 1989 yılında yapılan Yol-İş’in 3.Olağan Genel Kurulunda Yönetim Kurulu Yedek üyeliğinin ikinci sırasında yer aldı. 1991 Mayıs ayında Genel Sekreter A.Nejat Karaöz’ün vefatı dolayısıyla Genel Sekreterliğe getirildi. 1992 yılında Yol-İş’in 4.Olağan Genel Kurulunda ve yine 19 Kasım 1995 tarihinde yapılan 5.Olağan Genel Kurulunda ve yine 10 Ekim 1999 tarihinde yapılan 6.Olağan Genel Kurulunda da aynı göreve getirildi. Sendikamızın 14 Eylül 2003 tarihinde yapılan 7. olağan Genel Kurulunda ve Temmuz 2007’de yapılan 8. Olağan Genel kurullarında da yeniden Genel Sekreterliğe seçildi.

IFBWW (Uluslararası Ağaç ve İnşaat Sendikaları Federasyonu) Yönetim Kurulu üyesidir.

Tevfik Özçelik, evli ve üç çocuk babasıdır.

Kemal Yılmaz

Haziran 30th, 2012

1950 yılında Kızılcahamam’a bağlı Saraycık köyünde doğdu. ilköokulu aynı köyde, ortaokulu Kızılcahamam’da ve liseyi de Ankara’da bitirdi. Lise öğreniminden sonra askere giden Yılmaz, askerlik dönüşü 1973 yılında T.C.K. 4. Bölge Müdürlüğü’nde işe başladı. 1982 yılında aynı kurumda Akköprü Atelye Müdürlüğü’nde makine eğitim öğretmeni olarak işe başlayan Yılmaz, 1989 yılında T.Yol-İş Sendikası Ankara 1 No.lu Şube Başkanlığı’na seçildi. Temmuz 2007’de yapılan Yol-İş Sendikası 8. Olağan Genel Kurulu’na kadar bu görevi sürdüren Yılmaz, Genel Kurulda Yol-İş Sendikası Genel Başkan Yardımcılığı görevine seçildi.

Kemal Yılmaz evli ve üç çocuk babasıdır.

Fikret Barın

Haziran 30th, 2012

1965 yılında Karayolları Trabzon 10. Bölge Müdürlüğü’nde göreve başlayan Barın 1974, 1975 ve 1976 yıllarında Trabzon Yol-İş Sendikası’nda Temsilcilik ve Baştemsilcilik görevlerinde bulundu. 1977 yılında Trabzon Yol-İş Sendikası’na Yönetim Kurulu Üyesi olarak seçildi. Milli tip sendikacılığa geçildiği yıl olan 1983 yılının Kasım ayında Türkiye Yol-İş Sendikası Trabzon 1 Nolu Şube Başkanı olarak seçildi. 19 Ekim 1986 tarihinde yapılan Türkiye Yol-İş Sendikası Genel Merkezi 2. Olağan Genel Kurulu’nda ise Genel Teşkilatlandırma Sekreteri olarak seçilip T. Yol-İş Sendikası genel merkezinde göreve başladı. Bunu müteakip T. Yol-İş Sendikası’nın 16 Ekim 1989 tarihli 3. Olağan Genel Kurulu’nda da Genel Başkan Yardımcılığı görevine seçilmiş olup bu görevi T. Yol-İş Sendikası Yönetim Kurulu’nun 10.12.2002 tarihli yönetim kurulu toplantısında genel başkan olarak seçilmesine kadar sürdürdü. 14 Eylül 2003 tarihinde 7. Olağan Genel Kurulu’nda ve Temmuz 2007’de yapılan Yol-İş Sendikası 8. Olağan Genel Kurulu’nda Genel Başkanlığa seçildi. Halen bu görevini sürdürmektedir.

28-29 Haziran 2004 tarihinde yapılan SSK 46. Olağan Genel Kurulu’nda Türk-İş’i temsilen Yönetim Kurulu İşçi üyeliği’ne seçildi

Fikret Barın evli olup, iki çocuk babasıdır.

Şinasi Tüysüz

Haziran 30th, 2012

1952 yılında Erzurum Merkez Dumlu Köşk köyünde doğdu. 1970-1974 yılları arasında ticaretle uğraştı. 11.11.1974 yılında YSE İl Müdürlüğünde işçi olarak işe başladı, Sigorta, Santral, Evrak kayıt memurluğu ve Personel ve Eğitim Şefliği görevlerinde bulundu.

Daha sonra Erzurum Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünde Büro görevlisi olarak çalıştı.

15.04.1989 yılında T.Yol-İş Sendikası Erzurum 2 Nolu Şubesinin 2.Olağan Genel Kurulunda Şube Genel Sekreterliğine seçildi.

09.05.1992 yılında yapılan 3.Olağan Genel Kurulunda Şube Başkanlığına seçildi. 1992 yılında yapılan Türk-İş Genel Kurulunda Türk-İş Disiplin Kurulu Asil üyeliğine seçildi.

Bu görevi 1995 yılına kadar devam etti. Aynı Şubenin 4, 5 ve 6. Olağan Genel Kurullarında Şube Başkanı olarak görevini devam ettirdi.

Türkiye Yol-İş Sendikasının  1999 yılında yapılan 6. Olağan Genel Kurulunda Yönetim Kurulu 1. yedek üyeliğine seçildi.

Sendikanın 12-13-14 Eylül 2003 tarihlerinde yapılan 7. Olağan Genel Kurulunda Genel Mevzuat Sekreterliği görevine seçildi. Temmuz 2007’de yapılan 8. Olağan Genel Kurul’da da yeniden aynı göreve seçildi.

Şinasi Tuysuz evli üç çocuk babasıdır.

Fahretttin İnan

Haziran 30th, 2012

1949 Yılında Ankara’da doğdu. 1967 yılında  mevsimlik işçi olarak Ankara İl YSE Müdürlüğünde işe başladı. 1969 yılına kadar mevsimlik işçi olarak Atölyede çalıştı. 1969 yılında askerlik görevini yapmak üzere işyerinden ayrıldı. Askerlik dönüşü 1971 yılında tekrar Ankara İl YSE Müdürlüğünde işe başladı. 1974 yılında kadro imtihanına girerek atölye ustası pozisyonunda çalışmaya başladı. 1980 yılında KÖYYOL-İŞ Ankara İl Yönetim Kurulunda görev aldı. 1982 yılında KÖYYOL-İŞ Ankara İl Müdürlüğü Şubesi Genel Sekreterliğine seçildi. Bu görevini 1986 yılına kadar sürdürdü. 4 Genel Müdürlüğün birleşmesi sonucu Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünde Pompa Ustası olarak  çalışmaktayken 1992 yılında YOL-İŞ Sendikası Ankara 2 Nolu Şube Başkanlığına seçildi. T.Yol-İş Sendikasının 16-19 Kasım 1995 tarihlerinde yapılan 5.Olağan Genel Kurulunda Genel Mevzuat Sekreterliğine ve yine 8-10 Ekim 1999 tarihinde yapılan 6.Olağan Genel Kurulunda tekrar aynı göreve seçildim. Eski Genel Başkanımız Bayram Meral’in milletvekili seçilmesinden dolayı 10.12.2002 tarihinde Yönetim Kurulumuzun aldığı kararla Genel Teşkilatlandırma Sekreterliği görevine getirildi. Sendikamızın 14 Eylül 2003 tarihinde yapılan 7. olağan genel kurulunda yeniden aynı göreve seçildi. İskitler Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Bölümünün 1. sınıfında okuyan 1976 doğumlu oğlu Murat İnan’ı, 24 Mart 1992 yılında elim bir trafik kazasında kaybetti.

Fahrettin İnan, Sendikamızın Temmuz 2007’de yapılan 8. Olağan Genel Kurulu’nda da yeniden Genel Teşkilatlandırma Sekreterliği görevine seçildi.

Fahrettin İnan, evli ve bir çocuk babasıdır.

Ramazan Ağar

Haziran 30th, 2012

1953 yılında doğdu, lise tahsilini Adana’da yaptı. Askerlik görevini yaptıktan sonra, 1976 yılında Köy Hizmetlerinde işe başladı.

1980 yılından 2003 yılına kadar T.Yol-İş Sendikası Adana 1 Nolu Şubesinin Şube Başkanlığı görevini yaptı.

14.09.2003 tarihinde yapılan T.Yol-İş Sendikası 7. Olağan Genel Kurulunda Sendikanın Genel Mali sekreterliği görevine seçildi. Temmuz 2007’de yapılan 8. Olağan Genel Kurulda da bu göreve yeniden getirildi.

Ramazan Ağar, evli ve dört çocuk  babasıdır.

Mahmut Kaçar

Haziran 30th, 2012

1975 yılında Şanlıurfa’da doğdu. İlk ve orta(İ.H.L) tahsilini Şanlıurfa’da tamamladı. 1993 yılında Sağlık Meslek Lisesinden mezun olduktan sonra aynı yıl Sağlık Memuru olarak memuriyete başladı.

1999 yılında Harran Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Sağlık Eğitim ve Yönetimi ile ilgili formasyon eğitimi aldı. Çevre Mühendisi ve İl Sağlık Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının yönetim kademelerinde görev aldı.

Türkiye’nin ilk kurucu Sağlık-Sen Şube Başkanı olarak 1996 yılında sendikacılık hayatına başladı. Sağlık-Sen 1. ve 2.  Olağan Genel Kurullarında Genel Başkan Yardımcılığına seçilen Mahmut KAÇAR,  2008 yılında yapılan 3. Olağan Genel Kurulunda Genel Başkanlığa seçildi. Evli ve 1 çocuk babası olan Kaçar, iyi derecede Arapça ve İngilizce bilmektedir

Mustafa Özbek

Haziran 30th, 2012

Mustafa özbek 1940 yılında Kırıkkale’de doğmuştur. 1957 yılında yine bu ildeki Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’na ait Cer Atölyesi’ne Lokomotif ve dizel Tamircisi olarak çalışmaya başlayan Mustafa Özbek, vatani görevini yerine getirdikten sonra MKEK Mühimmat Fabrikasi’nda İmalat tornacısı olarak işbaşı yapmıştır.

Çalıştığı yıllarda, sırasıyla İşyeri Sendika Temsilciligi ve Yönetim Kurulu Üyeliği yapan Mustafa Özbek, 1971 yılında o zamanki adıyla Kırıkkale Metal-İş Sendikası’nın İkinci Başkanlığı’na seçilerek, profesyonel anlamda sendikaciliga adim atmıştır.

1972 yılında Kırıkkale Metal-İş Sendikası Başkanlığı‘na seçilir. Türkiye Metal İş Federasyonu’nun Türk Metal Sendikası olarak yeni ismiyle sendikal literatüre geçmesinden sonra, 8-9 Kasım 1975 tarihinde yapilan Ikinci Genel Kurulu’nda Genel Başkanlığa seçilir.

Metal-İş Sendikası Başkanı olarak görev yapmaktadır.

Ergenekon Soruşturması kapsamında gözaltına aldındıktan sonra tutuklanmıştır.

Mustafa Özbek, evli ve 6 çocuk sahibidir.

Fatma Seher (Kara Fatma)

Haziran 30th, 2012

Bursa’nın Kurtuluşuna İmza Atmış Bir Mücahit Kadınımız Kara Fatma (Fatma Seher)

Kara Fatma Erzurumlu Yusuf Ağa’nın kızıdır. Balkan Harbi’nde kocası Derviş Erden’le Edirne’de Yanık Kışla’da bulunmuştur. 1. Dünya Savaşı’nda 9, 10 kadınla birlikte Kafkas Cephesi’nde savaşmıştır. Eşi Sarıkamış’ta şehit düşmüştür. Mondros Mütarekesi’nden sonra “Üsküdar’a” oradan Bolu ve Ankara yoluyla Sivas ve Erzurum’a giderek Gazi Mustafa Kemal’den kendisinin vazifelendirilmesini istediğini 43 kadın silah arkadaşı olarak şark vilayetlerindeki vazifelerini yerine getirdiklerini 1923’de yapılan bir mülakatta anlatmıştır.

Fatma Seher Mustafa Kemal’le nasıl görüşebildiğini yine hatıralarında şöyle anlatır:

“Mustafa Kemal’in huzuruna çıkabilmek için muhtelif kıyafetlere girerek üç günlük bir mücadeleden sonra devamlı bir takibin neticesi olarak, Sivas’ta öğle yemeğine davetli bulunduğu bir yere giderken yolda yakaladım. Üzerimde çarşaf ve yüzümde peçe ile kapalıydı. Kendisiyle bir mesele hakkında görüşmek istediğimi söyleyince ilk defa sert bir lisan kullanarak “Ne görüşeceksin” dedi. Kalbimdeki vatan aşkı bu sert muameleye üstün gelerek derhal peçemi kaldırdı ve İstanbul’dan buraya kadar sizinle görüşmek için geldiğimi ve maruzatımı bir dakika için dinlemesini ısrarla rica ettikten sonra, pek yakınımızda bulunan küçük bir lokantaya beni kabul ettiler” bilgisini vermiştir. Mustafa Kemal ona adını, silah kullanmayı, ata binmeyi bilip bilmediğini sormuş ve aldığı cevaplardan memnun olarak “bütün kadınlar senin gibi olsa idi Kara Fatma” demiş ve adı bundan sonra Kara Fatma kalmıştır.” Kendi eli ile yazdığı kağıdı vesika olarak bana verdi. Sıkışık vaziyetlerde sana yarar. Haydi göreyim seni verdiğim talimatı unutma, bir an evvel İstanbul’a git hazırlan ve işe başla” dediğini anlatmıştır.

Kara Fatma aldığı talimatla İstanbul’a gelmiş, Topkapı Pire Mehmet ve Laz Tahsin ile birlikte onbeş kişilik çete kurmuş, köylü kıyafeti giyerek Haydarpaşa’dan trene binip İzmit’e inmişler ve iş bulmaya gelen muhacir görünümünde sayılarını arttırmaya çalışmışlardır. Kısa zamanda doksanaltı kişi olmuşlar, Üsküdarlı Albay Neşet Bey emrinde savaşmışlar, askeri bakımından mühim olan Fındıktepe’yi düşmandan temizleyerek buraya Türk bayrağını dikmişlerdir.

Kara Fatma dokuz yaşındaki kızı Fatma, oğlu Seyfettin kardeşleri Süleyman ve Mehmet Çavuş ile davulcular ormanında gizlenmiş olan yüzelli kişilik çetenin başına geçen Kara Fatma Gül-Bağçe, Mecidiyye, Orhaniyye, Arpalık köylerinin imam ve muhtarlarıyla ileri gelenlerini ormana celbettirdi. Onlara “Ben Kara Fatma’yım sizin ırzınızı malınızı ben koruyacağım” dedi. “Köylüler memnun döndüler. Kara Fatma bir taraftan sabanca havalisinde silah satın alıyor. Bir taraftanda civar köylerden gelen delikanlıları çetesine yazıyordu. Mevcudu dörtyüzsekseni bulmuştu.”

İzmit Yunan işgali altında idi. O günlerde yırtık pırtık bir köylü kadını pazara öteberi getirip satıyor, akşam olunca şehirden ağır sandıklar alarak esrarengiz bir şekilde çıkıp gidiyordu. Bu kadın iki defa gelip gitmiş dönerken altışar sandık götürmüştü. Üçüncüde bu şüpheli kadını yakaladılar. Sandıklar cephane sandığı idi. Kendisini askeri koğuşlarından birine attılar. Ondokuz gün mütemadiyen dövdüler, dövdüler. Ondokuz gün zarfında tamamiyle dermansız, hasta ve perişan olan bedbaht kadın Kara Fatma çetesinin bizzat reisesiydi.

Müfrezesine kırküç kadından başka yediyüzde erkek katılmış olduğunu söyleyen Kara Fatma, kadınlardan yirmisekizinin şehit düştüğünü, geriye kalan onsekiz kadın ve diğer erkeklerle 1. İnönü, 2. İnönü Savaşları’na katılmış, bu savaşlarda onsekiz kadını şehit olarak bırakmış, kendi de yaralanmış ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne yani Afyon harbine müfrezesiyle katılmış. Bu savaşla ilgili, onun kahramanlığını zekasını çok iyi anlatan hatırasını onun ağzından yazıyorum.

“Altımdaki Ceylan ismindeki, güzel talim ettirilmiş çok akıllı bir hayvandı; âdeta bir piyade neferi gibi düşman mevziine sokulmakta fevka’1-âde mahirdi. Afyon civarındaki Sürmeli köyünde bulunan düşmana müfrezemle taarruz esnasında, hayvanımla düşmanın mevziine sokulmak icap etti. Bu esnada düşman tarafından bir kemend atılarak yakalanmıştım ve hayvanda şahlanarak bizim tarafa firar etmeye muvaffak oldu; ben de bu suretle düşmana esir olmuştum.

Beni yakaladıktan zaman gözlerim bağlanarak, kendi mevzilerinin iki saat gerisinde bir yere götürülmüştüm ve burada gözlerimdeki mendil çözüldü ve sürmeli köyünde kurmuş oldukları karargahlarında yarım saat isticvap edildim; benden izahat almak için mütemadiyen sıkıştırıyorlardı; ben de verdiğim cevaplarda kaçamak cevaplar veriyordum. Bunlar arzu ettikleri maksadı temin edemediler. Bunun üzerine, Başkumandanları olan Tirikopis’in yanına götürdüler. Beni görünce son derece hayretle bana bakıyordu ve “Sen Kara Fatma!” diye üç defa hayretle ismimi tekrarladı. Biraz sonra hayret ettiğinin sebebini son sualinden anladım. Meğer bunlar, Kara Fatma’yı devâsâ birşey tahayyül ediyorlarmış ve bende bunlara cevaben “Anadolu’daki Kara Fatmalar’ın en kuvvetlisi benim” demiştim. Beni bilahara bir yere kapadılar.

Evvela başıma dört tane süngülü nöbetçi diktiler; birkaç gün geçtikten sonra bir kişiye indirilmişti. Hergün beni mütemadiyen dövüyorlardı. Gücüm tükenmeye başlamıştı. Bir gün nöbetçinin yanına bir misafir arkadaşı geldi. Şarap içiyorlardı. Misafir olan arkadaşı kalktı gitti. Bu nöbetçi şarap içmeye devam ediyordu. Her halde çok içmiş olmalı ki sabaha karşı sızdığını gördüm. Fakat bir türlü inanamıyordum. Bir iki yoklamadan sonra hakikaten sarhoş olduğuna kanaat getirmiştim. Elindeki silahı alarak ortalık ağarmadan yola çıktım. Ondokuz gün esaretin öldürücü ezalarına maruz kaldıktan sonra nihayet bir hayli müşkülattan sonra kaçmaya muvaffak oldum. BURSA’NIN işgalini duyunca halime bakmadan Sürmeli köyündeki ovada kıtamın başına geçtim. Bu muvaffakiyetimden dolayı Üsteğmen’liğe terfi edildim.”

BURSA 20 Haziran 1920’de Yunanlılar’ca işgal edilmiştir. Düşmandan temizlenmesi Afyon Zaferi’nden on gün sonra 10 Eylül 1922’dedir. Kara Fatma müfrezesiyle BURSA’NIN KURTULUŞU savaşına da katılmıştır. Afyon ilçelerinden “Burhaniyye Köyü’ne geldiğim zaman artık tamamen Yunan elinden kurtulmuştum; fakat şimdi harb etmek, düşmanı sürmek için bende daha yaman bir ateş uyandırmıştı. Bana ve vatandaşlarıma yaptıkları zulüm, eza ve cefadan dolayı Yunanlılar’a mülevves ayaklarıyla topraklarımızı çiğneyen bu düşmanlarımıza teskin olunmaz bir kin ve nefret duymuştum. Müfrezemi tekrar teşkül ettim ve BURSA CEPHESİNDE harbe girdi. Yunanlılar burada mukavemet ettiler fakat Türk’ün süngüsü yaman şeydir, O’na kimse mukavemet edemez. Bizim vazifemiz kıtatın gerilerine akın etmek ve yollarını kesmekti. Vazifemizde muvaffak oluyorduk. Yunanlılar bizim ordunun hücumuna fazla dayanamadılar. Bozgun başladı; birkaç gün içinde Yunan’ı denize sürdük. Artık vazifem bitmişti. Yorgun vücudumu dinlendirmek için izin verdiler, işte bende bugün memleketimi geziyorum. Vilayeti şarkiyye gittim. Karadeniz sahillerini gördüm bir iki gün evvel de güzel İstanbul’umuzu görmek için buraya geldim” diyor.

Kara Fatma bunları Tanin Gazetesi muhabirine anlatmıştır ve bu konuşma Tanin Gazetesi’nin 5 Temmuz 1923’de yayınlanmıştır.

Benim bugün neden Jan Darc’ın yanında bir Kara Fatma’nında bu nesil için onlar tarafından bilinmesi için çaba harcamakta olduğuma en güzel örnekte; Kara Fatma’nın İstanbul’dan sonra gittiği Konya’da neşredilen Babalık Gazetesi’nde Tenin’deki röportajdan da faydalanarak 9 ve 21 Temmuz 1923’de yayınlanan ve Kara Fatma’nın hayatta her sahada bir erkek gibi karışması mümkün olup olmadığı sorusuna verdiği cevapdır, şöyle der;

“Bundan sonra erkek, kadın hep beraber çalışacağız. Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini kaybetmez. Zaten memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki… Bunlar arasında peçe ve çarşafı düşünecek halde değiliz, İstanbullu hemşerilerimize silah kapıp cepheye gidin denilemez; fakat onlara düşen iş, silah kullanmaktan daha büyüktür. Şimdiden sonra Anadolu’ya gitmeli ve cahil Anadolu kadınının gözünü açmalı. Anadolu halkı hele kadınları, İstanbul’lu hanımları seve seve karşılayacak, onların söylediklerini harfiyen yapacaktır. Kadın neden erkek kadar çalışmasın! Bugün Anadolu’da bir ailede iki erkek varsa yanıbaşında 10 da kadın vardır; bunun için kadın erkek hep beraber çalışacaktır. Bunun kimseye bir zararı yok, belki faydası çoktur”; “Çocuklarımız mutlaka okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu’da erkek ve kız bütün çocuklar okuyacak olurlarsa Anadolu’nun hali değişecek, Türk’ün yüzü gülecek, işi düzelecek, bütün batıl düşünceler kalkacak, Türkler yaşamaya başlayacaktır. İşte bu maksatla küçük kızımı okutmak için şimdiden çalışıyorum.” diyor.

Bu mülakatından onüç yaşındaki küçük kızının da kendisi gibi harbe katıldığını, Kocaeli’deki bir çarpışma sırasında iki parmağını kaybettiğini öğreniyoruz.

Bence bu röportaj ders kitaplarından hiç olmazsa birine girmeliydi!..

Kara Fatma 1944’te yayınlanan hatıralarının sonuna eklediği “Üsteğmenlik maaşımı ne için Kızılay’a terkettim” başlıklı paragrafta şöyle demektedir.

“Vatanın büyük kurtarıcısı Ebedi Şefin layık olmadığım büyük iltifatı beni son derece sevindirmişti. Esasen bütün emel ve arzum yapmış olduğum hizmetten hiçbir menfaat beklememdir. Bu itibarla taltif edilmiş olduğum rütbenin mukabilinde verilecek maaşımı Kızılay’a terk etmekle son vatani vazifemi yaptım.”

Ne denilebilir ki sağol yürekli kadın.

Kara Fatma 1954 yılı başlarında bakacak kimsesi bulunmadığından İstanbul’da bir kulübede yardıma çok muhtaç halde yaşamakta idi.

Bunu gazeteler aracılığıyla duyurulmasından sonra İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı kendisiyle görüşmüş ve İstanbul Valiliği, torunlarına okul yardımı yapmış ve yatılı bir okula yerleştirmiştir.

İstiklâl Harbi başlangıcından, Anadolu’nun düşmandan temizlenmesine kadar Doğu ve Batı cephelerindeki savaşların çoğuna katılmış olan Kara Fatma 4 defa yaralanmış, Yunanlılar’ın elinde ondokuz gün esir kalmış. Rütbesi Üsteğmenliğe yükseltilmiştir.

İstiklâl harbinde silah kullanan canla başla çalışan mücahit kadınlarımızın önde gelenlerinden olan, hayatının son yılları dayanılmaz maddi sıkıntılar içinde geçen Kara Fatma kendisine vatanı vazife tertibinden 17 Şubat 1954’de aylık bağlanmasının ertesi yılında 1955’te vefat etmiştir. (Erzurum’da).

Kara Fatma önce Çavuşluk, daha sonra Teğmenlik ve en sonda Üsteğmenlik rütbesine layık bulunmuştur. Elime geçen yeni belgeler ışığında Çavuşluk ve Teğmenlik rütbelerinin veriliş nedenlerini aktarmak istiyorum. Kara Fatma bir vazife dolayısıyla karargahını Hendek ile Düzce arasındaki Nefren Boğazı yakınındaki bir köye kurmuştur. Eşkiya reisi Lima ile İbrahim bir gece misafir edilmekte olduğu eve gelerek eğer affedilirse bu çeteyle birlikte çalışmak istediklerini bildirip, bunu sağlamasını rica etmişlerdir. Kara Fatma onların bu isteklerini telgrafla Ankara’ya bildirmiş, iki saat içinde bu eşkiyalar ve topladıkları asker kaçaklarının affı emri gelmiş, bunlarda müfrezeye katılmıştır.

Kara Fatma 28 Haziran 1921 ‘de İzmit’in düşmandan temizlenip kurtarılmasına kadar İzmit’te kalmıştır. İznik civarındaki Bereket ve Kara derindeki taarruzda, Aleko – Karaderin hattındaki fedakarlıklar, kahramanlıklar gösterdiği anlaşılır. Mehmet Emin Yalman, İzmit’te bulunduğu sıralarda Kara Fatma ile görüşmüştür; O’na anlattıklarından da İznik’e üçyüzseksen gönüllü getirdiği, bunları intikam taburuna teslim ettiği, bunlar arasında oğlu ile kardeşinin de bulunduğu anlaşılır.

“Bir defada yüzseksen gönüllü topladım İzmit’e getirildim. Bir müddet birlik kumandanlığında bulundum, sağ kolumdan vuruldum, İzmit Hilal-ı Ahmer (Kızılay) Hastanesi’nde tedavi edildim. İnşallah yine cepheye gideceğim” demiştir. Hisarcık’ta, Kaynarca mıntıkası Kumandanı Na’im imzasıyla Süvari Livasına gönderilen yazıda, düşmanın taarruzunun durdurulduğu üçüncü maddesinde Fatma Seher Hanım’ın cepheden gelen efrad üzerindeki te’siri her türlü takdirin üstünde olduğu kaydedilmiş, bunun karşılığı Liva emrinde “Bu günkü harekatta pekçok yararlılığı görülmüş olan Fatma Seher Hanım’a teşekkür ederim” denilmiştir.

26-27 Ağustos 1921 tarihli 193 sayılı Liva tamimi ile de onun bu kahramanlığı açıkça takdir edilerek başka birliklere de örnek gösterilmiştir. Bu çalışmalarından dolayı Çavuşluk rütbesini alan Kara Fatma Kocaeli Grubu Kumandanlığına yazdığı 24 Ekim 1921 tarihli dilekçede “Büyük Milleti’min uhdeme verdiği Çavuşluk rütbesinden dolayı arz-ı şükran eylerim” sözleriyle bu rütbe için teşekkür etmektedir.

Teğmenlik rütbesine gelince; bunu da Kara Fatma’nın kendisinin ağzından yayınlanan bir hatırasından öğrenelim.

“İstiklâl Harbi’nin son taarruzundan evvel 1922 senesinde Çiçek bayramı münasebetiyle Ankara’da davetli bulunduğum sırada davetlilerden başta Atatürk olmak üzere Rus sefiri, Meclis Reisi General Kazım Özalp, Van Mebusu Hasan Bey ve hatırlıyamadığım hükümet erkanından bazı zevatın müvacehezinde işlemeli güzel bir gümüş sigara tabakası milli bir menfaat için müzayedeye çıkarılarak Atatürk’ün bu tabakanın kime hediye edilmek muafık olacağını heyeti huzurunda sordular; derhal heyettekiler Kara Fatma’ya hediye olunması mütalaasını ileri sürdüler ve bu teklif heyetçe müttefikan alkışlarla kabul edildi. Fakat Atatürk benim çok iyi silah kullandığımı işittiğini ve tesadüfen bu Çiçek Bayramı’nda iyi silah kullanan ma’ruf nişancılar arasında bir müsabaka tertip edilmiş bulunduğundan, bu müsabakaya iştirakimi tensip buyurdular. Muaffak olduğum takdirde, sigara tabakasının bu suretle bana hediye edileceğini emir buyurdular.

“Bende müsabakaya iştirak ederek birinciliği kazandığımdan son derece haz duyarak hem mezkûr tabakayı bana hediye ettiler ve hem de Teğmenlik rütbesiyle taltif ettiler.

Kara Fatma’nın görüntüsü ile ilgili yazılardan bir kaçı şöyledir.

Mehmed Emin Yalman’dan “Fatma Seher Hanım belindeki fişenklikleriyle, ayağındaki çizmeleriyle, elindeki kamçısıyla tam bir İstiklâl Harbi akıncısı”

Bir Rus diplomatın hatırasından “Fatma Çavuş kısa boylu, zayıf, enerjik yüzlü, kara gözlü bir kadındı. Fatma’nın sırtında siyah bir ceket, altında çizgili bir eteklik, ayağında çizme vardı, belindeki geniş kuşağında tüfenk mermisi, kama, omuzunda kayış görünüyordu. Başını bir yemeni ile sarmıştı”.

Akşam Gazetesi’nde 1923’te yayınlanan bir yazıda Üsteğmen elbisesi giymekte olduğu, göğsünde bir harp nişanı ve istiklâl Madalyası olduğu anlaşılır.

işte bu yiğit yürekli kadının yaptıklarının bu nesle aktarabilmek için Bursa’da bir köşe veya bir büst projesi düşlüyorum. Kara Fatma Erzurumlu, Bursalı değil ki diye düşünenler oldu. Oysa Kara Fatma Erzurum’un kurtarılmasını sağladıktan sonra Bursa’yı da Bursalılar kurtarsın dememiş İznik, İzmit, Alaşehir, Sivrihisar, Bursa dememiş kurtulacak işgal edilmiş neresi varsa oraya koşmuştur. Belki bizlerin onun yaptıkları yanında bir kum tanesi bile değil ama hiç yapmamaktan, hiç anlatmamaktan iyidir diye düşünüyorum.

Bana bu konuda da Atatürk’le ilgili her konuda da olduğu gibi destek, ümit ve güç kaynağı olan Sayın Bursa Valisi Orhan Taşanlar’a sonsuz şükran ve teşekkürlerimi iletmek istiyorum.

KARA FATMA ve nice KARA FATMALARA affedin beni bile deme hakkım olmadığına inanarak hatıraları önünde saygı ve sevgi ile eğiliyorum.

ONLAR DA ÇOCUKTU

Millî Mücadele’de Türk Milleti’nin var olma veya yok olma sınırına geldiği fevkalade bir dönemi ihtiva eder. Millî Mücadele’de de Türk çocuklarının milli sorumluluk şuuru içerisinde gösterdikleri fedakarlık veya çektiği çileler ve eziyetler maalesef tam olarak bilinmemektedir. Halbuki o dönemin kaynaklarını taradığımızda Anadolu’nun hemen her köşesinde özellikle işgal gören yörelerinde, çocukların bir destan misali kahramanlık örnekleri sergilediğini görüyoruz.

İşte Antep’e Gazi unvanını kazandıran 11-12 yaşlarındaki Sait Ağa’nın oğlu Mehmet, Şahin beyin oğlu Hayri, şehit Vola Ağa’sının oğlu Mehmet Ali, Arzuhalci Ali Efendi’nin oğlu İsmail, hepsinin hikayesi birbirinden ilginç.

Tarsus’tu kahraman Mehmet Küçük “Büyük Gazi” diye anılır. Adana’da 10 yaşındaki bacağını kaybeden Mehmet ve adına türkü yakılan 14 yaşındaki Bozan.

Maraş’ta Sırca Köyü’nden 14 yaşındaki Ali.

Osmaniyeli 10-11 yaşlarında Pulcu Mehmet oğlu Niyazi Aykan.

Çocukların Millî Mücadele sırasındaki hizmetlerini tasnif edecek olursak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

1) Yeri geldiği vakit eline silah alıp bilfiil çarpışarak cephelerde,

2) Haber getirip götürmekle istihbaratta,

3) Cepheye su, ekmek, mermi vs. taşıyarak lojistik hizmetlerde oldukça faydalı olmuşlardır.

İŞTE -BURSA’DA MİLLÎ MÜCADELE ÇOCUKLARI

ilk BMM’de henüz pek kritik durumda olan cephelerden bahsedilmektedir. Bursa Milletvekili Muhiddin Baha (Pars) uzun gözlemlerini anlattığı konuşmasını şöyle bitirir.

“Efendiler bu sahifeyi burada kapattıktan sonra müsadenizle bir müşahademi arz edeceğim. Geçenlerde İnegöl cephesinde ağaçlar arasında sis ortasında gazilerimizi ziyaret eder ve onların ayrı ayrı ellerini sıkarken 15 yaşında kadar bir çocuk gördük. Ona “Oğlum burada ne yapıyorsun? dedim. “Vatani vazifemi yapmaya geldim” cevabını verdi. “Peki hiç muharebeye karıştın mı? Düşmanla cenkleştin mi? Sualime de “evet” diye katıldığı çarpışmaları, boğuşmaları saymaya başlayınca ben, bu çocuğun karşısında bir parça küçüldüğümü hissettim. Sonra daha ileride yine Gaziler arasında ve babasının yanında babasıyla omuz omuza düşmana karşı harp eden 12 yaşında Feridun isminde bir çocuk gördüm ki! Efendiler bir diyorum ama hangisi bir?

Cephede her adımda bir böyle henüz çocuk denecek yaşta silaha sarılıp canını fedaya gelmiş nice nice yavrularımız var!..

İşte bu çocuklardan biri de Emekli Süvari Subayı Süleyman Bey’in oğlu İnegöllü Kamil idi. Bu çocuk bu bölgedeki pek çok muharebeye katılmış. Cumhuriyet döneminde Bursa Işıklar Askeri Lisesi’ni bitirdikten sonra Harp okuluna giren Kâmil’e önceki kahramanlıklarından dolayı İstiklâl Madalyası verilmiştir.

İnegöl’de savaşa katılan Albay Rahmi (Apak) bey şu gözlemini aktarmaktadır.

“Siması hâla gözlerimin önünde. Sarı saçlı, ak yüzlü bir çocuk. Bir evin içinden çıkan (herhalde kendi evi olacak) bir Yunan askerini kovalıyor. Elinde bir balta Yunan erinden daha hızlı koşuyor. Ona yetişti, kafasına baltayı indirdi. Yunan eri cansız yere yuvarlandı. Kaçan Yunan askerlerinin diğer bazı sokaklarda ise inegöllü kadınların pencerelerden attıkları saksı ve testilerle zararsız hale getirildiğini gördüm.

Bu mücadelede sadece erkek çocuklar değil kız çocukların da başarısı bilinmektedir. Buna en güzel örnek 12 yaşındaki Nezahat kızımızdır.

Gökçen Efe

Haziran 30th, 2012

Asıl adı Hüseyin’dir. 1891 yılında Ödemiş’de doğdu. Kurtuluş Savaşı’a katkılarıyla tanınan efe. Ünlü efelerden Çakırcalı Mehmed Efe’nin akrabası ve sağ koluydu. Tire’de Gümce Dağı’nda birkaç yıl eşkiyalık yaptıktan sonra Mahmud Celal Bey’in (Bayar) aracılığıyla 1914’te bağışlandı. İzmir ve yöresinin Yunanlılarca işgali üzerine gönüllü olarak Kurtuluş savaşı’na katıldı. 57. Tümen Komutanı Miralay Şefik (Aker) Bey’in gözetiminde oluşturulan Kuvay-yı Milliye örgütlenmesi içinde yer aldı.

Haziran 1919’da, Yunan ileri harekatını durduran Köşk Cephesi’nde savaştı. Fata ve Kemerdere’de baskınlar düzenledi ve Yunanlılara ağır kayıplar verdirdi. Ekim 1919’da Fata yöresinde Yunan toplu saldırısının geciktirilmesini sağladı. 13 Kasım 1919’da Fata yöresinde Yunan birlikleriyle şiddetli bir çatışmaya girdi. Üç gün süren çatışmalardan sonra, siperine girmeyi başaran bir Yunan askerince 16 Kasım 1919’da süngülenerek öldürüldü. Ankara hükümeti daha sonra, savunurken öldüğü Fata bucağına onun anısına Gökçen adını verdi. Kurtuluş Savaşı’nın adı ilk duyulan direnişçilerinden olan Gökçen Efe, Halide Edip Adıvar’ın “Efe’nin Yemini” adlı öyküsünün de kahramanıdır. Ödemiş yöresinde adına Türküler yakılmıştır.

Demirci Mehmet Efe

Haziran 30th, 2012

Milli Mücadele kahramanlarından olan Demirci Mehmet Efe 1885 yılında Aydın’da doğdu. Babası, Nazilli’nin Pirlibey köyünde demircilik yaptığı, kendisi de onun yanında çalıştığı için “Demirci” lakabıyla anılırdı; sonradan bu lakabı kendisine soyadı seçti. I. Dünya Savaşı’nda askere alınan Demirci Mehmet, İzmir’deki 5. Depo Alayına verildi. Fakat ermeni asıllı bir subay tarafından hakarete uğrayınca dayanamayıp askerden kaçtı ve Ödemişli Gökdeli Zeybek’in çetesine katıldı. Bir süre sonra kendisi de ayrı bir çete kurarak eşkıyalık yapmaya başladı ve güvenlik kuvvetlerini bir hayli uğraştırdı.

Yunanlılar İzmir’e çıkıp, Aydın’ı da ikinci kez işgal edince, Demirci Mehmet Efe 200 kişilik çetesiyle 11 Temmuz 1919’da Aydın Cephesi’ndeki milli kuvvetlere katıldı. Aydın’da katıldığı bir çarpışmadan sonra Aydın cephesi Kuvayı Milliye komutanı olan Mehmet Efe, düşmana yapılan baskınlarda büyük rol oynadı. Sökeli Ali Efe’nin Denizli’de öldürülmesine kızarak Denizli’yi bastı ve pek çok kişiyi kurşuna dizdi.

22 Haziran 1920’de başlayan genel Yunan saldırısı üzerine Eğridir, Isparta dolaylarındaki dağlara çekilen Demirci Mehmet Efe’nin, Kuvayı Milliye ile düzenli ordu arasında başlayan çekişme sırasında Çerkez Ethem’le haberleşmesi şüphe uyandırdı; 15-16 Aralık 1920’de Refet (Bele) Bey’in süvari birliklerinin baskınına uğrayan Demirci Mehmet Efe kuvvetleri dağıldı, kendisi beş on kişiyle kaçıp kurtuldu. Sonradan Hükümet’e sığınarak bağışlanan Mehmet Efe, savaş sona erince Nazilli’ye yerleşti ve ölümüne kadar sakin bir hayat yaşadı.

Yörük Ali Efe

Haziran 30th, 2012

Yörük Ali Efe 1895 yılında, Aydın İli Sultanhisar İlçesi Kavaklı Köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Apti, annesi yine yörüklerin Atmaca aşiretinden Fatma’dır.

Yörük Ali ondokuz yaşına geldiğinde, Aydın dağlarında dolaşan Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin gurubuna katılmak istedi. Ağır bir sınavdan geçirilerek guruba alındı. Kısa zamanda Efe’nin ve tüm zeybeklerin güven ve sevgisini kazanarak gurupta ikinci adam konumuna yükseldi.

Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin Bozdoğan Kavaklıdere baskınında ölmesi üzerine Yörük Ali Efe olarak gurubun başına geçti. Dört yıldan fazla dağlarda dolaşan Yörük Ali Efe, bu süre içinde daima ezilenin mağdur edilenin, güçsüzün yanında oldu. Haklı olarak halk tarafından sevildi, itibar ve destek gördü.

Yörük Ali Efe 1919 senesinde dağdan indi. O sıralar düşman İzmir’i, ardından Aydın ve Nazilli’yi işgal etmişti. Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları, Aydın İli’nin Çine İlçesi Yağcılar Köyünde toplanarak, Sultanhisar İlçesine iki kilometre uzaklıkta Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki güçlü ve tam teçhizatlı düşman karakoluna baskın yaptılar. Tarih:16 Haziran 1919. karakol tümüyle imha edildi. Oldukça önemli cephane ve erzak ele geçirildi. Bu baskın Batı ve Güney Anadolu’da düzenli, bilinçli, ve milli şuurla düşmana yapılan ilk baskındır. Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vermiş, düşmanın yurttan kovulabileceğine olan inancını arttırmış ve Yörük Ali Efe’nin liderliğini perçinlemiştir. Düşman beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılmış, Nazilli’deki kuvvetlerini Aydın istikametine çakmıştır. Ne yazık ki çevreyi yakarak, yıkarak, masum insanları öldürerek…

Daha sonra 7. tümen kumandanı Şefik AKER’in başkanlığında kurulan halk meclisinde oy birliğince alınan karar uyarınca Aydın, Yörük Ali Efe emrindeki kuvvetler tarafından birinci kere kurtarılmıştır. Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen düşman ordusu Aydın’ı ikinci kez işgal etmiştir. Artık kanlı savaşlar başlamıştır. Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle, donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratılmıştır.

Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellenmiştir. Düzenli ordunun kurulması üzerine Yörük Ali Efe, emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir gurubu her ferdinin istek ve sevgisiyle orduyla bütünleştirmiştir. Kendisi de Milli Aydın Cephesi Komutanı olarak savaş sona erene kadar vatani görevini sürdürmüştür.

Yörük Ali Efe alçak gönüllü bir insandı. Kurtuluş Savaşındaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu yanıttı her zaman hatırlanacaktır. “Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin birçoğunu bana ve başkalarına mal ederler. Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki? Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş, bizim gibi duymuş ondan sonra da bizimle beraber olmuştur. Milli mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin şamatası olurmu ki?”

Yörük Ali Efe Kurtuluş Savaşından sonra altı sene İzmir’de yaşadı, 1928 senesinde, Kurtuluş Savaşında bir süre karargahı olan Yenipazar’a taşındı. 1951 senesinde, tedavi için gittiği Bursa’da vefat etti.

Yörük Ali Efe vasiyetinde Yenipazar’da toprağa verilmesini istedi. Ayrıca “Halkı iyidir, toprağı sever, toprağı seven insan sever. Ben orada rahat ederim dedi. Kuva’yı Milliye’nin bu değerli komutanı TBMM tarafından istiklal madalyası ile ödüllendirilmiştir. Ayrıca değerli Türk halkının ona verdiği, rütbelerden en büyüğüdür.
“Hey gidinin Efesi-Efesi-Efelerin Efesi…”

Efelerin Efesi Yörük Ali
Şu Dalama’dan geçtin mi,
Soğuk da sular içtin mi
Efelerin içinde
Yörük Ali’yi seçtin mi?

Hey gidinin efesi efesi
Efelerin efesi

Şu Dalama’nın çeşmesi
Ne hoş olur içmesi
Yörük Ali’yi sorarsan
Efelerin seçmesi

Hey gidinin efesi efesi
Efelerin efesi

Cepkenimin kolları
Parıldıyor pulları
Yörük de Ali geliyor
Açıl Aydın yolları

Hey gidinin efesi efesi
Efelerin efesi

Gaffar Okkan

Haziran 30th, 2012

1952 yılında Sakarya’nın Hendek İlçesi’nde doğdu. İlk ve ortaokulu orada tamamladıktan sonra Ankara Polis Enstitüsü’ne girdi ve 1970 yılında görevine başladı. Ege Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olan Okkan, İzmir, Eskişehir, Urfa ve 1993’de Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde Kars’ta görev yaptıktan sonra Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne atandı.

Bu dönemde terör örgütü Hizbullah’a yönelik başarılı operasyonlarıyla sık sık gündeme gelen Okkan, Diyarbakır’da terörün gerilemesinde önemli rol oynadı. Güneydoğu’da Hizbullah’a ait hücre evleri, silahları, örgütün şehir ve dağ kadrolarını ortaya çıkaran Okkan, Diyarbakır’da sayıları hızla artış gösteren sokak çocuklarıyla da ilgilendi. Okkan, Diyarbakırspor’un yönetim kurulunda yer aldı.

Evli ve iki çocuk babası olan Gaffar Okkan, 49 yaşında uğradığı silahlı saldırı sonucu şehit oldu.

Ulubatlı Hasan

Haziran 30th, 2012

Ulubatlı Hasan, İstanbul’un fethi sırasında surların üzerine çıkan ilk Türk askeridir. Osmanlı ordusu Fatih Sultan Mehmed kumandasında 6 Nisan 1453 Cuma günü İstanbul’u kuşattı. 29 Mayıs 1453 Salı günü sabaha karşı son saldırı yapılıyordu. Yeniçeriler arasında iriyarı Ulubatlı Hasan adlı bir asker surlara tırmanmaya başladı. Bir elinde palası, öteki eli ile kalkanını başının üstünde tutarak surların üstüne çıktı. Onunla birlikte otuz kadar yeniçeri de surlara tırmandı. Ulubatlı Hasan yaralanmasına rağmen, arkadaşlarının surlara çıkmasına yardım etti. Ayağı taşa takılarak surlardan aşağı düştü. Yukarıdan atılan oklarla şehid edildi. Ancak yeniçeriler, açılan gediklerden içeri girerek şehri ele geçirdiler.